• Sonuç bulunamadı

Endüstri Devrimi ve Sonrasında Ev Hanımı

BÖLÜM 1: ARAŞTIRMANIN KAVRAMSAL VE KURAMSAL ÇERÇEVESİ

1.3. Tarihsel Süreçte Kadının Konumu

1.3.2. Endüstri Devrimi ve Sonrasında Ev Hanımı

Ev kadınlığı, kadınların doğal eğilimleri olarak algılansa dahi tarihsel bir konum olarak karşımıza çıkmaktadır. Kapitalist üretim biçiminin gelişme göstermesi ve yaygın hale gelmesiyle birlikte ev ile işyerinin birbirinden ayrılması, evin ekonomi dışı bir konum haline gelmesi, ekonomi ile bağlantı kurulması halinde de tüketim ilişkileriyle tanımlanması son 200 yıllık tarihin bir görüngüsüdür. Bu tarihlerden önce ev işleri ve çocuk bakımı gibi işler kadınlar tarafından yürütülüyor olmasına rağmen, ev ve işyeri arasında bir ayrım olmadığından kaynaklı “ev kadınlığı” kavramı henüz gelişmemiştir (Bora, 2018, s. 59). Sanayi devrimi sürecinde ortaya çıkan iş bölümü, kadın erkek eşitsizliklerinin doğal sebebi olarak sunulmaktadır. Bu sayede cinsiyetler arası eşitsizlik ve adaletsizlik görünmez kılınmaktadır (Silier, 2010, s. 136).

Endüstri devriminin meydana gelmesiyle birlikte toplumsal değişme zorunlu bir hale gelmiş, bu durum aileyi özelliklede kadını temelden etkileyen gelişmelere neden olmuştur. Bu süreç içindeki en önemli değişmelerden biri ailenin üretim fonksiyonlarının elinden alınmasıdır diyebiliriz. Bir başka açıdan kadının hem aile içindeki rol ve statülerinden değişimler yaşanmış hem de ailenin mahiyet ve işlevselliği değişim yaşamıştır (Abadan Unat, 1982, s. 28-29).

Kapitalizmin gelişmesi ile birlikte yaşanan bu değişim, sermayenin emekten, mal üretiminin hane içi emeğinden aynı zamanda işyerinin evden ayrılmasını gerektirmiş ve ailenin üretimdeki merkezi yerini kaybetmesine sebep olmuştur (Hall, 1980, s. 53; akt. Özbay, 1982). İşçi ailelerinin ekonomik durumu git gide zayıflarken, kadınlar da çalışma yaşamının dışında bırakılmışlardır. Kapitalizmin ihtiyacı olan işgücünün yeniden oluşturulması ev işi ve herhangi bir ücret karşılığı olmadan kadınlar tarafından gerçekleştirilmekteydi. Bu durum da kadınlara ev kadınlığının dayatılmasına neden olmaktaydı (Temizarabacı Yıldırmaz, 2015, s. 84).

33

Endüstri devrimine kadar iş ve aile yaşamı birbirinden ayrı değildi. Aile hem üretimin hem de tüketimin ortak birimiydi. Aile üyeleri tüketmek için üretmekteydi. Endüstri devrimi sonrasında artık aile üyeleri tüketmek için değil, pazar piyasası için üretim yapmakta iş yerleri evlerin dışarısında konumlanmaktadır (Adak, 2007, s. 139). Ailenin kendisi için üretim merkezi konumundan çıkması ise en çok alt düzeylerde olan kadınları etkilemiştir. İngiltere’de fakir kadınlar evde ürettikleri malları kapı kapı dolaşarak satmaya başlamış, ancak dükkân sahipleri tarafından yasadışı kabul edilerek bu faaliyetleri engellenmiştir (Hall, 1980, s. 59; akt. Özbay, 1982, s. 210).

18. yüzyıl endüstri devrimi sürecinde Avrupa’da burjuvazinin ev kadınını yücelten yaklaşımı kadını git gide ev dışı yaşamdan uzaklaştırmıştır. 18.yüzyılda evde oturan burjuva kadınları kendilerini geliştirmeye çalışmış ve bu amaçla üst sınıf kadınları gibi toplantılar düzenlemişlerdir. Bu sayede salonlar üst sınıf ve saray hanımlarının tekelinden az da olsa çıkmış olmaktaydı. Bu şekilde bir iletişim sayesinde farklı açılardan kadınlar arasında bir sınıf bilinci oluşmuş denilebilir. Burjuva kadınlar, işçi kadınlarla aralarındaki ekonomik gelir seviyesi farklılıklarının yanında aynı zamanda sosyal, kültürel bir yaşam pratiğini de oluşturmuş olmaktadırlar. Burjuva ve üst tabakadan kadınlar çeşitli etkinlikler yoluyla kendilerini geliştirme olanağına sahipken, alt tabakadan işçi kadınlar geçim sıkıntısı ve çalışma alanlarının olumsuzlukları içinde yaşam mücadelesi ile karşı karşıya kalmaktaydılar (Karakaya, 2015, s. 143-144).

