• Sonuç bulunamadı

1.2. Duygu ve Zekâ Kavramlarının Analizi

1.2.3. Duygu ve Zekâ İlişkisi

Duygusal zekâyı anlayabilmek için duygusal zekâyı oluşturan duygu ve zekâ kavramlarının arasındaki ilişkiyi ve konuyla ilgili yaklaşımları incelemek faydalı olacaktır.

Duygu ve zekâ önceleri birbiri ile çelişen iki kavram olarak kabul edilirdi. Duygular zihinsel aktiviteleri bölen dağınık kesintiler olarak ifade edilirdi. Duyguları açıklamaya çalışanlara olumlu gözle bakılmaz ve hastalıklı muamelesi yapılırdı. Ancak 1960'lı yılların başından itibaren bazı araştırmacılar duyguların, kişilerin düşüncelerine ve davranışlarına rehberlik edebileceğini öne sürerek problemlerin çözümünde duyguların yardımcı olabileceğini savundular (Sharma ve Sehrawat, 2014: 8-9).

Yukarıda belirtilen bu iki farklı görüşü klasik ve modern görüş olmak üzere ele almak konuyu daha iyi açıklamaya yardımcı olacaktır.

1.2.3.1. Klasik Yaklaşım

Örgütler uzun yıllar duygu-zekâ ilişkisi bakımından klasik yaklaşımın etkisinde kalmışlardır. Bu yaklaşım, duyguların zihinsel faaliyetleri engellediği görüşünü ileri sürmektedir. Akılcılık felsefesi olarak adlandırılan düşünce Eski Yunan ve Roma felsefelerine kadar dayandırılmaktadır. Akılcılık felsefesinde bilginin kaynağının yalnızca akıl olduğu görüşü hakimdir (Arslan, 2012: 409).

Antik felsefede stoacılar, insanların duygularının etkisi altında kalmadan, onları denetleyerek kararlar verebildiklerinde iyi bir yaşam sürebileceklerini öne sürerlerdi (Ertürk, 2007: 9). Yani duyguların gereksiz olduğunu ve göz ardı edilmesi gerektiğini düşünürlerdi. Hristiyan felsefesinde ise duyguların kontrol edilmesinin şart olduğu aksi takdirde şeytani etkilerini göstereceğine inanılırdı. Rönesans döneminden sonra duyguların insanın zayıf noktalarını gösterdiği, aklın ise iyiyi ve doğruyu temsil ettiği düşünülmekteydi (Çakar ve Arbak, 2004: 24).

Descartes döneminde ise akılcılık felsefesi daha sistematik bir şekil almıştır. Descartes "Cogito ergo sum" (düşünüyorum öyleyse varım) varsayımı ile duyguların kişilerin düşüncelerine bağlı olarak ortaya çıktığını savunur. Descartes'e göre zihin ve beden iki farklı kökten gelmektedir: Zihnin bireylerin düşünce güçleri yani aklı ile oluştuğunu, bedenin ise biyolojik organizmadan oluştuğunu söyler (Graves, 2000: 11).

Descartes duyguların davranış tarzlarının anlamı ve faydası konusundaki düşüncelerden meydana geldiğini kabul eder. Ona göre öfkeli olmanın gerekli olduğunu kabul ediyorsak öfkeleniyoruz (Konrad ve Hendl, 2002: 22).

Duyguları zayıflık işareti olarak kabul eden klasik anlayışa göre, duygular dikkati başka yere çeker, düşünme yeteneğini engeller ve kontrole mani olur. Bu düşünce duyguların iş hayatında yerinin olmadığını ve bastırılması gerektiğini savunur. Toplumsal kuralların işleyişine mani olduğu düşünülen bu görüş duygusal yaklaşımlardan uzak durulması gerektiğini ifade eder (Ural, 2001: 212).

Kısaca; akılcılık felsefesi duyguları kontrol edilmesi gereken ilkel unsurlar olarak değerlendirmiştir. Zaman zaman sezgilere, kısmen de olsa duygulara yer verilmeye çalışılmış olsa da uzun yıllar akılcılık etkisini göstermiştir.

1.2.3.2. Modern Yaklaşım

Duygu-zekâ ilişkisi anlayışında klasik yaklaşım yerini zamanla modern yaklaşıma bırakmıştır. Bu değişim süreci duyguların sorgulanmasıyla başlamıştır. Öte yandan beynin işleyişi ilgili araştırmaların yapılmaya başlaması akılcılık görüşünün etkisini kaybetmesine neden olmuştur.

Beyin konusundaki araştırmalar duygu-zekâ ilişkisine değişik yaklaşımlar getirmiştir. Bu konuyla ilgili çalışmalarıyla adından söz ettiren kişilerden biri nöroloji profesörü Damasio'dur. Descartes'in akıl-duygu ayrımına dayanan görüşüne "Descartes' Error" (Descartes'in Yanılgısı) adlı eseriyle karşı çıkmıştır. Bu eserinde beyni zihin, vücut ve duygularla birlikte ele almaktadır. Damasio kitabına İngiltere'de yaşamakta olan işçi Gage'in başına gelenlerle başlamaktadır. 1848 yılında Gage isimli şahıs yaşadığı iş kazasında demir çubuğun yanağından girip kafatasından çıkmasıyla yara almıştır. Bu olayın ardından Gage ilginç bir şekilde ölmemiş hatta kısa bir süre içinde iyileşmiştir. Ancak bu kişide meydana gelen değişimler şaşırtıcı olmuştur. Örneğin kişiliğinde değişimler meydana gelmiştir: Gage'in hoşlandıkları, hayalleri ve huyu değişmiştir. Konuyla benzer özellikler gösteren bir başka örnek de Eliot isimli kişiye aittir. Bu kişi geçirdiği beyin ameliyatı sonrası hayatında değişimler yaşamıştır. Ameliyat sonrası beyninde bazı bölgeler zarar gördüğü için karar verme ve plan yapma yeteneğinde farklılıklar gözlemlenmiştir. Bu örneklerden yola çıkarak beyinde akıl yürütme, kişisel ve sosyal boyutları analiz etmeye yarayan bölümlerin olduğu tespit edilmiştir (Damasio, 1994: 5-13).

Zekâ ve beyin arasındaki ilişkinin daha iyi anlaşılabilmesi için beynin işleyişi ileriki bölümde "duygu, zekâ ve beyin" başlığı altında daha ayrıntılı bir şekilde incelenecektir.

Sonuç olarak duygu-zekâ ilişkisinde düşünce ve duyguların birbirinden ayrılmaz bir bütün olduğu kabul edilmiştir. Duygu ve zekâ arasında keskin bir ayrımdan bahsetmenin yanlış olacağı bilimsel araştırmalarla da desteklenmiştir. Klasik anlayışta kabul edilen bilişsel zekânın ancak duygularla zenginleştirildiği zaman olumlu sonuçlar vereceği kabul edilmiştir. Böylelikle modern anlayışın da kabul ettiği duygular sayesinde yaratıcılık, işbirliği, empati ve değişim olumlu sonuçları beraberinde getirir. Duygular yani beyinden gelen kaynak yaratıcı dehayı geliştirir, belirsiz durumlarda yol gösterici olur ve güvenilir ilişkiler kurmaya yardımcı olur. Duygular çoğu durumda sağduyulu ve mantıklı düşünmeye teşvik ederek başarıya ulaştırırlar (Cooper ve Sawaf, 2000: xii-xiv, Sharma ve Sehrawat, 2014: 9).