• Sonuç bulunamadı

Aristoteles’te ve Fârâbî’de Metafiziğin Konusu Gereği Önem

ARİSTOTELES’TE VE FÂRÂBÎ’DE ÖZGÜR İRADE

4.1. ARİSTOTELES’TE VE FÂRÂBÎ’DE AY-ÜSTÜ ALEMDE ÖZGÜR İRADE

4.1.1. Aristoteles’te ve Fârâbî’de Metafiziğin Konusu Gereği Önem

Aristoteles için irade özgürlüğünün teolojik zemini çerçevesinde değerlendirilmesi adına öncelikle onun metafiziğinin incelenmesi gerektiği daha önce belirtilmişti. Çünkü söz edildiği üzere, Aristoteles’in düşüncesinde metafiziğin konusu, öncelikle “birincil töz olmak bakımından varlıktır”. Birincil tözler ise, Tanrı ve Ay-üstü âlemdeki gökcisimleri, onların sahip olduğu akıllardır. İşte Aristoteles’e göre ay-üstü varlıkları olarak birincil tözler metafiziğe konu olmakla, metafizik en değerli bilim kılınmaktadır. Çünkü Aristoteles için metafizik ”Tanrı”yı konu almaktadır. Konusu en değerli varlık olması bakımından metafizik de en değerli bir bilim olarak kabul görmektedir. Aristoteles “metafizik”ten ”bilgelik” olarak söz etmektedir. Aristoteles için bilgelik, varlıkların ilk ilke ve nedenlerini inceleyen bilimdir.”Ancak şu andaki tartışmamızın amacı, herkesin Bilgelik diye adlandırılan şeyden, varlıkların ilk nedenlerini ve ilkelerini ele alan şeyi anladığını göstermektedir. Bundan dolayı yukarıda söylediğimiz gibi deney sahibi insanın basit olarak herhangi bir duyu algısına sahip olan insandan, sanatkarın deney sahibi insandan, ustanın işçiden, daha bilge olduğu düşünülür ve teorik türden bilginin pratik türden bilgiden daha fazla bilgelik olduğu kabul edilir. O halde bilgeliğin, belli

bazı ilke ve nedenlere ilişkin bilgi olduğu apaçıktır.”240

Yine Aristoteles’in düşüncesinde,”bilimin her dalında nedenleri daha kesin bir biçimde bilen ve öğretme gücüne sahip olan,daha bilgedir. Sonra, bilimler arasında kendileri için ve sırf bilmek amacıyla aranan bilimler sonuçlarından dolayı aranan bilimlerden daha fazla bilgeliktirler. Nihayet yönetici bir bilim, bizim gözümüzde, kendisine tabi olan bir bilimden daha fazla bilgeliktir. Çünkü bilge kişi, kendisine emredilen kişi değildir; tersine onun başkalarına emretmesi gerekir. Onun başkalarına değil, tersine daha az bilge olanın ona itaat etmesi gerekir.”241

Şimdi, Aristoteles için bilgelik, diğer deyişle metafizik, teoretik bir bilim olarak değerlendirilmektedir. Ancak o, diğer teoretik bilimler olan fizik ve matematikten daha üstün kılınmaktadır. Yukarıda belirtildiği üzere onun üstünlüğü konusu gereği sahip olduğu bir üstünlüktür. Yine Aristoteles için söz konusu bilim, evrensel bir bilim de olmak durumundadır.”Nihayet varlık olmak bakımından varlığın biliminin evrensel bir bilim olarak göz önüne alınıp alınmaması gerektiğini kendimize sorabiliriz. Böylece matematik bilimler alanında her özel bilim tek bir belli varlık cinsini ele alır. Ama öte yandan bütün nicelikleri kucaklayan evrensel bir matematik de vardır. Buna şu şekilde cevap vereceğiz ki eğer doğal tözler bütün varlıklar içinde ilk varlıklar olsalar da fizik bütün bilimler içinde ilk bilim olurdu. Ama eğer başka bir gerçeklik, bağımsız ve hareketsiz bir töz varsa, bu gerçekliğin bilimi zorunlu olarak ayrı bir bilim, fizikten önce gelen ve bu önceliğinin kendisinden ötürü de evrensel olan bir bilim olmak zorundadır.”242

