• Sonuç bulunamadı

2.1. Ekonomik Büyüme

2.1.1. Ekonomik Büyüme Kavramı

Ekonomik büyüme kavramı iktisatçıların her dönemde ilgisini çekmiş ve gerek gelişmiş gerekse gelişmekte olan ülkeler açısından, gerçekleştirilmesi gereken en önemli amaçlardan biri olarak görülmüştür. Literatürde ekonomik büyüme kavramı için çok çeşitli tanımlamalar yapılmaktadır.

İşgücü, doğal kaynaklar, sermaye gibi ekonomik değerlerdeki fert başına bir yıldan diğer yıla doğru daha yüksek gelir sağlayacak şekildeki artışlara ekonomik büyüme adı verilmektedir (Ülgener, 1976; 409).

Ekonomik büyüme; kişi başına düşen reel gayri safi yurtiçi hasıladaki artış ya da ekonomide gerçekleştirilen üretim miktarındaki genişleme veya mal ve hizmet üretiminde kullanılan ekonomik kaynakların daha etkin (verimli) olarak kullanılmasıdır (Kibritçioğlu, Dibooğlu, 2001; 1).

Basit bir tanımlamayla ekonomik büyüme; mal ve hizmet üretim kapasitesindeki genişlemedir ve reel GSYİH’daki artışa bağlı olarak ölçülmektedir (Parasız, 1997; 4).

Bir ülkede üretilen mal ve hizmet miktarının zaman içinde artmasına ekonomik büyüme denilmektedir. Ekonomik büyüme, bir ülkede yaşayan insanların yaşam standartlarını sürekli biçimde yükseltmenin tek yoludur. Bu nedenle tüm ülkelerin, temel makro ekonomik hedeflerinden biri hızlı bir iktisadi büyüme gerçekleştirmektir. Ekonomik büyüme; stok, akım ve değişkenlerde gövde ve hacim olarak artışları ifade etmektedir. Bu artışlar meydana gelirken beşeri ve fiziki sermaye birikimi ile teknolojik gelişme ekonomik büyümeye kaynak oluşturmaktadır. Büyümenin gerçekleşebilmesi için bu üç kaynağın birlikte çalışması gerekmektedir. Bu kaynakların birlikte çalışması, verimlilik artışı ve teknolojik gelişme ilişkisi çerçevesinde büyümeye artan oranda etki yapmaktadır (Yılmaz, 2005; 63).

“Ekonomik büyüme, kişi başına reel (yani fiyat değişmelerinden arındırılmış) hasıladaki artışları ifade eder. Bu artışlar, ancak uzun dönemde ülkenin üretim ölçeğinin veya potansiyelinin genişlemesi veya daha üretken kullanılması sayesinde (yani üretim faktörlerinin miktarlarındaki ve/veya üretkenliklerindeki artışlarla) ortaya çıkarılabileceğinden, ekonomik büyüme yalın bir anlatımla bir ülkenin üretim olanakları eğrisinin dışarıya veya uzun dönem toplam arz eğrisinin sağa doğru kaymasıyla ortaya çıkar” (Kibritçioğlu, 1998; 1).

Üretim imkanları eğrisinin dışa doğru kaymasının nedenleri; malların üretiminde kullanılan teknolojik ilerlemeler, bu malların üretiminde çalışan işçilerin verimliliğinin artması ve üretimin gerçekleştiği sanayi dallarında kapasite kullanımının artması şeklinde açıklanabilir. Büyümenin kalıcı olabilmesi için bu mallara yönelik dış talepte bir artışın olması gerekmektedir (Eğilmez, Kumcu, 2004; 125).

İktisadi gelişme basit bir üretim artışı olarak anlaşılmamalıdır. Bir depresyon, ya da iktisadi durgunluk devrini izleyen yıllarda, işsizliğin azalıp mevcut üretim kapasitesinin daha yüksek oranlarda kullanılmasından doğan üretim artışları “ekonomik büyüme” ya da “kalkınma” sayılamazlar. Böyle bir durumda, sadece mevcut üretim faktörlerinin ve kapasitesinin daha az atıl bırakılmasından doğan bir

üretim artışı söz konusudur ve bu artış tam kapasite ile çalışma safhasına ulaşılınca duracaktır. Bu bağlamda, ekonomik büyümeyi fiili üretim artışlarından çok “üretim kapasitesindeki artışlar” olarak tanımlamak daha doğru olacaktır (Kıraçlar, 2005; 13).

