• Sonuç bulunamadı

Bir sanat ya da fikir eserini tanıtırken, zayıf ve güçlü yönlerini belirtme, bir yazarın gerçek değerini ortaya koyma amacıyla yazılan yazılara eleştiri denir. Eleştirmen: Fikir, sanat ve edebiyat alanında topluma ve yazara yarar sağlayan; sanatın, sanatçının ve toplumun yol göstericisi olan; yazarı, gerçeğe ulaştırmaya çalışan kişidir. Eleştiride amaç; iyi olanın değerini ortaya koymak, sanatı unutul- maktan kurtarmak, iyi olmayana ve kötüye fırsat vermemektir. Eleştiri yapmak için inceleme yapmasını bilmek gerekir. İnceleme yoluyla, eleştirilecek olan şey tanıtılır, sonra eleştiriye geçilerek olumlu ve olumsuz yanlar bulunur ve bir yargıya varılır (Kantemir, 1995: 231–232).

Şenyapılı (1996: 34) bir sanat yapıtını güzel ya da çirkin olarak nitelemenin, olmuş ya da olmamış şeklinde yargılamanın yeterli olmayacağını söyler. Ona göre böyle bir değerlendirme tarzı, değerlendirmeyi yapanın sığlığını da sergileyecektir. Eleştirmen bir sanat yapıtını değerlendirirken sadece sanat yapıtını değil kendisini de yargılamaktadır. Bu bakımdan, “neyin, niçin, neden reddedildiği ya da benimsendiği iyi irdelenmeli ve gerekçeli olarak belirtilmelidir. Dolayısıyla, izleyici, yalnızca

baktığı sanat yapıtını değil, kendini de eleştirmelidir. Bir öteki anlatımla, sanat eleştirisi (değerlendirme, yorumlama) bir özeleştiri denetimi altında yapılmalıdır.”

Ersoy (1994: 46), “Sanat Tarihi ve Eleştirisi’nde 40 Yıl” etkinliğindeki bildirisinde eleştiri kavramı ve eleştirmenden şu şekilde bahsetmektedir:

Eleştiri bir sanat yapıtı karşısında iki öznenin karşı karşıya gelmesidir. Bu karşılaşmada eleştirmen kendi çağına göre oluşturduğu kendi dilini kullanır. Bir çağın ve bir kişiliğin bakışını yansıtır. Sanat eleştirisi sanat yapıtını, kültür alanları içindeki yerini, insan açısından işlevi ve onları araştıran sanat felsefesi, güzelin ve güzel sanatların doğasını, yapısını, işleyişini inceleyen estetik ölçütlere dayalı katı mantıksal değerlendirmenin yanı sıra yapıtın eleştirmende uyandırdığı izleyiciye iletmeyi amaçlayan öznel yorumlamalara değin çok farklı yaklaşımları da dile getirebilir.

Eliot eleştirmenin görevini şöyle sıralamaktadır: “ İyi bir gelenek oluşmuşsa, bunu korumak eleştiricinin görevinin bir parçasıdır. Yazını doğru olarak ve bütünüyle görmek de eleştiricinin görevinin bir parçasıdır. Bu ise büyük ölçüde yazını zamana bağlı olarak değil de, zamanın ötesinde bir şey olarak görmek demektir”(Forster, 1985: 61).

Bir eseri incelerken o eseri yazarından ya da sanatçısından bağımsız olarak algılama alışkanlığı içerisinde olmak gerekmektedir. İnsanların eleştiriye açık olmaları, bilgilerine duydukları güvenle ilgilidir. Eleştiriler karşısında takınılan tavrın anlama ve araştırma sabırsızlığı ile dolu olması bireyin olgunluğu ve deneyimleri ile bağlantılıdır (Cömert, 2007: 283–284). Eleştirmenin her şeyden önce önyargısız, sevgi dolu, hoşgörülü, alçakgönüllü ve coşkulu olması gerekmektedir. Bir eleştirmen yapıt karşısında alçakgönüllü bir tavırla eseri görür, onu öğrenmeye ve anlamaya çalışır. Eleştirmenin kişiliğinden gelen yanlış tavırlar, eleştiriyi yok eder. Kendini büyük gören, eseri küçümseyen, kendi beğenisini her şeyin üzerinde tutan önyargılı tavırlar, eleştirmenin eleştiri gücünü yok eder. Yapıta anlayarak yaklaşmak bir eleştirinin ilk basamağıdır (Cömert, 2007: 223).