Görülüyor ki Aristoteles için metafizik, ‘Tanrı’yı konu alması bakımından en üstün bilimdir. Bu anlamda o,bilgelik olarak adlandırılmaktadır. Yine Aristoteles’e göre metafizik, Tanrısal varlığı konu alması açısından teolojiye dönüşmektedir. Aristoteles için olduğu gibi Fârâbî için de metafizik teolojiye dönüşmektedir. Çünkü Fârâbî’ye göre, evrendeki tüm varlıkların kaynağı, İlk Varlık” olmakla Tanrı’dır. Daha önce belirtildiği üzere, Fârâbî için varlıklar, kendi içerisinde bir hiyerarşi oluşturmakta; söz konusu varlıklar hiyerarşisinin en tepesinde ise “İlk sebep” olmakla Tanrı bulunmaktadır. Çünkü Fârâbî’ye göre nesneler dünyasındaki varlıklar, mümkün bir varlığa sahiptiler. Onların varlıkları, gizil konumda olup; henüz 240 Aristoteles, Metafizik I, ss. 84-85. 241 Aristoteles, Metafizik I, s 86. 242

edimsellik içermemektedir. Onların gizil olan varlık durumlarının, edimsel varlık durumuna taşınması gerekmektedir. Fârâbî için olgusal varlıkları edimsel varlık durumuna taşıyacak olan varlık, kendileri olmamaktadır. Onlar, söz konusu yeterliliğe olumsal olmaları bakımından sahip değildirler. Bu nedenle olumsal varlıkları edimsel kılacak olan başka bir varlığa ihtiyaç vardır. Fârâbî’nin düşüncesinde bu varlığın özü, olumsal varlıklardan farklı olmak durumundadır. O, özü gereği var olması zorunlu olan varlıktır. Oysa olumsal varlıkların özleri ile varlıkları birbirin dan farklı olup; onların özleri varlıklarını zorunlu kılmamaktadır. Dolayısıyla Fârâbî için mümkün varlıkların var olma durumu, zorunlu bir varlık olan Tanrı’ya dayandırılmaktadır. Tanrı,”İlk Sebep” olmakla, varlıklar hiyerarşisinin zirvesinde yer almaktadır. İşte bu anlamda tıpkı Aristoteles için olduğu gibi Fârâbî için de metafizik, teolojiye dönüşmektedir. Fârâbî için, daha önce ifade edildiği üzere; Tanrı, uzak sebeptir. Varlıklar hiyerarşisinde Tanrı’nın altında yer alan sebepler ise Tanrı’dan uzaklaşarak ay-altı âleme yaklaştıkça yakın sebepler olarak konumlanmaktadır. İşte Fârâbî, uzak sebeplerin ve dolayısıyla da Tanrı’nın bilgisini tıpkı Aristoteles gibi bilgelik, diğer deyişle ”hikmet” olarak adlandırmaktadır. Yine Aristoteles için olduğu gibi, Fârâbî için de bilgelik, diğer sanatlar içerisinde en üstün olanı ifade etmektedir. Bu sanata sahip olan kişi de Fârâbî’ye göre, Aristoteles’te olduğu gibi en bilge kişi olmalıdır. Dolayısıyla Fârâbî için de tüm sanatlar, bilgelik sanatına tabi olmalı ve tüm kişiler bilge olan, hikmet sahibi kişi için itaatkar olmalıdır. ”O halde, sanatlarda üstün ve mükemmel olan kimselere “hukema” adı verilir.”243

