• Sonuç bulunamadı

Dilin İşleyişi Açısından Galat Kavramı

Galat kavramının niçin, ne yönde ve hangi durumlara yönelik oluştuğunu anlamak için dilin kendi içindeki işleyişi ve ilerleyişini görmek gerekmektedir. Bilindiği üzere diller tarihsel süreçteki devamlılıkları içerisinde birtakım değişim ve dönüşümler geçirmektedir. Ayrıca eş zamanlı olarak dahi “dillerin hiçbir yer ve zamanda tekdüze (uniform) bir yapıya sahip olmamaları, sesten söz dizimine kadar bir dilin her düzleminde, yaşlara, mesleklere, hatta cinsiyete göre tam bir çeşitliliğin yaşanması” (Karaağaç, 1998: 102) da artzamanlı olarak dilde ne derecede büyük dönüşümlerin yaşanmasına sebep olacağı açıktır. Türk dilinin tarihî seyrine baktığımızda da yine gerek ses ve biçimsel düzeyde, gerekse anlam düzeyinde ve söz varlığında çok aşamalı bir değişim-dönüşüm süreci yaşandığını söylemek mümkündür. Bu durum aynı zamanda dilin kendi içindeki “yeni”lerin ortaya çıkış sürecini de ifade etmektedir. Bu anlamda ortaya çıkan her yeninin ise “eski” olanın bozulmuş biçimi olarak görüldüğünü (Karaağaç, 1998: 103) söyleyebiliriz. Dil konusunda gerçekleşen her değişiklik bu açıdan bir bozulma olarak değerlendirilecek ve ortaya çıkan her yeni biçim de, kullanımda olan eski biçime uymaması açısından yanlış sayılacaktır. Porzig (2018: 221) bunu, “dil kullanımında her değişiklik, yani alışılmış konuşma tarzından her sapma, önce (öncelikle) bir yanlıştır” biçiminde açıklamaktadır. Yılmaz (2008: 1)’den yapılan alıntı da yine bunu ifade etmektedir: “Önceden belirlenen ve bilinen kurallar ve kelimeler bütünü dışına çıkarak konuşmak ve yazmak dil yanlışı sayılır.” Fakat yine de, bu yanlış kullanımlar ve yeni yerleşen biçimler yaygınlık kazandığı ölçüde yanlış olmaktan çıkacak ve artık o dilin doğrusu olacaktır. Çünkü “herhangi bir dil birimi, zaman ve mekân boyutlarında ne kadar çok yaygın ise o kadar doğru, ne kadar az yaygın ise o kadar az doğrudur” (Karaağaç, 1998: 105).

Bahsedilen açıklamalar doğrultusunda dilin değişim-dönüşümü açısından dört temel aşama çizebiliriz. Bunlar sözcük, söz öbeği ve tümce yapıları/yapılanmaları üzerinde; ses, biçim, söz dizim ve anlam olmak üzere dört temel unsur olarak karşımıza çıkmaktadır (Aksan, 2015: C. I, 57-62). Yani dilin değişim-dönüşüm süreci bu dört düzlemde gerçekleşmektedir ya da başka bir ifade ile, dilin “ses, şekil, söz dizimi veya anlam gibi herhangi bir düzleminde yer alan bir unsurunun standart dışı kullanımı” (Karaağaç, 1998: 103) dilde değişim-dönüşümler yaşanmasına yol açmaktadır.13 Bu

bakımdan da yine dil üzerindeki doğruluk-yanlışlık zıtlıkları da bu dört temel düzlemde kendine yer edinmektedir. Tüm bu düzlemlerin görsel alarak yansıtılmasına dayanan ve simgesel olarak görselleştirilmiş biçimi (Karaağaç, 2013: 861) olan yazının değişimi ise özellikle ses düzleminde gerçekleşecek değişim-dönüşümlere dayanmaktadır. Çünkü ses düzleminde gerçekleşen değişimlere ayak uydurabilmesi için yazı da değiştirilmek zorundadır (Saussure, 1998: 60).

Dil üzerindeki değişimlerin temel odak noktasının ise bütün dil düzeylerinin kesişme noktası (Uzun, 2006: 13) diyebileceğimiz sözcük olduğunu veya başka bir ifade ile dildeki bütün değişimlerin sözcükler üzerinden gerçekleştirildiğini söylemek mümkündür. Çünkü herhangi bir ses bilgisel sürecin (ses olayları), biçim bilgisel sürecin (eklenme vb.), söz dizimsel sürecin (öbek oluşumu, cümle kurulumu vb.) ve anlam bilimsel sürecin (anlam olayları vb.) temelde sözcükte veya sözcükler arası ilişkilerde gerçekleştiğini görmekteyiz. “Sesler etkileşime girerken, tümceler oluşurken, çokanlamlılık ortaya çıkarken çoğu zaman sözcük merkezli açıklamaların yapılması” (Uzun, 2006: 1) da bundandır. Bu anlamda sözcük bütün dilsel değişim-dönüşümlerin gerçekleşme alanı olarak karşımıza çıkmaktadır. Demek ki dildeki “yeni”lerin ortaya çıkışını sözcükler ve sözcüklerin dizim durumları üzerinden tespit edebilmekteyiz. Sözcük yine söz varlığının da temel unsurunu teşkil etmektedir ve söz varlığının oluşumu sözcük açısından üç türlü ele alınmaktadır: yeni kelime türetme, eski kelimenin ses yapısını değiştirme ve başka dillerden alıntılama. Bu anlamda da yine dil içindeki “yeni”lerin ortaya çıkması açısından bütün değişim-dönüşümlerin başlıca yolları “yeni kelime türetme veya eski kelimenin ses yapısını değiştirme, yani türetme (derivation), kelimenin eski anlamını değiştirme (change) ve başka dillerden alıntılar

