• Sonuç bulunamadı

57).

2.6. Sanat ve Eğitim

İnsanoğlu, ilk çağlardan itibaren duygularını ve düşüncelerini; çizgilerle, renklerle değişik simge ve semboller halinde farklı malzemeler üzerine yansıtmışlardır. İnsanoğlunun kutsal olduğuna inanılan bu çabaları günlük yaşantılarında önemli bir yer tutmuştur. Sanat, bugün insanoğlunun bu yaratıcı serüvenini açıklamaya ve hatta devam ettirmeye çalışan önemli bir kavramdır.

Sanat, insanlık tarihi kadar eski olan bir kavramdır. Her toplumda ya da insanın olduğu her yerde, kendine özgü bir sanatsal süreç yaşanmıştır. Sanat bir etkinlik olarak ya insanın maddi çevresini oluşturmada görsel bir öğe veya sezginin bir objektivasyonu olarak karşımıza çıkmış ya da bilinçaltının, içgüdüselliğin etkisi altında kendisini sürekli olarak beslemiştir.

Sanat kavramının nasıl ortaya çıktığını veya sanatın ne olduğunu araştırmaya kalkarsak insanlık tarihinin başlangıcına kadar, ilkellere kadar inmenin zorunluluğu ile karşılaşırız. Bugün yapılan tanımlamalara bakacak olursak sanat kavramının sırf kavram olarak o kadar da eskilere dayanmadığı bilinmektedir. İnsanlığın ilk zamanlarından itibaren yaptığı işe “sanat” adının verildiği bir olguya rastlayamayız. Sanat kavramıyla ilgili ilk tarihsel tartışmaların 19.yüzyılın sonlarında yapıldığı görülmektedir. Fakat sanatın kesin ve bilimsel bir sınırlandırılmasının yapılamadığı anlaşılmaktadır.

Sanat kelimesinin Latincede Arts, zanaat veya uzmanlık anlamlarında kullanıldığı aynı zamanda kitap okuma, astroloji, sihir ve büyü gibi anlamlara da geldiği (Erbay,1997: 5) söylenmektedir. Ayrıca Erbay kitabında, Rönesans dönemi İtalyası’nda “sanat” yani “arts” kelimesinin eski anlamıyla kullanıldığını yazmaktadır. Ve Rönesans dönemi sanatçılarının, ressamlarının ve heykeltıraşlarının

kendilerini “craftsman” yani “zanaatçı” olarak gördüklerini de belirtmektedir. Bu kavramların 17. yüzyıla kadar bir problem oluşturmadığını belirten Erbay, 18. yy sonlarına doğru Güzel Sanatlar (Fine Arts) ve Yararlı Sanatlar (Useful Arts) kavramları arasında bir ayrımın yapılmaya başlandığını ve 18. yy’da “Fine Arts” teriminin kullanılmaya başlandığından söz etmektedir (Erbay,1997: 6).

Sanat kelimesi, Oxford sözlüğünde; Fine Arts kelimesinin İngilizce bir kelime olan ve bu Fransızca kelime ile aynı anlama gelen “Beaux Arts” kelimesinin çoğulu olduğu yine Erbay (1997: 6) tarafından bize aktarılmaktadır.

Görsel çevrenin insan psikolojisi üzerinde nasıl bir etki uyandırdığı, nesnelerin onları izleyenlerde nasıl bir görünüm kazandığı toplumdan topluma, kültürden kültüre farklılıklar gösterir. Dolayısı ile sanat anlayışları, estetik hazları birbirinden farklı toplumsal sınıflar ve kültürler vardır. Bu farklılıklar arasında ortak bir sanat tanımının yapılması neredeyse imkânsızdır.

