• Sonuç bulunamadı

XLI NUMARALI ŞER’İYYE SİCİL DEFTERİNE GÖRE 1892–1897 YILLARI ARASINDA ANTALYA

1.4 Adlî Teşkilat

Kadılık kurumu toplumsal zorunluluk sonucu ortaya çıkmış ve yine bu zorunluluğa bağlı olarak devamlılık ve ayrıcalık arz etmiş bir kurumdur. Geleneksel devlet düzeni ve toplumun yargı ihtiyacını bir otoriteye devretme ihtiyacının bir sonucu olarak kadılık kurumu –yalnızca

147

AŞS XLI, vrk. 62/2 h.194.

148 AŞS XLI, vrk. 22/1 h.64, 23/1 h.66, 51/2 h.155, ayrıca “sabık telgraf müdürü müteveffa Cemil Bey” , “telgraf müdürü esbak Ahmed Faik Efendi” ve “telgraf çavuşu müteveffa Veli Ağa” gibi eski görevlilerin isimleri de

geçmektedir.

149

AŞS XLI, vrk. 79/2 h.242.

150 AŞS XLI, vrk. 3/1 h.5, 8/1 h.21.

151 AŞS XLI, vrk. 75/1 h.233, ayrıca vrk. 54/1 h.163’te “orman kutbusu Hasan Çavuş ibn-i Seyid” olarak da

geçmektedir.

152

AŞS XLI, vrk. 19/1 h.57.

153 AŞS XLI, vrk. 48/1 h.143. 154 AŞS XLI, vrk. 56/1 h.171.

İslâm hukuku için geçerli bir uygulama değil- farklı isimlerle ama benzer ayrıcalık ve yetkilerle devlet teşkilatındaki yerini almıştır155.

Osmanlı Devleti’nde de kuruluşundan itibaren fethedilen yerlere, devletin otoritesinin en önemli göstergesi olarak hukukî düzenini temsilen bir kadı atanmış, devletin kurucusu Osman Bey, Selçuklu geleneğinde de var olan “ümerânın siyâset-i icrâ yetkisi” içerisinde yer alan kazâ (yargı) yetkisini de doğrudan kadılara bırakmış, şer‘î mahkemelerin kaldırılışına kadar Divan ve Huzur Mahkemeleri hariç tutulursa - bu geleneğe uyulmuştur156

.

Osmanlı Devleti'nde, XVI. yüzyıl ortalarına kadar kadıların tayin, terfi ve nakil gibi işlemleri kazasker tarafından yapılmış ve "Rûznâme-i Akdiyye"ye kaydedilmiştir157

. Padişah beratı ile tayini yapılan kadı, bulunduğu bölgeye göre Anadolu ya da Rumeli Kazaskerliğine bağlı olup, tüm özlük işlemleri bu kurumlarca yönetilmiş ve ayrıca kadılıklar görev yaptıkları kazâ bölgesinin durumuna göre “kazâ kadıları” ve “sancak-eyalet kadıları” olarak belli derecelere ayrılmışlardır158

.

Kadılar kazâ idaresinde adlî işleri yürütmekte birinci dereceden görevli kişi olarak hukukî alanda şer‘î hükümleri uygulamalarının yanı sıra örfi hukukun da temsilcisi olmuşlardır159. Bu doğrultuda sicillerin kaydı, tereke taksimi, yetim ve gaib malının

korunmasını sağlama, vakıfların muhasebesi ve denetimi, vasi-vekîl tayinleri, evlenme- boşanma işlemlerini vb. gerçekleştirmek de kadının adlî görevleri arasındadır. Yine kadılar adlî amir olmalarının yanı sıra bulundukları bölgede askerî, malî, beledî işlerde de üst düzey kamu görevlisi vasfında bulunmuşlardır160. Kadıların genel olarak mülkî görevleri kazâ yetkisini uyguladıkları bölgenin yönetimini de üstlenmeleri olmuştur. Bu

anlamda devlet ile halk arasındaki ilişkileri yürütmek, yetki alanı içindeki tüm devlet görevlilerinin denetim ve kontrolünü sağlamak kadının öncelikli idarî vazifesini oluşturmuştur161

.

