• Sonuç bulunamadı

V. FİKRİ VE SINAİ MÜLKİYET HAKLARINA İLİŞKİN SINIR ÖNLEMLERİ

VI.3. AB Mevzuat Uyumuna Yönelik Eğitim Gereklerinin Analizi

VI.3.4. Diğer kurumlar tarafından yapılması gerekenler

Meslek Birlikleri

Meslek birlikleri, üyelerin, eserlerine ilişkin mali haklarının takibi, telif ücretlerinin tahsili ve bu ücretlerin dağıtımı ile yükümlüdür. Bunun için üyelerden, 5846 sayılı Kanuna uygun bir yetki belgesi alırlar. Bu yetki belgesinde, mali hakların adli makamlar ve icra müdürlüklerinde takibi ve hukuki gereklerin yerine getirilmesine ilişkin açık yetki bulunur.

Meslek birlikleri, üyelerine ait fikir ve sanat eserleri nüshalarının kullanılmasını izlemek ve izinsiz kullananlar için gerekli girişimlerde bulunmakla yükümlüdür. Bu bağlamda birlikler, hak takibinde, kamu kurum ve kuruluşları, gerçek kişiler ve özel hukuk tüzel kişileriyle ilişkilerinde üyelerinin devrettikleri

Diğer taraftan, meslek birliklerinin en önemli faaliyet alanlarından birisi de, fikir ve sanat eserlerinin korsan çoğaltımları ile mücadele etmek ve gerekli girişimlerde bulunmaktır.

Eser sahibinin hakları ve bağlantılı haklar alanında, hak sahiplerinin haklarını kullanması ve koruması amacıyla kurulmuş olan meslek birlikleri, hakların korunmasında ve korsanlıkla mücadelede daha aktif bir rol oynamalıdır. Birlikler, teknolojik gelişmeleri yakından takip ederek, üyelerinin haklarını yeni gelişmeler karşısında koruyacak tedbirleri almalı, özel sektör ve kamu ile birlikte halkın ve üyelerinin korsan eşya satın almanın ülkenin çıkarlarına ters düştüğü konusunda gerekli eğitimi almalarını sağlamalıdır.

Patent-Marka Vekilleri

Sınaî haklar sisteminin etkin şekilde işlemesinde, hak sahiplerini TPE nezdinde temsil etme yetkisi olan patent ve marka vekillerinin anahtar rolü bulunmaktadır.

Patent ve marka vekillerinin sınaî haklar sisteminin etkin şekilde işlemesi için temel görevleri, başvuru sahiplerini TPE nezdinde temsil etmek, tescil başvurusunda bulunan kişileri yapılan işlemlerin içeriği ve sonuçları hakkında doğru ve yeterli şekilde bilgilendirmek ve sınaî hak başvurularını hazırlamaktır. Patent ve marka vekillerinin bu görevlerini yerine getirebilmek için belli niteliklere sahip olması gerekmektedir. Vekillerin başvuruların usulüne uygun hazırlanabilmesi için teknik bilgiye ve uluslararası tescil başvurularının yürütülebilmesi için yabancı dil altyapısına sahip olmaları zorunluluktur. Bu genel niteliklerin yanısıra vekillerin, mesleğe deneyimli bir vekilin yanında yapacakları staj döneminin ardından başlamaları şartının aranması ile mesleki bilgi ve deneyim kazanmaları açısından önemli bir adım olacaktır.

gerçekleştirilecek sahte eşya kullanımının zararları konusundaki bilinçlendirme çalışmalarına katkı sağlaması gerekmektedir.

Diğer Sivil Toplum Kuruluşları

Toplumda öncü bir yere sahip olan sivil toplum kuruluşlarının, dünyadaki gelişmeleri yakından takip ederek, AR-GE ve yenilik faaliyetlerini teşvik etme ve fikrî haklara yönelik bilincin oluşturulması konularında sorumlulukları bulunmaktadır. Bu kuruluşlara örnek olarak barolar, TOBB, TTGV, TÜSİAD, TESK, TİM, PEM verilebilir.

Sonuç olarak, fikri mülkiyet haklarının korunmasına ilişkin uygulamaların artırılması için eğitim çok önemlidir. Bu konudaki eğitimlerin ise sadece kamu kurumları, üniversiteler veya eğitim kurumları tarafından değil, sivil toplum örgütleri ve hak sahibi firmalar tarafından de desteklenmesi gerekmektedir.

SONUÇ VE ÖNERİLER

Sonuç

Fikri mülkiyet haklarını korumak ülkedeki teknolojik gelişmeyi sağlamak, uluslararası ilişkileri güçlendirmek ve global ekonomide rekabet edebilmek için önemlidir.

Ekonomi teorisine göre ekonomik gelişmenin en önemli unsurlarından biri ülkedeki teknolojik gelişme olarak açıklanmaktadır. Buna göre kısıtlı ülke imkanlarından maksimum faydayı sağlayabilmek amacıyla teknolojik gelişmeye yani yeni teknolojilere ve buluşlara önem vermek gerekmektedir. Teknolojik gelişme ise iki yolla olmaktadır. Birincisi ülkeye doğrudan yabancı sermaye girişinin sağlanması ve bu sayede yeni teknolojilerin girişi, ikincisi ise ülkedeki sanayinin buluş ve yenilikler yapma konusunda desteklenmesi olarak sayılabilir.

