• Sonuç bulunamadı

BÖLÜM 2: BİRİKİM DERGİSİNDE SOSYALİZMİ YENİDEN TANIMLAMA

2.5. Nasıl Bir Sosyalizm?

2.5.1. Duvarlar Yıkılırken

70’lerin Birikimi’nden başlamak üzere Birikim dergisinde sosyalizmin, mevcut uygulamalarının eleştirisi ve bu eleştirilerden yola çıkarak yeni bir sosyalist tahayyülün sınırlarının çizilmesi öncelikli amaçlardan bir tanesidir. 70’lerin Birikimi’nde Sovyetler Birliği’ndeki sosyalist yorumun, teoriye ne kadar uyarlı olduğu özellikle Ömer Laçiner’in yazılarında defalarca tartışılmıştır. Laçiner, 70’lerin Birikimi’nin 30-31. sayılarında yer alan “Sovyetler Birliği I” başlıklı yazısında Sovyetlerde hayata geçirilen sosyalist deneyimin “kesinlikle” Marksizm dışı bir anlayışa sahip olduğunu belirtmiştir. Teoride, komünist toplumu karakterize eden işbölümünün ve özel olarak kafa ve kol emeği arasındaki farkın ortadan kalkması, meta ilişkilerinin sona ermesi, devletin

sönümlenmesi gibi Marksist teoride yer alan vurgulardan hiçbirisi Sovyetlerde hayata geçirilememiştir (Laçiner, 2007a: 330). Teorinin aksine Sovyetler’de daha sıkı ve hiyerarşik bir işbölümü ortaya çıkmış, devlet içerisinde devasa bir bürokratik yapılanma bütün toplumsal alanları kuşatmıştır. Laçiner, sonraki yazılarında da ısrarla vurgulayacağı üzere, bunu, sosyalizmin yeni bir toplum biçimi olarak değil de bir “kalkınma yöntemi” olarak görülmesiyle yani kapitalist üretim tarzından başka bir üretim tarzına geçişin başarılamamasıyla açıklamaktadır.

1989’dan itibaren sosyalist dünyada rejimin yıkılmasıyla sonuçlanacak süreç Birikim’in ikinci döneminin başlangıcıyla kesişmiş, bu gelişmeler derginin ilk sayılarına da taşınmıştır. Belge’ye göre, proletarya diktatörlüğü olarak kabul edilen bu yönetim tarzının yıkılması kaçınılmazdı, sosyalizm kavramından beklenen nitelikleri varolan sosyalist kamptan beklemenin artık bir anlamının kalmadığı ortaya çıkmıştır. “Varolan sosyalizmin başlıca özelliği, kurduğu rejimle sınıf çelişkilerini çözmüş, gidermiş olması değil, kapitalist ülkelerdekinden farklı bir yöntem ve sistemle bir tür totaliter yönetim oluşturmuş ve çelişkilerin su yüzüne çıkmasını ertelemiş olmasıydı.” Belge, Gorbaçov döneminde hayata geçirilen reformların da tıpkı uygulana gelen sosyalist politikalar gibi “yukarıdan aşağıya” hayata geçirildiğine dikkat çekmekte, 1989’dan sonra artık “ben komünistim” demenin, “inatçıyım”, “dünyadan habersizim”, “insan haklarına hiç saygı duymayan bir despotum” gibi anlamlara gelmeye başladığını ifade etmiştir (Belge, 1989[3]: 6-7).

Laçiner’e göre de, sosyalist ülkelerde komünist karakter taşıyan muhalefet hareketlerinin (1953’de Berlin’deki işçilerin talepleri, 1956’da Macaristan’da, 1968’de Çekoslovakya’da yaşananlar) dikkate alınmaması “resmî sosyalizmin” yerine yeni ideolojik arayışların almasına sebebiyet vermiştir. Başarısızlığın nedeni yürürlükteki Marksizm ve Leninizm ideolojisidir (Laçiner, 1989[3]: 13; 1989[9]: 17).

