• Sonuç bulunamadı

BÖLÜM 1: LİTERATÜR VE KAVRAMSAL ÇERÇEVE: 19. YÜZYILDA

1.2. Dünyada Sanayileşme ve İşletmecilik Alanına İlişkin Görünüm

1.3.3. Emek Piyasası

Osmanlı emek tarihini konu alan araştırmalar son yıllarda artmaktadır. Çalışmalardaki başlıca tartışmalardan biri, işçi sınıfının oluşumu sorunsalıdır. Son yıllardaki çalışmalardaki yükselen eğilim ise, etnisite, toplumsal cinsiyet, sosyal ve siyasal ilişkiler gibi konuları incelemektir. Makal (1997)’ın Osmanlı Devleti’nde çalışma ilişkilerini incelediği kitabı başta olmak üzere, Yıldırım (2011)’ın Osmanlı Devleti’nde 1870 – 1922 dönemindeki işçi örgütlenmelerini ve işçi hareketlerini incelediği doktora tezi, Özbay (2003) tarafından Osmanlı Devleti’nde 19. Yüzyılda devletin emek istihdamını konu alan araştırma, Kala (2000)’nın iş gücü temini ve eğitimini de incelediği Osmanlı’da istihdam olgusu çalışması, Güzel (2007)’in işçi tarihini ele aldığı çalışması, Kabadayı (2009)’un fes fabrikasındaki çalışma ilişkilerini ele aldığı çalışma örnekler olarak gösterilebilir. Çalışmanın bu kısmında söz konusu sorunsallardan daha çok, ilgili dönemde emek piyasasının daha doğrusu sanayi emeğinin görünümü ele alınmıştır.

1.3.3.1. Emek Talep ve Arzı

Bir ücret karşılığında insan gücünden faydalanmak/çalıştırmak isteyenlerin emek talebini oluşturuduğu emek piyasasında, bir ücret karşılığı çalışan/çalışmak isteyenler de emek arzını meydana getirir. 19. yüzyılda emek arzını oluşturanlar çoğunlukla henüz mülksüzleşmemiş tarım üreticisi veya küçük esnaf, zanaatkârlar ve imalat sektörü üyeleridir. Sanayileşme çerçevesinde düşünüldüğünde emek arzı sanayi sektörünün ihtiyaç duyduğu vasıflara sahip olmak bakımından yeterli olmadığı gibi aynı zamanda süreklilik taşımamakta ve mevsimlere göre artmakta veya azalmaktadır. Makal’ın değerlendirmelerine göre Osmanlı Devleti’nde ücret karşılığı çalışanların toplam nüfusa oranı %1 dolaylarındadır (Özbay, 2003:120). Dönemin şartları içerisinde emek arzına yurt dışından dâhil olan, mühendis, usta, teknisyen, yönetici özelliklerine sahip iş gücü vardır.

Emek talebinde bulunan kesim ise, sanayileşme politikası çerçevesinde birçok tesisi kuran devlet ve özel sektör kesimidir. Devlet bir taraftan ordunun ihtiyacını karşılamak için kılık kıyafet ve savunma mamulleri alanında fabrikalar kurmakta ve işletmekte, bir yandan özel kesimin fabrikalar açması için çeşitli teşvik politikalarını hayata geçirmektedir. Açılan tesislerde hem vasıfsız hem de vasıflı iş gücü ihtiyacı bulunmaktadır. Kamu sektörü yurt dışında sefirleri aracılığıyla ihtiyaç duyduğu nitelikli iş gücünü araştırıp Osmanlı’ya davet ederek istihdam etme yolunu sıklıkla kullanmıştır. Özel kesim de devlete öykünmüştür. Örneğin Bursa’daki bir fabrikanın yurt dışından işletmeci getirdiğini, yabancı kadın usta istihdam ettiğini biliyoruz (Kurt, Bayraktaroğlu ve Demir, 2015: 152). 19. yüzyılda gelen bu emek gücünün bütünüyle nitelikli olmadığı, ülkedeki emek arz eksikliğinden dolayı niteliksiz emeğin de kendine iş alanı bulabildiği açıktır. Osmanlı ülkesine nitelikli emek ihraç eden ülkelerin başında İngiltere, Fransa, Avusturya, Prusya ve Belçika gelmekteydi (Özbay, 2003:21).

