• Sonuç bulunamadı

2. BÖLÜM: KURAMSAL VE KAVRAMSAL ÇERÇEVE

2.3. Enerji ve Enerji Boyutları

Günümüz dünyasında enerji, salt üretim girdisinden meydana gelen bir mevzu olarak görülmemekte, enerji mevzusu şeklinde görülen mevzuların gerçekte, dünya ekonomisine ve siyasetine etki eden, stratejik bir kaynak olarak dünyadaki ekonomik, sosyal ve siyasi düzenin en temel belirleyicisi olduğu görülmektedir. 18. yüzyılın sonlarında sanayi devriminin ardından üretimin makineleşmesi ve nihayetinde ortaya çıkan kitlesel üretim biçimi, beraberinde artan enerji ihtiyacını da gündeme getirmiştir. Bu süreç, bir ülkedeki üretimi ve üretim kapasitesini artan oranda enerjiye ve enerji tabanlı girdilere bağımlı kılmıştır. Her ne kadar enerji, üretim düzeyini, haliyle ekonomik büyümeyi belirleyen yegane girdi konumunda olmasa da iktisadi ilerleme açısından son derece önemlidir. Ülkelerin belirli bir ekonomik büyüme hızına ulaşmaları, ancak belli bir düzeyde enerji tüketmeleriyle mümkün olabilmektedir. Günümüz koşullarında, enerji kullanılmadan üretimi gerçekleştirebilmek, bunu devam ettirebilmek ve üretilen mal ve hizmetleri uygun bir şekilde tüketiciye sunabilmek pek mümkün görülmemektedir. Bu yüzden üretiminin her aşamasında kullanılan son derece önemli bir girdi konumundaki enerjinin temininde herhangi bir sektenin yaşanması ekonomiyi üretim darboğazına sokabilmektedir (Smulders, 2003: 59).

2.3.1. Enerjinin Tanımı

Enerji, yunan kökenli bir kelime olup εν (En; iç, içinde) ve εργον (Erga; iş, çalışma, uğraş, emek) kelimelerinden meydana gelmiş ve iş yapan kuvveti doğuran etken ile benzer anlamda kullanılır. En basit anlamıyla bir etki meydana getirebilme yeteneği, gücü ya da kapasitesi olarak ifade edilen enerji, ekonomik büyüme, sanayileşme ve şehirleşmenin en önemli dayanağıdır (Brown, 2002: 5).

Ülkelerin sürdürülebilir büyüme hedeflerine ulaşılabilmeleri ve yaşam standartlarını yükseltebilmeleri için ihtiyaç duyulan enerjinin yeterli, kesintisiz, düşük maliyetli, kaliteli ve güvenli bir şekilde temin edilmesi gerekmektedir. Geçmişte olduğu gibi günümüzde de enerji, üretim sürecinde önemli bir yer tuttuğundan ülkelerin üretim düzeyini, ulusal ve uluslararası rekabet gücünü, bütçe dengelerini, cari açıklarını, haliyle ekonomik büyüme düzeylerini doğrudan ya da dolaylı olarak belirleyen en önemli faktörlerin başında gelmektedir. Yeni enerjiler ve enerji kaynakları; değişim ve gelişimi zorunlu kılan yeni teknolojiler ile insanların farklı istek ve ihtiyaçlarının oluşması sayesinde ortaya çıkmıştır. Enerji tüm ekonomik ve sosyal yaşamlar üzerinde belirleyici olmakta ve bu nedenle enerji, ülkelerin ekonomik kalkınması için zorunlu olan bir varlık haline gelmiştir (Karadağ, 1990: 9).

Bütün ekonomik faaliyetlerin zorunlu itici gücü olduğu için enerjinin; tedarikindeki zorluklar, ihtiyaç duyulan doğal kaynaklar, finansal açısından temin edilmesi gereken sermayeler, oluşan çevre sorunlarıyla kalkınmayı engelleyici bir etken olabileceğini belirtilmiştir. Enerji, ülkelerin genel enerji politikalarının oluşturulmasında da önemli bir yere sahiptir. Bu bağlamda planlama yapılması ve bu planlama sonucunda stratejik kararlarla politikaların daha öncelerden belirlenmesi, bütün sektörler için önem taşımaktadır (Akan ve Tak, 2003: 21).

Enerji kaynaklarının üç karakteristik özelliği vardır. • Az miktarda olmaları,

• Enerji dönüşümünün olumsuz çevre olaylarına neden olmasıdır.

Enerji kaynaklarını iki başlık altında toplayabiliriz. Bunlar ticari ve ticari olmayan enerji kaynakları şeklinde sınıflandırılabilinir. İlk olan ticari enerji kaynakları, ulusal ve küresel piyasası oluşan ve modern bir endüstriyel ekonominin ihtiyaçlarını karşılayan enerji formlarını içine almaktadır. Ticari olmayan enerjiye gelince, ekonominin kullandığı geleneksel enerji olarak ifade edilir. Bu açıklamalara göre ticari enerji kaynaklarına misal verecek olursak; petrol, doğal gaz, su gücü ve nükleer enerji sayabiliriz. Aynı şekilde ticari olmayan enerji kaynakları olarak da odun, havyan artıkları ve tarımsal artıklar olarak ifade edebiliriz (Bilginoğlu, 1991: 123).