Ataç’a göre eleştiri, bir sanattır. Doğal olan şey eleştirmenin duygu ve düşüncelerinin değişmesidir. Eleştirmen eser üzerindeki izlenimlerini aktarmakla görevlidir. Kurallar koymamalıdır. Yargıda bulunmak ya da yazarla okuyucusunun buluşmasını sağlamak onun görevi değildir. Gerçekleri ortaya çıkarmak ve “akıl hocalığı” yapmak da eleştirmenin görevi değildir (Özçelebi, 2003: 121).

Eleştirmen her ne kadar yargıda bulunursa bulunsun özü itibariyle o da bir okur/yazardır. Sanatçı eserlerini istediği üslupta, istediği biçimde ortaya koyabilir. Sanatçının özgünlüğü de aslında burada yatmaktadır. Duygu ve düşüncelerini özgürce estetik gücüyle dile getirir. Bir eleştirmenin ise böyle bir olanağı yoktur. Eleştirmen duyguları ile hareket edip eseri subjektif olarak değerlendirirse izleyiciyi yanlış yönlendirmiş olur. Eleştirmenin görevi yazılanı, çizileni, söyleneni anlamak ve üst-dil ile açıklamaktır (Uçan, 2003: 227).

İnsanlığın var oluşundan bu güne kadar sürekli olarak boyut değiştiren, gelişen, bilimle birleşerek sağlam temeller üzerinde kendine yer edinmeye çalışan eleştiri olgusunun tanımı günümüzde bile hala kesinlik kazanmış değildir. Başlangıçta sadece bir beğeninin ifadesi olarak ortaya çıkan eleştiri artık bir eylemi, oluşumu, yaratımı günün koşulları içerisinde fark edip geçmişle olan bağlarını bularak geleceğe yönelik etkileşimlerini tahmin etmek boyutundadır.

Eleştiri kelimesi Yunanca κριτικός, kritikós kelimelerinden gelmektedir. Antik Yunan bölgesinde kendiliğinden ortaya çıkan κριτής, krités kelimesi, kişinin değer yargısı, gözlem, analiz ve yargı sonucunda vardığı sezgileri (Chapman, 1992) anlamında kullanılmaktaydı. Bir şeyi iyi ve kötü yargılarıyla değerlendirme anlamı taşıyan eleştiri, günlük yaşamda ise daha çok “yergi” anlamına gelmektedir (Ersoy,1995: 81).

2.4. Eleştirinin İşlevi

Eleştirmek kelimesinin etimolojik anlamı “çözümleme ve yargılama”(Boynukara, 1993: 71)dır. Eleştirmenin birlikte yaşadığı insanlara karşı bir sorumluluğu da “eleştirmek”tir. Eleştirinin işlevi eleştirmen sayesinde gerçekleşir. Eleştirmen herhangi bir olay ya da eser hakkında çözümleme ve yargılarda bulunarak bir nevi toplumsal sorumluluğunu da yerine getirmiş olur.

Nerede, nasıl ve hangi yöntemle eleştireceğini bilmek; eleştirirken öğrenmek ve eleştirerek öğretmek eleştirinin işlevselliği açısından son derece önemlidir. Eleştirmen içinde yaşadığı toplumun kendini tanımasına ışık tutar ve toplum bu ışık sayesinde bilgiye ve bilgi araştırmasına yönelir. Evrensel olarak birey eleştiri sayesinde farklı kültürleri tanıyarak bilgi sahibi olur; bu bilgilenmeyle kendinin farkına varır ve karşılaştırmalar yaparak alternatif bilgi kaynaklarını değerlendirme şansı bulur.