Sanat, duygu ve düşünce arasındaki karşılıklı ve iç içe geçmiş bağlantıyı vurgular. İnsanın bu iki yönünün uyumunun sağlanması, bir anlamda eğitimin de temel amaçlarındandır ve tüm eğitim süreçlerini daha etkili kılabilecek bir güce sahiptir. Sanat eğitimi, algılama, imgeleme, düşünme ve bedensel eylemlerin de kullanıldığı etkin bir süreci ifade eder.

Sanatın çok sayıda tanımı vardır, bu da sanatın tanımının yapılamadığının göstergesidir. Sanatla ilgilenen düşünürlerin sanat hakkında çelişik şeyler söylemeleri kafaları iyice karıştırmıştır. Sanatı güzel ve güzellikle özdeşleştiren, kökeni antik dönemlere kadar inen anlayış ve görüşler; sanatın “güzel” kavramından vazgeçemediğini göstermektedir. Croce, sanatı, ne olduğunu tam anlayıp anlatamadığımız bir sezgi olarak tanımlamaktadır (Güvenç,1997: 33).

Sanatta herkesin kendi tanımını ortaya sürdüğünü ve bunun günümüzde de devam ettiğini görmekteyiz. Estetikçiler, sanatın tanımı konusunda ikiye ayrılmış durumdalar. Kimi estetikçiler sanatı, kullanılabilir yetenek olarak estetik bir zevk

olarak doğduğunu savunurken kimi estetikçilerinde sanatın, ifade, iletişim yöntemi, teklif ve yaratıcılık olabileceğini söylemektedir (Erbay,1997: 6).

Sanat kavramının, çağlara göre çok değişik anlamlar kazandığını söyleyebiliriz. Bazen, ilkellerde korkuların ve temel ihtiyaçların zorladığı mağara duvarlarına ya da ceylan derilerine çizilen şekiller, bazen doğaüstü olayların kendisini korku ve hayranlıkla izleyen insanlarda oluşturduğu imgenin nesnelleşmesi, kimi zamanda bir oyun aracı olan sanat; hem felsefenin, hem estetiğin hem de sanat tarihinin sürekli olarak kıskacı altında kalmıştır.

“Sanat; bir duygunun, bir tasarının veya güzelliğin ifadesinde kullanılan yöntemlerin tümü ve bu yöntemler sonucunda ulaşılan üstün yaratıcılık gücüdür. Sanat; insanla nesnel gerçekçilik arasındaki estetiksel ilişki, hoşa giden uyumlar yaratma çabasıdır” (Erbay,1997: 5).

Rus edebiyatının önde gelenlerinden Tolstoy, sanatı; “insanın, bir zamanlar yaşamış olduğu duyguyu, kendinde canlandırdıktan sonra, aynı duyguyu başkalarının hissedebilmesi için, hareket, ses, çizgi, renk ya da sözcüklerle ifadesi olarak” tanımlamaktadır. B.Croce ise sanatın tanımını, “bize gerçekliğin görüntüsünün kopyasını gösterir” diyerek yapmaktadır. Andrew Bringhton ve Nicholas Pearson ise sanatı, “çok özel insanlar tarafından yapılan, çok özel faaliyetler” olarak tanımlamaktadır. Sanat bir konuşma dilidir. Bu dil sanat eserinin çıktığı ve ulaştığı çağa aittir. Sanat, sürekli değişen ve yenilik getiren yaratmaların ürünüdür. Fransız sanat bilimcisi Charles Lalo sanat “hayattan uzak veya hayata yakın değil, hayatın içinde olmak zorundadır” (Erbay,1997: 5) derken sanatın yaşamda vazgeçilmez bir ihtiyaç olduğunu vurgulamaktadır.

Sanat, insancıl duyguların gelişmesine katkıda bulunurken aynı zamanda toplumsal gerçeklerden kaynaklanan ve bu gerçekleri yansıtan, yönlendiren ve onlara ışık tutan kültürel bir olgu olma özelliğine de sahiptir. Duyguları arıttığı, insanı rahatlattığı ve güzellik boyutu nedeniyle haz verdiği için, insanın daha verimli, daha

dengeli olmasını sağlar, insancıl davranışların ve sevgi duygusunun gelişmesi için önemli bir ortam hazırlar (Armağan, 1992: 306).

