• Sonuç bulunamadı

BÖLÜM 1: LİTERATÜR VE KAVRAMSAL ÇERÇEVE: 19. YÜZYILDA

1.2. Dünyada Sanayileşme ve İşletmecilik Alanına İlişkin Görünüm

1.3.1. Ekonomi Zihniyetinin Kökenleri ve Temel Göstergeler

Bir ülkenin ekonomik davranışlarını anlamak için öncelikle sisteminin merkezinde ontolojik olarak hangi unsur ve kavramların bulunduğunu tespit etmek gerekir. Bu bağlamda Osmanlı sisteminde iktisadi hayatın çeşitli alanlarını düzenleyen kuralların ana kaynağı ise İslam dininin kuralları ve bunlara aykırı düşmemek kaydıyla kanunnameler, örf ve adetlerdir. Aynı doğrultuda Osmanlı Devleti’nin ekonomik sisteminin merkezinde insan ve onun ihtiyaçlarının olduğu söylenebilir. Genç (2010:340) bu durumu “Osmanlı ekonomisi tabiri caizse, bir ihtiyaç ekonomisi idi.

İnsanlar ekonomi için midir? Yoksa ekonomi insan için midir? diye sorulsa hiç şüpheye

yer verilmeyecek şekilde ekonomi insan içindir, cevabını verirdi Osmanlı zihni.”

şeklinde dile getirmektedir. 16. yüzyıldan 19. yüzyılın başlarına kadar süren klasik Osmanlı sisteminde devletin birçok iktisadi fonksiyonları yerine getirirken bunları merkezinde insan bulunan bir sitemin siyasi, dini, askeri, idari veya mali yan kolları şeklinde tasarlamıştır. Bu anlamda, Osmanlı zihniyeti insanı dışlayıcı salt ekonomik çıkarları gözetici bir sistem kurmamıştır.

Ekonomik sistemlerin merkezinde insan unsuru olduğu argümanıyla birebir örtüşmeyen argümanlar da vardır. Örneğin Osmanlı’da sermaye birikimi ile ilgili tartışma buna ilişkin örnekler sunmaktadır. McGowan (2006: 834)’a göre Osmanlı’daki tüccar ailelerinin hanedanlar oluşturmamasında kredi imkânlarının fazla gelişmemesi ve ihracat vergilerinin devam etmesi gibi faktörler rol oynamıştır. Ona göre, hükümetin hesapları içerisinde ‘ticaret dengesi’ gibi kavramlar zaten yer almıyordu. Bir yandan modernite öncesi yaşama özgü pazar belirsizlikleri ve sermaye mallarının hızla

bozulması, bir yandan da tüccarların ve girişimci adaylarının statülerinin güvensizliği, her türlü yatırımı engellemekteydi.

Genç ise (2010:72) Osmanlı iktisadi zihniyetinin içindeki değerlerden ilki olan eşitlikçi eğilimin büyük tüccar aileleri oluşmasına engel olduğunu söyler. Bunun neticesi olarak ziraat, madencilik, esnaflık hatta ticarette büyük farklılaşmalara meydan vermeyecek bir düzenlemeyi 15. yüzyıldan 19. yüzyıla kadar devletin sürdürmeye çalıştığı görülmektedir. Bu sistem, elbette devleti daha üstte konumlayarak, insanlar yani vatandaşları için kendi mantığı içerisinde bazı eşitlik mekanizmaları barındırmaktadır. Batı kapitalizmini oluşturan burjuvazinin yerine Osmanlı’da ahilik zihniyeti hakimdir. Bundan dolayı Osmanlı’da sınıf mücadeleleri yoktur. Şahsi menfaati temsil eden homo-economicus yerine kanaatkar müteşebbis kişilik Osmanlı’da vardır (Tabakoğlu, 1998:127). Buna bağlı olarak Osmanlı zihninde bulduğumuz değer demeti rekabet ve

çatışma yerine iş birliği ve dayanışma değerlerine öncelik tanınmasıdır. Bütün bir

