• Sonuç bulunamadı

Dinler tarihi’nde

Belgede KUR ÂN DA TAKVÂ KAVRAMI (sayfa 37-43)

(ﺔﻣﺎﻴﻘﻟا مﻮﻳ باﺬﻌﻟا ءﻮﺳ ﻪﻬﺟﻮﺑ ﻰﻘﺘﻳ ﻦﻤﻓا) Kıyâmet gününde, yüzüyle kendisini azabın en kötüsünden korumaya çalışan

A- Din Bilimlerinde “Takvâ” Kavramı

1- Dinler tarihi’nde

Din, ilâhî bir kanun olup akıl sahibi kişileri akıl ve iradeleriyle dünyada iyiliğe, âhirette kurtuluşa götüren yoldur. Din, inanmayı, inanma bağlanmayı, bağlanma da sorumluluğu getirir. Din fert olarak insan kimliğinin mühim bir parçası olup, kişinin yeryüzündeki var oluşuna anlam kazandıran tarihi ve aktüel kaynakların en önemlisidir.

Ferdî tercih olarak din, hayatı anlamlı ve yaşanabilir kılan temel değer kaynağıdır.

Ayrıca din, bireyin sosyal kimliğinin oluşumunda da etkili olup, yerine başka bir şey

78 Soysaldı, Mehmet, “Kur’ân Semantiği Açısından Takvâ”, F.Ü.İ.F. Dergisi, sy. 1, Elazığ, 1996, s. 25.

ikâme edilemeyecek derecede rakipsiz bir sosyal müessesedir.79 Din, fertleri mukaddes duygu ve alışkanlıklarda birleştiren, milli vicdanı meydana getiren âmil olduğu gibi, toplumları yükselten, onların gelişmesini sağlayan bir kurumdur. Din, insanlara yön veren, en mükemmel kanunlar ve en sıkı nizamlardan daha kuvvetli bir şekilde insanları manevî varlıklarından yakalayan, kucaklayan bir kurumdur. Anarşinin, haksızlıkların, suçların, adaletsizliklerin, kötülüklerin en büyük düşmanı dindir.

Toplum düzeninin en önemli koruyucusu dindir. Yaratana inanıp dînî bağlılıkları bulunan insanlar, daima örnek davranışlar sergilerler. Din, onları sürekli etkisi altına tutar, gizli-açık bütün fenalıklardan korur, doğru yola sevk eder.80 “İnsan-ı kâmil”in oluşması, din ile ve dindarın dînî sorumluluklarının bilincinde olarak görevlerini yerine getirmesi durumlarıyla doğru orantılıdır.

İnsanın yüce bir kudrete gönülden bağlanması onun gücüne güç katar; dua, niyâz, iltica ile insanı ulvîleştirir. Allah sevgisi ve korkusu iki yönden insanın ruhî ilkelliğini giderir, ona kuvvetli bir irade ve sağlam bir karakter kazandırır. Böyle kişiliklerin içinde yer aldığı toplumlarda fazilet yarışı başlar. Din insana hem içgüdülerinin ve madde âleminin esiri olmadığı, hem de sonsuz bir hürriyet ve bağımsızlık içinde bulunmadığı şuurunu verir. Kişi bencil duygularına, canlı ve cansız tabiata değil yalnız her şeyin sahibi olan Allah’a boyun eğecektir. Dinin bu telkini insana gerçek hürriyet ve bağımsızlığını kazandırır. Artık kul yaratıklar önünde ve tabiat olaylarının karşısında hayret ve dehşete düşmez.81

Bütün dinlerin özünde iyiliksever ve yardımseverlik bulunmaktadır. Birçok dinde “Kendin için istediğini başkası içinde iste! Kendin için istemediğini başkası için de isteme!” prensibi vardır. Öyleyse din, gerçek manada anlaşıldığında insanlar arasında dayanışmayı sağlamak ve mevcut olan ıztırapları gidermek için insanları

79 Bolay - Mümtazer, Süleyman Hayri, Türköne, Dîn Eğitimi Raporu, Ankara Merkez İmam Hatip Lisesi Öğrencileri ve Mezunları Vakfı, Ankara, 1995, s. 3; Algül, Hüseyin, “Nasıl Bir Din Tasavvuru”, Yarınlar İçin Düşünce Platformu Tebliğler Dergisi “Türk Milli Eğitim Sisteminde Din Eğitim ve Öğretimi” Sempozyomu, Panel Sempozyum, Konferans ve Kültür Yayınları, Ankara, 2-3 Mart 2005, s. 82.