Sosyalist blokta yaşanan bunalım, aynı zamanda geleneksel Marksizm ve Leninizm’in de bunalımıdır. Bu gelişmeler, sosyalist hareketin kendi tarihini ve fikir dünyasını gözden geçirmesi ve içine yerleşen dogmalardan kurtulmasının gerekliliğini göstermektedir. Bu göbek bağının kesilmesi, sosyalizmin “sırtındaki büyük kamburu atması” ve insanların çoğunluğunun sosyalizm içerisinde kendilerini ifade edebilmeleri için bir gerekliliktir (İnsel, 1989[3]: 21). İnsel, Doğu Avrupa ve Sovyetlerde can çekişen

siyasal ideolojiyi salt “Stalinizm” ile açıklamanın mümkün olmadığını dile getirmektedir. Parti devleti fikri, merkeziyetçilik, güç tapınması gibi dogmalar devrimin ilk günlerinden itibaren uygulamadadır. Dolayısıyla ortada bir “sapma” sorunu yoktur, sorun Leninizmin1 kendisindedir. Leninizm adı altında katı bir dogmaya dönüşen Marksizm bugün sosyalist ülkelerde demokrasi ve özgürlüğün karşıtı olarak algılanır hale gelmiştir. İnsel’e göre, Doğu Avrupa’da ve SSCB’de devrilmekte olan, bir zümrenin diktatörlüğüdür; yaratıcılık yerine çalışmayı yücelten, üretim artışına odaklanan bir iktisadi sistemdir. Dolayısıyla yaşanan süreç totalitarizme son veren demokratik bir devrimdir. (İnsel, 1989[7]: 23-32).

İnsel, uygulanmakta olan sosyalist modelin iflas ettiği, bunalımın iktisadi olduğu kadar ideolojik olduğu tespitini yaptıktan sonra, bu başarısızlığın “dünya devrimi”nin gerçekleştirilememiş olmasıyla açıklanamayacağını ifade etmektedir (İnsel, 1989[8]: 31). Bir başka yazısında, serbest seçimlerle SSCB’nin “demokrasi çağı”na girdiğini belirten İnsel, 1990’da resmen açılan devrin Stalinizmden değil Leninizmden çıkış anlamına geldiğini yine vurgulamıştır. Sovyetler için “devlet sosyalizmi” kavramını değil, “parti sosyalizmi” kavramını kullanmanın daha doğru olacağını savunan, Nasyonel Parti ile Komünist Parti arasında paralellikler kuran İnsel, totalitarizmin özgüllüğünün devletin değil partinin tüm toplumsal alanlara hükmetmesinden kaynaklandığı görüşündedir (İnsel, 1990[11]: 20).

Miliband, New Left Review’den çevrilen “Komünist Rejimlerin Krizi Üzerine Düşünceler” adlı yazısında, Sovyetler Birliği ve Çin’de yaşananlarla Marksizmin ilgisinin olmadığını belirtmektedir. Marx’ta proletarya diktatörlüğü kavramının dolaysız halk egemenliği anlamına geldiğini vurgulayan Miliband, tek parti tekeline dayanan bir yönetim anlayışının Marksizmle örtüşmeyeceğini savunmaktadır. Miliband’a göre, komünist rejimlerin egemen yönetim modelinin mimarı Stalin’dir. Bu bağlamda, Gorbaçov’un Sovyetler’de saptadığı “demokrasi” sorunu son derece önemlidir. Kapitalist demokrasi komünist rejimlere kıyasla çok daha fazla demokratik olmuştur (Miliband, 1990[9]: 28-29). Bütün bu gelişmeleri; merkezi plân, otoriter devlet, tek

1

Laçiner, 70’lerin Birikimi’nde yer alan “Sovyetler Birliği Sorunu II” (Sayı 32, Ekim, 1977) başlıklı yazısında Sovyetler’de yaşanan olumsuzlukları Leninist teorinin dışına çıkılmasına bağlarken, bu yazıda

İnsel’in sorunların temel sebebi olarak Leninizmi göstermesi Birikim’deki konjonktürel dalgalanmayı göstermesi açısından ilgi çekicidir.

partili sistem, bastırılmış sivil toplumun bir bileşkesi olarak tek ülkede sosyalizmin yani Stalinizmin ölümü olarak açıklayan görüşler de mevcuttur (Jacques, 1990[13]: 38). Duvarlar yıkılırken, Birikim’de, dönemin egemen liberal yorumunun, “ideolojilerin devri kapandı” söyleminin de etkilerini görmek mümkündür. Bu bağlamda, Birikim’de bundan sonra dünyada yaşanan çatışmaların Kuzey-Güney kutupsallığında meydana geleceğine ilişkin birçok ifadeye rastlamak mümkündür.1

İnsel, SSCB’nin çöküşüyle sağ söylemin, liberal değerlerin zaferini, tarihin sonunu ilan etmesi karşısında sosyalistleri bekleyen en büyük tehlikenin, geçmişi savunmakla enerjilerini harcamak olacağını, 21. yüzyıla damgasını vuracak olan yeni toplumsal tahayyülün 19. yüzyılın referanslarıyla yetinemeyeceğini işaret etmiştir (İnsel, 1991[29]: 11).