Yine bu dönemde ücretli bir işte çalışmayan bir ev kadını, kendini değersiz hissetmekteydi. Alışverişe çıkıldığında her şeyin para karşılığı olması ve kendisinin para kazanmıyor olması ona kendini değersiz hissettirmekteydi. Bu duruma karşılık 19.yüzyılın burjuva toplumunda kadın, asilce yaşamak, hiçbir şey yapmadan yaşamaktır” sloganıyla hareket etmekteydi. Erkek çalışır, kadın çalışmazdı. Burjuva yaşamı denilen yaşam tam olarak buydu. Bununla birlikte kadının iyi bir ev kadını olması, hizmetçilerini idare etmesi, çocuklar ile ilgilenmesi, davetler düzenlemesi gerekmekteydi. Küçük şirketlerde kadınlar şirketin evrakları ve hesaplamalarıyla ilgilenmekteydi ve bu durum kadının eğitim düzeyiyle ilgiliydi. İşlerin büyümesiyle birlikte fabrika işlerini sadece erkek üstlenmiştir. Kadına ise ev ve aile ile ilgili işlerle meşgul olmak düşmüştür (Heritier, Perrot, Agacinski, & Bacharan, 2014, s. 150). 18. yüzyılın aristokrat ailelerinde ev kadını rolüne özenen orta sınıf kadınları çocuklarını ve ev işlerini hizmetçilerine bırakmaktaydı. Ancak ücretli bir işte de

34

çalıştıkları için ev kadını olduklarını söyleyemeyiz. Aristokrat erkeğin statü sembolü, bahsettiğimiz üzere karısını ve çocuklarını çalıştırmadan refah içinde bir yaşam sürmelerini sağlamasıdır. 20.yüzyılın başlarında bu yaklaşım işçi sınıfına kadar yayılmış, çoğu erkek karısının çalışması halinde çok daha iyi imkânlara sahip olabileceği halde, karılarının çalışmamasını tercih etmektedirler (Silier, 2010, s. 147). Toprak sahibi çiftçiler de ise durum kapitalist anlamda işlemekteydi. Aile içinde kadın ev işleriyle uğraşmakta ve yardımcı tutma imkanlarına sahipti. Ev işleriyle meşgul olmak kadınlar için bir statü işareti olmanın yanında, aynı zamanda ağır kırsal işlerden kurtulma anlamını da taşımaktaydı (Kandiyoti, 2013, s. 64).

19.yüzyıl kapitalizmin en vahşi dönemi olarak kabul edilmektedir. Rekabet halinde ki kapitalizmin yaşam bulmasındaki tek yol “temel birikimi sürekli kılmaktır” yani üretimden elde ettiği karları, meta dışı beslenen bir üretiminin varlığının zorunluluğudur. Ailenin emeğinin piyasada satılabilmesinin şartı ev içi üretimin sağlanmasıdır (Michel, 1984, s. 52). Wallerstein’e göre tarihsel kapitalist dönemde bir ücret karşılığı çalışan erkekler ekmek kazanan, evli kadın ise ev işlerinden mesul tutulduğu için ev kadını olarak sınıflandırılmışlardır. Ekmek kazanan olarak kategorize edilen erkekler ekonomik anlamda aktif işgücünün bir üyesi olmuşlar, ev kadınları ise bu iş gücünün dışarısında bırakılmışlardır. Bu sınıflandırma sonucunda cinsiyet kurumsallaşmıştır (Wallerstein, 2006, s. 22). İkili ayrımların en belirgini olarak ortaya çıkan özel ve kamusal alan ayrımı modernitenin kadının cinsiyetini toplumsal anlamda değerlendirmesinde önemli bir rol oynamıştır. Modernite, bu sayede kadının asli rollerini annelik, eşlik ve ev kadınlığı olarak belirleyerek kadını özel olan olarak nitelendirilen evlere hapsetti. Bu sayede kadın erkeğin işlerini kolaylaştıracak sisteme ancak tamamlayıcı roller ile katılabilecekti. Bu doğrultuda cinsiyetçi rol beklentileri, kapitalist sistem için önemli ölçüde işlevsel olmaktaydı (Donovan, 2014, s. 161). Burjuvazi ve orta sınıfın sosyal koşulları içinde köklenmiş olmasına rağmen, 19. yüzyıl ideolojisi ev kadını ve anneyi kadınlığın evrensel modelleri olarak kurmuştur (Davis, 1994, s. 213).

