• Sonuç bulunamadı

I. BÖLÜM

2.1.2. Dinleme ve Beyin İlişkisi

Vücudun yöneticisi olan beynin etimolojik anlamını, Onan (2010: 523) araştırmalara da dayandırarak şu şekilde açıklamıştır: Kafatasında bulunan organ, şuur, his ve irade merkezi anlamına gelen beyin Türkçe bir kelimedir. Clauson bu kelimenin Eski Türkçedeki asıl şeklinin bengi olduğunu söyler. Sevortyan da beyin kelimesinin

meng sözcüğünden türediğini ifade eder. Tıetze (2000: 327), beyin kelimesinin m ile

başlayan varyantlarının, b ile başlayan varyantlarından daha eski olduğunu belirtir. Beyin kelimesi birinci tekil şahıs zamiri men ile, ebedî ve sonsuz anlamındaki mengi kelimelerini çağrıştırmaktadır. His, irade, şuur ve ebediyet kavramlarının benlikle ilişkili olduğunu ifade ederek, beyin kelimesinin Türkçede, ben ve benlik kelimeleri ile bir kavram alanı oluşturduğunu belirtmiş ve beynin işlevlerini insan yaşamındaki öneminden hareketle fiziksel ve zihinsel olmak üzere iki ana başlığa ayırmıştır. Bu ana

işlevler çoğu zaman birbirleriyle etkileşime girerler. Bazen zihinsel aktiviteler fiziki davranışların yönlendirilmesinde etkiliyken, bazen de fiziksel aktiviteler zihinsel davranışların tetikleyicisi konumunda olmaktadır.

Dinleme ve işitme arasındaki fark açıklanırken de belirtildiği gibi, dinleme süreci zihinsel, işitme süreci de fiziksel yöndedir. Onan’a (2005:159) göre, işitme sürecinin sonunda beynin, sinirsel enerjiyi ses olarak algılamasından sonra bilgiye dönüştürme aşamasında devreye nöronlar girmektedir. İşitme aşamasının sonunda beyine ses olarak ulaşan uyarıların dilsel bilgiye dönüşüm süreci ise bu sesin nitelik bakımından tespit edilmesiyle gerçekleşmektedir. Bu tespit fonksiyonel grup kimliğiyle hareket eden uzmanlaşmış nöronlar sayesinde olmaktadır.

“İnsan beyni bir cümleyi duyduktan sonra onu anlamlandırıncaya kadar çok sayıda işlem yapmaktadır. Önce, kulaktan iletilen ve çoktan elektrik ve kimyasal kodlara çevrilen sesleri, karşılığı olan harf, sözcük ve cümleye çevirmektedir. Bunları her seviyede ayrı ayrı çözümler. Ekler ve kökler ayrılır. Bunların sahip olabilecekleri anlamlar ortaya çıkarılmaya çalışılır. En sonunda da beyin daha önceki deneyimleri ve konuşmanın daha önceki aşamalarını değerlendirerek cümlenin içermiş olabileceği anlama ulaşmaya çalışır. Oysa biz bunların farkına bile varamayız. Sanki cümle söylendiği anda anlamını çözdüğümüzü sanırız. Beyin, bir cümleyi anladıktan sonra da onun ne fonolojisi, ne de morfolojisi ile ilgilenir. Önemli olan anlamdır. Geri kalanı ya atılır ya da bir kenara bırakılır. Böylece duyduğumuz bir cümleyi tekrar etmemiz istenirse, son derece farklı sözcüklerle ve farklı sözdizimleri ile aynı anlamı biçimlendirebiliriz. Çok dikkat etmediğimiz sürece söylenen bir cümleyi aynı sözcüklerle ve sözdizimi ile tekrarlamamız oldukça güçtür.”

(www.imece.org/arsiv/balan/html,Akt: Onan, 2005: 161).

Yapılan araştırmalar beyinde dil merkezlerinin üç alanda toplandığını göstermektedir. Bu alanlar, sol yarım kürede bulunan işitme bölgesinin önünde frontal lobda yer alan Broca Alanı, daha geride ve alt tarafta yer alan Wernicke Alanı ve daha karmaşık dil fonksiyonlarını ortaya koyan Angüler girüs’tür.

