• Sonuç bulunamadı

2.4. Dinleme Becerisi 27 

2.4.2. Dinleme-Anlama 30 

Dinlemenin en önemli gerekçesi anlamaktır. Anlama ise öğrenme sürecinin en önemli unsurlarından biridir. Her canlının kendine özgü bir dinleme özelliği olduğu gibi, insanın da dinleme konusunda tutum ve eylemleri farklılık göstermektedir. Dinlemenin anlama ile ilişkilerini bu açıdan değerlendirmek yararlı olacaktır.

Bir duyguyu ya da bir düşünceyi kendi akışı içinde, kopukluklara uğramadan idrak etmeye “anlama” denir. Yazının ya da konuşmanın ne demek istediğini algılamaktır. Dolayısıyla okuma ve dinleme etkinliğinin amacı anlayabilmektir (Göğüş,1978:71). Anlama, karmaşık bir süreçtir. Bir yazı ya da konuşmanın iletmek istediği düşünce, görüş ya da öneriyi okuyarak veya işiterek kavrayabilme yeteneğidir. Anlama, bir öğrenme alanıdır. Bu alanı oluşturan beceriler ise okuma ve dinlemedir (Göçer, 2007:18). Bu iki becerinin ilişkisiyle ilgili iki farklı görüş ortaya atılmıştır. Birincisi; “ortak anlama süreci” olarak adlandırılan süreçtir. Bu sürece göre dinlediğini ve okuduğunu anlama süreci birbirine çok benzeyen iki süreçtir. Okuduğunu anlama

İkincisi ise; “ikili anlama süreci” olarak adlandırılan süreçtir. Bu sürece göre de, dinlediğini ve okuduğunu anlamanın işlevi, uyarıcıların gelişi ve dil bilimi bakımından farklılık gösterdiği için aynı süreçler değildir. Dolayısıyla bir öğrenci okuduğunu anlamada yetenekli ve hızlı olsa bile, aynı yeteneği ve hızı dinleme anlama alanında gösteremeyebilir. Bu nedenle dinleme-anlama ile okuma-anlama birbirleriyle ilişkili değildir (Yangın, 2002: 44-45).

Dinleme, işitmekten ayrı, ruhsal bir olaydır. İşittiğini anlamak amacıyla dikkat harcamak ve bir sonuç çıkarmak için konuşmayı izlemektir. Zihin işittiğini sözcüklerle değil tümce tümce anlar. Bu nedenle dinleme süreci, tümceden tümceye tamamlanmış olur. Dinleme anlama, birbirinin başlangıç ve sonucu olan zihin olaylarıdır. Dinlemede zihin, okumada olduğu gibi etkindir (Göğüş, 1978:228).

Yalçın (2002:127) da görme ve işitme benzerliğinden yola çıkarak zihinde dinleme anlamanın nasıl gerçekleştiğini şöyle ifade etmiştir: “Kulağımız dinleme işini sesleri tek tek, birbirlerine bağlantılı olarak veya boğumlanmış ses öbekleri hâlinde dinlememektedir. Tıpkı gözümüzün harf harf, kelime kelime görmediği gibi… Sesler, ses grupları, anlam bütünlüğü içinde beynimize giriyor ve yorumlanıyor. Yorumlanırken, anlam grubunun öncesiyle sonrası arasında ilgi kuruluyor. Gelecek anlam grupları da çağrışım yoluyla anlaşılıyor” (Yalçın, 2002:127).

2.4.3. Dinleme ve Beyin İlişkisi

Dinlemenin sadece işitme organıyla ele alınması, beş duyunun temel bir ögesi olarak gösterilmesi, son yıllarda yapılan araştırma ve bulgularla farklı boyut kazanmıştır. Özellikle, dil beyin ilişkisi üzerine yapılan araştırmalar, dinlemenin beyinle doğrudan ilişkili olduğu anlaşılmıştır. Bu açıdan dinlemenin beyinle olan ilişkisi üzerinde durulması yararlı olacaktır.

Duyduğumuz, sesler arasından seçtiklerimiz, işitme yorum alanı dediğimiz bir merkeze gelmekte, o merkezde daha önce o seslerle ilgili toplanmış bilgilerle karşılaştırıldıktan sonra beynimizdeki dinleme merkezi tarafından anlaşılmaktadır. Araştırmalara göre beyin konuşmacının sözünün tamamını dinlememektedir. Bununla birlikte konuşmacının bütün sözlerine aynı derecede dikkat sarf etmemektedir. Ortalama olarak bir insan beyninin dakikada 600 kelimeyi algılama gücü olduğu, bir konuşmacının ise dakikada en çok 250 kelime konuşabildiği kabul edilmektedir (Yalçın, 2002:124).