Bunlardan başka esnaf arasındaki anlaşmazlıkların çözümü, çarşı-pazar ve narh kontrolü, askerî malzemenin temini ve gerekli yerlere sevki, has ve tımarların kontrolü, imar işleri ve vergi denetimi, noterlik hizmetleri gibi beledî yetkiler anlamında da pek çok görev ve sorumluluğa sahip olmuştur162

.

155

İlber Ortaylı, Hukuk ve İdare Adamı Olarak Osmanlı Devletinde Kadı, Turhan Kitabevi Yay., Ankara, 1994, s.7.

156 S. Bingöl, a.g.e., s.1-3. 157

Feda Şamil Arık, “Osmanlılar’da Kadılık Müessesesi”, OTAM, S.8, Ankara Üniversitesi Basımevi, Ankara, 1997, s.6, İpşirli, a.g.m., s.663.

158 Kadıların vasıfları konusunda ayrıntılı bilgi için ayrıca bkz. Fahreddin Atar, İslâm Adliye Teşkilatı (Ortaya

Çıkışı ve İşleyişi), Diyanet İşleri Başkanlığı Yay. No:184, Gaye Matbaası, Ankara, 1979, s.93-102.

159 Bingöl, a.g.e., s.3. 160

Akgündüz, “Şer’iye Mahkemeleri …, s.55.

161 Arık, a.g.m., s.25. 162 Arık, a.g.m., s.33.

Adlî teşkilatın temsilcisi konumundaki kadının görev alanı kısaca belirtildikten sonra, Antalya adlî teşkilatıyla ilgili bilgiler incelenen defterin içeriği doğrultusunda ortaya konulmaya çalışılacaktır.

Yukarıda belirtildiği üzere kuruluşundan Tanzimat’a kadar belirli hatlarla devam ettirilen Osmanlı devlet teşkilatı, Tanzimat Dönemi’nden itibaren köklü ve çok yönlü bir dönüşüm sürecine girmiş, siyasî, iktisadî ve toplumsal ve doğal olarak yargı alanında da sayısız değişiklik yaşanmıştır. Bu doğrultuda ele aldığımız defterdeki bilgiler ışığında öncelikle Tanzimat dönemi ve sonrasında yaşanan değişimlerin bölgeye etkileri üzerinde durulacaktır.

Tanzimat döneminde oluşan yeni eğilimler yargı örgütünde de bir değişimi zorunlu hale getirmiştir. Ancak böyle bir değişim ıslahı olanaksız olan İslâm Hukuku’nda uygulanamamış, dolayısıyla yeni bir hukuk sisteminin teşkili zorunlu hale gelmiştir. Bu değişiklik dinsel hukuka göre işleyen ve ıslah edilemeyen Şer’iyye Mahkemeleri’nin yanında laîk karakterli yeni yargı kurumlarının teşkili vasıtasıyla sağlanabilmiştir ki nitekim bu durum, Tanzimat Dönemi uygulamalarının genel vasfı niteliğindedir163

.

Tanzimat’tan sonra yeni mahkemeler kurmak yolundaki ilk adım ve aynı zamanda ilk adlî reform olan “Ticaret Mahkemeleri”nin kuruluşu, 30 Nisan 1860 tarihli “Ticaret

Kanunname-i Hümayununa Zeyil” adlı yasanın çıkarılmasıyla olmuştur. Bu yasa ile ticaret

mahkemeleri örgütü ayrıntılı olarak düzenlenmiş ve bütün tüccarlar arasındaki her türlü anlaşmazlığa bakmak üzere ticaret mahkemeleri kurulmuştur164. Bu gelişmelere uygun olarak

deftere borç alması hasebiyle “ticaret mahkemesi zabtiye ketebesinden Ali Efendi165”nin ismi yansımıştır.