Quataert (2006:1012-1020) emek talebinin niceliğinin bir göstegesi olarak; devlet tarafından kurulan fabrikalarda 1850 yılında çalışanların sayısının 5,000 kişi olduğunu belirterek bunları ayrıntılı bir şekilde belirtmektedir. İlerleyen yıllara ait sayıları ise; İstanbul’daki tütün inhisarında 1875’te 70 memur ve çoğu kadın 1.400 işçi, Cibali’deki tütün fabrikasında 1.600 kişi, 1878 ve 1884’de kurulan iki pamuk ipliği fabrikasında 800 işçi, 1914’de asker üniformaları üreten bir fabrikada 125 tezgah ve 1.500 işçi,

Bosna’lı ve Arnavut iki müteşebbis tarafından Karamürsel’de asker üniformaları imal etmek için açılan fabrikada 100 tane modern tezgah ve hemşehrileri olan 500 işçi, Selanik’te 1880’lerin başında sayıları hızla artan fabrikalardan birisi olan bir sigara fabrikasında aşağı yukarı 400 işçi şeklinde vermektedir.

Fabrika şeklinde kuruluşların yaygın olmadığı Erzurum, Diyarbakır ve Harput bölgelerinde ise dokumacıların çoğu kırsal bölgelerde yaşıyorlardı. Bunlar 8.000 pamuklu kumaş dokuyan tezgahta çalışıyordu. Dokumacılar her yerde erkekler ve 16 yaşından daha genç erkek çocuklardı. 19. Yüzyılda Uşak’ta tezgahta çalışanların sayısının artması Uşak’ın halı ticaretine ne kadar bağlı olduğunu gösterir. 1880’lerin başında 3.000 kadar kadın ve 500 genç kız aşağı yukarı her yıl 600 tezgahta çalıştı. 1900’de sayıları 6.000’e kadar yükselen işçiler 1.200 tezgahta çalışıyorlardı (Quataert, 2006:1030).

Yukarıda ifade edilen bilgiler doğrultusunda yorumlamak gerekirse, Osmanlı Devleti’nde 19. yüzyılda emek piyasası günümüzde anladığımız ve adlandırdığımız şekliyle olmasa da belirli bir yapıya kavuşma eğilimi taşımaktaydı. Her ne kadar nitelikli iş gücü temini yurt içi koşullarda görece zor olsa da, bu açık yabancı ülkelerden özellikle Avrupa’dan usta/teknisyen/mühendis/yönetici transferi ile kapatılmaya çalışılıyordu. Bir yandan da, mesleki eğitimle emek arzının ihtiyaca cevap verebilecek donanıma avuşması yolunda adımlar atılıyordu. Emek arzının genel karakteri ise tarım iş gücünden sanayi iş gücüne doğru çok uzun süren bir geçişkenliğin yansıması biçiminde şeklinde tanımlanabilir.

1.3.3.2. Ücretler

Özmucur ve Pamuk (2002:306) yaptıkları çalışmada, çok geniş bir dönemdeki, 1489-1914 arasındaki ücretleri incelemişlerdir. Nitelikli ve vasıfsız iş gücünün ücret seviyeleri, 1750 yılından itibaren 1850’ye kadar düzenli biçimde yükselmiştir. 1850-1900 arası düşme eğilimi gösteren ücretler seviyesi 1850-1900’den sonra pik yapmıştır. Ücretlerdeki değişmelerin, emek arz ve talep fonksiyonu ile ilişkili olduğu kadar günlük tüketim malzemelerinin fiyatlarının daha belirleyici bir faktör olduğu dile getirilmektedir. Aynı çalışmadaki bir diğer ilginç bulgu, nitelikli ve vasıfsız iş gücünün İstanbul, Amsterdam, Londra ve Paris’teki ücret değişimlerinin dönemsel olarak

birbirlerine benzediğini fakat, Amsterdam ve Londra ücretler seviyesinin İstanbul’dan yüksek, Paris ücret seviyesinin İstanbul’a yakın seyrettiğini dikkatlere sunmaktadır. Quataert (2006:1025) ise, Osmanlı işçilerinin ücretinin 1850’den sonra Avrupa ücretleriyle karşılaştırıldığında düşük olduğunu kaydetmekte ve boyacılık yapan işçilerin maliyetinin Avrupa’nınkinden %55-60 daha düşük olduğu örneğini vermektedir. Özbay (2003:117-119) da benzer biçimde, 16. yüzyıldaki nüfus artışı istisna edilirse Osmanlı Anadolusu’nda nüfus azlığından dolayı reel ücretlerin yüksek olduğunu ve 18. yüzyılın ortalarına kadar Osmanlı ile Avrupa devletlerindeki şehirlerdeki reel ücretler birbirine yakın seyrettiğini, 1850’den sonra ise Avrupa devletlerindeki reel ücretlerin hızlı bir artış trendine girdiğini belirtmektedir. Öte yandan Kala (1993:115-117), Tanzimat dönemindeki nizamat-ı hayriye uygulamaları sebebiyle fabrikalarda işçilere verilen ücretlerin yükselmesi ve çalışma koşullarının iyileştirilmesi vb.uygulamalar sebebiyle maliyetlerin yükseldiğini, fabrika sahiplerinin talep ve iddialarının dayandığı gerekçelerin tüm yönleriyle araştırılabilmesi için Meclis-i Vâlâ’nın, demMeclis-ir fabrMeclis-ikalarının çoğunun sahMeclis-ibMeclis-i olan Zaro Paşa’ya gönderdMeclis-iğMeclis-i yazıyla görüş istediğini belirtmektedir. Zaro Paşa verdiği görüşte maliyetlerin yüksekliğini teyit ederken ilginç bir nokta olarak; Tanzimat-ı Hayriye ile birlikte cebri istihdamın