Eleştiri sayesinde birey bir arada yaşadığı insanları tanıma fırsatı bularak toplumun ahlâk ve değer yargılarını sağlıklı bir şekilde çözümleme imkânına kavuşur. Böylelikle de toplum içi huzurun teşekkülünde sağlıklı bir yapılanmanın gerçekleşmesine yönelik adımlar atılmış olur. İnam (2002: 41), eleştiri terbiyesinin geliştiği insanların oluşturduğu anlamayı ve dinlemeyi bilen, yanlışlarını ve özürlerini düzeltmeyi göze aldığı yaşayan bir kültürün, sağlıklı bir kültür olacağını söylemektedir. Ayrıca, İnam (2002: 41)’a göre eleştiri, öneriler sunmada, deneyim ve birikim aktarmada da önemlidir. Eğitimin temel çatısında bu vardır. Taklitten, sığ düşünceden, kopyacılıktan kurtulmada eleştiri yapabilme, eleştiriden öğrenebilme becerilerine sahip olmak önemlidir.

2. 5. Sanat Eleştirisi

Sanat dış dünyadan edinilen izlenimlerin insanın iç dünyasına yansımasıyla doğan bir eylemler bütünüdür. Tüm bu yaratıcı eylemler içinde sanatçı, sezgilerini ve

duygularını imgelem ve duyu organları ile birlikte çalıştırarak eserini tamamlar. Bir sanat eserinde insanın, doğanın ve yaşamın tüm yansımalarını görebiliriz. Bir sanatçının ve sanat eserinin olduğu yerde bir de bunları değerlendiren kişiler olacaktır. Sanatçı toplumsal hayata eseriyle bir etkide bulunuyorsa elbette bunun bir tepkisi de olacaktır. Eleştiri, sanatçı ve sanat eserlerine karşı bilinçli bir tepki olarak doğmuştur. Eleştiri, sanat eserlerini sınıflandırarak ve değerlendirerek; onları açıklamaya ya da anlamaya çalışır.

Çağdaş sanat eğitimcilerinden Feldman, bir eleştiri yöntemi geliştirmiştir. Buna göre, “İki tür sanat eleştirisi vardır: Öznel ve bağlam içinde eleştiri. Öznel, intrinsic (aslında olan-yaratılıştan-içsel) eleştiride dikkatler tek bir sanat yapıtında gözlemlenen ve duyumsanan bilgiden anlamlar oluşturan özelliklere ilişkin ipuçları üzerinde yoğunlaşır. Bağlam içinde; extrinsic (dışsal) eleştiri, sanat yapıtının yapıldığı sosyo-tarihsel zamanlara ilişkin bilgileri araştırma yöntemidir (Aktaran: Alakuş, 2002: 83).

Dışsal inceleme yöntemi; sanat eserinin ortaya çıkışıyla eş olan atölye şartları ve etkilerini, sanatsal biyografiyi, mali desteği ve tarihsel dönemi içermektedir. Sanat tarihçileri burada aynı zamanda sanat eserinin dini, sosyal, felsefi, kültürel ve egemen olan bilgi düzeyini öğrenmek için psikolojik, psikanaliz ve diğer yaklaşımlardan türeyen yöntemleri uygularlar. Eleştiriyi bu bakımdan sınıflandırma elbette olayın yöntemsel yanıdır. Eleştiriyi asıl amaçları yönüyle sınıflandıran bazı kaynaklarda ise, dört çeşit eleştiri tarzından söz edilmektedir. Bunlar; “1. Akademik Eleştiri, 2. Pedagojik Eleştiri, 3. Basın Eleştirisi, 4. Popüler Eleştiri”dir (Boydaş, 1997: 115).