Ülkelerin gayri safi milli hâsılalarının miktarı yükseldikçe, enerji harcamaları da çoğalmaktadır. Bu durum, enerjinin önemli üretim faktörleri içerisinde yer tuttuğunun göstergesidir. Genel manada ekonomik yaşam kalitesi, artan bir enerji tüketimi de beraberinde getirmektedir. Günümüzde, kişi başına gelir oranları yüksek olan devletlerin, genellikle fert başına enerji harcamaları da çok fazla artış göstermiş durumdadır (Saatçioğlu ve Küçükaksoy, 2002).

2.3.2. Kaynaklarına Göre Enerji

Enerji kaynakları bakımından birincil ve ikincil enerji kaynakları olarak iki ana başlık altında tasnif etmek mümkündür.

Birincil enerji, doğal kaynakların niteliği değiştirilmeden ya da dönüştürülmeden doğada bulundukları haliyle doğrudan kullanılabilen enerji kaynaklarıdır (Khan, 2006: 5). Birincil enerji kaynakları aynı zamanda kendi içinde yenilenebilir ve yenilenemeyen enerji kaynakları olmak üzere ikiye ayrılmaktadır (Demirbas, 2010: 1). Bilimsel olarak aslında hiçbir enerji türünün kaybolmadığı ve doğadaki toplam enerji miktarının sabit kaldığı düşünülürse, enerji kaynakları içinde teorik olarak yenilenemeyen enerji diye bir durum söz konusu olmamaktadır. Yenilenemeyen enerji kaynakları dediğimiz zaman petrol, doğal gaz, kömür ve nükleer enerji kaynakları anlaşılmaktadır. Özellikle bu enerji kaynakları sınırlı olması ve tüketilmeleri halinde meydana gelişleri itibariyle yenilenmeleri çok uzun zaman alan enerji kaynakları olmalarından dolayı literatürde yenilenemeyen ya da

yenilenemez enerji kaynakları olarak ifade edilirler (Khan, 2006: 4). Diğer taraftan, yenilenebilir enerji, rüzgâr enerjisi, jeotermal enerji, güneş enerjisi, biyoenerji ve dalga (gel-git) enerjisi gibi sürekli devam eden doğal prozeste bulunan enerji akışından meydana gelen, kaynağın tükenme hızından daha çabuk kendini yenileyebilen ve tükenebilir olmayan kaynaklardan elde edilen enerji türü olarak adlandırılır (Rathore, 2010: 29)

Yenilenebilir enerji sürekli var olan belli bir üretim sürecine gereksinim duyulmadan gelebilen enerji olarak tanımlanmaktadır. Doğadaki kaynaklardan üretilebilecek enerji potansiyeli, yeryüzünde yaşayan bütün insaların ihtiyaçlarından fazla olduğundan devamlı kendini yenilemektedir. Örneğin bir güneş enerjisi, sistemin enerji meydana getirmek için tükettiği enerjiyi, tüketim için sunulan miktarın büyük oranlarda altında kalmaktadır. Kuşkusuz fosil enerji kaynakları kendini yenileye devam edecektir. Dünyada fosil yakıtı kullanma miktarı ve hızı, onun kendini yenileme hızından ve miktarında büyük olduğu için fosil yakıt kendini yenileyememekte azalmakta ve birgün tükeneceği hesaplanmaktadır. Yenilenebilir kaynaklar baktığımız zaman karbon açısından düşük oranlı olduklarını görürüz. Sürekli hareketli olduğu için sonu gelmemektedir. Burada anlatılanlara göre yenilenebilir enerji kaynakları olarak örnekler verecek olursak rüzgâr, okyanus, hidro güç güneş, biokütle ve jeotermal enerjiden oluşur (Ataman. 2007: 97).

İkincil enerji elde etmek, birincil enerji kaynaklarının esas özellikleri birtakım işlemlere yapılarak başka enerji biçimlerine dönüştürülmek biçimiyle üretilen bir enerji türüdür (Bahar, 2005: 35-59). Birincil enerjinin veya ikincil enerji suretindeki enerjilerin dönüştürülmesi sonucu oluşturulan enerji çeşidi ikincil enerjidir (Karluk, 2009: 239). Bundan dolayı bu kategoride kömür, petrol, rüzgâr, güneş gibi enerji kaynakları birincil enerji kaynak olarak kabul edilir. Aynı şekilde ikincil enerji kaynakları ile nükleer enerji ve elektrik enerjisi gibi kaynaklar ifade edilmektedir (Karadaş, 2008: 58).