• Sonuç bulunamadı

EKONOMİK BÜYÜME VE EKOLOJİ

1972 yılında, dünyanın ve insanlığın geleceği konusunda tahminlerde bulunmaya amaçlayan Roma Kulübü “büyümenin sınırları” adlı bir rapor yayınlamıştır. Bu raporla birlikte büyüme ve çevre konusunda yapılan çalışmalarda bir artış meydana gelmiştir (Gürler vd., 2017: 72). Bu raporun yazılmasının temel nedeni sanayi üretimi için gerekli olan maden kaynaklarının kıt olduğu endişesiydi. Ortaya konulan tablo ülkeler açısından ciddi bir uyarı sağlamıştır (Zhang vd., 2015: 9).

Ülkelerin, büyüme pahasına yaptıkları ekonomik faaliyetler, yerkürede birçok değerin kaybolması pahasına gerçekleşmektedir. Ülkelerin uygulamış oldukları ekonomi politikaları GSMH içindeki yatırımların artırılması, bilhassa sanayi malları artışını maksimum seviyelere çıkartılması ana hedef durumundadır. Fakat bütün sanayilerdeki üretim artışları hedefi, tükenmeyen doğal kaynaklar üzerindeki baskılar ve ekolojik problemler dikkate alınmadan gerçekleştirilmektedir. Burada ekonomi,

ekolojik maliyetleri fayda ve maliyet analizine göre incelemektedir. Fakat her doğal değerin niceliksel olarak değerlendirilmesi ve ikame edilmesi muhtemel olmayabilmektedir (Gürler vd., 2017: 73). Bunun için artan mal ve hizmetlerin tüketimi olarak tanımlanan ekonomik büyüme kavramı bilhassa birbiriyle bağlantılı olarak artan ekonomik, ekolojik ve sosyal problemlere bir çözüm olarak yeni baştan düşünülmek zorundadır (Costanza ve O’Neill, 1996: 975).

Büyüme kavramı iktisatçılar tarafından farklı yorumlanmaktadır. Ortodoks iktisatçılar uzun yıllar boyunca ekonomik büyümeyi pozitif olarak ele almışlardır. Ekolojik iktisatçılar ise sınırlı bir dünya içinde sınırsız ekonomik büyümenin mümkün olamayacağını savunmuşlardır. Ekolojik iktisatçılara göre biyosferden ve altındaki cevherlerden yararlanılan madenlerin üretimi geçici ve sınırlıdır. Aynı şekilde biyosferin ve atmosferin maddi atıkları emme kapasitesi de sınırlıdır. Bundan dolayı madde-enerji akışının daimi bir şekilde büyümesi mümkün değildir. Madde-enerji akışının son yüzyıllarda çok fazla büyüdüğü bir gerçektir. Madde-enerji akışının büyümeye devam etmesi durumunda çevresel sınırlara ulaşılacağı yadsınamayacak bir gerçektir (Hannel, 2014: 96, 97).

Ortodoks iktisatçılar büyümeden söz ederken, GSYH’nin büyümesini kastetmektedirler. Ekolojik iktisatçıların vurgulamış olduğu madde-enerji akışı ise GSYH değildir. Bilindiği gibi GSYH, bir yıl boyunca üretilmiş olan nihai mal ve hizmetlerin değeri olarak tanımlanmaktadır. GSYH, fiziksel madde-enerji akışının çeşitli bileşenlerini ölçtüğümüz birimlerle değil, para birimiyle ölçülmektedir. Reel GSYH ise enflasyonun hesaba katılmasını önlemek için baz alınan bir yıldaki fiyat ile ölçülmektedir. Bu şekilde bir ölçüm ile mal ve hizmetlerin parasal değeri ortalamada artarken, sanki arzı yapılan mal ve hizmetlerin değeri artıyormuş gibi bir yanılgıya düşmemiş oluruz. Bu durumda madde-enerji akışı daimi bir şekilde büyümesi mümkün değilken reel GSYH’nin daimi bir şekilde büyüyebilmesi mümkündür. Buradan anlaşılacağı üzerine büyümeden kasıt farklı bir şekilde yorumlanmaktadır (Hannel, 2014: 97, 98).

Daly, büyüme kavramını madde-enerji akışındaki ve emek gücü ile insan sermayesi olan her şeyin stokundaki artış olarak tanımlamaktadır. Bir başka deyişle, ekonomin fiziksel boyutlarındaki niceliksel bir artış olarak ifade edilmiştir. Kalkınma kavramını ise insanın sahip olduğu bilginin artmasından kaynaklanan niteliksel iyileşme olarak tanımlamıştır. Daly bu iki tanımla büyüme ve kalkınma kavramlarını

karşılaştırmıştır. Sınırlı bir dünyada, toplam üretimin büyümesi biyo- fiziksel ve etiko-sosyal sınırlara bağımlıdır. Kalkınmanın ise önünde bir engel bulunmamaktadır. Burada Daly, büyüme kavramını niceliksel; kalkınma kavramını ise niteliksel olarak ele almıştır. Fakat neoklasikler de, GSYH’yi niceliksel olarak ele almışlardır. Bundan dolayı Daly ve neoklasiklerin büyüme kavramları eş değer olarak gözükmektedir. Gerçekte ise iki büyüme kavramının tanımı eş değer değildir. Daly’nin hem büyüme hem de kalkınma kavramlarının tanımında niceliksel bir kavram olan reel GSYH ‘ya yer verilmemektedir. Hâlbuki neoklasiklerin sınırsız büyümeyi savundukları şey niceliksel olan reel GSYH’nin artmasıdır (Hannel, 2014: 98).