(Bilim ve Teknik, s. 389)

Şekil 2: Beynin Yapısı

Wernicke Alanı beyinde en üstte şakak kıvrımının arka ucunda yer alır. Bu alan ana dilini anlamaya yönelik bütün fonksiyonların üzerinde etkilidir. Bu bölgenin yalnızca anlama becerisi üzerinde değil yazma becerisinde ve buna bağlı konuşmada da etkili olduğu araştırmacılar tarafından ifade edilmiştir. Broca Alanı ise anlatma becerileri özellikle de konuşmayla ilgili fonksiyonlarda etkisini göstermektedir. Angüler girüs, insanın işittiğini söylemesini ve yazmasını, kendisine dokunan cismin adını yazmasını, gördüğü şeyin adını yazmasını ve okumasını sağlar (Onan, 2005: 143; Özbay, 2009: 7).

Şekil 3: Beyindeki Dil Merkezleri

Dinleyerek anlama süreci, beyindeki tek bir alanda oluşmamakta, beyin kabuğundaki işitme merkeziyle dil merkezli anlamadan sorumlu Wernicke Alanı

arasındaki bir eş güdüm sonucu gerçekleşmektedir. Bu iki alan arasındaki bağlantının kesilmesi, işitme ve dinleme kavramlarını nörolojik bakımdan birbirinden ayırmaktadır. Yani işitme gerçekleşmekte ancak işitilen anlamlandırılamamaktadır (Ergenç, 2000:117).

Dinleme, beynin kulağa gelen birçok sesten birini seçip onu algılaması ve değerlendirmesi sürecini kapsar. İnsan her şeyi işitebilir ama dinlemeyebilir. Dinlemenin gerçekleşmesi, insanın kendi iradesine ve seçimine bağlıdır. Seçilen bu sesler, işitme yorum alanı dediğimiz bir merkeze gelir, merkezde daha önce o seslerle ilgili toplanmış bilgilerle karşılaştırıldıktan sonra beynimizdeki dinleme merkezi tarafından anlaşılmaktadır. Yapılan araştırmalara göre beyin, konuşmacının sözlerinin hepsini aynı dikkatle algılamamaktadır. Ortalama olarak bir insan beyni dakikada 600 kelimeyi algılama gücüne sahiptir, bir konuşmacının ise dakikada en çok 250 kelime konuşabildiği kabul edilmektedir (Yalçın, 2002: 124). Konuşma ve dinleme arasındaki bu ilişkiye dinleme eğitimine yönelik çalışmalarda dikkat edilmesi sürecin daha başarılı geçmesi adına önemlidir.

Beyindeki ilgili merkezlere ulaştırılan ses, hafızada ayrıştırılır. Hafıza, gelen seslerin hepsini tarar ve önceki deneyimlerden yola çıkarak bu seslerden anlaşılmak istenenleri tanımlar. Bütün sesler kulaktan işitme merkezine gider oradan da hafızaya ulaşır. Giden sesler hafızada taramadan geçer ve sesin tanımlanması yapılır. Tanımlanan bu sesle ilgili eski ve yeni bilgiler hafızada bir araya gelerek çağrışımlar oluşturulur. Bu çağrışımlar sonucunda bu sesler anlamlandırılmış olur (Özbay, 2009: 51). Beynimiz, dinlemeyi anlam gruplarını algılamak ve anlamak biçiminde yapar. Bir anlam grubunu ileri ve geri doğru tahmin edebilir. Dinlemenin önemli hususlarından biri de dilin gramer kalıpları ile dinlenilen metindeki bilginin algılanması arasında ciddi bir ilişkinin bulunmasıdır. Türkçenin öğretiminde son ekler, dinlediğimizi anlamada önemli bir yere sahiptir. “”….in/…sı” veya “….dan/…ya” gibi kalıplar çocukluğumuzdan beri dinleyerek beynimizde oluşturduğumuz kalıplardır. Zihnimiz bu kalıpların içindeki ana bilgilere ulaştıktan sonra anlam bütünlüğünü hemen tamamlar ve anlama gerçekleşir (Yalçın, 2002: 128).

Beyindeki işleyiş ve anlamlandırma süreci değerlendirilen dinlemenin, doğuştan kazanıldığı düşünülmüş ve bu yüzden de hep ihmal edilip son yıllara kadar üzerinde çalışılması bile gerekli görülmemiştir. Aslında düşünülenin aksine dinlemenin bütün

süreçlerin temelini oluşturduğu ve beyindeki işleyişinin kademeli olarak fiziksel ve zihinsel yapılarla şekillendiği anlaşılmaktadır.