• Sonuç bulunamadı

Ege Denizi Kıta Sahanlığı ve MEB Sınırlandırma Sorunu

TÜRKİYE’NİN DENİZ YETKİ ALANLARI UYGULAMALAR

4.6. TÜRKİYE’NİN DENİZ YETKİ ALANLARI SINIRLANDIRMA MESELELERİ

4.6.2. Ege Denizindeki Deniz Yetki Alanı Sorunları

4.6.2.5 Ege Denizi Kıta Sahanlığı ve MEB Sınırlandırma Sorunu

Ege’nin tamamı üzerinde egemenlik hakkı olduğunu savunan Yunanistan’ın Türkiye ile ikili görüşmelere yanaşmaması, her konuda olduğu gibi kıta sahanlığı ile ilgili sınırlandırmada da müzakerelerin önünü tıkamaktadır. Uluslararası sorunlara çözüm aramak yerine denizlerin kullanımına ilişkin esasları belirleme amacından hareket eden 1982 BMDHS, belki de Yunanistan ve benzeri ülkelerin sözleşmenin ruhunu istismar edebileceği öngörerek hukukun vazgeçilmez unsuru olan “ex aequo

et bono” yani hak ve nısfete uygunluk prensibini sık sık ön plana çıkarmıştır. UAD ve

Hakemlik Mahkemeleri kararlarında bu husus açıklığa kavuşturulmaktadır.

1982 BMDHS, kıyıları karşı karşıya ya da yan yana olan ülkeler arasinda kıta sahanlığı sınırlandırmasının ilgili VI’ncı kısmı 83/1’nci maddesinde belirtildiği gibi hak ve nısfete uygun çözüm ve karşılıklı anlaşmayla yapılmasını salık vermektedir.

Bunun için Türkiye Ege kıta sahanlığı sınırlandırma sorununun Yunanistan ile ikili görüşmeler yoluyla çözümlenmesini istemekte ve çözümde doğal uzantı, hak ve nısfete uygun paylaşım prensiplerine uygunluğunu savunmaktadır. Hak ve nısfete uygunluk prensibinin en önemli bir kriteri olarak ta; 75 milyonluk nüfusun hak

ve beklentilerinin öncelikle dikkate alınması ve Yunanistan ile mukayese edilmesi gerektiğini iddia etmektedir.

Şekil 45’deki Ege Denizi derinlik haritası incelendiğinde, ortalama derinliğin 350 mt.kadar olduğu (Erinç ve Yücel 1998; 7) ve Ege'nin derin çukurlarının belirli bir düzene göre uzandığı dikkati çekmektedir. Kuzeyde Saros Körfezi’nden başlayarak güneye doğru hafifçe konkav bir yay çizmek suretiyle Eğriboz yakınlarına kadar, tabanı yer yer 1000 mt.yi aşan bir oluk yer almaktadır. Bu iki absiyal çukurlar yayı, orta Ege'de İstanköy ile kuzey Sporad'lar arasında uzanan ve yer yer derinliği 500 mt.yi aşan Kuzeybatı-Güneydoğu doğrultulu bir depresyonlar dizisi ile birbirlerine bağlanır. Böylece, bütün Ege'nin tabanı kuzeyden güneye "S" harfi biçiminde uzanan absiyal kısımlarla ikiye bölünmüş olmaktadır. Ege'yi tabii olarak ikiye ayıran bu derin çukurlar dizisi çok önemli bir bölgedir ve bazı bilim adamlarınca Asya ve Avrupa'nın denizaltındaki sınırı sayılmıştır (Erinç ve Yücel 1998; 11).

Türkiye, kıta sahanlığı sınırlarının yukarıda belirtilen Kıtasal Ayırım Bölgesi (ABYSSAL ZONE), yani Ege Denizinin en derin bölgesinden geçmesi gerektiğini savunmaktadır (Bkz. Şekil 46).

