• Sonuç bulunamadı

İstanbul Modern, Ocak ayı sonunda açtığı “LİMAN” ser-gisi ile Salıpazarı Liman Sahası’ndaki 4 numaralı antrepoya ve 12 yıllık bir hafızaya veda ediyor. Bu veda, aslında İstanbul Modern’in eski adıyla Galataport, yeni adıyla Salıpazarı Liman Projesi içindeki yeni hayatına geçiş aşamasında bir “ara” niteliği taşısa da, kentin ve kentlilerin hafızasında bir dönemin kapanışına işaret ediyor. 1987 yılından beri bienallere ve sergilere ev sahipliği yapan antrepoların sonuncusunun da yıkılmasıyla, İstanbul’un kültürel ve mimari hafı-zasından önemli bir nokta daha kayboluyor.

Sergi, liman kavramına farklı boyutlar ve açılar ile yak-laşıyor, kavrama sembolik ve metaforik anlamlar yükleyerek yeni bir alan açmayı hedefliyor. Limanlar dünyanın her yerinde coğrafi bir konumlandırmadan öte, toplumsal, kültürel ve ekonomik bir etkileşim alanıdır. Bu etkileşim; kentlerin yabancılarla, kentlilerle, uzak diyarlarla, dış dünyayla ve hayallerle bir araya gelmesiyle ortaya çıkar. “LİMAN” sergisi de bu noktada, İstanbul’un tarihini Theodosius (Yenikapı) Limanı’ndan günümüze, limanlar üzerinden anlatıyor. Bu anlatım, çoğu zaman liman kavramının ve İstanbul limanlarının görsel sanatlar ile ilişkisi üzerinden kendine yer bulur-ken, serginin mercek altına aldığı 19. yüzyıldan günümüze İstanbul ve limanlar konusu, daha kapsayıcı bir üst anlatıma bu noktada ihtiyaç duyuyor. Sergi; İstanbul ve liman ilişkisi arasındaki tarihe bir zaman çizelgesi ile yer veriyor, ancak serginin odağına aldığı bu coğrafyadaki sanatçıların 19. yüzyıldan günümüze liman ve deniz ilişkisi ise, bu çizelge ile ortak bir paydada ne yazık ki buluşmuyor.

Sergi, titiz ve kapsamlı bir küratöryel araştırma ile Türkiye modern ve çağdaş sanat tarihinden farklı disiplinlerden 34 farklı sanatçı ve sanat kolektifinin İstanbul, deniz ve liman ile kurdukları

ilişkiye ve bu ilişkiler sonucundaki 200’e yakın işine yer veriyor. Fausto Zonaro’dan Mıgırdiç Melkon’a, Fey-haman Duran’dan Abidin Dino’ya, Volkan Aslan’dan Serkan Özkaya’ya varan geniş ve kapsayıcı bir sanatçı profili ile ortaya çıkarılan serginin yerleşimi de adeta bir limanın için-deki farklı doklar ile ziyaretçileri bir keşfe çıkarmak için hazırlanmış. Bu keşif, herkesi kent, liman ve deniz ile kurduğu kişisel bir hafıza yolcu-luğuna davet ediyor. Adını toplumsal gerçekçi anlayışla bir araya gelen bir grup akademili sanatçının 1941 yılında açtığı Liman Sergisi başlıklı sergiden ödünç alan sergi; halkın arasına karışarak sanat üretmeyi seçen ve sonradan Liman Ressamları ya da Yeniler olarak anılan gruba da bir saygı duruşunda bulunuyor. Grubun;

çevresi, çalışanları ve toplumsal me-seleleriyle liman konusuna eğildikleri sergi, sanat tarihine Liman Sergisi olarak geçer. İstanbul Modern’deki

“LİMAN” sergisi ise farklı disiplinler-den sanatçıların İstanbul, disiplinler-deniz ve liman ile kurduğu ilişki üzerinden bir anlam kazanıyor.

Antrepoların ve Karaköy Yolcu Salonu’nun Galataport uğruna yıkıldığı, iskelelerin rant uğruna ka-patıldığı, gemilerin artık uğramaz ol-duğu, vapurların ruhunu kaybettiği, denize girme imkânının kalmadığı üç tarafı denizlerle çevrili bir ülkede ve şehirde deniz ve liman, uzun yıllardır toplumsal belleğin ve kişisel hafızala-rımızın kuşkusuz önemli noktalarında yer ediniyor. Limanlar, yüzyıllardır

dünyanın farklı noktalarını toplumsal ve ekonomik bir zeminde bir araya getirmeye hizmet etmenin yanı sıra, kentleri dünya ile kültürel alanda da buluşturuyor ve bununla birlikte kent kültüründe kendine has bir yer edi-niyor. Limanların kültürel üretime ve erişime bir aracı olmasının yanı sıra, liman kavramı kültür alanında kendini bir çıkış noktası olarak da buluyor.