İkinci Birikim Sovyetler’deki rejimin sarsıldığı günlerde yayın hayatına başlamıştır. Dolayısıyla Doğu Avrupa’da ve Sovyetlerde komünist sistemin tasfiyesi sırasında yaşanan gelişmeleri Birikim’den takip etmek mümkündür. “Reel sosyalizm” deneyiminden çıkarılacak dersler ve teorinin günün koşullarında yeniden değerlendirilmesiyle yeni bir sosyalist dil oluşturmanın ve sosyalizmi yeniden tanımlamanın elzem olduğu Birikim’in devamlı yazarlarının ortak görüşüdür.

2.5.2. “Sosyalizmde Devrim”

Birikim dergisi 1989’da ikinci defa çıkmaya başladığında, dünyada yaşanan gelişmelerin de etkisiyle sosyalizmi yeniden tartışmaya açmayı misyon edinmiştir. Laçiner, derginin ilk sayısına yazdığı “Yeniden Sosyalizm ve Sosyalizmde Devrim” başlıklı yazısında bunu şu şekilde ifade etmiştir:

“Birikim sosyalist hareketin sorunlarını değil, bunun daha ötesinde ve öncelikli

olarak bizatihi sosyalizmin kendisini yeniden ele almak istiyor. Bir insan ve dünya görüşü, kavrayış tarzı ve pratik olarak sosyalizmin kaynak, dayanak ve dinamiklerini yeniden belirlemek ve böylece onun ayırt edici çizgilerini

1 Bu konuda şu yazılara bakılabilir: Ömer Laçiner, “Güzey-Kuzey Ayrımının Eşiğindeki Bir Dünyada Türkiye’nin Geleceği”, Sayı 10, Şubat, 1990, s.3-10. Murat Belge, “1990'ların Başında Dünya Panoraması”, Sayı 11, Mart, 1990, s.9-18. Murat Belge, “Yeni Sağ'ın Yükselişi ve Türkiye'de Sol”, Sayı 13, Mayıs, 1990, s.13-18. Murat Belge, “Prag’da Bir Toplântı Dolayısıyla Sivil Toplum”, Sayı 23, Mart, 1991, s.10-15.Ahmet İnsel, “Dünyanın Yeni Hiyerarşik Düzeni”, Sayı 26, Haziran, 1991, s.24-28. Ömer Laçiner, “İşçi Sınıfı ve İkinci Sanayi Devrimi”, Sayı 41, Eylül, 1992, s.8-15.

netleştirmek için bir çağrı, bu kapsamlı ve hayati girişime bir katkı olmak üzere yayınına başlıyor” (Laçiner, 1989[1]: 19).

Birikim’de; şimdiye kadar yapılagelenlerden farklı olarak, radikal bir biçimde sosyalizmin devrimci potansiyelinin sorgulanması, sosyalizmin devrimci karakterini kazanması için ilk koşul olarak belirlenmiştir. Laçiner, aynı yazısında, 70’lerin Birikimi’ne yönelik yaptığı değerlendirmede; Türkiye’de 1960 sonrası ortaya çıkan dinamizmin ve ona popülerlik kazandıran yeni devrimci akımların 1970’lerde olumlu sonuçlar doğuracağını beklemekle ve varolan bunalımın sosyalizmin kaynağındaki teorik zenginlikle aşılabileceğini düşünmekle yanıldıklarını kabul etmektedir. Sosyalizmin önündeki asıl engel, “doğrudan doğruya genel sosyalist düşünce ve eylem dünyasında egemen olan sosyalizmin anlaşılış, kavranılış tarzının kendisindedir” (Laçiner, 1989[1]: 23-24). Dolayısıyla Birikim’de sosyalist düşünceyi yeniden tanımlama çabasının, “kitleleri kazanmak” için değil, sosyalist hayat tarzını yaygınlaştırmak için yapıldığı vurgusu hakimdir.