80 Tümer, Günay, “Çeşitli Yönleriyle Din”, A.Ü.E.F.Dergisi, sy. XXVIII, Ankara, 1986, s. 247.

81 Tümer, “Din”, T.D.V. İslâm Ansiklopedisi, I-XXX (devam ediyor), İstanbul, 1994, s. 317.

erdemliliğe çağırmaktadır.82 Dolayısıyla esas itibariyle, hiçbir din yoktur ki yanlış olsun. Hepsi kendilerine göre doğrudur. Hepsi de insanlığın belirli ve bilinen serattine çeşitli şekillerde tezahür ederler.83

Tek bir zirveye götüren yollar dağın eteğinde birbirinden oldukça uzaktayken zirveye yaklaştıkça birbirine yaklaşırlar.84 Özellikle Yahudilik, Hıristiyanlık ve İslâm gibi “Kitablı Dinler” söz konusu olduğunda, birbirine bağlı üç yön bulmaktayız:

İnançla ilgili hususlar, ibadetle ilgili hususlar, ahlâkla ilgili hususlar.85 Din terimi, hem ahlâkî olarak emredici kanunlar muhtevasını ve hem de onlara uygun davranmayı ifade eder ve sonuçta terimin en geniş anlam çerçevesini yansıtır. Yani, içerdiği akidevî prensipleri ve bu prensiplerin pratik yansımaları olduğu kadar, insanın ibadet ettiği objeye karşı yaklaşımını, dolayısıyla “itikat” kavramını da içine alır.86

İlâhî kökenli dinlerin, itikat, ibadet ve ahlâk kuralları noktasında pek çok ortak noktaları vardır. Ve bunların tamamı erdemli kişiliği (müttakî) oluşturmak için birlikte olmak ve bulunmak zorundadır. İlâhî dinlerden Yahudilikte talmutta belirtildiği üzere 613 emir vardır. Bu emirlerden en önemlileri Allah’a karşı ödevlerdir. Bu ödevler, aşka ve saygılı korkuya87 dayanır. Bu emirlere riâyet, Allah’a karşı sorumluluk bilincinde ve saygılı olmayı gerektirir. Sorumluluklarının bilincinde olanlar ise RAB tarafından koruma altına alınmıştır. RAB onlar için en iyi koruyucudur.(Vâk)

“ RAB sadık kullarının adımlarını korur, ama kötüler karanlıkta susturulur.”88

“…RAB onu çevresindeki bütün düşmanlarından koruyarak rahata kavuşturdu.”89

82 Yüksel, Emrullah, “Din Fenomeni”, İ.Ü.İ.F.Dergisi, sy.1, İstanbul, 1999, s. 107.

83 Yıldırım, Ergün, Din Anlayışının Sosyolojisi, Bilge Yayınları, İstanbul, 1999, s. 32.

84 Nortbourne, Lord, Modern Dünyada Din, çev. Şahabettin Yalçın, İnsan Yayınları, İstanbul, 1995,s.12.

85 İkbal, Muhammed, Dînî Fekekkürün Yeniden Teşekkülü, ter. S. Huri, Çeltüt Matbaacılık, İstanbul, 1964, ss. 18- 19.

86 Esed, Muhammed, Kur’ân Mesajı, çev. Cahit Koytak - Ahmet Ertürk, 5.bs., İşaret Yayınları, İstanbul, 2002, s. 78.

87 Aydın, Mehmet, “Yahudi Kaynaklarına Göre Yahudilik”, S.Ü.İ.F.Dergisi, sy. 4, Konya, 1991, s. 16.

88 1. Samuel, 2/ 9.

89 2. Samuel, 7/ 1.