Osmanlı toplumunu oluşturan fertlerin tamamının rekabet ve çatışmadan uzak olduğunu iddia eden ütopik bir bakış açısı elbette yanlıştır. Burada, Batı zihniyeti ve kapitalizmin doğurduğu ve önceleyerek övdüğü rekabet ve yaşamak için diğerini diskalifiye etme dürtüsünün Osmanlı zihniyet haritasında belirgin bir yer tutmadığı vurgulanmak istenmektedir. Osmanlı’nın üçüncü önemli değeri itidal ve aşırılık kutuplaşmasında

itidal önemli yer tutmaktadır. İtidalin beraberinde taşıdığı hoşgörü de son değer olarak

zikredilebilir (Genç, 2010:75). Bunların yanı sıra hayırseverlik kavramının Osmanlı toplumundaki ekonomik faaliyet ve davranışlara yön veren adeta lokomotif ilke olduğu (İnalcık,2009:84) gözden uzak tutulmamalıdır. Hayır kavramından türeyen vakıf ve benzeri kurumlar toplumca üretilen gelirin bölüşülmesinde de başroldedir. Osmanlı yasal düzenlemelerinde sıkça geçen bir tabir olan, ibdaullahın terfih-i ahvalleri bir başka ilkeye, halkın sosyal refahını yükseltme ilkesine işaret etmekteydi. (Şener, 2010:16). Bu ise iaşecilik ilkesiyle birebir bağlantılıdır. Osmanlı sisteminin kapitalist bir sistem olmasına engel olan değerlerden birisi de kontrol kavramıdır. Tüm sektörlerin kâr oranlarının dahi kontrol altında olduğu bu sistemde sermayeyi önemli oranlarda büyütmek son derece zordur.

Ekonomik zihniyet değerlerinin kökenlerinden sonra, Osmanlı Devleti’nin ekonomik hayatla ilgili kararlarındaki temel ilkeler yazında belirtilmiştir. Özellikle 1500 ile 1800

yılları arasında etkili olmuş görünen ve Osmanlı iktisadi dünya görüşünün temel unsurları arasında sayılması gereken başlıca 3 ana ilke ise, iaşe (provizyonizm),

gelenekçilik ve fiskalizmdir. İaşe (provizyonizm) ilkesi, iktisadi faaliyete tüketici

açısından bakan görüşün dayandığı ilkedir. Buna göre iktisadi faaliyetin amacı insanların ihtiyacını karşılamaktır (İnalcık, 2009:83). İaşe ilkesi Osmanlı iktisat politikasının en önemli ilkesidir. Bu ilkeyi geçerli kılabilmek üzere Osmanlı Devleti sıkı bir şekilde yürütülen bir müdahaleciliği benimsemiştir. İaşe ilkesine dayanan bu iktisat politikası, dış ticarette ihracatı kısıtlayıcı ve zorlaştırıcı, ithalatı ise kolaylaştırıcı ve teşvik edici niteliği ile günümüzün himayeci iktisat politikalarına hiç benzemeyen bir hüviyet göstermektedir.

Genç (2010:50)’e göre gelenekçilik ilkesi; sosyal ve iktisadi ilişkilerde yavaş yavaş oluşan dengeleri, eğilimleri mümkün olduğu ölçüde muhafaza etme ve değişme eğilimlerini engelleme ve herhangi bir değişme çıktığı takdirde tekrar eski dengeye dönmek üzere değişmeyi ortadan kaldırma iradesinin hakim olması şeklinde tanımlanabilir. Bu ilkenin neticesi olarak zirai işletmelerin büyüklüğü, esnaf ve üretim işletmelerinin büyüklüğü ve sayısı sıkı şekilde sınırlandırılmıştır. Osmanlı anlayışına göre gelenekler korunmalıdır, çünkü bunlar denenmiş iyilerdir, değişme ise kötüdür. Bu düşünce aynı zamanda Avrupa’da da geçerliydi. Ama modern zamanların başından itibaren ilerleme fikri doğup geliştikçe önce değişmenin iyi olabileceği, yavaş yavaş da

değişmemenin kötü olacağı inancı benimsenmiş ve yerleşmiştir (Genç, 2010: 84). 18.

yüzyılın ortalarından itibaren Osmanlı’da bilim ve teknik alanı başta olmak üzere hemen her alanda modernleşme gayretlerinin gelenekçi yapıyı dönüştürmeye başladığını İhsanoğlu (1996:12) da belirtmektedir.