Tanzimat Dönemi’nden itibaren devam eden yargı reformu, sonrasında da artarak devam etmiş, 1870-1872-1879 yılları arasında yayınlanan bir dizi nizamname ile alanda kapsamlı uygulamalar gerçekleştirilmiştir. Bununla ilgili olarak 1879 (1296) tarihli 94 maddelik “Mehakim-i Nizamiye'nin Teşkilatı Kanun-ı Muvakkatı” ile nizamiye mahkemeleri kesin olarak teşkilâtlanmıştır166

. Bu kanuna göre; sancak merkez kazası dışında her kazada bir “kazâ

bidayet mahkemesi”, vilayet merkez sancağı dâhil her sancakta bir “merkez bidayet mahkemesi” ve her vilayet merkezinde de bir “istinaf mahkemesi” kurulmuştu167. Yapılan bu

düzenlemelerle, adalet işleri yönetim işlerinden kesin olarak ayrılmıştır168. Ayrıca yine bu

nizamname ile nizamiye mahkemeleri bünyesinde “mübâşirlikler” kurularak bu alanda önemli

163

İbrahim Durhan, “1838 Tarihli Osmanlı-İngiliz Ticaret Sözleşmesi ve Sonuçları”, EÜHFD, C.VI, S.1-4, Erzincan, 2002, s.93-93.

164 Durhan, “1838 Tarihli Osmanlı-İngiliz Ticaret Sözleşmesi ve Sonuçlar …”, s.94. 165 AŞS XLI, vrk. 63/1 h.195.

166 Ayrıntılı bilgi için bkz. Osman Köksal, “Adliye Örgütünün Problemleri ve Yapılması Gerekli Düzenlemelere Dair II. Abdülhamit’e Sunulan Bir Layiha”, OTAM, S.9, 1998 s.264.

167 Durhan, “Tanzimat Dönemi’nde Osmanlı Yargı Teşkilatındaki Gelişmeler…”, s.82.

yenilikler yaşanmıştır169. Bu düzenlemelerle ilgili olarak söz konusu defterde bidayet

mahkemesinin varlığı açıkça görülmekte, hükümlerin kefîl kısmında bidayet mahkemesi görevlilerinin isimleri geçmiş, bu görevliler defterde “Mahkeme-i Bidâyet âzâsından” ya da “Mahkeme-i Bidâyet mübâşirlerinden” ifadeleri ile yer almıştır. Buna göre tespit edilebilen görevlilerin isimleri şu şekildedir:

- Mahkeme-i Bidayet azasından İzzet Efendi ibn-i Salih Efendi170 - Mahkeme-i Bidayet azasından Hacı Konstanti Efendi171 - Mahkeme-i Bidayet mübâşirlerinden Duman Ağa172 - Mahkeme-i Bidayet mübâşirlerinden Genç Ağa173

Yine Osmanlı Devleti’nde, Tanzimat hareketiyle başlayan kanunlaştırma çalışmaları öncesinde bugünkü anlamda savcılık kapsamındaki işleri yapan bir kurum ya da kişiler bulunmamaktaydı. Fakat örneğin, çavuşbaşı, asesbaşı ve subaşılar suçluların takibi, yakalanması, mahkemeye sevk edilmesi ve verilen cezaların infazı ile de ilgilenmişlerdir174. Benzer olarak, muhzırlar da, mahkeme mübaşirliği, mahkeme kâtipliği ve emniyet görevliliğinin yanı sıra savcının bazı görevlerini de ifa etmekte idiler175. Bununla ilgili olarak yine 1879 nizamname ile kabul edilen Müddeî-i Umumîlik (savcılık) nizamı bölge adlî teşkilatında yerini almış, zira incelediğimiz defterde sıkça “…Teke Sancağı Müddeî-i Umumî

Muavini müteveffa Bogos Efendi…”dir ve bu zatttan “…gaîb hemşilereleri…”nin malından

borç verilmesi dolayısıyla bahsedilmiştir.176

Yine bahsi geçen defterde herhangi bir kadı geçmemiş, fakat naib ataması yapılmıştır. Bu vesile ile döneme ait “…el-Kazaskeri Anadolu…”177

unvanıyla verilmiş üç kazasker ismine ulaşılmıştır. Yalnız atama yapılırken “…zât-ı hazret-i fetevâ-penâhînin re’y ve

tensîblerine göre…”178 ifadesinin kullanılması Şeyhülislâmlık makamının179 atamalardaki rolünün anlaşılması hususunda dikkat çekicidir. Bu doğrultuda unvanlarıyla birlikte Anadolu kazaskerleri şu şekildedir:

169 Durhan, a.g.m., s.107. 170 AŞS XLI, vrk. 11/1 h.29, 49/2 h.148, 50/1 h.149. 171 AŞS XLI, vrk. 12/2 h.34. 172 AŞS XLI, vrk. 5/1 h.12. 173 AŞS XLI, vrk. 5/1 h.12.