“…Tanrı’mızın eli üzerimizdeydi: yol boyunca düşmandan, pusuya yatanların saldırısından bizi korudu.”90

“ Kıtlıkta ölümden, savaşta kılıçtan seni O koruyacak.”91

Kitab-ı Mukaddes’te geçtiği şekliyle Hz. Mûsâ ve Hz. Îsâ tarafından tebliğ edilmiş olan ahlâkî kaidelere bir göz atılırsa, hepsinin de Kur’ân-ı Kerîm’de ufak üslûp farkı dışında, aynen zikredildiğini görülür. Ancak, gerek Hz. Mûsâ’nın “On Emir”inde, gerekse Hz. Îsâ’nın “Dağdaki Vaaz”ında olduğu gibi, bu kaideler, Kur’ân-ı Kerîm’de bir bütün olarak verilmemiş, fakat Mekkî ve Medenî sûrelerde zikredilmiş, dağınık bir şeklide ve çok defa her biri bir durum hakkında hüküm olarak gelmiştir.

Tevrat’ın “Çıkış” bölümünde 20. babda geçen on emrin -mahallî ve şartlı bir vecibe olarak kabul ettiği sebt günü hariç- Kur’ân-ı Kerîm tarafından aynen tasdik edildiği görülür:92

Çıkış: 20,3: “Karşımda başka ilâhlar olmayacaktır.” (el-İsra’,17/ 23)

Çıkış: 20,4: “Kendin için oyma put… yapmayacak ve onlar önünde secde etmeyeceksin…” (Hacc, 22/ 30)

Çıkış: 20,7: “Rabb’inin ismini boş yere ağzına almayacaksın.” (el-Bakara, 2/

224; Mâide, 5/89)

Çıkış: 20,12: “Babana ve annene hürmet et.”93 (el-İsra’, 17/ 23) Çıkış: 20,13: “Katletmeyeceksin.” (en-Nisâ, 24/ 29)

Çıkış: 20,14: “Zinâ etmeyeceksin.” (el-İsrâ, 17/ 32; en- Nûr, 24/ 30- 31) Çıkış: 20,15: “Çalmayacaksın.” (el-Mâide, 5/ 38; el-Mümtahine, 60/ 12) Çıkış: 20,16: “Komşuna karşı yalan şehâdet etmeyeceksin.” (el-Hacc, 22/ 30)

90 Ezra, 8/ 31.

91 Eyüp, 5/ 20.

92 Draz, M. Abdullah, Kur’ân’a Giriş, çev. Salih Akdemir, Kitabiyat, Ankara, 2000, s. 71.

93 Sarıkçıoğlu, Ekrem, Başlangıçtan Günümüze Dinler Tarihi, 4.bs., Fakülte Kitabevi, Isparta, 2002, s.

254; Tümer-Küçük, Abdurrahman, Dinler Tarihi, 2.bs., Ocak Yayınları, Ankara, 1993. s. 217, 218;

Draz, a.g.e., s. 71.

Çıkış: 20,17: “Komşunun hiçbir şeyine tamah etmeyeceksin.” (el-Mâide, 5/ 32)

İşte bunlar ahlâkî kaidelerin dayandığı esaslardır. Bu esasların yerine getirilmesi kamil bir inanan kategorisinde yer almanın ve müttakî bir mü’min olmanın olmazsa olmaz şartıdır. Bunlarla ilgili olarak Hz. Îsâ şöyle demiştir:94

“Kim bu büyük emirlerden birini kaldıracak olursa, o, göklerin krallığında küçük olarak çağrılacaktır; buna mukabil kim bunlara uyar ve başkalarına da uymayı öğretecek olursa, bu kişi, göklerin krallığında büyük olarak çağrılacaktır.”95

Ne olursa olsun, hem derin hem yüce bir ses, kendini “Dağdaki Vaaz”da duyuracaktır. Gerçek bir ahlâk hazinesi olan bu vaaz, paha biçilmez bir değere sahiptir.

Bu hususta da, bütün mukaddes kitapların koruyuculuk görevini Kur’ân’ı Kerîm mükemmel bir şekilde yerine getirmektedir.96 Ancak gözde metoduna her zaman sadık kalan Kur’ân-ı Kerîm, bütün bu nasihâtlerin hepsini bir yerde toplamak yerine, her birini yeri geldikçe vermeyi tercih etmiştir.97 İncil’deki bu nasihâtlerin müttakî kişiliğin karakteristik özellikleri bağlamında Kur’ânî tasdiğine bakıldığında şöyle bir tablo görülür:

Matta: 5,3: “Ne mutlu ruhta fakir olanlara; çünkü göklerin melekûtu onlarındır.”98 (el-Bakara 2/ 212; Âl-î İmrân, 3/ 14)

Matta: 5,4: “Ne mutlu yaşlı olanlara; çünkü onlar teselli edileceklerdir.” (el-Bakara, 2/ 155- 157)

Matta: 5,5: “Ne mutlu halîm olanlara; çünkü onlar yeri miras alacaklardır.”