Serginin küratörlerinden Çelenk Bafra, “LİMAN”’ın sergi salonlarıyla sınırlı kalmadığını, bahçedeki Dar-zana projesinin, liman sahasındaki inşaat karmaşasının ve müzenin önünde yer alan denizin sergi dene-yimini tamamladığını söylüyor. Sergi;

ziyaretçilere bu anlamda toplumsal, ekonomik ve kültürel katmanların iç içe geçtiği bir deneyim sunsa da, genel olarak bakıldığında eleştirel ve sorgulayıcı bir bakış açısı çizmekten ve yeni sorular geliştirmekten olduk-ça uzak bir noktada duruyor. Liman kavramına dair kendi belleğimizi yoklamak ve iç dünyamızda sefere çıkmak için sayısız ipucu, çağrışım, anı ve anlatı barındırıyor olsa da, hem kendi belleğimizde hem de toplum-sal hafızada limanın çağrıştırdıklarına pek de suya sabuna dokunmadan yer veriyor.

Kentin ekonomik ve top-lumsal tarihinde önemli bir yeri olan antrepolar ve Salıpazarı Liman Saha-sı 80’lerin sonunda tır ve yük gemisi girişlerinin kapatılması nedeniyle stratejik önemini kaybetti. Aynı dö-nemde çeyrek asır boyunca kentlile-rin kullanımına kapalı olan antrepolar

ise İstanbul Bienali’ne, çağdaş sanat sergilerine ve kültürel etkinliklere ev sahipliği yapmaya başladı. 90’larda

“kentsel sit alanı” ilân edilen alan, 2004’te İstanbul Modern’in açılması ile tekrar bir çekim merkezi hâline geldi ve bu noktada da siyasetin ve iş dünyasının rant arayışı içerisinde kendine yer edindi. 2005 yılında başlayan Galataport tartışmaları sırasında henüz yeni açılan İstanbul Modern’in akıbeti de konuşulmaya başlandı. Dönemin Kültür ve Turizm Bakanı Erkan Mumcu, “İstanbul Modern’in yeri yıkılmazsa, o zaman Galataport sadece seçkin azınlığın yaşayacağı alan olur,” diyerek müze-lerin “seçkin azınlık”lar için olduğunu, bu alanın aslında kamusal bir meydan olarak tekrar tasarlanması gerektiği-ni söylemişti. 2005 yılında ilk ihalesi gerçekleştirilen fakat sonrasında iptal edilen, 10 yıl boyunca bir yılan hikâyesine dönen Galataport pro-jesi, 2013 yılında Doğuş Holding’in ihaleyi kazanmasıyla ve sonrasında Bilgili Holding işbirliği ile Salıpazarı Liman Projesi adını alarak resmiyet kazandı. 2015 Şubat’ında başlayan inşaat ise İstanbul’un kalbinde, belle-ğinde ve kültüründe kapanmayacak bir yara açtı. 2018 yılının sonunda tamamlanması planlanan projenin ana fonksiyonu kurvaziyer terminali veya ona hizmet eden bekleme alan-ları ve biletleme kontuaralan-ları olarak belirlendi. Bu fonksiyonlara yardım amacıyla devlet otoriteleri için kul-lanım alanları, duty free dükkanları, teknik alanlar, otel, restoran ve diğer

ticari işletmeler ise proje planına dâhil edildi. Kültürel ve toplumsal bir çekim merkezi olmaktan hayli uzak bu projede ekonomik ve siyasal rantın göbeğine oturacak iki tane de müze bulunuyor: İstanbul Modern ve Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi İstanbul Resim Heykel Müzesi. Kentin ve kentlilerin denizle kucaklaşması için ihtiyaç duyulan kamusal ve kültürel alanların, bu proje ile kaybolacağı düşünülüyor.

100 bin metrekarenin üzerinde bir alana yayılan proje; mimarlar, şehir planlamacılar, sosyologlar ve kültür profesyonellerinden farklı tepkiler alsa da, bu tepkiler bazen protesto gibi toplumsal direnişlere ve hu-kuksal zemindeki çeşitli arayışlara evirilse de değişen bir şey olmadı.