Günümüzde sanat denince daha çok plastik ve görsel dediğimiz sanat alanları akla gelir. Bu alanların en temel özelliği özgün oluşları ve estetik bir beğeni oluşturma çabalarını gütmeleridir. Bu özelliklerden yola çıkarak sanatı, insan ile doğadaki nesnel gerçekler arasındaki estetik ilişkinin bir tezahürü olarak görebiliriz.

Artut (2000: 19), sanatı tanımlamaya çalışırken estetik bir çabadan bahseder. Ona göre insan düşüncesinin en doğal, en kuvvetli gereksinimi eşya ve olaylara estetik bir düzen verme çabasıdır. Bu çaba sonunda insan, içinde bulunduğu karışıklık ve düzensizlikten kurtulur. Kendi varlığını anlaması adına bir düzen- kompozisyon içine girer. Bu açıdan sanat, bir düzenleme, bir sezgi olayıdır.

Aytaç (1981: 11), sanatın tanımını, insanın doğa karşısındaki etkileşiminden yola çıkarak yapmaktadır. Ona göre sanat, “İnsanların, doğa karşısındaki duygu ve düşüncelerini çizgi, renk, biçim, ses, söz ve ritim gibi araçlarla güzel ve etkili bir biçimde, kişisel bir üslupla ifade etme çabasından doğmuş ruhsal bir faaliyet”tir.

Erkul (1996: 267), sanatı; insanların bağımsız düşünmelerine, yaratıcı ve üretici olmalarına katkıda bulunduğu için özel bir özgürlük aracı olarak görmektedir.

Herbert Read (1981: 8)’e göre sanat “bir anlatım tarzıdır” ve bu anlamıyla bir mesaj taşır. Aynı zamanda sanat “bir bilgi tarzıdır” bu anlamıyla da insana yararlı bilgiler sunar. Bu bilgiler, “bilim ya da felsefe dünyasındaki bilgiler” kadar değerlidir.

Sanat, aynı zamanda bir iletişim aracıdır. İnsanın yönünü bulmasını sağlar. Sürekli gelişen ve bu gelişimiyle içinde bulunduğu çevreyi değiştiren insanoğlu sanatın büyüsünü keşfettiği günden bugüne kullanmaya devam ederken içinde sakladığı gizemini geleceğe taşımanın yolunu da bulmuştur.

Her dile, her göze ve her kalbe farklı bir tat, farklı bir ses ve koku bırakan sanat eserlerinin gerçekte sakladığı sırlarının deşifresi, ancak ve ancak verilecek iyi bir sanat eğitimi ile mümkün olacaktır.

2.6.1. Sanat Eğitiminin Amaçları

Sanat eğitimi, toplumun birçok kesimi tarafından salt bir yetenek, bir uygulama dersi gibi algılanmaktadır. Sanat eğitimi dersinin çocuğun gelişimi için son derece önemli bir yere sahip olması gerçeğinin toplum tarafından algılanamamış olması, alan uzmanları tarafından sürekli olarak dile getirilmektedir.

Sanat eğitimi; kişiye estetik yargı yapabilme konusunda yargı yapabilme konusunda yardımcı olmayı amaçlarken, yeni biçimleri hissedip, eğlenmeyi ve heyecanlarını doğru biçimde yönlendirmeyi öğretir. Demek ki sanat eğitimi, sanatçı yetiştirmeye değil; yetiştirmek durumunda olduğu her kişiyi yaratıcılığa yöneltip, onun bilgisel, bilişsel, duyusal ve duygusal ihtiyaçlarını karşılamaya yönelik bir amacı gütmektedir.