Sanat eleştirisi çalışması, dışsal ipuçlarını ya da sanat eserlerinin içeriğine yönelik ilgileri de kapsamaktadır. Ayrıca sanat eleştirisi öz değerlendirme yapmak ve sanat eserlerinin karşılaştırılması için kullanılır (Özsoy, 2003:173).

“Sanat eleştirisi, öğrencilere sanat eserlerinden anlam çıkarmada rehberlik eder. Dört basamaklı eleştiri süreci öğrencilerin algısal, çözümsel, yorumsal ve yargısal yetilerinin genişletilmesine yardım eder. Sanat eleştirisi bir sanat eserini incelerken, bir estetik yargıya varmadan önce, öğrencilerin konu, kompozisyon ve anlama dikkat etmelerine yardım eder. Eleştiriye yeni başlayanlar sık sık şu hataya düşerler; esere kısaca göz gezdirirler ve bakarak estetik bir yargıda bulunurlar. Dört aşamalı eleştiri süreci, öğrencileri eserin bütünlüğü içine daldırarak, onların estetik yargılarını geciktirir ve eser hakkında daha duyarlı tepki göstermelerine neden olur” ( Boydaş, 2004: 13).

Dört basamaklı sanat eleştirisi süreci, sanat eseri hakkında bir sonuca varmadan önce öğrencileri, eksiksiz bir görsel deneyim kazanmaya mecbur eder. Çocuk bu görsel deneyimi yaşarken edinmiş olduğu bilgiler yardımıyla eseri anlamaya ve onu derinlemesine analiz etmeye başlar. Sanat eleştirisi sürecinde adı geçen dört basamak şunlardır:

a) Betimleme b) Çözümleme c) Yorumlama d) Yargı

İlk iki basamak, betimleme ve çözümleme “objektif” ve “nesnel” olmak zorundadır. Yorumlar, yorumlama aşamasında yapılmalıdır. Betimleme aşamasında öğrenciler, sanat eserinde görülen bilgi objelerinin bir listesini çıkarır. Bu işlem öğrencilerin algısal, sezgisel süreçlerinin yavaşlatılmasına yardım eder. Listelenen bilgi objeleri objektif olarak ele alınmalıdır.

Çözümleme aşamasında öğrenciler, sanat eserinde bulunan tasarım elemanlarının ve tasarım ilkelerinin sanatçı tarafından nasıl kullanıldığını araştırır. Yorumlama aşamasında ise; sanat eserinden hangi iletiyi aldıklarını bulmaya çalışırlar. Yorumlama aşaması, daha önceki betimleme ve yorumlama aşamasından

elde edilen verilere dayanmalıdır. Fakat bu yorumlar her öğrencinin bilgi birikimine göre değişebilir, değiştirilebilinir. Sanat eleştirisinin aşamalarına bakacak olursak:

a) Betimleme

Sanat eserinde bulunan bilgi objelerinin ya da ön yapı elemanlarının tespiti ve tanımlanması demektir. Bu aşamada yapılacak ilk şey eserde görülen “görsel” ve “duyusal” bilgi objelerinin bir dökümünü çıkarmaktır (Boydaş, 2004: 43). Eserin nasıl bir sanat formuna sahip olduğu, ilk bakışta eserin yüzeyinde nelerin var olduğunu tanımlama aşaması da diyebiliriz. Bu aşamada “ne kadar küçük ve ne kadar önemsiz görünürse görünsün, yüzeyde görünüşe ulaşan her nesne listede yer almalıdır” (Boydaş, 2004: 43).

Eserde bulunan bilgi objelerinin dökümü olan bu aşamada, donuk ve mekanik bir anlatım tarzı can sıkıntısı yaratabilir. Bu sıkıntıyı ortadan kaldırabilmek; dersi daha akıcı, zevkli ve ilgi çekici hale getirmek için “bireyselleştirilmiş veya hikâyeleştirilmiş”(Alakuş, 2002: 87) bir yöntemin kullanılması tavsiye edilmektedir.