Laçiner’e göre, 1970’li yıllarda sosyalizm anlayışı SBKP-ÇKP kutupsallığında sığ ve dar bir zeminde düşünülmeye zorlanmış dolayısıyla sosyalizmin temelini ve geleceğini ilgilendiren sorgulama ertelenmiştir. Bugün artık bu tecrübeden çıkarılacak ders ile devrimci eğilimin kendisinin tanımlanması bir zorunluluktur. Devrimci hareket ise silahlı mücadele demek değildir. “Devrimci hareket kendisini aracında değil, amacında tanımlamalı”dır. Devrimci hareket aynı zamanda zihniyetlerdeki değişikliği sağlayabilecek, tartışılmaz denilenleri tartışacak, başka türlü düşünmenin imkânlarını gösterecek bir ideolojik alt yapıya sahip olmalıdır. Sosyalizmdeki sorunlar, önderlik müessesesine yahut bilinç noksanlığına bağlanamaz (Laçiner, 1989[2]). Devrimcilik mücadelede kullanılan şiddetin dozuyla ölçülemez. Sosyalizmin bunalımdan çıkabilmesi için mücadele ve eylem anlayışında köklü bir değişikliğe gitmesi gerekmektedir. Sosyalizm önce kendisinde, kendi tasarımında bir devrim yaşamalıdır. Birikim’in sosyalizmi yeniden tanımlamanın önüne koyduğu şart, ekonomi-politik(er)ci zihniyetin kesinlikle terk edilmesidir. Marx’ın ekonomi politiğin eleştirisinden bir “ekonomi politik bilimi” inşa edenler sosyalist hareketin de amacından çıkmasına yol açmışlardır. Sosyalizm, merkezinde asla ekonomi politik olmayan, “insanın ve hayatın gelişen bir bütünsellikle kavranılmasının kapılarını açan yeni zihniyet dünyası, yeni bir

dil oluşturmalı ve öncelikle de kendisini bu dilin içinde tanımlamalıdır” (Laçiner, 1998[113]: 9).

Devrimcilik sadece özel mülkiyetin kaldırılması, iktidarın ele geçirilmesi demek değildir. Laçiner, sosyalist topluma geçişin üretici güçlerde meydana gelecek köklü bir değişiklikle mümkün olabileceğini, üretim tarzı değişmedikçe özel mülkiyetten kamu mülkiyetine geçişin bir anlam ifade etmediğini Birikim’deki yazılarında sürekli dile getirmiştir. Bu yeni üretim tarzında, insanların üretici değil, yaratıcı etkinlikleri ön plâna çıkmalıdır. Merkezi plânlama tarafından rasyonel kullanıldığında üretici güçlerin gelişeceğine yönelik anlayış yenilgiye uğramıştır. Sosyalist devletlerde, kapitalizmden farklı bir üretim tarzı kurulamamış, zihniyet olarak da bunun dışına çıkılamamıştır. Bu anlayışla kurulacak bir sistem Laçiner’e göre, kapitalizmin bir varyantı olmaktan öteye gitmez. Geleneksel sosyalist yorumun, işçi sınıfına hem devrim sırasında hem de devrim sonrasında yüklediği misyon sorunludur. “Sosyalist toplum biçimi, nesnelerin değil, öznelerin nitel farklılığıyla ayrılır. Yani bu toplum biçimindeki insanlar eski toplum biçiminde sahip olmadıkları fonksiyonlara sahip, orada ayrı olan fonksiyonları

şahsında bir araya getirmiş bireylerdir” (Laçiner, 2007a: 120).