Sanat, ruhsal boşalmayı ve rahatlamayı da sağlamaktadır. Sanat, insancıl davranışların ve sevgi duygusunun gelişmesi için önemli bir ortam hazırlayarak insanın dengesini bulmasına da yardımcı olur. Sanat, önemli bir eğitim aracı olarak, eğlenirken düşündürür, bilgilendirir, bilinçlendirir, sevmeyi ve sevilmeyi öğretir.

“Sanat eğitimi (Görsel Sanatlar) dersi çocuğun yağlıboya, suluboya, guaj gibi teknikleri öğrenmesi için, ya da ressama benzemesi için, biraz resimden anlaması için yapılan bir uğraş değildir. Çocukların hepsini ressam, grafik sanatçısı, heykeltıraş ya da tasarımcı yapmak için de konulmamıştır(elbette bu alanlara ilgi duyanlar sanat eğiticisi tarafından belirlenip, geliştirilecektir). Hele hele yalnız yetenekliler için düşünülmüş bir ders hiç değildir” (Telli, 1996: 41).

Sanat ve sanat eğitimi, ciddi bir uğraştır. Bilim ve teknikten sonra gelmez, ama onlardan da soyutlanamaz. Hem sanatsal hem de bilimsel tavır gerektirir. Sanat ve sanat eğitimi, birey ve toplum için bir lüks değildir, zorunlu değil ama doğal bir gereksinimdir.

İnsanlık var oluşundan bugüne dek bilinçli ya da bilinçsiz sürekli bir şeyler üretmiştir ve üretmeye de devam etmektedir. Sanat eserinin bir anlamının da, insanın duygu ve düşüncelerinin somut bir nesne üzerinde görselleştirilmesi olduğunu düşünürsek, canlı bir organizma gibi sürekli olarak yaşadığını ve izleyen tarafından yaşatıldığını da söyleyebiliriz. Bu organizmanın bilinenin aksine daha içerikli ve sembolik bir arka plana sahip olduğunu söylemek yanlış olmaz. Kültürler, geçmişle gelecek arasındaki en sağlam köprüdür. Sanat da din, dil, tarih gibi kültürü oluşturan en önemli unsurdur. Hem toplumu besler hem de toplumdan beslenir. Toplumun birer ferdi olan bireyler aldıkları sanat eğitimi sayesinde, geçmişten geleceğe birer kültür köprüsü olma özelliğine sahiptir. İçinde yaşanılan toplumun, neredeyse, şifreleşmiş geleneksel yapısının bilinmeden alınmaya, anlatılmaya ya da farklı biçim ve formlara dönüştürülerek geleceğe taşınmaya çalışılması birçok güçlükleri de beraberinde getirecektir.

Sanat eğitimi sadece içinde bulunulan zamanı değerlendirmez. Kendisinden önce ve sonrayı da kapsamı ve hedefi içine alır. Eğitiminden geçirdiği bireye, bireyin kendine has yetenek ve becerilerini kullanma fırsatı yaratır. Bu anlamda birey geçmişle, içinde bulunduğu zaman içerisinde objektivasyonunu gerçekleştirir. Sanat eğitimi yalnızca eser üreteni değil, eserden anlayan, ondan gelen mesajı çözümlemeyi bilen az çok sanatın dilini kavramış izleyiciler de yetiştirir. Birey, sanat ya da sanat eğitiminden aldığı bilgi ve estetik hazla, toplum ve kendi için en faydalı olanı bularak aktif hale gelmelidir. Sanat eğitimi tüm bu özellikleri oluşturabilecek niteliklere sahip bir disiplin olmak durumundadır.

Sanat öyle bir olgudur ki; onun bünyesinde sanatçının içtepileri gelişigüzel vücuda geldiği gibi, bilinçli bir yapılanmayla da kendini ifade etmektedir. İster eğitimli ister eğitimsiz eller tarafından vücuda getirilsin, bir sanat eseri içinde farklı

duygu ve düşünceleri barındırır. Onun en estetik en gizemli yanı da budur. Semboller, simgeler, imler, imgeler, metafor ve diğer gizemli kavramların çoğu, eseri üreten tarafından esere yüklenen anlamı zenginleştirir. Bunları anlamak, yorumlamak belli bir çabayı, bilgiyi gerektirir. Sanat eğitimi bireylere verdiği eğitimle sanatın bu gizemli yönünü çözme, yorumlama ve anlama fırsatını da vermektedir.