Ann Oakley’in ev kadınlığının tarihini araştırdığı eserinde Sanayi Devrimi öncesi ve sonrası İngiltere’de kadının değişen ve dönüşen rollerini incelemiştir. Sanayi devrimi öncesinde kadın emeği baskın olmakla birlikte, o dönemde kadın erkeğe bağımlı değildi ve ekonomi ortak tasarruf edilmekteydi. 18. yüzyıla kadar ev içerisinde mutfak yatak odası bulunmazdı. Tek bir oda birçok iş için kullanılmaktaydı. Oakley, kadının ev

35

kadınına dönüşümünü 3 dönemde incelemiştir. 1750-1840 yıllarında ev içi üretimden fabrika üretimine geçildiği tarihlerde kadınların %46’sı fabrikalarda çalışmaktadır. Tüm aile fabrikada birlikte çalışmakta bu sayede çocukların sorumlulukları aksatılmamış olmaktadır. İkinci aşamada 1840-1914 yılları arasında kadının yerinin evi olduğu görüşünü takiben kadın çalışanların oranı azalmıştır.1842-1850 yıllarında çıkarılan kanunlarla kadın ve çocuklar korunması gereken kişiler olarak ilan edilmişlerdir. Çalışma saatleri azaltılarak kadının ev kadını olma rolünün zeminleri hazırlanmış olmaktadır. 1914-1950 yılları arasında erkeklerin askere gitmesiyle birlikte kadınlar erkek işlerini yapmaya başlamış, kadının asli görevinin ev kadınlığı olduğu fikri de yaygınlaşmıştır. Bu sayede kadın bir ücretli, bir ücretsiz işi aynı anda yapmaya başlamıştır (Oakley, 1976, s. 33-45; akt. Silier, 2010, s. 147). Evli çift aynı zamanda 19.yüzyılda Batı toplumunun merkezi sorunlarından biri, toplumun tüm sınıflarını etkileyen ve özel yaşamın sınırlarını aşan bir sorun haline gelmiştir (Knibiehler, 2005, s. 344).

Modern ailenin oluşmasıyla birlikte, açık veya örtük bir şekilde, kadının ev içindeki köleliğinin temelleri atılmıştır. Modern toplum da yalnızca karı kocanın birleşimiyle beraber ortaya çıkan ailelerden meydana gelmektedir. Erkek; çoğu zamanlarda ailenin dayanağı olmak ve onun ihtiyaçlarını karşılamakla yükümlüdür. Bu durum erkeğe herhangi bir hukuki ayrıcalıkla desteklenmeyi gereksinmeyen, hâkim bir otorite kazandırmaktadır. Aile içerisinde; erkek, burjuva; kadın ise proletarya rolünü oynamaktadır (Engels, 1990, s. 79).

Bütün bu tarihi süreçler sonucunda “ev kadını ideolojisi” ortaya çıkmıştır. Temelde ataerkil düzenin kendisine çıkar sağlaması, eşlerin, işverenlerin, mülk sahiplerinin yararına bir ideoloji olarak ortaya çıkmıştır diyebiliriz. Tüm bu durumların dışında hanımları zamanının çoğunu evde geçirmektedir. Buna yönelik getirilen Sanayi Devriminin yeniliklerden biri de endüstriyel tasarımlar, sanayi ürünleri olmuştur. Daha öncede bahsettiğimiz üzere ev ile kamusal alanın birbirinden ayrılmasından ötürü, kadın evin temsilcisi konumuna gelmiştir. Evin kadına endekslenmiş olması da ev işleri üzerine yenilikler yapılmasını sağlamış, ev içi teknolojiler geliştirilmiştir.

Erkek egemen, kapitalist toplum yapısı tarafından belirlenen ev içi teknolojiler, kadınların ev içinde kullandıkları teknolojiyi üretiyor olmaları ataerkil ve kapitalist ağı somutlaştırmış, kadınların ev içerisinde erkeğe bağımlı hale gelmesini, erkeğin kadın

36

üzerindeki iktidarını pekiştirmesini sağlamıştır (Kocabıçak, 2004, s. 100). Nitekim Endüstri Devrimi sonrası süreçte, teknolojinin eve girmesi ev içerisinde ekonomik rollerin dağılımını önemli ölçüde etkilemiş, kadınların iktisadi faaliyetlerinin ev içi ile sınırlı kalmasına sebep olmuştur (Cowan, 1993; Habib & Cornford, 2001; akt. Aydıner Boylu, Ayan, & Bilgin, 2016, s. 961).