Kentin kültürel ve mimari belleğin-de büyük önemi olan antrepolar ve Karaköy Yolcu Salonu gözlerimizin önünde yıkıldı ve proje olduğu gibi yapılmaya başlandı. Projeye dair en büyük itirazların başında ise kıyılar geliyor. Kıyılar, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nda yer alan hükümle her-kesin eşit ve özgür olarak ortaklaşa yararlanmasına açık alanlar olarak tanımlanıyor. Anayasa’nın 43. Mad-desi: “Deniz, göl ve akarsu kıyılarıyla, deniz ve göllerin kıyılarını çevreleyen sahil şeritlerinden yararlanmada öncelik kamu yararınındır,” olarak kıyılarda kamusal yararı gözetiyor.

Proje kapsamında ise kamuya açık ol-ması gereken alanlar, özel kullanıma açılarak yapılaşmaya maruz kalıyor.

Projenin şu anki hâliyle, insan-deniz

ilişkisini koparacağı düşünülüyor ve sahil şeridinin soylulaştırılmasına ve sosyal dokunun rant uğruna bozula-cağına işaret ediliyor. Ayrıca bölge-deki küçük esnafın da, artan kiralar karşısında bölgeyi terk etmekten başka seçeneği kalmayacağı vurgu-lanıyor. Bu da projede büyük oranda kamusal alan ve kültüre erişim eksik-liğini ortaya çıkarıyor. Ancak bütün bu tartışmalar ve sorunlar, “LİMAN”

sergisinde ne yazık ki kendine bir yer bulamıyor.

G a l a t a p o r t /S a l ı p a z a r ı Liman Projesi tartışmaları arasında gidip gelirken ortaya koyulan “Lİ-MAN” sergisi, bu noktada kamusal alan ve kültüre erişim konularında bir tartışma açma şansına sahipken;

siyasal, ekonomik, toplumsal ve kül-türel karşıtlıklardan oldukça uzakta, sanatın ve sanatsal üretimin ön plân-da olduğu bir sergi ile ortaya çıkıyor.

Müzelerin kamusal ve kültürel tar-tışmalardaki kapsayıcı, dönüştürücü, ufuk açıcı ve yapısökümcü rolünden uzakta hazırlanan sergi, beraberinde limanlara dair bir kamusal program da ne yazık ki sunmuyor. Bu noktada sadece seçilen sanatçılara ve eserle-re odaklanmak geeserle-rekiyor.

Bir dönem Karaköy’de yine liman sahasında mekânları da olan Hafriyat Sanatçı İnisiyatifi’nin kuru-cularından Antonio Cosentino’nun liman, kıyı, sahil, tekne ve gemilere dair yıllar boyunca günlük tutar gibi sürdürdüğü çizim ve resim pratiğin-den seçilen görsel bir envanter “Lİ-MAN” sergisinin girişinde çerçeveli

kolajlar biçiminde sergileniyor. Co-sentino’nun bu sergi için kullanılmış tenekelerden tasarladığı ve hakkında fantastik bir hikâye de kaleme aldığı Suriye Yıldızı adlı gemi İstanbul Modern’in önündeki kruvaziyerleri de hatırlatıyor. Eserin, serginin girişindeki konumu da bu noktada farklı bir davet niteliği taşıyor. Suri-ye Yıldızı’nın biraz ilerisinde Meriç Algün Ringborg’un Denize Kıyısı Olmayanlar İçin Hatıralıklar isimli yerleştirmesi deniz ve liman ile dolu kişisel belleklerde bir delik açıyor.

Ringborg’un 2015 yılında Venedik Bienali’nin davetiyle hazırladığı ve İstanbul’da ilk kez sergilenen işi kişi-sel bir hatıradan yola çıksa da farklı hafıza ve hatıralarda kendine yer buluyor. Denize Kıyısı Olmayanlar İçin Hatıralıklar, yerleşimi ile de gemi kamarası, misafir odası ve sergi salo-nu arasında gidip geliyor. Borga Kan-türk’ün İstanbul Modern’in davetiyle son on yılda limanlarla birlikte deniz, sahil, kıyı, deniz yolculuğu ve sefer gibi konular etrafında kavramsallaş-tırdığı çalışmaları yeniden ele alarak