Özsoy (2003: 21)’un Amerikalı görsel sanatlar eğitimcisi Eliot W. Eisner’den yaptığı alıntıda belirttiği şekilde,” ilk olarak; çeşitli iş, çalışma alanlarıyla çevreli bir toplumda güzel sanatların en önemli katkısı belki de, sanata özgü bir deneyim alanına dikkatleri çekerek hayatı canlandırma yeteneğidir. İkinci olarak; eğer gerçekten sanat önemsenecek bir şey ise, o zaman onu hayata kendi tadını sunan bir değer, bir kalite olarak görürüz. Araçlar, enstrümanlar olarak hem nesneleri hem de bizim dışımızdaki diğer insanları korumaya ve desteklemeye niyetli bir toplumsal düzende, güzel sanatlar hayatın açısal olmayan yönlerine dikkatleri çeker. Görsel sanat eserleri, görsel olarak incelen bir biçimdir ve eserin ritmi, şekli, çizgileri ve rengi kişiyi başka alanda beklide bulamayacağı bir nitelik, bir kalite gezintisine çıkarır”. Sanat eğitimi sayesinde nesnelere ve olaylara daha dikkatle bakmayı ve bu bakış sonucu daha duyarlı tepkiler vermeyi, nitel değerleri kavramayı başarırız.

Sanatı, eğitimin “temel taşı” olarak gören Karakurt (1990: 44 ) bilinçli bir sanat eğitimi sonunda toplumların refaha ulaşması ve kalkınmasında istenilen hedeflere daha kolay ulaşabildiğini bunun örneklerinin de kalkınmış ülkelerde görüldüğünü söylemektedir.

Etike (1995: 15)’ye göre : “ Sanat eğitimi, insanın duygu, düşünce, yeti ve yeteneklerini bir bütün olarak geliştirmeye yönelik yapıcı ve yaratıcı etkinlikleri kapsar. Sanat eğitimi, sanatçı eğitimi de değildir. Sanat eğitimi her şey değildir, ama çok şeydir. Önemli bir görevi üstlenen sanat eğitiminin amacına ulaşması için, temel ilkesinin çok iyi belirlenmesi gerekir”.

Sanat eğitiminin örgün ve yaygın eğitim içindeki tanımını şöyle yapmak mümkündür: “Kişinin duygu, düşünce ve izlenimlerini anlatabilmek, yetenek ve

yaratıcılığını estetik bir seviyeye ulaştırmak amacıyla yapılan eğitim faaliyetlerinin tümü”(Erkul, 1996: 266).

Sanat Eğitimi ya da Görsel Sanatlar dersinde çocuğa kazandırılması gerekenler sadece uygulamalarla sınırlı değildir. Sanat eğitimi ile estetik kişilik kazandırmak, sanatları tanıtmak, uygulamalar yaptırmak, sanattan anlayan ve ondan haz alan bir kuşak yetiştirmek temel alınır. İlerde hangi mesleği seçerse seçsin sanat eğitimi dersi alan çocuk, çevresinde olup biten her şeye ve içinde bulunduğu kültüre ve diğer kültürlere bilinçli bir tepki verir ve gereken saygıyı gösterir.