13 Dildeki değişimlerin sebepleri ise farklı boyutlarda ele alınmaktadır. Bu çalışma kapsamında bu tarz sebepsel görünümlere değinilmeyeceği gibi, aynı zamanda sebebi ne olursa olsun dilde gerçekleşen değişiklikler bütünüyle yukarıda bahsedilen düzlemlerde gerçekleşmektedir. Dildeki değişikliklerin sebeplerine yönelik ayrıntılı bilgi için bkz: Yılmaz, 2008: 46-50; Porzig, 2018: 215-231.

(borrowings) yapmaktır. Bir dil, bir yapıyı, ya türetir, ya değiştirir veya alır” (Karaağaç, 1998: 103). Sözcüklerin türetilmesi veya sözcük oluşturma süreçleri ise dillerin kendi tipolojik yapılarıyla ilgili olup, çok farklı biçim bilimsel süreçlerin işletilmesi sonucu kendini göstermektedir ve bu bakımdan da çok geniş kapsamlı bir görünüm sergilemektedir. Yine bunları da dil içinde kabul görmesi ve yaygınlık kazanması açısından “kurumsallaşma” ve “sözlükselleşme” gibi özel terimlerle açıklamak ve ifade etmek mümkündür. Öyleyse bu açıklamalar doğrultusunda dilde yenilerin ortaya çıkmasına yönelik dilsel değişim-dönüşüm alanları şu şekilde sıralanabilir:

1. Ses bilgisel düzeyde değişim-dönüşüm 2. Biçim bilgisel düzeyde değişim-dönüşüm 3. Söz dizimsel düzeyde değişim-dönüşüm 4. Anlam bilimsel düzeyde değişim-dönüşüm

(ve özellikle ses bilgisel ve dolaylı olarak/kısmen de biçim bilgisel süreçlere bağlı olarak da)

5. Yazımsal düzeyde değişim-dönüşüm

Dilin kendi iç bileşenleri olarak ele alabileceğimiz ilk dört madde (1-4) kendi içlerinde birbirleri ile sıkı bağlara sahip olsalar da değişim-dönüşüm süreçleri açısından herbiri birbirinden bağımsız olarak ele alınabilmektedir. Bir sözcük, sözcük birim olması açısından birtakım sessel değişimler yaşamış olsa dahi anlamsal bakımdan herhangi bir değişiklik yaşamayabilir veya anlamsal özelliklerini koruyor olabilir. Aynı zamanda anlamsal olarak birtakım değişiklikler yaşamış bir sözcük de sessel ve biçimsel açıdan herhangi bir değişikliğe uğramamış olabilir. Yine birtakım söz dizimsel değişiklikler yaşanmış olsa da (tümce ögelerinin yer değişimi gibi) sessel, biçimsel veya anlamsal açıdan sözcük bünyesinde herhangi bir değişim de olmayabilir. Bu anlamda ise bahsedilen her dil düzeyini veya bu düzeylerde gerçekleşecek değişimleri kendi başlarına diğerlerinden bağımsız olarak ele alabiliriz. Dilin daha çok ses düzeyini yansıtan ve genellikle ona göre şekillenen yazım ise, sessel değişikliklere ayak uydurması (Saussure, 1998: 60) yönüyle ses bilgisel düzeye bağımlı durumdadır. 14

14 Teorik olarak sessel değişimler yaşanmış olsa da yazımın değiştirilmediği (veya belki belirli bir süre değiştirilmeden kaldığı) veya sessel değişim yaşanmadığı hâlde (belki bazı istisnalarıyla) yazımın değiştirildiği durumlar da sözkonusu olabilir. Fakat yazım ve yazının temel işlevi olan “dil seslerini simgesel olarak görselleştirme” göz önüne alındığında sesler ve gösterimleri arasında bir uyum söz konusu olacağı için yazım ses bilgisel düzeye bağımlı durumdadır.

Öyleyse dilsel değişim-dönüşümler bazında ortaya çıkan her yeninin, dolayısıyla her yanlışın (ele alınan kavram açısından ise her galatın) bu dört temel (ses, biçim, anlam, söz dizim) ve bir bağımlı (yazım) düzeyde gerçekleştiği söylenebilir. Şöyle ki dilsel değişim-dönüşümler açısından meydana gelen her yeni, her galat unsur; ses bilgisel, biçim bilgisel, söz dizimsel, anlam bilimsel ve imlaî/yazımsal süreçlere bağlı olarak ve bu dilsel düzeylerde ortaya çıkmaktadır. Buna göre, bu çalışmanın asıl bölümünde de galatların sınıflandırılması bu esaslara göre oluşturulacaktır.