Fârâbî’nin düşüncesinde hukemalar, Tanrı’nın bilgisine sahip olmakla hikmet sahibi kişilerdir. Onlar, “sultan” olarak adlandırılır ve siyasi sanatı ortaya koymaktadırlar. Siyasi sanat, sultanlık sanatı olmakla aslında “hikmet”in bilgisine sahip olan kişinin sanatıdır. ”Bu bakımdan, şehirdeki diğer sanatlar arasında sultanlık sanatının ve siyasi sanatının durumu, mimarların arasında baş mimarın durumu gibidir. Çünkü mimarların sanatlarının, baş mimarın sanatının amacını tamamlamak için kullanıldığı gibi, şehirlerdeki diğer sanatlar da, sadece siyasi sanatın ve sultanlık sanatının amacının tam olarak elde edilmesi için iş yapar ve kullanılır.”244

Fârâbî için,”gerçek bilgi (el-‘ilmu’l-hakiki),belli bir zamanda değil, her zaman doğru ve kesin olan (bilgidir) ve belirli bir zamanda var olup, daha sonra var

243

Fârâbî, Medenî, s. 76.

244

olmayan bilgi değildir. Çünkü bunun aksi olursa,biz bir şeyin şimdi mevcut olduğunu biliriz; fakat biraz zaman geçince, artık o belki yok olmuş olabilir; o taktirde biz onun mevcut olup, olmadığını bilemeyiz ve bizim ”kesinliğimiz” (yani kesin bilgimiz) de, şüphe ve yalana dönüşür.O bakımdan, böyle olabilen şey,artık ne bilgidir, ne de kesinliktir.Bundan dolayı eskiler, bir halden diğer bir hale değişebilen şeyin idrakini (algısını),bilgi olarak kabul etmediler.” 245

İşte Fârâbî’nin düşüncesi gereği, gerçek bilgi; değişmesi mümkün olmayan bir şeyin varlığıyla ilgili olarak kesin bir bir bilgi olmaktadır. O,”hikmet”tir.”Hikmet (geri kalan) diğer bütün varlıkların varlığına ve sebebi bulunan şeylerin yakın sebeplerinin varlığına sebep olan uzak sebeplerin bilgisidir. Yani onların varlığı hakkında kesinlik vardır; biz onların ne ve nasıl olduklarını, her ne kadar çok olurlarsa olsunlar, uzak sebeplerin ve onların altındaki yakın sebeplerin varlığının sebebi olan “bir varlık” a doğru bir düzen içerisinde, yükseldiklerini biliyoruz. Fârâbî için “Bir”,”İlk” tir ve diğer varlıklar İlk Olan” dan varlık kazanmaktadırlar.Oysa “O”nun varlığı,başka hiçbir varlığın varlığına bağlı olarak gerçekleşmemektedir.O, kendi kendine yeterli bir varlıktır.Bu sebeple,”hiçbir varlık,O’nun varlığından daha tam,hiçbir hakikat, O’nun gerçekliğinden daha gerçek ve hiçbir “birlik”(vahde), O’nun birliğinden daha tam olamaz.Aynı zamanda (hikmet vasıtasıyla) biz, geri kalan diğer varlıkların O’ndan nasıl varlık (el-Vücüd), gerçeklik (el-hakika) ve “birlik” (el-vahde) aldıklarını; onlardan her birisinin varlık, gerçeklik ve birlikteki paylarının ne olduğunu ve diğer şeylerin anlamlarını (eş-şeyiyye) O’ndan nasıl kazandıklarını biliriz. Bütün varlık dereceleri (meratibu’l -mevcudat)ni biliyoruz: İlk (evvel), orta(evsat) ve son(ahir) bunlardandır. Sonuncular (el-ahira)ın (bir takım) sebepleri vardır; fakat kendileri daha aşağıdaki bir şeyin sebepleri değildirler. Bununla beraber, ortadakiler (el- mutassıtat), kendilerinin üstünde bir sebebe sahiptirler ve kendileri de, kendilerinden daha aşağıdaki şeylerin sebepleridirler. İlk (el-Evvel)ise, kendinden aşağıda olan şeyin sebebidir, fakat kendisi, kendinin üstünde başka bir sebebe sahip değildir. Aynı zamanda biz,yine, sonuncuların ortadakiler (el-mutavassıtat)e ,ortadakilerin de İlk’e ulaşıncaya kadar çeşitli şekillerde nasıl yükseldiğini, sonra İlk’ten tedbir’in nasıl