kalktığını, yerini rızaya dayalı istihdamın aldığını, bunun da ücret artışına neden olduğunu vurgulamaktadır. Bu uygulamanın sebebi olarak özel fabrikaların talep ettiği

alanlardaki iş gücü yetersizliği gözükmektedir.

Devlet cebri hizmet sözleşmesine işçi adına taraf olarak iş gücünün her türlü hakkını fabrika sahibine karşı korumayı da üstlenmiş oluyordu. Cebri hizmet sözleşmesi yapabilme hakkında öncelik, aynı idari bölge içindeki fabrika ve iş gücü arasındaydı. Tanzimat’tan sonra cebri hizmet yerine rızaya dayalı hizmet uygulaması gelmiş ve bu durum işçiler tarafından memnuniyetle karşılanmış, işverenler ise bu durumun maliyetleri artırarak fabrikaların kapanmasına yolaçacağını öne sürmüşlerdir. Yeni istihdam koşulları gerçekten de fabrika sahiplerini haklı çıkarmış, maliyetlerin yükselmesinden dolayı fabrikaları krize sokmuş, madenlerdeki üretimi aksatmış ve fabrikalar kapanmaya başlamıştır (Kala, 1993:127).

Tanzimat sonrası başlatılan rızaya dayalı hizmet sözleşmesinde işçi taraf olduğundan ücret artışları işveren ve işçi arasında belirleniyordu. Cebri hizmet sözleşmesi

uygulamasında ise ürün ve madenlerin fiyatı arttıkça ücretler artmaktaydı. İşçiler her ne kadar önceden olduğu gibi ücretlerini haftalık ve peşin olarak almakta iseler de (Kala, 1993:130) ücretlerinin sık sık gecikmesi ve birikmesi yüzünden 15. yüzyılda bile yaşanan iş bırakma eylemleri bu dönemde de görülmekteydi (Yıldırım, 2013:313). Erzurum ve civarındaki bölgedeki dokuma sektöründe ise ödeme parça başına yapılıyordu (Quataert, 2006:1024). Devlet fabrikalarında çalışan işçilerin zam hesapları ise kıdemlerine göre yapılmaktaydı (Özbay, 2003:128). Osmanlıda hem bir kaza vs.sonucu gerçekleşen emeklilik hem de yaş haddinden emeklilik sonucunda çalışanlara belirli bir maaş ödenirdi. İstihdam edilecek işçinin yiyecek ihtiyacı da dikkate alınırak bir miktar yiyecek dağıtılırdı.

Ücretle ilgili gerek arşiv belgeleri gerekse kincil kaynaklardan elde edilen bulgular ışığında bakıldığında, Özmucur ve Pamuk (2002) tarafından yapılan detaylı ve istatiski hesaplamalara dayalı ücret çalışmasında da ifade edildiği gibi ücret seviyeleri dönemsel değişimler göstermiştir. Bu değişimlerin temel iki nedeni ise emek piyasasındaki arz ve talep durumu ile birlikte diğer ekonomik değişkenlerdir.

1.3.3.3. İşçi Kuruluşları

Emeğini arz eden işçiler hakkında zaman içinde yeni sınıflandırmalar ve yeni isimler ortaya çıkmıştır. Örneğin amele, hizmetçi, hizmetkâr, ırgat ve 19. yüzyılda işçi tabiri kullanılmaktadır (Özbay, 2003:97). Ahilik ve Lonca teşkilatlarının işçileri ilgilendiren yönleri de bulunmakla birlikte, Osmanlı Devleti’nde ilk işçilere yardım derneği, 1866 yılında, Rum hayırsever vatandaşlar tarafından Amelperver Cemiyeti ismiyle (birçok kaynakta ameleperver olarak geçen kelimenin aslında amelperver olduğunu Serçe (1995) düzelterek ifade etmiştir) kurulmuştu. 1893 yılında kurulan uhuvvet isimli dernek aynı amacı taşıyan bir başka kuruluştur. 1882 yılında İtalyan Amelesi Cemiyeti isimli İtalyanlar tarafından kurulmuş bir yardımlaşma cemiyeti de vardı. 1889 yılında

Dersaadet Almanya Amelesi Cemiyeti bir diğer kuruluştu. Devlet giderek sayıları artan

cemiyet, dernek ve klupler için bir yasal çerçeve hazırlayıp 1894 yılında yürürlüğe koymuştur. İşçi örgütleri sayısındaki asıl patlamanın 1908 yılında değişen siyasi ortamın getirdiği özgürlük havası ile birlikte olduğu belirtilmektedir (Yıldırım, 2011: 152).