Birikim dergisinin, Marksizm tartışmalarına ayrılan 84. sayısında yer alan, “Marx Marksist miydi?” başlıklı yazısında Ömer Laçiner, Marksizm konusunda derginin duruşunu ortaya koyan bir yazı kaleme almıştır. Laçiner, Marx’ın düşüncesi ile “Marksizm” arasına bir mesafe koymakta, Marx ve Marksistler arasına bir nüans olduğunu iddia etmektedir. Buna göre, Marx’ın “ben Marksist değilim” derken kastettiği Marksizm; kendisini bir “bilim” olarak tarif eden, yöntemi “diyalektik”, felsefesi “materyalizm”, tarih yorumu “tarihsel materyalizm”, sosyalizm tarifi ise “bilimsel sosyalizm” olan bir ideolojidir. Laçiner’e göre, Marx çalışmalarında keşfettiği düzeydeki yasallıkları dahi “bilim” olarak ifade etmemiş, mütevazı bir şekilde “eleştiri” olarak tarif etmiş, diyalektik yöntemi, eleştirel düşünceyi bu şekilde kullanmıştır. Laçiner burada, Marx’ın Aydınlanma Düşüncesi içerisinde yorumlanmasına da eleştiri getirmiştir. Çünkü Laçiner’e göre, “dinin mutlak bilgisinin yerine bilimin mutlak bilgisini koyan ‘Aydınlanma’ zihniyetinin ortalama bilinci ile Marx’ı temelde ayıran ilk nokta, Marx’ın ‘mutlak bilgi’yi reddeden, bilginin ancak tarihi ve göreli olabileceğini mutlak bilginin tümüyle bir kurgu olduğunu bildiren bu kavrayış tarzıdır”. Dolayısıyla

Marksizmin “bilimsellik” kazanması daha sonra olmuş, bu ideoloji II. Enternasyonel’den sonra “resmî ideoloji” haline gelmiştir. Bilimsel sosyalizm tasavvurunun Marx’ı sadece ekonomi politik üzerine yaptığı çalışmalarla değerlendirme eğilimine işaret eden Laçiner, Marx’ın felsefi yazılarının ilk kez 1930’lı yıllarda yayımlandığını, bu yazıların ise ancak 1960’lı yıllarda değerlendirilebildiğine dikkat çekmektedir. Genç/olgun Marx ayrımı da bu yıllarda ortaya çıkmıştır. Genç Marx henüz ekonomi politiğe yönelmeyen, felsefi ve siyasi konularla uğraşan Marx’tır. Bilimsel sosyalistler için “hakiki” Marx bu yönelimle başlamaktadır. Oysa Laçiner’e göre, Marx’ın dehasını taşıyan “gençlik yazıları” hâlâ gerçek kılınmayı beklemektedir (Laçiner, 1996[84]: 6-12).

“Sosyalizmde Devrim” yaklaşımı, sosyalizmin “bugünden inşası”nı öngörmektedir. Dolayısıyla sosyalist mücadele başladığı andan itibaren bu süreç de başlamalıdır. Geleneksel yorumun, iktidarın ele geçirilmesine odaklı, yukarıdan aşağıya kurulacak bir düzen olarak ele aldığı sosyalizm yorumuna karşılık, bugünden inşa perspektifinde zihniyeti ve hayatı dönüştürmek esastır. Sosyalizm insanları dönüştürebildiği ölçüde amacına ulaşabilecektir. Bu bağlamda, “muhafazakârlık” olarak nitelendirilen “geleneksel yorumun” çeşitli görüşleri Birikim dergisinde bir önceki bölümde ana hatlarıyla verildiği üzere defalarca eleştirilmiştir.

Birikim’de, “Sosyalizmin bugünden inşası” bir siyaset tarzı olarak benimsenmektedir. Buna göre, sosyalist hareket başından beri bir siyasal mücadelenin içinde olmalı ve bu mücadeleyi toplumsal hayatın tüm alanlarına yaymalıdır. Dolayısıyla, siyasal mücadele; bir partinin, bir örgütün buyruğu altında onun çizdiği rotada değil, yine örgütlü olarak ama özgür iradeye dayanarak yürütülmelidir. Sosyalist devrim hedefleniyorsa bu her

şeyden önce bir zihniyet devrimini gerektirmektedir. Bu hareket, “kendi eylemliliğinin doğrudan doğruya ürünü olmayan, yani ayırt edici vasfını tamamen yansıtmayan hiçbir ‘koşula’ ne uymalı ne de uyarlanmalıdır” (Laçiner, 1990[13]: 11).