Fiskalizm ilkesi ise, hazineye ait gelirleri mümkün olduğu kadar yüksek düzeye

çıkarmaya çalışmak ve ulaştığı düzeyin altına inmesini engellemektir, bu doğrultuda harcamaları kısmaya yönelik çalışmaları da zikretmek doğru olur (İnalcık,2009: 81). Geçmişteki ıslahat faaliyetlerindeki amaç hep mükemmel olduğu düşünülen eski modeli ihya etmekti. Oysa 18. yüzyılın sonlarında başlayan reform çağının modeli, daha başından itibaren artık eskide ve geçmişte değildi. Bundan dolayı ilk terk edilen klasik ilke gelenekçilik olmuştur. İaşe ilkesi ise 1840-1860 arasında terk edilmiştir. Fiskalizm ise daha uzun süre dayanmıştır (Genç, 2010: 94-95).

Tüm bu belirtilen zihniyet göstergelerine katkı sayılabilecek bir bilgiyi Akar (2005;945) tarafından incelenen bir layihada bulmaktayız. Söz konusu layihayı hazırlayanın belirttiğine ve bizim de geleneksel kabullerimize göre; “Halk çoğunlukla askeriyede ve

mülkiyede istihdam edilmekte olup, sanayiye meyledilmemiş, bu alanlar genelde gayri müslimlere bırakılmıştır.” Bu ifadelerden anlaşılan odur ki, dönemin genel yapısı

itibarıyla halk girişimci bir karaktere sahip değildir. Fakat Faroqhi (2009) buna şiddetle karşı çıkar. Wallerstein’ın Dünya İmparatorluğu bakış açısını (merkezi otoritenin ve devletin etkin olduğu model) benimseyen Faroqhi, bütün Osmanlı coğrafyasındaki müslüman halkın imalatta ve ticarette aktif ve hakim konumda olduğunu savunmaktadır (Bulut, 2003:223). Kabadayı (2012) da Faroqhi ile hemfikir olarak, Quataert (2004)’e atıfta da bulunarak, etnik iş bölümü anlayışının yanlışlığına işaret etmiştir. Halihazırda küçük imalat birimleri işleten zanaat ehlinin de dönemin teknolojik gelişmelerine kayıtsız kalması başka bir eksikliktir.

Osmanlı toplumunun ekonomik zihiniyeti hakkında yukarıda dile getirilen bilgiler ışığında özet olarak, Osmanlı toplum yapısını oluşturan değerler kümesinin İslam dini tarafından konulan kural, ilke ve ahlak prensipleri çerçevesinde oluştuğu, devlet tarafından uygulanan politikaların hareket noktasının insanları bir emanet olarak görüp onları korumak olarak öne çıktığı, salt ekonomik menfaate dayalı bütüncül bir iktisadi sistemin Osmanlı tarafından kurul(a)madığı ifade edilebilir. Öte yandan, teknik gelişmeler ve makineleşme gibi sanayi devriminin altyapısını oluşturan en başat faktörlerin de Osmanlı Devlet’inde transfer ve taklit yoluyla kendisine yer bulmaya çalıştığı dikkat çekmektedir. Bu değerlendirmeler esasen, Osmanlı’nın neden kapitalistleş(e)mediğinin de çerçevesini çizmektedir. Ekonomik çıkar, rekabet, ayakta kalmak için diğerlerini saf dışı bırakma, çok üretme, çok satma, çok kazanma gibi temel kapitalist gerekçeler, genel bir ifade ile söylemek gerekirse, Osmanlı toplumu tarafından da devlet tarafından da kabul görmüş değildir.