• Sonuç bulunamadı

EYTÂM SANDIKLARINDAN FAİZLE BORÇ VERİLMESİ 3.1 Eytâm İdares

3.2 Eytâm Sandıklarının İşleyiş

Sandıklardan borç verme işlemi çeşitli usullere bağlı olarak gerçekleştirilmiş, bu kurallar 1851 (1208) tarihli Eytâm nizamnamesi ile açık bir şekilde belirlenmiştir. Buna göre öncelikle borç verilecek paranın geri dönüşü, borç alacak kişinin bazen değerinin 1,5 katı üzerinde bir ipotek göstermesi yoluyla, bazen de kefîl getirmesi kanalıyla garanti altına alınmış, kefîllerden bir kefalet senedi alınarak, bunların muhafazası sandıkta yapılmıştır353. Borç

alacak kişi Eytâm Sandıklarına başvurur, adı, babasının adı, lakabı, hangi işle uğraştığı, ikamet yeri vb. şahsî bilgileri verdikten sonra, hangi yetimin parasından ve ne kadar borç almak istediğini açıklar, borcu ödeyememesi halinde ise rehinin satılmasını, bu işlemlerin uygulanması sırasında ortaya çıkacak harç ve vergilerin ödeme yükümlülüğünü de üzerine aldığına dair bir belge imzalaması şartıyla borcu alabilirdi354. Vergi ve harçlar peşinen

düşüldükten sonra, kişi belgeleriyle birlikte mahkemeye başvurur, onaylanması halinde de en geç 15 gün içerisinde parasını alabilirdi355

. 350 Ünal, a.g.t., s.3. 351 Özcan, a.g.m., s.102. 352 Özcan, a.g.m., s.102. 353 Düstûr, “Eytâm Nizâmnâmesidir …, s.274. 354 Çanlı, a.g.m., s.68.

Eytâm Nizâmnâmesine göre; sandıklardan bir kişi en fazla 5 bin kuruşa kadar borç alabilmekte, ancak bu miktar, tarla ya da bir gayrimenkulünü ipotek etmesi halinde kefîlsiz 10 bin kuruşa kadar çıkabilmekteydi. Sandık bünyesinde 25 bin ve üzerinde biriken miktar ise değerlendirmeleri için “sarraflar kumpanyası”na veriliyordu356. Ancak incelediğimiz defterde

verilen en yüksek meblağ; ipotekli 45.732 kuruştur. Bu durum zaman içerisinde uygulamalarda çeşitli farklılıkların ortaya çıktığının kanıtı niteliğindedir. Ayrıca yine defterde borcun vadesinin beş yıla kadar çıktığı, Eytâm nizamnamesine göre sandıktan borç verilirken %15 (kesesi 6 kuruş 10 para) oranında uygulanması belirtilen faiz oranının ise incelenen defterde %12 (kesesi 5 kuruş) miktarında tutulduğu görülmektedir.

Alınan borcun bitmesine bir ay kala borçlulara bir hatırlatma ihtarnamesi yollanır, borçlu tanınan süre içinde borcunu ödemez ise, ya kefîller borcu üstlenirler ya da gösterilen rehin, vekîl tayinn edilen kişi vasıtası ile gazete ilanı yoluyla satışa çıkarılır, masrafları da borçludan tahsil edilirdi357. Borcu ödeyemeyen borçlu ve kefîller hapis cezalarına çarptırılabiliyor ve sandıktan bir daha hiçbir şekilde para alamıyorlardı358

.

Yetimlerin, işletilme amacıyla Eytâm Sandığı’nda bulunan, anne ve babalarından kalan malları, reşit olduklarında kendilerine verilirdi. Reşit statüsüne ulaşan yetimler “Rüşd

Davası”359

açarak, kendilerine intikal eden mallarının tasarruf hakkını alabilirlerdi. İlgili kişi reşit olduğunu şahitlerle ispatlayabilirse, malı kârıyla birlikte kendisine verilirdi360

.