174 Nevin Ünal Özkorkut, “Savcılık, Avukatlık ve Noterlik Kurumlarının Osmanlı Devleti’ne Girişi”, AÜHFD,

C.52, S.4, Ankara, 2003, s.148.

175

Halil Cin-Ahmet Akgündüz, Türk-İslâm Hukuk Tarihi, C.1, OSAV, İstanbul, 1990. s.280.

176

Örneğin; AŞS XLI, vrk. 5/2 h.13, 13/1 h.36, 13/1 h.37.

177 Nâib atamalarına hüküm numarası verilmemiştir. AŞS XLI, vrk. 2/1, 8/2, 37/1. 178 AŞS XLI, vrk. 2/1, 8/2, 37/1.

179 XVI. yüzyılın ortalarına kadar bütün kadı ve müderrislerin atamaları kazaskerler tarafından yapılmış, ancak

giderek kazaskerliğin önüne geçen ve ilmiye sınıfının başı durumuna gelen Şeyhülislâmlık makamı kadıları ta’yîn etme yetkisini zamanla kendi eline almıştır. Ayrıntılı bilgi için bkz. İlhami Yurdakul, Osmanlı İlmiye

- El-fakir el-hacc Abdullah Şakir el-Kazaskeri Anadolu

- El-fakir Esarzavizâde Mehmed Tevfik el-Kazaskeri Anadolu

- El-fakir Kovancızâde Es-seyyid Mehmed Ataullah el-Kazaskeri Anadolu

Bilindiği üzere kadıların görev alanı oldukça geniş olup bunların yerine getirilmesinde pek çok görevli kadıya yardımcı olmuş, bu görevlilerin başında “kadı vekîli” anlamına gelen “Nâ’ib”ler gelmişlerdir. Nâ’ibler kadılar tarafından kendilerine bir belge verilmek suretiyle seçilmiş ve bu belgenin bağlı bulunduğu bölgeye göre Anadolu ya da Rumeli kazaskerleri tarafından onaylanması suretiyle göreve başlamışlardır180

. Bu doğrultuda, incelenen defterde ismi zikredilen ve “Nâ’ibü’l Şer‘-i Livâ-i Antalya” ya da “Nâ’ib-i Antalya” unvanıyla her hükmün sonunda imzası bulunan Nâ’ibler şöyledir:

- Münib Efendi (7 Saferü’l-hayr 1309- Gurre-i Rebî’ü’l-evvel 1310)

- Tekfur Dağı Nâ’ibi Mehmed Fevâid Efendi (Gurre-i Rebî’ü’l-evvel 1310-

Gurre-i Rebî’ü’l-evvel 1312)

- Eski Serfice Nâ’ibi Ahmed Mümtaz Efendi (Gurre-i Rebî’ü’l-evvel 1312- …)

Bütün hükümlerin sonunda Nâ’ibin imzasının bulunuyor olması, bize borç verilmesi uygulamasında Nâ’iblerin görevlendirilmiş olabileceğini düşündürmektedir. Bilindiği üzere Osmanlı’da mahkeme duruşmaları genel olarak “meclis-i şer‘” “mahfil-i şer‘” denilen mahkemede görülmekle birlikte gerekli görüldüğünde başka bir mekânda da yapılabilmekteydi. Mehmet Çanlı’nın “nâ’ib, aynı yerde bir veya birden fazla davaya, belirli

bir tarih vererek çözümlemeye çalışmıştır181” ifadesinden de yola çıkarak, Eytâm sandıklarından aktif olarak borç verilmesi dolayısıyla, Nâ’iblerin bu görevden sorumlu tutulmuş olabilecekleri düşünülebilir.