Castoriadis, Birikim dergisinde savunulan sosyalizmde devrim tahayyüllünün önemli esin kaynaklarından birisi olmuştur. Castoriadis’e göre, üretim araçlarının mülkiyetinin el değiştirmesinden daha önemli olan “yöneticiler ve uygulayıcılar arasındaki hem üretim sürecinde hem de toplumsal yaşamda var olan kalıcı ayrımların lağvedilmesi”dir. Toplumsal dönüşüm kesinlikle kitlelerin kendi eseri olmalıdır. Bu da bir an değil, bir

süreçtir (Castoriadis, 1993). Teorisinde, toplumsal içinde kaybolmamış, “özerk” bireye önem veren Castoriadis, toplumun insanların özerk etkinliği, yeniden örgütlenmesi ve yeniden yön belirlemesiyle kurulduğunu, tarihe ilişkin tümel bir akılsallık fikrinin saçma olduğunu belirtir. Dolayısıyla, özerklik hedefi insanın yazgısıdır, tarih tarafından oluşturulmaz, tarihi oluşturur (Castoriadis, 1997). Castoriadis’e göre devrim, toplumun özerk eyleminin bir sonucu ortaya çıkacak olan bir süreçtir. “Toplumun imgeleminde kurulması” da bunu ifade etmektedir.

2.5.3. “Bir Yaşam Tarzı Olarak Sosyalizm”

Birikim dergisinde sosyalizm mücadelesi, siyasal alanla sınırlı kalmayan, gündelik hayatı da dönüştürmeyi hedefleyen en başta “etik” bir seçim olarak değerlendirilmiş, “bir yaşam tarzı olarak sosyalizm”1 savunusu özellikle derginin ikinci bölümünde yaygın olarak yer almıştır.

Ahmet İnsel, Ömer Laçiner’in Sosyalizmde Devrim adlı kitabına yazdığı “Sürekli Bir Kendini Aşma Çabası” başlıklı yazısında Laçiner’in sosyalizm tasavvurunu, “bir gün mutlaka” gerçekleşecek bir büyük devrim vaadi değil, şimdi ve burada gerçekleşen bizim küçük devrimlerimizin insanın eylemlilik hallerini genişletmeleriyle hayat bulan bir süreç” (İnsel, 2007d: 7) şeklinde açıklamıştır. Bu savunuda hem sınıfa yüklenen anlam farklıdır, hem de sosyalizm hedefi salt iktidar olmaya endekslenmemiştir. Solun, siyasal örgütlenmenin ötesine geçerek, hayatın kendisini dönüştürmesi hedeflenmektedir.

“İşçi sınıfı, iktisadi mücadele alanının dışına çıkmalıdır. İnsana değil üretim aracına, ürüne yöneltilen, onları mükemmelleştirmeye hasredilmiş bir bilim pratiğinden uzak tutulmuş, onun uygulamadaki sonuçlarıyla itildiği insan-dışı konumdan sıyrılabilmesi için, bastırılmış bilme ve bilerek eylemde bulunma istek ve enerjisini aslî kaynağına, insana yöneltmelidir. Bu toplumsal hayatın tüm alanlarına, tüm sınıflara, yaşam koşullarının tümüne yönelen, eleştiren, öneren ve deneyen bir ilgi, bir sahiplenme girişimidir. Daha fazla tüketilebilmenin afyonunda kendi çıplak gerçeğinin trajedisine gözlerini yuman bir topluma ‘bir gün mutlaka’ gerçekleşecek bir büyük devrim vaadi değil, şimdi, burada ve zaten gerçekleşmekte olan, büyük, fedakâr, özel niteliklere sahip ‘devrimci’lerin değil, bizzat bizim olan ‘küçük’ devrimlerimizin herkese açık çağrısı, hiç şüphe edilmesin ki çok daha büyük ve dönülmez bir etki yapacaktır” (Laçiner, 1989[5]: 18-19).

1

“Bir yaşam tarzı olarak sosyalizm” perspektifinde, dünyada 1968 hareketiyle birlikte solun sadece iktidarı ele geçirmeye değil bunun dışında gündelik yaşamı da dönüştürme, kendi yaşam biçiminin çekim gücünü oluşturma, politikayı tüm toplumsal hayatlara yayma gibi pratiklerinin etkisini görmek