Mirasçılar içinde kayıp (gaib) olanların malları da yine bu sandıkta saklanıp değerlendirilmiştir. Buna örnek olarak incelediğimiz defterde yer alan 33 akitte gaib kişilerin mallarından borç verilip mallarının değerlendirilmesi bu durumu kanıtlar niteliktedir361

. Bu kişilerin mallarının sandıkta beş yıl süre ile saklandığı, ortaya çıkmamaları durumunda hisselerinin hazineye devrolduğu bilinmektedir362

.

Eytâm idaresi altındaki yetimlerin ihtiyaçlarının karşılanması hususunda da belli uygulamaların geliştirildiği, bunların karşılanmasında “nafaka usûlü”nün kullanıldığı

356 Düstûr, “Eytâm Nizâmnâmesidir …, s.272.

357 Düstûr, “Umum Emval-i Eytâm Suret-i…, madde 50. 358

A.g.n., madde 52.

359 Rüşd, çocouğun kendi malını idare edebilmesi salahiyetine erişme yaşı ile ilgilidir. Hanifi fıkhına göre erkek

çocuklar 18, kız çocukları ise 17 yaşını doldurduklarında reşit sayılırlardı. Nitekim Osmanlı hukukunda da bu yaşlar geçerli olmuştur. Rüşt yaşı, Eytâm Sandığının kurulmasından sonra bu yaş 20’ye çıkarılmıştır. Bir yetim, rüştünü ispat edebilmesi için şahitleri ile birlikte mahkemeye başvurması gerekmektedir. Bu başvurusunu mahkeme ve Eytâm Meclisi araştırarak sonuca bağlamakta, eğer yetim hakkında yeterli güven oluşmamışsa bu yaş sınırı 25 yaşına kadar uzatılabilirdi. Ayrıntılı bilgi için bkz. Çanlı, a.g.m., s.60.

360

Yakup Yakut, XIX. Yüzyıl Sonlarında İnegöl (C-223 Numaralı H.1313/M.1892 Yılına Ait Şer’iyye Sicili

Kayıtlarına Göre), SDÜ. Sosyal Bilimler Enstitüsü İslâm Tarihi ve Sanatları Anabilim Dalı Yayımlanmamış

Yüksek Lisans Tezi, Isparta, 2006, s.77.

361 AŞS XLI, vrk. 4/2 h.10, 5/1 h.12, 5/2 h.13, 15/2 h.45, 16/1 h.47, 17/1 h.51, 23/1 h.66, 29/2 h.83, 29/2 h.83,

30/1 h.85, 31/2 h.90, 50/2 h.151, 51/1 h.154, 51/2 h.155, 52/2 h.158, 58/2 h.179, 60/2 h.185, 60/2 h.186, 61/1 h.188, 70/1 h.217, 75/1 h.233, 75/2 h.234, 77/1 h.237, 81/1 h.248, 85/1 h.254, 85/2 h.256, 86/2 h.258, 86/2 h.259, 88/1 h.263, 90/1 h.266, 91/1 h.270, 93/2 h.277, 96/1 h.285.

görülmektedir. Nafaka; Eytâm idaresinin kurulmasından sonra, anne veya babasını yitiren bir yetim için vasisi tarafından temel ihtiyaçlarını karşılamak adına talep edilen ücrete verilen isimdir. “Nafaka ve kisve bahâ” adı altında talep edilen bu paranın miktarı, varisin sosyo- ekonomik durumuna ve günün şartlarına göre değişebilmekte, vasi yetimin sünnet, evlilik vb. masraflarının karşılanması için de ayrıca bir nafaka talep edebilmekteydi363. İncelediğimiz

defterde tereke kaydına yer almadığı için bu konuyla ilgili de herhangi bir belgeye rastlanmamıştır, ancak Eytâm Sandıklarından borç alınması hususunda da yine yetim masraflarının karşılanabilmesi için belli uygulamaların kullanıldığı görülmüştür364. Buna göre

belirli bir fazlalık karşılığında borç verilen paranın içerisinden bazı durumlarda “… emrim

üzere sagîr-i mezbûrun umûruna sarfla istihlâk idub …” ifadesi ile teberru (bağış) olarak belli

bir miktarın yetimin masraflarına harcanmak üzere vasiye verildiği bilinmektedir365

. Ancak incelediğimiz defterde yine bu yönde bir kayda rastlanmamıştır.

