• Sonuç bulunamadı

Güneş o gün de böyle usul usul başını çıkartıp uzaklara bir el etmiş, insanın yüzünü kesen o cellat ayazın cilasını atmış, sonra ağarmış bulutların arasında yitip gitmişti. Babamla ben istas-yondaydık, sobanın dibinde. Geldiğimizin on dördüncü günü. On beşinci gün devir olacak, yeni nöbetçi azığıyla gelecek, babamla ben aşağı ineceğiz. Ben Allah’ın her günü bunu söyler, saatli maarif takviminden yaprakları ince ince koparırken, kalan günleri bir ek-siltip babama bağırırım, o da her seferinde hem de hiç şaşırmadan biraz bekler, dilini ağzında bir tur döndürüp nasip der. Nasipse ineriz.

Kar sakin sakin düşüyordu. “Tipi olmaz bu havadan, sabah gelirler,” dedi babam. Kuru ekmekleri ıslatıp poşete koydum. Cama yanaşıp başımı uzattım. Yok. Yine yok. Ne yakında ne de uzakta…

Uzağı pek de iyi göremiyorum, her yer kardan bir olmuş, apak.

“Nerede kaldı bu tilki?”

“Dur hele gelir!”

Babam gelir diyorsa gelir. Babam değişik adamdı. Pek konuşmazdı. Ne yüzünden ne de gözlerinden ne düşündüğünü anlayamazdınız. Ya açık açık lafı söyler ya da harekete geçerdi. Ya-rım iş yapmaz, yaYa-rım söz etmezdi. Kimseyle pek konuşmadığından kendi kendine konuşur diye düşünürdüm. Ayın on beş günü evde, on beş günü bu dağ başında, insandan da hayvandan da uzaktı. Bizi istasyona getiren şoför; “Teftiş olacak diyorlar, dikkat et,” deyince,

“Allah bile o kel dağda bizi teftiş etmiyor, bunlar mı teftiş edecek?”

demişti babam.

Orası öyle bir yerdi işte… Kuş uçmazdı, kervan da ancak babamın anlattığı masalların içinden geçip giderdi.

Babam korku yüreğine uğramamış bir adamdı. Kör

gece-de istasyondan çıkıp ısladığı ekmek-leri köşeye eliyle bırakır, ne itten ne kurttan ne de çakaldan korkar, ardına bakmadan ağır ağır istasyona girerdi.

İstasyon betondan bir bina. İçerde bir soba, iki yatak, koca bir masa, banyo, tuvalet, mutfak. Bir de radyo.

İki odadan devşirilen bir ev. Altında koca mazot deposu, kışın köy yolları-nı açan kamyonların benzini, mazotu, yağı hep buradan.

Babamın gece istasyonun önüne çıkıp kuru ekmekleri bıraktığı yere bir tilki dadanmış. Babam ne va-kit kalsa ekmekleri oraya koya koya tilkiyi alıştırmış, tilki babama, babam da tilkiye bağlanmış. Babamın tilkisini camın önünde beklerken uyumuşum.

Babam beni uyandırmadan yatağa götürürken uyandım.

“Karnı tok herhal ondan gelmedi… Bugün gezesi varmış, yarın gelir.”

Son günümüzdü. Babamın azığından son güne kalan payı yemiş, az biraz sabaha kahvaltı için ayırmış-tık. “Eve aç gidersek anan üzülür,”

demişti babam. Ne suyumuz kalmıştı, ne yiyeceğimiz.

“Tilki gelmez daha, kalk yat balam. Öte sefere…”

Kalktım. Eskimiş somyaya sinmiş o yabani serinliğe uzandım.

Babam kulağı radyo mırıltısında, kafası kim bilir hangi düşün kapısın-da öylece kapısın-dalmıştı. Ben karnımkapısın-da başlayan gurultuları dinleye dinleye uykuya dalacakken kapı yıkılır gibi vuruldu. Babam önce bana baktı.

Sakinlik akan gözleriyle beni yattığım yere mıhladı. Sonra gidip kapıyı açtı.