Ekonomideki değişiklikleri niceliksel olarak ifade etmek kolay iken toplumsal değişiklikleri niceliksel olarak ifade etmek kolay değildir (Gürler vd., 2017: 72). Buna ekonomik büyüme ve refah örnek olarak verilebilmektedir. Bir ülkenin ekonomik büyümesi niceliksel olarak GSYH ile ölçülürken, bu ülkede yaşayan bireylerin refahının ise niceliksel olarak ölçümü yapılması güçtür. Bütün ekonomik faaliyetler, birey isteklerinin karşılanması amacı doğrultusunda yapılmaktadır. Ekonomik büyüme de metaların sınırlılığı ile mücadele ederek isteklerin karşılanması olarak adlandırılan refahın artırılması anlamına gelmektedir (Zhang vd., 2015: 22).

Refahı etkileyen önemli etkenler bulunmaktadır. Bu etkenler ise; sınırlı çevresel işlevler, istihdam, zaman, mal ve hizmetlerin paketlenmesi, sınırlı olan malların dağılımı, gelecekteki güvenlik ve sınırlı malların edinildiği şartlar olarak sıralanmıştır. Günümüz dünyasında çevresel işlevler sınırlı bir meta durumundadır. Bu nedenle diğer bütün şeylerin teknoloji dâhil sabit kalması durumunda, daha fazla üretim daha az çevreyi ifade etmektedir. Çevrenin üretime göre öncelikli olması ve devletin daha az mal ve hizmet üretilmesini sağlayacak bir biçimde üretim süreçleri ve tüketici alışkanlıkları üzerinde bir denetim gerçekleştirilirse sınırlı mallar üzerinden gerçekleşecek olan isteklerin karşılanmasında bir artma gerçekleşecektir. Böylece üretimdeki azalma daha fazla refahı sağlayacaktır. Bu nedenle milli gelirdeki artmayı refah artışı, ekonomik büyüme ve ekonomik zafer ile eş değer görmek aldatıcı olmaktadır (Zhang vd., 2015: 23).

Ortodoks iktisatçılar, toplumun tek amacı ve insan ihtiyaçlarını karşılamanın tek yolunun sınırsız ekonomik büyüme olduğunu düşünerek hareket etmektedirler. Ekolojik iktisatçı olan Daly ise daima büyüyen bir ekonominin biyofiziksel olarak imkânsız olduğunu savunmaktadır. Bu nedenle sınırsız bir büyüme ütopik bir düşünce

olarak görünmekte ve ekonominin başlıca kaynaklarını sağlayan doğal çevrenin bu uğurda adanması gerçeği de kendini alenen göstermektedir (Foster, 2012: 157, 158).

Ekonominin çevresel gerçeklerden soyutlanması, piyasa mekanizmasının uzun dönemde azalan kaynaklara dair endişelerin hepsinin görmezden gelindiğini ortaya koymaktadır. Bu görmezden gelinen sorunlar ise günümüzde birçok ekolojik problemleri ortaya çıkartmıştır (Foster, 2012: 160).

Günümüzde bilim insanlığa, dünya iklimindeki değişikliklerin önlenmesini ve muhtemelen kapasitemiz dışında ve telafisi mümkün olmayacak olan önemli bir taşma noktasını önlemek istiyorsak hem ekonomik hem de dünya ile ilişkilerimizde köklü bir dönüşüm gerçekleştirmemiz gerektiğini ve bunun için ise çok fazla zamanımızın olmadığını bildirmektedir. Bu dönüşümün gerçekleşmediği ve mevcut düzen ile devam edildiği takdirde Antarktika ve Grönland’daki buz kütlelerinin erimeye devam etmesi ve deniz seviyelerinin yükselmesi gerçekleşecektir. Yine Kuzey Buz Denizinin yaz mevsiminde bütünüyle kuruması kaçılmaz bir sonuç olacaktır. Bu problemlerle birlikte iklim değişikliklerini arttıran olaylar meydana gelecektir. İklim değişikliğinin telafi edilemez noktası dünya ortalama sıcaklığındaki 2 derecelik artış olarak kabul edilmektedir. Eğer bu noktaya yaklaşırsak insanlığın kontrolü dışında değişen bir dünya ile karşı karşıya kalmış olacağız. Bu konuda insanlar tarafından öne atılan bir düşünce, mali krizlerin karbon emisyonunu azaltacağı ve böylece küresel ısınmanın sınırlandırılacağı görüşüdür. Fakat Richard York, bu konuda yaptığı bir çalışmada, karbondioksit emisyonlarının ekonomik gerileme dönemlerinde, ekonomik gelişme dönemlerinde artığı oranda azalmadığı sonucu ortaya çıkmıştır. Sonuç olarak beklenmedik gelişmeler ve gerilemelere dayalı olan ekonomiler, karbon emisyonlarını azaltamaz; bunu başarabilmek için yalnızca emisyonları köklü bir şekilde azaltacak bir ekonomi ile birlikte üretim ve toplumsal alt yapıdaki meydana gelecek olan değişikliklerle bu gerçekleştirilir (Foster vd., 2015: 118-122).

2.5. YEŞİL EKONOMİ, YEŞİL BÜYÜME, KÜÇÜLME (DEGROWTH)