Ayrıca Eytâm İdaresi’nin korunmaya muhtaç kişiler üzerindeki muhafaza süresinden de bahsedilmesi yararlı olacaktır. Kurum tarafından yetimler ve diğer korumaya muhtaç kişiler, rüşdlerini ispata değin koruma altında tutulmuş, rüşdü ispat da, belli bir yaşa gelmiş kişinin bir şahit eşliğinde mahkemeye başvurması yolu ile yapılmıştır. Burada belirleyici nokta muhakkak ki “rüşd” meselesidir. Bu konuda iki temel kavram bulunmaktadır; “buluğ

ve rüşd”. Buluğ yaşı; İslâm hukuku ve örfi hukukta kız ve erkek çocukların ergenlik

dönemindeki fiziksel değişimlerini tamamladıkları yaş olarak kabul edilip, bu yaşın kaç olduğu konusunda kesin bir görüş birliği bulunmamaktadır. Buluğ yaşı daha ziyade fiziksel anlamda bir yaşı belirtirken, rüşd ise, daha çok kişinin akıl yaşını ifade eder niteliktedir. Osmanlı’da rüşd yaşıyla ilgili olarak Eytâm İdaresi’nin kuruluşuna kadar Hanefi hukukuna uygun olarak hareket edilmiş, Eytâm İdaresi’nin kuruluşuyla birlikte reşit olmak için yirmi yaş şartı getirilmiştir366

. Bir yetim bu yaşa ulaştıktan sonra, bir şahitle birlikte mahkemeye başvurabilirdi. Rüşt ispatında aranılan temel şart ise; emniyet ve itimattır. Yani kişinin mahkemeye, kendini ve malını idare etmek konusunda güven vermesi gerekmektedir. Sonrasında faiziyle birlikte yetime malını tasarruf hakkı devredilmekteydi367

.

363

Erdoğan Keleş, XIX. Yüzyıl Ortalarında Muğla’da Aile Yapısı (122, 123 ve 124 Numaralı Muğla

Şer’iyye Sicillerine Göre), Muğla Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Tarih Anabilim Dalı Basılmamış

Yüksek Lisans Tezi, Muğla, 2002, s.87; Nurhan Mıstanoğlu, “Kırşehir’de XIX. Yüzyılın Sonlarında Sosyo-

Kültürel Bakımdan Ailenin Genel Özellikleri (1875-1900)”, Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü

Dergisi, S.21, 2009, s.357.

364 Çanlı, a.g.m., s.57.

365 Süleyman Kaya, XVIII. Yüzyıl Osmanlı Toplumunda Nazarî ve Tatbiki Olarak Karz İşlemleri, Marmara

Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü İlahiyat Anabilim Dalı İslâm Hukuku Bilim Dalı Basılmamış Doktora Tezi, İstanbul, 2007, s.42

366 Çanlı, a.g.m., s.60. 367 Çanlı, a.g.m., s.60.

Yine benzer olarak vefat, boşanma gibi durumlar sonucunda devletin, bir takım koruyucu müesseseler yoluyla geride kalanları mağdur etmediğine dair verebileceğimiz bir diğer örnek de “kayyum ataması”dır.

Kayyum; gaib kimseler ile hayatta olup olmadığı bilinmeyenler için, kendi mallarını ya

da şahıslarına miras olarak kalan malları, kendileri ortaya çıkana dek korumaya ve tasarruf etmeye yetkili, kadı tarafından atanan kişiye verilen isimdir368

. Kayyum ataması kişinin o sırada malını korumaktan aciz olmasının sonucunda gerçekleştiği için bu tanımlamaya rüşdünü tamamlamamış olan çocuklar dâhildir. Kayyum olarak atanan kişi öncelikle akrabadan bir kişi olabildiği gibi, hariçten de bir kişinin vasi veya kayyum olarak atabildiği görülmektedir369

. İncelediğimiz defterde hariçten atamaya örnek olarak gösterebileceğimiz iki durum mevcuttur; bu hükümlerde dönemin Eytâm müdürünün “gaib Mustafa370” ve “gaib

Halil371”e kayyum olarak tayin edildiği görülmektedir372.