Bu aşamada esere yönelik bir takım sorular sorarak; eserdeki bilgi objelerinin tespitini yapabiliriz. Bu sorular; “Orada ne var? Ne görüyorsunuz? Bu hangi sanat formudur? Ana tema nedir? Hangi çizgiler etkindir? Etkin olan şekiller hangileridir? ( Kırışoğlu ve Stokrocki, 1997: 1.20) Hangi renkler var? şeklinde olabilir.

b)Çözümleme

Sanat eleştirisinin bu aşamasında, eserdeki sanat elemanlarının nasıl bir organizasyonla oluşturulduğu bulunmaya çalışılır. Sanat eserinin biçimsel düzenlenmesinde kullanılan sanat elemanlarıyla sanat ilkelerinin ilişkileri detaylı bir analizle çözümlenir. Elemanların nasıl bir anlayışla düzenlendiğini anlayabilmek, onların birbiriyle olan ilişkilerini kavrayabilmek için sanat ilkelerine olan dikkatin yoğunlaşması gerekir (Boydaş, 2004: 44).

Alakuş (2002: 87 ), ön yapı elemanlarının “algısal bir temeli” olduğunu buna rağmen tanımlama aşamasını, “sanat eserinin yapısını veya “kompozisyonunu” çözümlemede çocuk için daha da ileri bir adım olarak görmektedir. Ona göre: “simetri ve asimetri arasındaki ayrımı yapabilen, sanatçının ortamını fark edebilen ve renk ve çizgi niteliklerine duyarlı olabilen bir çocuk bir sanat eserinin biçimini ya da onun nasıl bir şekle geldiğini tartışabilir. Bu durum, öğretmenin çocukların tasarımın dili denilen sanatsal düzenleme öğe ve ilkelerini kullanıp kullanmadığının keşfi demektir.”

Betimleme ve çözümleme aşamalarının eleştirel tavrın gerçekleşmesi için zorunlu görülen ve sürekli bir dikkat gerektiren aşamalar olması bir takım tartışmaları da beraberinde getirmektedir. Her iki aşamada da Risatti (1987: 221) görsel ön yapı elemanlarını “anlama ve tanımlama” ile ilgili çözümleme türleri olarak görmektedir. Ön yargıları kabul etmeyen betimleme ve çözümleme aşamaları mesafeli, tarafsız bir bakış açısıyla; eleştirmenin ya da öğrencinin belirli ilke ve görüşlere saygılı olmasını zorunlu kılmaktadır.

Sanat eserinde kullanılan çizgi, renk, leke, ışık vb. gibi sanatsal ögelerin nasıl kullanıldığı, kendi aralarında nasıl bir ilişkinin söz konusu olduğu, çözümleme aşamasında yapılacak detaylı bir incelemeyi gerektirir. Bunun için de; “Renkler nasıl düzenlenmiştir? Uzam nasıl düzenlenmiştir? Işık ve renk değerleri nasıl oluşturulmuştur? Eserde hafif mi yoksa ağır bir hava mı egemendir? Eser hangi teknikle yapılmış? Hangi gereçler kullanılmış? Fırça darbeleri nasıldır?” (Kırışoğlu ve Stokrocki, 1997: 1.20) tarzında soruları kullanabiliriz.

c) Yorumlama

Sanat eserinin yorumlanması aşaması “sanat eserinin en heyecanlı ve en son, kişisel” aşamasıdır(Boydaş, 2004: 46). Betimleme ve çözümleme aşamalarında toplanan veriler, sanat eserinin yorumlanmasında kullanılacak en önemli belgelerdir.

Yorumlama daha çok, “eserden anlam çıkarma ve eseri başlı başına anlamaya yönelik bir süreç olup, özellikle duyusal bağlantılar, semboller, çağdaş ve tarihsel anlam ve yorumlardan ibarettir” (Alakuş, 2002: 88).