Ev içi üretim sürecinin emekçisi olarak görülen kadınlar, ev teknolojilerini kullanan en büyük grubu oluşturmaktadırlar. Ev işi, çocuk bakımı, temizlik, alışveriş, yemek pişirme, çocuk eğitimi sağlık hizmetlerinden, psikolojik hizmetlere kadar geniş bir alan içerisinde gösterilen faaliyetleri kapsamaktadır. Teknolojinin ev içine girmesi ile birlikte özellikle kadınlar ve evde olup bitenler bu durumdan oldukça etkilenmiştir. Bazı araştırmacılar sanayi devriminin ev içerisinde de gerçekleştiğini, çamaşır leğeninden, çamaşır makinesine geçişin, elle dokuma tezgâhının elektrikli dokuma tezgâhına geçmekten daha az önemli olmadığının altını çizmektedirler. Parsons’a göre teknolojik değişme ile birlikte kadınların geçmişte yaptığı tüm ev içi işler ortadan kalkmış ya da kolay bir hal almış, bu sayede kadınların işgücüne katılımı konusunda serbest bırakıldığı kabul edilmektedir. Kısaca geleneksel yaklaşımda teknolojik yeniliklerinin hayatımıza girmesiyle üretimden tüketime geçiş modeli meydana gelmiş, bu sayede ev işinin tarihi aslında ev işinin ortadan kalkmasının tarihi olarak kabul edilmeye başlanmıştır. Ancak Cowan, Strasser ve Wajcman gibi feminist kuramcılar için durum hiçte böyle değildir. Aksine kadının ev içi emeğinin azalmasından ziyade kadının ev içerisinde emeğinin verimliliği artırılmaktadır (Kocabıçak, 2004, s. 99-106).

Ev içi teknolojinin günümüze kadar olan gelişme gösterdiği dönemlerde, ev kadınlarına yardımcı olan aile üyeleri ya da ücretli olarak tutulan yardımcılardı. Kapitalizmle birlikte, çocukların okula gitmesi, komşuların evlerine çekilmesi, hizmetçilerin fabrikada çalışmaları sonucu evli orta sınıf ev kadınları bütün ev içi işlerini kendileri tek başlarına yapmak suretiyle yalnız bırakılmışlardır. Bu dönemde ev kadınlarının ev işi ile ilgili toplumsal cinsiyet rolleri daha da belirgin hale gelmiştir (Kocabıçak, 2004, s. 99-100).

Ev teknolojileri ile ilgili olarak Cockburn (1997, 1998) ve Wajcman (1991a, 1991b) tarafından çalışmalar yapılmıştır. Bu çalışmalarda ev teknolojilerinin eşler arasındaki geleneksel cinsiyete dayalı işbölümünü desteklediği ve kadınları geleneksel rolleri içerisine daha da hapsettiği görüşü noktasında toplanmaktadır. Genel olarak erkeklerin

37

yapmayı kabul ettikleri ev işleri, rutin olmayan, aralıklı, sürekli yapılmayı gerektirmeyen ve genelde ev dışında yapılan işler olmaktadır. Bu tür ev işleri, temel özelliği asla bitmemek olan kadınların yaptığı ev işleriyle zıt karakterler içermektedir. Erkekler genellikle temizlik, çamaşır, bulaşık yıkama, yemek pişirme vs. işlerden ve teknolojilerden çoğunlukla uzak durmaktadırlar. Ev işlerinin bir kısmına yardımcı olmak istemeleri halinde ise tamir işleri, markete gitme, alışveriş gibi işleri yapmaktadırlar. Erkek; ev teknolojileriyle arasındaki bağı, karısına yardımcı olmak olarak ifade etmektedir. Ev içi teknolojilerin bu durumdan ötürü çoğu zaman kadınlar tarafından kullandığı söylenebilir (Aydıner Boylu, Ayan, & Bilgin, 2016, s. 961). Teknolojik yeniliklerle birlikte, kadının ev içindeki faaliyetleri rasyonel bir hal almış ve esneklik kazanmıştır. Alışveriş kolaylıkları, Fast-Food yiyecekler, kuru temizleme ve çamaşır yıkama servisleri, çocuk bakım evleri gibi ev kadınının işlerini kolaylaştıran uygulamalar ev içi faaliyetlerinin yerini büyük ölçüde almıştır. Ancak çift taraflı olayı incelediğimizde bir taraftan kadının özgürleştiği iddia edilirken diğer taraftan kadının ev içi konumu ise değersizleşmektedir. Bu sebeple kadın kendi değerini mekânlara bağlı görmekte, ev içinde kendisini değersiz görmekte ve kendini ispat etmek için yollar aramaktadır (Gülmez, 2007).