“LİMAN” sergisine özel hazırladığı Kıyı Şeridi Kayıtları adını taşıyan du-var yerleştirmesi ise kişisel hatıraların toplumsal belleğe dönüşümünü gös-teriyor. Toplumsal belleğin başlangıç noktasını oluşturan kişisel hatıraların zamanla kaybolması, unutulması ve bunun toplumsal bellek ve kültür için de bir kayıp olduğunun altını çizen yerleştirme, Türkiye’nin sahil şerit-lerindeki son yıllardaki dönüşüme dair hissiyatın bir yansıması olarak da

görülebilir. Gülsün Karamustafa’nın 4. İstanbul Bienali kapsamında, İs-tanbul Modern’in içinde bulunduğu Liman İşletmeleri Sahası’nda yer alan 1 numaralı antrepo için 1995 yılında yaptığı Neworientation adlı mekâna özgü yerleştirmesi de “LİMAN”

sergisiyle birlikte yeniden farklı bir antrepoda, İstanbul Modern’de sergileniyor. Neworientation tarihi Ceneviz dönemine kadar uzanan Galata genelevinde çalışan kadın-ların, limana gelen denizcilerle ilk karşılaşmasına odaklanarak, liman kentinin bir başka yanına, İstanbul ve çevresinde kaybolan kadınların kaderine ışık tutuyor. “LİMAN”, iki genç sanatçının birbirinden oldukça uzakta, ama hem kişisel hafıza hem de toplumsal bellek açısından bir-birine değen işlerine de alan açıyor.

Volkan Kızıltunç’un Hafıza Boşlukları İstanbul adlı çalışması, 1965 ile 1985 yılları arasında İstanbul Boğazı ve et-rafında kent halkı ya da ziyaretçileri tarafından çekilen kısa sahnelerden oluşuyor. Kızıltunç, sahaflardan ve tanıdıklarından toparladığı 250 civarı 8mm ve Süper 8 filmi birleştirerek 4 kanallı bir video yerleştirmeye dönüştürmüş. Yerleştirme, tarihsel bir belge olarak nitelendirilebileceği gibi, kent belleğindeki anıları günü-müzde tekrar hatırlatmak için kulla-nılan bir aracı görevini de görüyor.

Volkan Aslan’ın İstanbul’da ilk kez

“LİMAN” sergisinde gösterilen işi Sevgili İstanbul, ise, İstanbul’a yazıl-mış bir mektup. Aslan, tarih boyunca İstanbul’un simgesi hâline gelmiş

Boğaz’ın vektörel formunu, deniz trafiğinden ötürü Boğaz’ın diğer güçlü imgelerinden biri hâline gelen yük gemilerinin formlarıyla birleştir-miş. Aslan’ın formlar ve kelimelerle oynadığı ve bu iki kavram arasında ilişki kurduğu işi, yolculuk kavramı ile birlikte farklı anlamlar kazanan hafı-za, hatıra ve özlem gibi kavramları bir araya getiriyor.

4 Haziran’a kadar İstanbul Modern’de devam edecek “LİMAN”

sergisi, liman kavramına kamusallık, görünürlük, tanıklık, hafıza, bellek ve kent gibi farklı alanlardan yaklaşıyor, ancak bu noktada İstanbul Limanı’na, İstanbul’un limanlarla olan ilişkisine

“yeni” bir şey söylemeden veya bu konuyla ilgili bir kamusal tartışma ve paylaşım platformu oluşturma misyonu edinmeden yer veriyor. 2018 yılında otel, mağaza, restoran, ofis ve benzeri formları bir araya getirecek Salıpazarı Liman Projesi içine yeni mimarisi, programı ve misyonu ile eklemlenecek İstanbul Modern, bu süreye kadar ise yine aynı alan içe-risinde yer alan, 2002 yılında Galata-port projesi için boşaltılan, 1911 tarihli Paket Postanesi binasına taşınıyor.

Kamusal ve kültürel belleğin hafriyatı üzerine oturacak yeni müze binasının, bu noktada Türkiye’nin yeni dönem-deki kültürel ve toplumsal hafızasına ne gibi katkılarda bulunacağı ve nasıl bir tartışma alanı açacağı merak edi-liyor.

[Bu yazı yazıldıktan çok kısa bir süre sonra İstanbul Modern’in taşınacağı açıklanan ve sergide de

yer verilen Paket Postanesi de Gala-taport uğruna yıkıldı. Karaköy Yolcu Salonu’nun ardından İstanbul’un ve limanın hafızasından bir kayıp daha verdik. İstanbul Modern, her şeye rağmen ‘yıkılan’ Paket Postanesi binasına taşıyacağını söylüyor. Zama-nın neler getireceği ise belirsiz.]

Traffic Lamp in Helgoland