Laçiner, Türkiye sol-sosyalist hareketinin önündeki duvarları aşabilmesi için sosyalizmi öncelikle davranış ve tavırlarına yön veren ilke ve değerler bütünü olarak, gündelik bireysel ve kolektif varoluşunda içselleştirmesinin gerekliliği üzerinde durmaktadır. Laçiner’e göre; geleneksel yorumun iktidarı ele geçirmeye yönelik sosyalizm perspektifinde “bugün” için yapılması gereken propaganda ve ajitasyon faaliyetinden ibarettir. “Bir yaşam biçimi sosyalizm” ise hayatın mümkün her alanında, her parçasında sosyalizmin gereklerine uyup onun ilişki ve eylem tarzını benimsemek ve bu suretle başka bir dünyanın mümkün olduğunu göstermektir. Bu savunu, Birikim’in bir partiye bağlı siyaset yürütmemesinin ve “öncü parti” tezine karşı durmasının gerekçesini oluşturmaktadır. Birikim’e yönelik “iktidar perspektifinden uzak olmak” ve “siyasetsizlik” eleştirisinin karşılığı yine dergi çevresi tarafından “sosyalizmin bugünden inşası” argümanıyla yanıtlanmaktadır.

“Bu iddia ve ithamların tümü hilekârca bir demogojiden başka bir şey değildir. Çünkü ‘sosyalizmin bugünden inşâsı’ tam anlamıyla bir siyasettir ve başından itibaren bir siyasal mücadele zemini oluşturur ve kaçınılmaz olarak bir iktidar hesaplaşmasına varır” (Laçiner, 1998[113]: 11).

Laçiner, kendisiyle yapılan bir röportajda “Sosyalizm nasıl gerçekleşecek?” sorusuna karşılık olarak şu yanıtı vermektedir:

“Sosyalizm, bir iktidar gücüyle, devletle kurulan bir rejim değildir. Sosyalizm öncelikle bir hayat ve varoluş tarzı olarak anlaşılmalı. Bizim iktidarı aldıktan sonra kuracağımız ve içinde yaşayacağımız bir şey değildir. Bizim bugünden yaşayacağımız bir şey olmalı, sosyalizm. Dolayısıyla bizim için sosyalist mücadele, sosyalistçe yaşanabilen, sosyalistçe ilişkilerin kurulabildiği, gelişip çeşitlenebildiği alanların inşasıdır. Bizim başkalarıyla vereceğimiz siyasi, hatta askeri mücadele, bizim kendimizi var etme alanlarımızın müdafaası olmalıdır. Sosyalizm bugünden kurulabilir bir şeydir. Siz sosyalizmi mülkiyet rejimi ve paylaştırma düzeni olarak düşünürseniz, bunun için devlet lazım. Çünkü tapuları iptal etme gücü ancak orada olur” (Aral, 2006).

Sosyalizmi bugünden inşâ perspektifinde, sosyalizm bir devlet ve iktidar edimi olarak tasarlanmaz. Belge’ye göre de, iktidar öncesinde gündelik hayat önemlidir. Çünkü sosyalizm insan ilişkilerinin özgürlüğe, eşitliğe doğru dönüştürülmesini gerektirir.

İktidar bu bağlamda önemlidir ancak sosyalizm bir hayat tarzı ise, sosyalizme giden süreç, toplumsal ilişkilerin yeniden üretiminde bir dönüşüm anlamına gelmektedir. Devrim, “toplumsal kertelerin öncelikle bir tanesinde, siyaset düzeyinde iktidarı ele geçirme anı değil, toplumsal ilişkilerin yeniden üretiminin sosyalizme doğru dümen kırdığı anı anlatan bir kavramdır” (Belge, 1995[79]: 41).

Tanıl Bora’ya göre, sol politikanın mekânsal bir alan olarak “sokağı” konumlandırma tarzı oldukça sorunludur. Sokağı sadece gövde gösterisi yapılacak, sayıca kalabalık görünecek, “kararlılık gösterisi plân tatbikatı” yapılacak bir yer olarak değil, “hayat tarzı”nın denendiği bir mekân olarak yaşamak ve yaşatmak önemlidir. “Hayatın gündelik karmaşası anlamında ‘sokak’la etkileşimi güçlü olmayan bir politika; gösterisiyle, pankartla veya çatışmayla/direnişle sokağın sınırlı bir kısmını, geçici bir süre kaplayabilir ancak” (Bora, 1996[85]: 11). Sol politikanın “tali” konularla ilgilenmemesini, kısa vadede yapılacak değişikliklerle mücadele etmeyi nafile saymasını eleştiren Bora, “Bir mitingle, bir sokak performansıyla ‘korkuyu yendik’