• Sonuç bulunamadı

Ekoloji Bilimi İçerisinde Ekonominin Yeri

1.3. EKOLOJİ-EKONOMİ İLİŞKİSİ VE MARKSİZMDE EKOLOJİK İKTİSAT

1.3.1 Ekoloji Bilimi İçerisinde Ekonominin Yeri

Ekonomi bilimi, insanların sınırsız istek veya ihtiyaçlarının sınırlı (kıt) olan kaynaklarla nasıl giderilebileceğini incelemektedir. Ülkelerin sınırları içerisindeki kaynak miktarları kıttır. Kıtlık kavramı, var olan kaynak miktarının talep edilenden küçük olması sonucu ortaya çıkmaktadır. Ekonomi biliminin ilgi alanı, bir bakıma kıt kaynaklar sonucu ortaya çıkmaktadır. Kaynaklardan fazla olan talep sonucunda ülkeler ya da toplumlar ne, ne kadar üretilmeli, nasıl üretilmeli ve kimler için üretilmeli problemleriyle karşılaşacaklardır. Toplumlar bu üç ekonomik problemlere çözüm getirmek zorundadır. Ekonomide kaynakların tamamının kullanıldığı duruma “tam istihdam” denir. Kaynakların kullanımında tam istihdamın sağlanıp

sağlanmadığı problemi ekonominin dördüncü problemini ortaya çıkarmaktadır. Tüketimi ve bunun sonucunda ekonomik refahın istikrarlı bir şekilde artmasının sağlanması ekonomik faaliyetlerin amacıdır. Tüketimin ve ekonomik refahın istikrarlı bir şekilde artması için üretimin de istikrarlı bir şekilde artması gerekmektedir. Üretim seviyesinin uzun vadede artması ekonomik büyümeyi beraberinde getirmektedir. Ekonomi büyüyor mu problemi de ekonominin beşinci problemidir. Ekonominin altıncı problemi de kaynaklar etkin olarak kullanılıyor mu problemidir (Ünsal, 2016: 11-13).

Kaynakların etkin olarak kullanımı dağılımda etkinlik, üretimde etkinlik ve bölüşümde etkinlik olmak üzere üç farklı şekilde incelenmektedir. Dağılımda etkinlik, kıt olan kaynaklarla üretilen malların, insanların talep ettikleri mallarla aynı olması sonucu ortaya çıkmaktadır. Yani arzu edilen malın üretilmesi dağılımda etkinliktir. Malların üretiminde minimum kaynak kullanılması üretimde etkinliktir. Üretimde etkinliğin olması için en düşük maliyetle üretimin olması gerekmektedir. Son olarak bölüşümde etkinlik, kişilerin gelirleri sabitken üretilen maldan en fazla faydayı sağlayan kişilerin malı kullandığı durumda ortaya çıkmaktadır. Kısacası; dağılımda etkinlikte hangi malın üretileceği, üretimde etkinlikte malın üretimin nasıl olacağı, bölüşümde etkinlikte ise kimler için üretim olacağı üzerinde durulmaktadır. Ülkeler veya toplumlar var olan kaynaklardan en yüksek faydayı sağladığında ekonomide etkinlik sağlanmış olmaktadır. Ekonomik etkinlik, bir kişinin durumunu kötüleştirmeden bir başka kişinin durumunu iyileştirmenin yani pareto etkinliğinin mümkün olmadığı durumdur (Ünsal, 2016: 14, 15).

Geleneksel ekonomi bilimi sadece kendi alanı etrafında gezinmektedir. Yani bir ekonomik model çevresel sınırlamaları konu almamaktadır. Ekonominin geleneksel bilimi doğayı dışsal olarak ele almaktadır. Ekonominin işleyişinde kaynakların tükenmesi düşüncesi yok sayılmakta ve çevre ile ilgili olgular piyasanın başarısızlığı kabul edilmektedir. İnsan, yaşamını devam ettirmesi için doğayı kullanmakta ve bu kullanımının sonucunda birtakım çevresel sorunlar ortaya çıkmaktadır. Geleneksel ekonomi kaynakların dağılımını, insanın, ekonomik faaliyetlerde verimlilik ilkesi etrafında toplanmasına bağlamaktadır. Fakat kaynakların sınırlı olması sonucu insanoğlu bazı arayışlara girişmektedir. İnsanın ekonomik yaşamı bir çevre içerisinde meydana gelmektedir. Ve ekonomik yaşamı yönetmek çevreyi etkilemekte ve değiştirmektedir. İnsanların ihtiyaçları ve isteklerini

karşılayacak olan kaynakların kıt olması sonucu ekonomi, üretilen mal ve hizmetlerin üretim sürecindeki problemlerle ilgilenmekle birlikte ayrıca mal ve hizmetlerin üretim faktörleri tarafından bölüşülmesini kapsayan bir sistemdir. Ekonominin bu sistemi doğal ve toplumsal çevreden bağımsız değildir ve dışlanamaz. Geleneksel ekonomi, ekonominin bu sistemine uymamaktadır. Çevre, geleneksel ekonomide doğada kıt olmayan bir faktördür ve serbest mal olarak ele alınmıştır. Bunun için geleneksel ekonomi, çevreyi ekonomik sistemin içinde değerlendirmemiştir. Fakat ilerleyen zamanlarda çevre, talebi arzından fazla olan bir faktör haline gelmiştir. Çevre faktörünün, kıt bir hale gelmesi sonucu artık çevre ekonomik mal olarak değerlendirilmiştir. (Gürler vd., 2017: 68, 69).