Bizzat işçiler tarafından ve örgütlenmek amacıyla teşkilatlanmak ise 1895 yılında kurulan Osmanlı Amele Cemiyeti ile başladı. Bu cemiyet, siyasi niteliği yüzünden, devlet tarafından tehlikeli bulunarak kapatılmış, üyeleri dağılmış fakat 1908 yılında

Osmanlı Terakki Sanayi Cemiyeti ismiyle tekrar kurulmuş ve 1910 yılında kapanmış,

bunun yerine Osmanlı Sanatkaran Cemiyeti kurulmuştur. Yıldırım (2011:165) bu kuruluşun işçi örgütü karakterinden çok siyasi hedefleri olan bir örgüt olarak tanımlanmasının daha doğru olabileceğini belirtmektedir. Sendikal nitelikli ilk işçi örgütü 1901 yılında Tütün Amelesi Saadet Cemiyeti ismiyle Selanik Kavala’da kurulmuştur. Cebel-i Lübnan’da 1903 yılında, Şark Demiryolları Filibe İstasyonunda 1907 yılında, İstanbul’daki fırın işçileri Hamurkar Cemiyeti adıyla 1908 yılında sendikal nitelikli işçi kuruluşları faaliyet göstermiştir. İşçiler tarafından kurulan bir diğer kuruluşun Dersaadet Deniz Maden Kömürcü İşçileri Cemiyeti olduğunu (BOA; DH.UMVM.88.24, 26 Şaban 1338/15 Mayıs 1920), belgelerden görmekteyiz.

Şam, Beyrut, Selanik, Hayfa gibi yerlerde de işçi cemiyetleri kurulmuştu. 1908 yılında kurulan bir diğer önemli işçi örgütü Anadolu Şimendifer Kumpanyası Müstahdemini

Cemiyet-i Uhvvetkaranesi idi. Tütün rejisine bağlı Cibali fabrikasında 1910 yılında

kurulan Amele İttihat Cemiyeti ve 1912 tarihli Muavenet-i Mütkabile İttihadı dikkat çeken kuruluşlardandı. Fırın işçilerinin, Aydın demiryolu çalışanlarının, vapur makinistlerinin kurduğu çeşitli örgütler bulunmaktaydı. İşçiler tarafından devletin ekonomik açıdan önemli yerleşim yerlerinde kurulan çok sayıda sendika olduğu da yine arşiv belgelerinden tespit edilmiştir (Kırpık, 2004:200). Dikkat çeken bir diğer cemiyet de İzmir Elbise-i Amele Cemiyetidir (BOA; DH.EUM.5.ŞB.79.28, 31 Haziran 1326/13 Temmuz 1910). Cemiyetin amacı sadece kardeşlik ve yardımlaşma olup kurucular asla devlete muhalif bir hareket içerisinde olmadıklarını garanti etmektedirler. Cemiyetlerin ortak amaçları, ücret seviyelerini yükseltmek ve düzenli almak, yardımlaşmak, işverenler tarafından verilen sözlerin yerine getirilmesini sağlamaktı. Amaçlarına ulaşmak için sık sık grev, iş bırakma gibi hareketlerde bulunmuşlardı.

İşçi kuruluşlarına ilişkin yukarıda söz konusu edilen çalışmaların da vurguladığı gibi, sanayileşmenin artması ve giderek tarımsal alandan sanayiye, kırsaldan kente göç olgusunun yükseliş trendine girmesi ile birlikte işçi kuruluşlarının sayıları, çeşitlilikleri, faaliyetleri ve etkinlikleri artmıştır. Bununla birlikte 19. yüzyılda devlet sahipliğinde

işletilen fabrikalarda bahse konu kuruluşlarla ilgili olarak yoğun bir veri ve bulguya rastlayamıyoruz. Bunun muhtemel nedeni ise, devlet fabrikalarında, özellikle 19. yüzyılın başlarında çoğunlukla ordu veya bürokrasi mensubu kişilerin istihdam edilmiş olmalarıdır. Sıkı bir mevzuata tabi olarak çalışan bu kişilerin işçi kuruluşları içerisinde çeşitli faliyetlere mesafeli durmuş olmaları çıkarım yapılabilecek bir yargıdır.