İki dağ gibi adam kapıyı kapatmış duruyordu. Babamla bir müddet konuştular. Sonra babam ikisini de içeri aldı. Kafalarında koca kalpak-lar ve omuzkalpak-larından düşen kürkler odayı doldurdular. Adamların sarı benizlerine yapışmış kar taneleri yüz-lerini parlatmış, bıyıklarından sarkan saçaklar ağızlarını kapatmıştı. Elle-rinde koca tüfeklerle oturdular. Ben adamlara uzun uzun baktım. Babam yanıma geldi.

“Baba amcalar kim?”

“Misafir… Ecnebiler.”

“Niye gelmişler?”

“Mazot almaya… Yollarını yitirmişler, mazotları bitmiş.”

Babam bizim sabaha sakla-dığımız azığı aldı, adamların önlerine götürdü. Suya baktı, zerre kalma-mıştı. Adamlardan biri hınçla kalktı, babama bağıra bağıra birkaç laf daha etti. Babam da adama usul usul cevap verdi. Adam babamın üstüne yürüdü, babam ne geri çıktı, ne de adama karşı yürüdü. Adam tüfeğini kaldırıp babama doğrulttu. Babam doğrulan tüfeği umursamadan bana baktı, yüzüne belki bir daha uğrama-yacak utanç duygusunu gözlerime değdirdi. Babamı sanki o andan sonra bir daha göremeyecekmişim gibi uzun uzun ve ezber edercesine baktım. Bir anda kalbimden vücudu-ma bir sızı yürüdü. İçimde bir şeyler kırıldı, bir şeyler paramparça oldu, o parçalar da dağılıp toza dumana karıştı. O günden beri ne zaman bir

baba oğulu yan yana görsem, kalbim o günkü gibi sızlar. Elimi kalbimin üzerine götürüp o gün yitirdiğim o kırık parçaları arar, derin bir eksiklik hissederim. Sonra çaresizliğimi kabul edip bilinç denen o zalim kafesin parmaklıklarından babamla baş başa kaldığımız o silinmez hatıraya dalar, geçmişin acı denizinde kaybolurum.

Babamın hareketsizliği diğer adamı tetikledi. Oturduğu yerden kalkıp babamla arkadaşının arasına girdi.

Başıyla beni gösterip arkadaşını yerine oturttu. Babam güldü. Gidip ocaktan büyük demliği aldı. Kapıdan çıktı. Biraz sonra demliğin içini dol-durduğu kar ile girdi. Demliği ocağa koydu. O ayazda, apak kardan bir çay demledi ecnebilere… Çay demini alırken yanıma geldi.

“Mazot istediler. ‘Veremem, devletin malı,’ dedim. ‘Parasını ve-relim,’ dedi, ‘olmaz,’ dedim. Ondan kızdı. Başkasına yollayacağım onları…

Üzülme… Anana da anlatma, üzülür.”

Kar suyundan demlenmiş çaydan bir bardak da ben içtim. Kar suyu belki Allah’ın bile unuttuğu o dağ istasyonunda boğazında kanı kuruyan kanları ılıttı. Adamlar da çayı sevdiler. Birer bardak daha içtiler.

Sonra babam dışardan yine kar getir-di. Adamlar ellerini, ayaklarını yıkadı-lar. Biraz daha oturduyıkadı-lar. Babam ya-macın ardındaki yolu açık olan köyü tarif etti. Bezle sardıkları bidona kar suyunu doldurdular, ellerindeki diğer bidona da mazot doldurmak için kar yığınlarının arasındaki karanlığın için-de kayboldular.

Babam adamları gönder-dikten beni yatağa yatırdı. Sabaha az kalmıştı. İstasyonu devredecekti on beş günlüğüne... Sonra yine gele-cektik. İkimizin yüzünde de bilinmez bir hüzün vardı. Uyumaktan çok o ezici hüznün ağırlığından kaçmak için gözlerimi kapadım. İnce bir ses yankılandı. Ağlar gibi bir ses, kanar gibi bir ses, susuz bir ses, bir çığ-lık... Geldi de hüzün duvarımızı yıktı sanki… Babam gidip kapıyı açtı. Tilki kapının ağzındaydı. Pembe dili dışar-da, gözleri yoksul bakıyordu. Babam bana döndü.

“Susamış…” dedi.

altYorum