Şekil 46. Türk Tezi “ABYSSAL ZONE” a Göre Kıta Sahanlığı Sınırlandırması Kaynak: (Genkur Bilgilendirme ve Bilinçlendirme Faaliyeti ppt. Sunu, 2006)

Ancak 1970 yıllarından sonraki UAD kararlarını incelediğimizde, bilhassa genişliği 400 deniz milinin altında bulunan Ege Denizi gibi yarı kapalı denizlerde deniz tabanına ilişkin jeolojik ve jeomorfolojik verilerin sınırlandırmalarda önemli bir rol oynamadığı görülmektedir. Bu kriter yerine mesafe unsurunun ve doğal kaynak rezervlerinin daha ön plana çıktığını belirtebiliriz. Sonuç olarak 1970’li yıllarda savunduğumuz Ege’de kıta sahanlığı sınırının “Abyssal Zone”‘dan geçmesi gerektiği tezinin, günümüzde hukukî öneminin azaldığı görülmektedir (Acer, 2002; 77)

Buna karşın Yunanistan ise, Ege’deki kıta sahanlığı sorununu sadece Doğu Ege Adaları ile Anadolu arasındaki kıta sahanlığı sınırlandırması olarak kabul etmektedir. Yunanistan sınırlandırma işleminin çözümü için, UAD’na gitme taraftarıdır (Bkz. Şekil 47).

Şekil 47. Yunanistan’a Göre Ege Kıta Sahanlığı Sınırı

Kaynak : (Genkur Bilgilendirme ve Bilinçlendirme Faaliyeti ppt. Sunu, 2006)

Bu gelişmeler esnasında, Türkiye ve Yunanistan 11 Kasım 1976’da Bern Mutabakatını imzalamışlardır. Bu mutabakat uyarınca, taraflar kıta sahanlığının sınırlandırılması konusunda bir andlaşmaya varmak için görüşmelerde bulunmayı kararlaştırmış, aynı zamanda Ege Kıta Sahanlığını ilgilendiren herhangi bir teşebbüs veya hareketten sakınmayı da taahhüt etmişlerdir.

1976 Bern mutabakatı hala geçerli olup, şartlar her iki ülkeyi de bağlamaya devam etmektedir. Türkiye, bu sorunların diğer Ege sorunları ile birlikte adil ilkeleri esas alan müzakerelerle çözülmesi taraftarıdır. Yunanistan ise kıta sahanlığı sorununun Türkiye ile Yunanistan arasindaki tek Ege sorunu olduğunu iddia etmeye devam etmektedir. Bu sorunun altında yatan gerçek yine “yanlış tarafta bulunan” adaların varlığıdır. Konuya ilişkin başka bir gelişme yoktur.

1982 BMDHS’nin 56/2’nci maddesinde kıyı devleti MEB’deki hak/görevlerini yerine getirirken 56/3’üncü maddeyle bu hak/görevlerin sözleşmenin VI’ncı kısımında olduğu gibi kullanılacağı yönünde atıfta bulunmaktadır. Buradan Kıta sahanlığı tespiti için geçerli olan 83/1-2’nci maddelerdeki kıyıları yan yana veya karşı karşıya olan devletler arası sınırlandırma kurallarının MEB için de uygulanmasına gerektiğine işaret edilmektedir. Yani MEB sınırları da aynen kıta sahanlığı sınırlarının belirlenmesinde olduğu gibi öncelikle ikili andlaşmalar ile çözümlenmeye çalışılacak, uzlaşma sağlanamazsa XV’inci kısımda belirtildiği hükümler çerçevesinde Uluslararası yargı birimlerine başvurulacaktır.

Bu nedenle Ege'de MEB sınırlarının tespit edilebilmesi için öncelikle Yunanistan ve Türkiye’nin çözüme yönelik ikili andlaşma yapması gerekmektedir. Böyle bir andlaşma olmaksızın Yunanistan MEB’yi tek başına kullanamayacağı gibi buradaki haklarını üçüncü devletlere veya vatandaşlarına transfer edemez. Dolayısıyla bu sorunun çözümsüz kalması her iki devletin de zararınadır.

Ege’de MEB sınırının tespitinde taraflar arasında andlaşma sağlanamazsa ; Sınır tespiti yapılmaksızın Ege MEB’sinin iki ülke tarafından ortak olarak kullanımı yönünde bir andlaşma da gerçekleştirilebilir. Bu kapsamda bence en önemli sorun kullanım oranlarının belirlenmesi olacaktır. Ancak gene de nihai çözüm organı olan UAD veya Hakem Mahkemelerine sorun götürülmeden mutlak surette denenmesi gereken bir alternatif olduğunu değerlendirmekteyim.

Sonuçta Ege Denizinde Kıta sahanlığı ve MEB sınırlarının bölgesel şartlardan dolayı tek bir sınır olarak algılanması gerekmektedir. Aksi durumda sorun çok daha karmaşık, hatta teknik olarak çözümü imkansız bir şekle dönüşecektir. Bahse konu sınırlandırmalar yapılırken, adalar ile ilgili olarak 1982 BMDHS’nin 121/3’üncü maddesinin hükmü ön plana çıkarılmalıdır.