Çevre faktörü, üretim ve tüketim sürecinde önemli bir kaynağı oluşturmaktadır. Çevre faktörü, ekonominin hem gelişimini ilerleten hem de sınırlayan bir özelliğe sahiptir. Ekonomi üzerindeki bu etkisinin nedeni üretim ve tüketim için kaynakları içinde bulundurmasıdır. Doğada ham madde olarak bulunan kaynakların işlenerek mal ve hizmete dönüştürülmesi üretim sürecine yardımcı olmaktadır. Ayrıca tüketim sürecinde insan, doğada bulunan kaynakları (genellikle tükenmeyen kaynaklar) karşılıksız (bedelsiz) olarak tüketmektedir. Tüketim sürecinde çevredeki kaynakların fazla kullanımı, çevreyi ekonominin konusu haline getirmektedir (Gürler vd., 2017: 70).

Çevre sorunları, ekonominin konularını sınıflandırmak için oluşturulan ekonominin dalları ile farklı açılardan ilişkili olmaktadır. Ekonominin mikroekonomi dalı, ekonominin problemleri ve etkinlik konuları üzerinde durmaktadır. Mikroekonomi, firmaları çevreye yapılan harcamaların faktör fiyatlarına yansıması bakımından ve satış fiyatları açısından ilgilendirmektedir. Çevre sorunlarının meydana gelmemesi için önlem alan üretici bir firma kendisine sabit maliyet yüklemektedir. Bu konular mikroekonominin çevre ile ilgili konularını oluşturmaktadır. Çevre sorunlarının çözümü için maddi kaynağın nasıl sağlanabileceği ile ilgili problemin çözümü için ekonominin bir başka dalı ile ilişki sağlanmaktadır. Çevresel problemlerin maddi yükünün ülkede yaşayan insanlar üzerine nasıl bölüştürülmesi gerektiğiyle ilgilenen Kamu Maliyesi ve Refah Ekonomisidir. Ekonominin bu dalı çevre ve doğayı korumak için insanlara ödetilen verginin adaletli bir şekilde dağılmasıyla ilgilenmektedir. Çevrenin kirlenmesinde önemli bir etken olan sanayi kuruluşlarının yerinin belirlenmesinde ekonomin dalı

olan bölgesel ekonomi bu konuda çevre için en uygun yerin seçimini belirlemektedir. İthalat ve ihracat içinde çevre harcamaları önemlidir. Çevre için yapılan harcamalar hem maliyetleri hem de satış fiyatlarını yukarı çektiğinden dolayı bu malların dış piyasada rekabeti zorlaşmaktadır. Yine çevre sorunlarına karşı önlem almayan dış ticaret yapan firmalara karşı birçok ülke çevre ile ilgili sınırlamalar getirmektedir. Birçok ülke çevreye önem vermeden üretim yapan firmaların üretilen mallarının ithalatını yasaklayıcı önlemler almaktadır. Bunun sonucunda çevreye önem veren firmalar dış ticarete özendirilmektedir. Böylece çevresel sorunlar önlenebileceği düşünülmektedir (Ünsal, 2016: 15; Gürler vd., 2017: 70, 71).

Çevresel sorunlar (iklim değişikliği, su kaynaklarının tükenmesi ve ekosistemin bozulmasI vb.) ekonomide büyük problemlere neden olmaktadır. Çevresel sorunlar sonucunda göçün artması, ekonomide daralma yaşanması, işsizliğin artması ve küresel ekonomik krizlerin yaşanması gibi sorunlar makroekonominin konusunu oluşturmaktadır (Ulucak, 2018: 136, 137).

Makroekonominin konusu olan ekonomik büyüme, yıldan yıla gayri safi milli hasıla (GSMH) ile ölçülen milli gelir artışıdır. Ülkeler ekonomik büyüme için yatırımların artırılması, sanayi mallarının artışı, kişi başına gelirin artırılması gibi amaçlar için çevre ile ilgili bazı değerleri dikkate almamaktadırlar. Bu amaçlar doğrultusunda çevrenin ve doğal kaynakların tüketimi önemsenmemektedir. Ekonomi çevresel maliyetleri fayda-maliyet analizine göre değerlendirmiş olsa da hepsi için bir değerlendirme mümkün olmamaktadır. Ekonomik büyüme ölçülürken kullanılan GSMH hesaplamalarında üretimde kullanılan makineler için amortisman (yıpranma) payı ayrılmaktadır. Fakat üretim sürecinde girdi olarak kullanılan doğal kaynaklar için amortisman payı ayrılmamaktadır. Bunun için Yeşil Net Milli Hasıla (YNMH) kavramı ekonomi literatürüne girmiştir. YNMH kavramı, GSMH’den varlıkların amortisman payının çıkarılmasıyla hesaplanmaktadır. Yine GSMH hesaplamalarında çevresel sorunlar için yapılan donanım ve işgücü harcamaları gelir olarak kaydedilmektedir. Bu da GSMH’nin artmasına etkide bulunmuştur. Böylece hem çevresel sorunların hızının artmasına hem de GSMH’nin ölçtüğü büyüme ve gerçek sosyal refah arasındaki farkın artmasına neden olmaktadır. (Gürler vd., 2017: 73-75).