Görsel sanatlar eğitiminin tüm bireyler için gerekli olduğu, hatta bu gereksinimin bireylerin en temel haklarından biri olduğu birçok bilim adamı tarafından dile getirilmektedir. Yetenekli ya da yeteneksiz tüm bireylerin görsel sanatlar eğitiminden geçmesi ile kazanılacak önemli beceri ve bilgiler uygulamanın yanı sıra olup bitenlere karşı birer uyarıcı niteliği de taşımaktadır. Özsoy (2003, 51) bu konuda, “Gittikçe gelişen teknolojik çevremizde duygusal verilerle beslenmiş, algılama, anlamlandırma, anlama, değerlendirme yeteneği gibi uyarıcılar önemli hale gelmektedir. Bilmeliyiz ki görsel sanatlar bütün öğrencilerin imge ve simge yüklü bir dünyanın anlamını çözmeleri ve onu anlamaları için çok çeşitli yeteneklerini geliştirmelerine yardım eder”.

Sanat eğitimi bireyleri, içinde bulunduğu topluma karşı da sorumluluk sahibi kişiler olarak yetiştirmeyi amaçlar. Yani toplum açısından da sanat eğitiminin gerekli olduğunu söylemek yanlış olmaz. Toplum din, dil, tarih, kültür vb. gibi değerlerin bir arada bulunduğu bir canlılık içerisindedir. Bu yapı içerisinde varlığını sürdüren birey entelektüel gelişiminin ihtiyaçlarına en üst noktada eleştirerek ya da yaratarak cevap vermek ister. Toplumsal yapı içerisinde üretimin nitelikli olabilmesi birey tarafından yapıyı oluşturan değerlerin anlaşılmasından geçer. Sanat eğitimi bireye bu imkanı veren, bireyde eleştirel düşünceyi oturtarak, imgelem dolu dünyadan haz alacağı bir dünyaya yine kendi imgelemini oluşturarak dalmasını sağlar. Sanat eğitiminin toplum için yararlarını, amaçlarının bazılarını incelediğimizde görebiliriz. Özsoy

(2003: 49), toplumsal yararlar gördüğü sanat eğitiminin bazı amaçlarını şu şekilde sıralamaktadır:

• İnsanoğlunun geçmişteki ve günümüzdeki deneyimlerini anlamak,

• Uyumlu olmayı ve diğer insanların düşünme, çalışma ve kendilerini açıklama yollarına saygı duymayı öğrenmek,

• Her insana özgü çözümlemeli, gelişime açık ve açıklama sırası getiren araçlar sunan sanatsal problem çözme tarzlarını öğrenmek(örneğin, öğretme sanatı ya da politika sanatı dememizin nedeni gibi),

• Kültürü yaratma ve yansıtma gücünde; günlük hayatta kullandığımız bütün tasarımların gözde bıraktığı estetik etkisinde; eylem ve düşüncenin içinde yer aldığı zengin dünyasıyla; içinde her bir eserin bağımsız olduğu sanatın etkilerini anlamak, • Standart cevapların olmadığı biçimde karar almak,

• Sözel olmayan iletişimi çözümlemek, kültürel ürünler ve sorunlar hakkında bilgili yargılar yaratmak,

• Düşünce ve duyguları tarz değişikliği içinde iletmek, onlara sınırsız derecede bir güçle kendilerini açıklama ortamı sunmak.

Sanat eğitimi, tüm insani değerlerden haz duyan, kendisini ve diğer insanları seven, duygularını başka insanlarla paylaşabilen, toplumsal bir varlık olma bilincini ve sorumluluğunu taşıyarak toplumla bütünleşmiş ve çağdaşlaşma sürecindeki toplumsal normlara uyabilen, yaratmanın hazzına varabilen, eleştirel becerisi gelişmiş, yapıcı, zihinsel ve duygusal gelişimi sağlıklı ve dengeli bir kişilik geliştirmeyi amaç edinmektedir.

2.6.2. Sanat Eğitiminin Gerekliliği

Sanatın önemli işlevlerinden birisi de insanı çevresiyle bütünleştirip, insanlarla ve doğayla kaynaştırmasıdır. Sanat aynı zamanda bir toplumsallaştırma aracıdır. İnsanları ortak değerler etrafında bir araya getirerek sağlıklı ilişkiler içine girmesini sağlar. Sanatla toplum arasındaki bağın kurulması kaçınılmaz bir gereklilik (Armağan, 1992: 307) olarak gözükmektedir.