Klasik iktisadi teoride yer alan temel üretim faktörleri; emek (kas gücü), sermaye (fiziki sermaye), doğal kaynaklar ve müteşebbis şeklinde tanımlanmaktadır. Söz konusu üretim faktörleri ile bugünün iktisadi olaylarını açıklayabilmek mümkün değildir. Çünkü ilgili faktörlerin doğuşu klasik iktisadi düşüncenin ilk yıllarına dayanmaktadır. Dolayısıyla yaklaşık 200 yıl önceki sosyal ve ekonomik koşullara göre tanımlanan iktisadi üretim faktörleriyle 21.yüzyılın ekonomik olaylarını açıklamak çoğu zaman mümkün olmamaktadır. Bu nedenle, söz konusu üretim faktörlerinin, çağdaş, ekonomik ve sosyal koşullara göre yeniden tanımlanması zorunludur (Karagül, 2003; 80).

Yazı ve konuşma dilinde, büyüme yerine anlamca yakın farklı terimlerin kullanıldığı görülmektedir. Gelişme ve kalkınma bunların başlıcalarıdır. Kimi iktisatçılar bu kavramların farklı anlamlara geldiğine işaret etmişlerdir. Onlara göre millet ekonomisi iki yönde değişir. Bir taraftan gövdesi ile genişler (nüfusu, işgücü çoğalır, üretim araçları artar), diğer yandan ise bünye ve çatısı ile değişir. Birinci duruma büyüme, ikincisine ise gelişme adı verilmektedir (Tanrıkulu, 1983; 3).

Büyüme ve kalkınma birbirinden farklı kavramlardır. Büyüme, ülke ekonomisinin genişlemesi (işgücünde, sermaye birikiminde, üretim araçlarında, nüfusta, vb. artış) anlamına gelirken kalkınma, ekonomik büyümenin yanı sıra toplumsal, kültürel ve beşeri gelişmeyi de kapsamaktadır (Kongar, 1998; 1).

Büyüme kavramı kalkınma kavramı ile karşılaştırıldığında, büyüme kavramı için en belirgin özelliğin “bir ekonominin üretim kapasitesinde, niceliksel olarak ölçülebilen genişleme veya miktar artışı olduğu söylenebilir. Bu karşılaştırmanın diğer tarafında ise kalkınma kavramı bulunmaktadır. Ekonomik kalkınma kavramı, genel olarak niteliksel bir değişimi işaret etmektedir. Bu durumda ekonomik

kalkınma hem daha fazla çıktı hem de teknik ve kurumsal yapıdaki değişimleri kapsamaktadır. Büyüme ile bir karşılaştırma yapılarak denilebilir ki, ekonomik büyüme daha çok aynı şeydeki basit artış sürecini, ekonomik kalkınma ise daha fazla ve farklı olanın yer aldığı yapısal değişme sürecini ifade etmektedir.

Karşılaştırmalar, ekonomik büyümenin daha çok, üretim faktörlerinin en yüksek verimi sağlayacak şekilde bir araya getirilmesini içeren bir denge sorunu ile ilgilendiğini göstermektedir. Ekonomik kalkınma ise iki aşamalı bir süreci ifade etmektedir. Birinci aşama, üretim faktörlerinin yaratılmasıdır. Bu aşamada, üretim faktörlerinin oluşturulabilmesi için ekonomiyi de içine alan yapısal bir değişimin olması gerektiği vurgulanmaktadır. İkinci aşama ise üretim faktörlerinin en uygun bileşimini içerisine almaktadır. Dolayısıyla ekonomik kalkınma kavramı; iktisadi nitelikte olan yapılar yanında, sosyal ve siyasal nitelikteki yapılarda da gelişme yönünde bir değişime, hatta yeni yapıların oluşturulmasını içeren süreçlere de işaret etmektedir. Bu bağlamda iktisadi kalkınma, sadece ekonomik boyutlarla sınırlanmayan, toplumu sosyolojik, psikolojik ve politik olmak üzere tüm boyutlarıyla kuşatan karmaşık bir süreçtir. Kalkınma her ne kadar iktisadi büyümeyi içerirse de varolanın sayısal olarak büyümesi anlamına gelmemekte, olumlu anlamda yeni bir yapının kurulmasını öngörmektedir (Yavilioğlu, 2002; 65,66).

Ekonomik büyüme, belirli bir zamanda, bir ülkenin ekonomisinde hem ekonomik faaliyetlerin ölçeğinde meydana gelen büyümeyi hem de fert başına hasılanın artışını ifade etmektedir. Hem toplam hem de fert başına gerçek hasılanın büyütülmesi sorunu, ekonomik kalkınma sorununun da merkezini oluşturmaktadır. Ancak, basit bir ölçek büyümesini aşan ekonomik kalkınma bir takım yapısal değişmelerin meydana gelmesini sağlayan bir süreçtir. Kalkınma bir büyüme sorunu olduğu kadar, bir başkalaşım, dönüşüm ve biçimini-yapısını değiştirme sorunudur (Deliktaş, 2001; 7).