245

başladığını ve en sonuncular(el-evahır)a ulaşıncaya kadar, bir düzen içerisinde, diğer varlıklardan tek tek şeylere nasıl nüfuz ettiğini de biliyoruz.”246

Görülüyor ki Fârâbî’nin düşüncesinde, varlığın bilgisi (ontoloji) Tanrı’nın bilgisi (teoloji)ne dayandırılmaktadır. ”Yakın sebepler”, son çözümde açıklamasını “uzak sebepler” de bulmaktadır. Tıpkı Aristoteles için, ay-altı âleminin, ay-üstü âlemine dayandırılarak açıklanmaya çalışıldığı gibi. Yine Fârâbî’ye göre uzak sebeplerin bilgisi olmakla hikmet, Tanrı’nın bilgisini ifade etmektedir. O, gerçek bir bilgi olarak; İlk Olan’ın, akılsalların ve göksel cisimlerin akıllarının bilgisi olmaktadır. Fârâbî için bu bilgiye sahip olan kişi ise, siyaset insanı (sultan)olarak adlandırılmaktadır. Böylece yukarıda belirtildiği üzere Fârâbî’ye göre hikmet sahibi kişi; uzak sebeplerin bilgisine sahip olmakla, metafiziksel ve teolojik bir zeminden hareketle varlıklar dünyası ve insanlar üzerinde hükmedebilmektedir. Aristoteles’in düşüncesi gereği de ay-altı alemi varlıkları, Tanrısal mutluluğu arzu etmektedirler. Ay-altı elemi varlıkları adına yalnızca “insan”, akla sahip olması bakımından söz konusu mutluluğa ulaşabilmektedir. İnsan için Tanrısal mutluluğu sağlayacak bilim ise Fârâbî için olduğu gibi, Aristoteles için de siyaset bilimidir. Yine Aristoteles için de siyaset adamı, yöneticidir. İşte bu anlamda Aristoteles’e göre de siyaset bilimi tıpkı Fârâbî için olduğu gibi en önemli bilim olarak kabul görmektedir. ”Siyaset böyle bir bilim olarak görünüyor, çünkü kentler için hangi bilimlerin gerekli olduğunu hangilerini, kimlerin, ne kadar öğrenmesi gerektiğini belirleyen odur. Askerlik, ekonomi, retorik gibi en değer verilen uğraşların da onun altında yer aldığını görüyoruz; (pratik) bilimleri kullandığına, ayrıca da neler yapmak ve nelerden kaçınmak gerektiği konusunda yasalar koyduğuna bakılırsa, onun amacı ötekilerin amaçlarını da kapsamalı, öyle ki bu amaç ”insan için iyi” olan olsa gerek.Bu bir kişi için ve bir kent için aynı şeyse,kent için olanını hem elde etmek hem de korumak daha önemli ve amaca daha uygun gibi görünüyor; çünkü o bir tek kişi için de istenen bir şeydir, ama bir bütün için ve kentler için olursa daha güzel ve daha tanrısal olur.”247

Şimdi tezimizin ikinci ve üçüncü bölümleri dahilinde değerlendirildiği üzere; gerek Aristoteles, gerekse Fârâbî’nin düşüncesi gereği hem ay-üstü alem, hem de ay- altı alemi adına özgür irade konusunun açıklanabilmesi adına öncelikle ”Tanrısal

246

Fârâbî, Medenî, ss. 75-76.

247