Sanat, insanın bilgisizliğini çevreleyen uçurumlar üzerine attığı ilk köprü olmuştur. Bütün bilimlerden önce, korkuların ve bilinmezliklerin “boğuntusu” olan insanın yardımına gelmiştir (Billiet, 1996: 51–52 ).

Bir insanın bilincinde aracısız olarak doğan ve anlam kazanan sanat eseri, toplumun ya da içinde yaşadığı dönemin genel kültürüyle de bütünleşerek gelişmektedir. Bu gelişimi kişinin arzuları ve toplumun istekleri etkilemektedir (Read, 1981: 105). Sanat eğitimi yoluyla birey, hem kişisel arzularını tatmin edecek hem de toplumsal isteklere cevap verebilecek nitelikte bir donanıma sahip olabilecektir.

Sanat eğitiminin insan hayatında çok önemli bir yere sahip olduğu bilinmektedir. Her yaştaki bireyin yaratıcı güç ve yeteneklerini eğitmek, estetik haz ve düşünce bilincini örgütlemek ayrıca, sosyal ilişkileri ayarlamayı, işbirliği ve yardımlaşmayı, doğruyu seçmeyi ve ifade edebilmeyi, bir işe başlayıp bitirme sevincini tatmayı ve üretken olmayı sağladığı için sanat eğitimi gereklidir.

Teknolojinin baş döndürücü bir hızla insan hayatına girdiği ve bu nedenle kültürel ve psikolojik değişimlerin yoğun bir şekilde yaşandığı yüzyılımızda, daha çok araştırmayı seven, özgün ve yeni yaratımlarda bulunabilen, estetik bilinci açık ve eleştirel düşünceye sahip bireylere ihtiyaç duyulmaktadır. Güzel sanatlar, bir yandan nitelikleri yönünden çalışma ve uygulama süreçlerinin buluşa, yaratıcılığa, özgür çalışmalara, özgür düşünme biçimlerine açık olmasından; bir yandan da zaman, yer, çalışılan konu, araç-gereç sınırlılıkları gibi belli sınırlar ve belli bir disiplin gerektirdiğinden eğitim sistemi içinde önemle yer verilmesi gerekmektedir. Yaratıcı yetinin geliştirilmesi için en uygun alan ve en uygun etkinlikler, güzel sanatlar alanında, bu alana ilişkin eğitim ve süreçlerindedir (Buyurgan,1996: 20).

Sanat eğitimi, yalnızca sanatsal uğraşlarda özel yeteneği olanlara yönelik olmayıp, okul öncesinden başlayıp tüm yaşam boyunca çeşitli katagori ve aşamalarda sürdürülecek, her yaş ve düzeydeki, sağlıklı ya da özürlü, tüm çocuk ve yetişkinler için düzenlenen çok boyutlu yaratıcı eğitim sürecidir (San, 1987: 7).

Freud’un başını çektiği psikanalistçi yaklaşıma göre; kişisel bunalımlarını, karabasanlarını, kendinde olumsuz etki yaratmadan aşabilen ve bu yolla bir rahatlık verebilen ve hoşnut kalmasını sağlayan her şey sanattır (Erinç,1998: 36). Sanatın

ruhsal dengeyi sağlamada, iç gerilimi yumuşatmada ve yürütülen sanatsal faaliyetlerin ruhsal bozuklukların tedavi edilmesinde ne denli etkili olduğu, yapılan klinik çalışmalarında ve bilimsel araştırmalarda görülmektedir. Sanat ve sanat eğitimi aracılığıyla, duyuların doyuma ulaştırılması, bir anlamda bireyin dış etkiler nedeni ile bozulan iç organik durumunun yatıştırılması mümkündür.