Yorumlama aşaması, önceki aşamalarda tespit edilen verilere dayalı bir aşama olduğu gibi; yorumlayanın bilişsel ve duyusal yeteneklerini de sergilediği ve eserin iletmeye çalıştığı tüm gizli ve açık mesajların deşifre edilmeye çalışıldığı önemli bir aşamadır da. Burada, eserde yer alan sembol ve simgesel anlam yüklü nesneler yorumcunun bilgileri dâhilinde irdelenir; sanatçı, zaman ve mekân boyutlarında ilişkilendirilir, tartışılır ve sonuçta bir anlama kavuşturulur ya da okuyucunun düşüncesine sevkedilir.

Yorumlama aşamasında daha çok şu sorular sorulabilir; “Sanat eserindeki tema nedir? Ne demek istemektedir? Renkler sizi duygusal yönden nasıl etkiliyor? Seyrederken kendinizi nasıl hissediyorsunuz? Esere dokunduğunuzda ne gibi bir his veriyor? Ne gibi bir tat veriyor? Nasıl kokuyor? Bu çalışmaya nasıl bir başlık verilebilir? Hangi simgeleri görmektesiniz? Renkler neyi simgeliyor?” (Kırışoğlu ve Stokrocki, 1997: 1.21).

d) Yargılama

Sanat eleştirisinin en son aşamasını oluşturan yargılama, daha önceki tüm aşamalarda elde edilen verilerin kullanıldığı bir aşamadır. Boydaş (2004: 47) daha önce elde edilen verileri üç aşamada toplar. Ona göre bunlar: “1. Gerçek veriler; 2. Görsel veriler; 3. Anlatımcı verilerdir.

Yargılama aşamasında “bilinçli bir tercih”te bulunularak, sanat eserinin neden değerli ve güzel olduğu, niçin önemeli olduğu ya da ünlü olduğu kesin bir yargı ifadesiyle açıklanır. Böyle bir yargıda bulunabilmek için, bir sanat eserinin ya da bir sanat olayının veya olgusunun neden sanat olarak kabul edildiğini açıklamak gerekir.

Bunun için de bazı değerlendirme/beğeni ölçütleri veya sanat kuramlarına gereksinim duyulur. Bir sanat eserini başarılı kılan ya da onu sanat olarak kabul ettiren düşünceleri Boydaş (2004: 48) şu şekilde değerlendirmektedir:

Bazı eleştirmenlere göre eseri başarılı kılan reel yapıdır. Onlara göre, bir sanat eserindeki en önemli şey konunun gerçeklik açısından sunuluşudur. Gene onlara göre bir sanat eseri hayatı taklit etmelidir. Bir eseri iyi olarak nitelendirmeden önce hayata benzemelidir. Onların teorisine ‘yansıtmacılık’ adı verilir. Öte yandan, başkaları bir sanat eserinin başarılı sayılması için görsel özelliklerinin baskın olmasını iddia ederler. Böyle düşünenler bir sanat eserinin en önemli özelliğinin sanat elemanlarının sanatın ilkelerine göre düzenlenmesinde olduğunu iddia ederler. Bu teorinin adı ‘biçimcilik’tir. Bu kuram sanat eserinde kullanılan sanat elemanlarının (renk, çizgi, doku, valör, espas, biçim) ve bunların arasındaki ilişkilerin sanatçı tarafından başarılı bir şekilde işlenmesi olarak kabul eder. Bu elemanları başarı ile kullanan eser başarıya ulaşmıştır denilebilir. Öte yandan başkaları bu iki görüşü inkâr ederler. Onlara göre izleyici ile iletişim kuramayan hiçbir düzenleme sanat olarak kabul edilemez. Dışavurumcu, anlatımcı özellik en önemli yanıdır sanat eserinin. Onların savunduğu teorinin adı ‘anlatımcılık’tır. Ve anlatımcılıkta hisler, ruh halleri, heyecanlar, ister anlatılsın ister ifade edilsin çok önemli yer tutar. Sanat eseri tarafından izleyiciye iletilen ruh halleri, onların görüşünde önemli bir yer tutar. Eserin tinsel içeriği, arka planı daha önemlidir. Bu üç sanat teorisi, sanat eserindeki farklı estetik özellikleri ararken çok yararlı olabilir.