Dinleme, konuşma, okuma ve yazma becerileri beynin farklı alanlarıyla ilgili becerilerdir. Konuşabilmek, her şeyden önce seslerin algılanmasını gerektirmektedir. Bu da ancak seslerin duyulması ve anlaşılmasıyla ilgilidir. Öyleyse konuşabilme öncelikle duymayı ve anlamayı sağlayan beyin alanının bağlantısını gerektirir. Okuma öncelikle görmeyi ve gördüğünü anlamlandırmayı gerektirmektedir. Görme ve gördüğünü anlama ayrı ayrı beyin loblarıyla ilgilidir. Bunların bağlantısı okumayı mümkün kılmaktadır. Yazma, yazıya ait sembollerin bellekten düzenli bir biçimde çağrılarak kalemin elde tutulmasıyla ortaya dökülmesini gerektirmektedir. Bu süreçte yazma eylemi ve kalemin tutulması ayrı ayrı beyin loblarıyla ilgilidir (Tanrıdağ, 1994:27). Dolayısıyla dil becerileriyle ilgili beyin lobları ve alanları birbirinden farklıdır.

Beynimiz, dinlemeyi anlam gruplarını algılamak ve anlamak biçiminde yapar. Bir anlam grubunu ileri ve geri doğru tahmin edebilir. Kendini buna hazırlar. Örneğin, konuşmacı ‘Okul otobüsü yan tarafı ve önü ezilmiş olarak okula gidiyordu.’ cümlesiyle bir haber vermek istese, biz bu haberde olmadığı hâlde hemen aracın bir trafik kazası yaptığını çağrışım yoluyla tamamlarız. Yani bize verilen bir bilgiden sonrasına doğru bilgi tamamlamaya ulaşabiliriz. Verilen bir bilgiden bu bilginin öncesini de beynimiz hemen tamamlayarak algılamaktadır. Örnek olarak radyo haberlerinin okunduğu bir sırada haberin tam ortasında radyomuzu açtığımızı düşünelim ve spikerin: ‘… Ankara’daki sel baskınları aynı zamanda can kaybına da sebep oldu.’ sözlerini dinleyelim. Beynimiz doğrudan bu bilginin öncesi olan ‘yoğun sağanak yağışlar sonucu oluşan bir sel felaketi’ haberini tamamlamış olmaktadır (Yalçın, 2002:127). Kısaca beyin, dinlemeyi öncesi ve sonrasıyla ilişki kurarak gerçekleştirir.

Yılmaz (2006) “Beyin odaklı öğrenim ve yabancı dil eğitimindeki önemi” başlıklı makalesinde beynin yapısı ve dinleme becerisi ile ilgili olarak şunları aktarmıştır:

“Beyin ile ilgili gerçekleştirilen çalışmalardan elde edilen bulguların belki de en önemlilerinden biri, beynin daha önce düşünülenden çok daha fazla ‘uyarlanabilir’ bir anatomik yapıya sahip olmasıdır. Nitekim son bulgular beynin belirli bölgelerindeki özel fonksiyonların doğum esnasında belirlenmediği, aksine deneyim ve öğrenme yolu ile şekillendiğini göstermektedir (Genesee, 2000). Buna göre, yabancı dil öğretiminde öğretmenlerin öğrencilere yeni dil öğrenim deneyimleri kazanmaları konusunda yardımcı olması, öğrencilerin etkin dil öğrenimlerinde ve dolayısıyla beyin gelişimlerinde belirleyici bir rol oynayacaktır. Şüphesiz böyle bir gelişimin amaca ulaşabilirliği öğrencilerin yabancı dil alanında edindikleri deneyimlerin anlamlı ve bir amaca yönelik türden olmalarına bağlıdır. Genesee’e (2000) göre, örneğin, tanımsız konuşma sesleriyle karşılaşma beyin tarafından öncelikle “ayrımlaştırılamamış sinirsel aktivite” olarak kaydedilir. Beyin bir sesi diğerinden ayırt eden akustik örnekleri henüz tanımadığı için sinirsel aktivite açık değildir. Bu karşılaşma devam ettikçe, dinleyici (beyin) farklı sesleri ayırt etmeyi öğrenir. İşte tüm bu öğrenme süreci sinir sistemindeki bağlantılarla gerçekleşmektedir.” (Yılmaz, 2006:9-10)

Beynin şekillenmesinde deneyim ve öğrenmenin de önemli olduğu açıktır. Bu nedenle beynin dil öğrenme ile ilgili alanı önemli ölçüde öğrenme ile şekillenmektedir.