(Âl-i İmrân, 3/ 133-134)

Matta: 5,6: “Ne mutlu salaha acıkıp susayanlara; çünkü onlar doyurulacaklardır.” (el-Câsiye, 45/ 21; el-Muttaffifîn, 83/ 29- 36)

94 Draz, a.g.e., s. 71.

95 Matta, 5/ 19- 20.

96 el-Mâide, 5/ 48.

97 Draz, a.g.e., s. 72.

98 Yıldırım, Suat, Mevcûd Kaynaklara Göre Hıristiyanlık, 2.bs., Işık Yayınları, İzmir, 1996, s. 243.

Matta: 5, 7: “Ne mutlu merhametli olanlara; çünkü onlara merhamet edilecektir.” (el-Beled, 90/ 17- 18)

Matta: 5, 8: “Ne mutlu yüreği temiz olanları; çünkü onlar Allah’ı göreceklerdir.” (eş-Şu’arâ 26/ 89; Kâf, 50/ 33)

Matta: 5, 9: “Ne mutlu sulh edicilere; çünkü onlar Allah oğulları olarak çağırılacaklar.” (en-Nisâ, 4/114)

Matta: 5,10: “Ne mutlu salah uğruna ezâ çekmiş olanlara; çünkü göklerin melekûtu onlarındır.” (el-Bakara, 2/ 214; Â-i İmrân, 3/ 186)99

Yine İncil, “Tanrısal Çağrı” düzeyinde bağlılarına şöyle seslenmektedir:

“İşte şu nedenle her türlü gayreti göstererek imanınıza erdemi, erdeminize bilgiyi, bilginize özdenetimi, özdenetiminize dayanma gücünü, dayanma gücünüze Tanrı yoluna bağlılığı, bağlılığınıza da kardeş severliğinizi ve sevginizi katın.”100 Ağırbaşlı ve itâatkar olmayı arzulayıp Allah’ın senin yüreğine egemen olmasını istiyorsan, dünyasal ve boş isteklere değer verme. Dünyasal edinim ve gelip geçici tatlardan uzaklaşarak bunları değersiz say. Ne zaman ki dünyasal tatların gelip geçici olduğunu anlarsın, o zaman Îsâ’nın tecellisinin tadına varırsın, nasıl bir gözünle aşağı diğeriyle yukarı bakamıyorsan, dünyaya sevgi duyarken de Allah’ın sevgisini tadamazsın. Bedensel isteklerin ardınca koşarken, ruhsal değerlerden tad alamazsın.

Her türlü çirkin isteği yüreğinden çıkar at. Yüreğin sadece Allah’ta rahat bulsun.

Yaratıcının sonsuz sevgisini arzuladığında, yüreğinde sevgisinin temellenmesi için bir yer de hazırlamış olursun.

Dünyanın kötü istekleriyle kirlenmiş yüreğine Rabb girmez. Rabb, dünyasal sevgiyle kirlenmeyen temiz bir yürek ister. Öyle ki ona Kendi mührünü vursun ve yalnızca Kendine ait olsun.101

99 Draz, a.g.e., s. 73.

100 2.Petrus, 1/ 5- 7.

101 Circis, Habib, Takvâ Sırrı, İstanbul Süryânî Ortodoks Metropolitliği, İstanbul, ts., s. 16.

İnsanın bütün hayatını kucaklayan bir sistem olarak İslâm, bir yandan manevî bir korku, bir yandan da maddî müeyyideler ortamında kalan insanı, toplumun en ahlâklı insanı yapmayı hedef edinmiştir. Önce ona temiz bir düşünüş tarzı kazandırmış, gönlüne Allah korkusu koymuş, sonra da nefsine uyduğu takdirde müeyyideyi karşısına koymuştur.102

Belgede KUR ÂN DA TAKVÂ KAVRAMI (sayfa 37-43)