Eleştiri aşamasının son durağını oluşturan yargılamada “kesin hüküm” okuyucuya ya da izleyiciye bırakılmalıdır. Sanat eseriyle ilgili tüm detaylı incelemeler yapıldıktan sonra, eserin; estetik kuramlardan hangisine ya da hangilerine daha yakın olduğu belirtilerek eleştiri sonlandırılmalıdır. Uzman olmayan kişiler tarafından yapılan eleştirilerde elbette böyle bir yaklaşım tarzını beklemek doğru olmaz. Onlar, bir sanat eserini başarılı ya da başarısız, iyi ya da kötü, güzel ya da çirkin vb. gibi sıfatlar takarak yargılarlar. Lowry (1972: 248)’ e göre sanatçının sanat kabiliyeti hakkında verilecek hüküm, “doğrudan doğruya ve açıkça” görsel duyarlılığa bağlıdır.

Bir sanat eserini eleştirirken gelinen en son aşamada öğrencilerden; eserin hangi estetik kuram ya da kuramlara göre niçin önemli ya da değerli ve güzel olduğuna dair yargılarını belirlemek için şu sorulabilir:“Sizce bu resim neden güzel? a) Gerçeğe uygun yapıldığı için; b) alışılmışın dışında renkler kullanıldığı için; c)

Duyguları açığa vurduğu için; d) Bir şeyler anlattığı için; e) hiçbiri” (Boydaş, 2004: 57).

2.6. Sanat ve Eğitim

İnsanoğlu, ilk çağlardan itibaren duygularını ve düşüncelerini; çizgilerle, renklerle değişik simge ve semboller halinde farklı malzemeler üzerine yansıtmışlardır. İnsanoğlunun kutsal olduğuna inanılan bu çabaları günlük yaşantılarında önemli bir yer tutmuştur. Sanat, bugün insanoğlunun bu yaratıcı serüvenini açıklamaya ve hatta devam ettirmeye çalışan önemli bir kavramdır.

Sanat, insanlık tarihi kadar eski olan bir kavramdır. Her toplumda ya da insanın olduğu her yerde, kendine özgü bir sanatsal süreç yaşanmıştır. Sanat bir etkinlik olarak ya insanın maddi çevresini oluşturmada görsel bir öğe veya sezginin bir objektivasyonu olarak karşımıza çıkmış ya da bilinçaltının, içgüdüselliğin etkisi altında kendisini sürekli olarak beslemiştir.

Sanat kavramının nasıl ortaya çıktığını veya sanatın ne olduğunu araştırmaya kalkarsak insanlık tarihinin başlangıcına kadar, ilkellere kadar inmenin zorunluluğu ile karşılaşırız. Bugün yapılan tanımlamalara bakacak olursak sanat kavramının sırf kavram olarak o kadar da eskilere dayanmadığı bilinmektedir. İnsanlığın ilk zamanlarından itibaren yaptığı işe “sanat” adının verildiği bir olguya rastlayamayız. Sanat kavramıyla ilgili ilk tarihsel tartışmaların 19.yüzyılın sonlarında yapıldığı görülmektedir. Fakat sanatın kesin ve bilimsel bir sınırlandırılmasının yapılamadığı anlaşılmaktadır.

Sanat kelimesinin Latincede Arts, zanaat veya uzmanlık anlamlarında kullanıldığı aynı zamanda kitap okuma, astroloji, sihir ve büyü gibi anlamlara da geldiği (Erbay,1997: 5) söylenmektedir. Ayrıca Erbay kitabında, Rönesans dönemi İtalyası’nda “sanat” yani “arts” kelimesinin eski anlamıyla kullanıldığını yazmaktadır. Ve Rönesans dönemi sanatçılarının, ressamlarının ve heykeltıraşlarının