Nâ’ibleri açıkladıktan sonra, hem kadıların hem de Nâ’iblerin yardımcıları vasfında olup, adlî polis olarak da nitelendirilebilecek “muhzır”lardan bahsetmek yerinde olacaktır. Muhzırbaşılar ve muhzırlar mahkemelerde kadı ve nâ’iblerin en önde gelen yardımcılarıydı ve mahkemede iç güvenliğin sağlanması ve davalıların getirilip götürülmesi bunların başlıca görevlerindendi. 1815 yılında ilan edilen Adalet Fermanı ile yetim mallarının korunması da muhzırlara bırakılmıştı. Adı geçen muhzırlar;

- Muhzır Ali Ağa182 - Muhzır Yaver Ağa183

180 İpşirli, a.g.m., s.674. 181

Mehmet Çanlı, “İmparatorluktan Cumhuriyete Geçiş Sürecinde Bozöyük (Yatağan-Muğla) Nahiyesi’nin

Sosyo-Ekonomik Yapısı”, Muğla Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, S.18, Muğla, 2007,s.14. 182 Örneğin; AŞS XLI, vrk. 27/2 h.78, 44/1 h.128, 45/2 h.134.

İncelenen defterde ismi geçen başka bir kadı yardımcısı “kâtîp”lerdir. Katîplerin başlıca görevi, sicillerin asıllarına uygun biçimde kayda geçirilmesini sağlamaktı. Başkâtipler ise bunun yanı sıra sicillerin korunmasında görevlendirilir, nikâh kıyabilir, gerektiğinde keşfe gidebilirlerdi184. İncelediğimiz deftere de yansımış başkâtib ve bunların vekîlleri konumunda kişiler yer almaktadır. Başkâtipler; “…ketb ve tahrîr ve istimâ‘-ı içün cânib-i şer‘-i enverden

me’zûnen irsâl olunan mahkeme-i şer‘iyye başkâtibi menzile varub zeyl-i hüccetde” ifadesi

gereğince mekânda hazır bulunmuşlar, hem belgenin yazılmasını hem de “kâtib-i muma

ileyh” ünvanı ile şahitliğini üstlenmişlerdir185. Ayrıca yine bu ifade her alanın mahkeme olarak kullanılabileceğinin de güzel bir örneğini teşkil etmiştir186

. Deftere yansıyan isimler şöyledir:

- Mahkeme-i şer’iyye Başkatibi Hüseyin Hüsnü Efendi187 - Mahkeme-i şer’iyye Başkatibi Mehmed Vehbi Efendi188 - Mahkeme-i şer’iyye Başkatibi vekîli Hafız Emin Efendi189 - Mahkeme-i şer’iyye Başkatibi vekîli Cevdet Efendi190

Mahkemelerde bu görevlilerin yanı sıra incelediğimiz deftere yansımamış görevliler de bulunmaktaydı; şehrin asayişini sağlamakta subaşı, asesbaşı, kale dizdarları, terekenin taksimi konusunda kasamlar ve daha birçok görevlinin kadılara yardımcı olduğu bilinmektedir191

.

183 AŞS XLI, vrk. 93/2 h.277.

184 Musa Çadırcı , "Türkiye 'de Kaza Yönetimi (1840-1876)", Belleten, CLIH, TTK, S. 206, Ankara, 1989,

s.137.

185

AŞS XLI, vrk. 17/1 h.51, 19/1 h.57, 24/2 h.71, 27/1 h.76, 45/2 h.134, 46/2 h.137, 47/1 h.139, 48/1 h.143, 51/2 h.155, 55/1 h.168, 63/2 h.197, 76/2 h.236, 84/1 h.253, 90/2 h.269.

186 19. yüzyıla gelinceye kadar Osmanlı’da resmi bir mahkeme binasının olmadığı bilinmektedir. Genellikle

kadıların evleri mahkeme olarak kullanılmaktaydı ve yukarıda olduğu gibi bazı durumlarda taraflardan birinin evi de mahkeme gibi kullanılabilmekteydi. Ayrıntılı bilgi için bkz. İlber Ortaylı, Hukuk ve İdare Adamı …, s.50-51.

187 Örneğin AŞS XLI, vrk. 17/1 h.51, 19/1 h.57, 27/1 h.76. 188 Örneğin AŞS XLI, vrk. 47/1 h.139, 48/1 h.143, 51/2 h.155. 189

AŞS XLI, vrk. 24/2 h.71.

190 AŞS XLI, vrk. 45/2 h.134, 46/2 h.137. 191 Ortaylı, “Kadı …, s.73.

İKİNCİ BÖLÜM