Gelişmiş ülkeler ile azgelişmiş ülkeler arasında fikri mülkiyetin korunması konusunda bazı görüş ayrılıkları bulunmaktadır. Yeni teknolojileri kolay ve ucuz şekilde transfer etmeyi, ulusal ekonomik kalkınmalarının temel amacı olarak kabul eden azgelişmiş ülkeler, daha esnek bir fikri mülkiyet koruma düzeninden yana tavır almayı tercih etmektedirler. Diğer taraftan, fikri mülkiyete konu ürün ve hizmetleri ulusal zenginliklerinin ve gelirlerinin esaslı kaynaklarından biri olarak değerlendiren gelişmiş ülkeler, gerek ulusal düzeyde gerekse uluslararası ölçekte daha sıkı bir koruma düzeninin gerekli olduğunu savunmaktadırlar.

yerini aldığı bir dönemde, fikri mülkiyet korumasına tamamen karşı çıkmak hem mümkün hem de gerçekçi değildir. Çünkü karşılıklı etkilerin ve tepkilerin giderek hızlandığı ve yoğunlaştığı bir dünyada yaşamaktayız. Nitekim, gelişmekte olan ülkeler, daha zayıf ya da gevşek bir patent politikası izledikleri takdirde, yeni teknolojileri ellerinde bulunduran firmalar savunmaya geçerek daha sert ve katı önlemlere başvurmakta ve bu tür politika güden ülkelere yönelik yatırım ve ticaret kararlarında olumsuz bir pozisyon alabilmektedirler. Böylesi savunma refleksleri, zayıf koruma sisteminin getireceği kazançları azaltıp tamamen ortadan kaldırabilir. Gelişmiş ülkelerin daha sıkı koruma düzeylerine ilişkin talepleri ise, gelişmekte olan ülke girişimcilerinin taklit ve kopya üretime yönelmelerine yol açarak, bekledikleri menfaatlere ulaşmalarını engelleyebilmektedir. Günümüzde milyarlarca dolar değerinde olduğu bildirilen fikri mülkiyet konusu ürünlerin; sahtecilik, taklitçilik ve korsan üretim yoluyla çoğaltılıp dağıtılması gerçeği de bu öngörüyü doğrulamaktadır. Bu durumda her iki tarafın da menfaatine olacak orta bir yolun bulunması gerekmektedir.

Ayrıca, yabancı sermayeyi Türkiye’ye çekme konusunda “Türkiye’de Yatırım Ortamının İyileştirilmesi Reformu Programı”nın 11.12.2001 tarihinde Bakanlar Kurulunca kabul edilmiştir. Bunu müteakip oluşturulan Yatırım Ortamını İyileştirme Koordinasyon Kurulu Fikri Mülkiyet Hakları Teknik Komitesi toplantıları sonucunda yabancı yatırımcıyı ülkeye çekmek için fikri mülkiyet haklarının korunması konusunda ciddi olunduğunun gösterilmesi ve dünya ile rekabet edebilmek amacıyla buluş yapmayı kolaylaştıracak teknolojiye sahip yabancı yatırımcıyı ülkemize çekmek gerektiği hususunda mutabık kalınmıştır.

Diğer taraftan, fikri mülkiyet haklarının korunmasına ilişkin uluslararası kuralların uygulanmamasının gelişmiş ülkelerin ekonomik ve siyasi yaptırımlarına veya baskılarına sebep olacağı açıktır. Hatta Uruguay Round’u akışı sürecinde, daha önce fikri milkiyet haklarının korunmasına ilişkin uluslararası kurallar getiren TRIPs anlaşmasının DTÖ Kuruluş Anlaşmasına eklenmesine karşı çıkan bir grup

görüşme kapsamına alınmasına karşıyken 1990’larda Round sona erdiğinde bu ülkelerin bir çoğu kanuni düzenlemelerini ABD ve OECD’deki düzenlemeleri yansıtacak şekilde, daimi ve tek taraflı olarak değiştirmiştir. Bu değişimin temelinde yatan sebep, ABD’nin bir grup ülke üzerine doğrudan yaptığı baskı, bu ülkelerdeki fikri mülkiyet haklarına yönelik düzenlemeleri sıkılaştırma çabalarında temel rol oynamıştır. Özellikle dış ticaret kanalıyla ABD’ye bağımlı olan Meksika gibi bazı ülkeler, bu baskıdan etkilenmiştir. Örneğin Meksika, “Kuzey Amerika Serbest Ticaret Anlaşması”na (NAFTA) katılma umuduyla 1990’ların başında hukuki düzenlemelerini değiştirdi70 ve sonuçta günümüzün fikri ve sınai mülkiyet hakları üzerine en katı hukuki düzenlemelere sahip ülkelerinden biri haline gelmiştir.

Aynı durum AB’ye aday ülke konumundaki Türkiye için düşünüldüğünde AB’de konuya ilişkin ve DTÖ Anlaşması eki TRIPs Anlaşması ekinde yer alan mevzuata uyum sağlamamız AB üyeliğimiz için elzem görülmektedir. Ayrıca, söz konusu mevzuata uyum sağlamamamız durumunda AB’ye tam üyelik durumunda AB’de uygulanan ticaret politikasına uyum sağlamamız mümkün bulunmamaktadır.

Fikri mülkiyet haklarına ilişkin mevzuatımızın AB mevzuatına uyumuna ilişkin olarak değerlendirmelere diğer bölümlerde yer verilmiştir.

Diğer taraftan, ülkelerin fikri mülkiyet haklarını korumaya gönüllü olmaları ve uluslararası mevzuat ile uyumlu bir mevzuata sahip olmaları korumanın hayata geçirilmesi açısından yeterli olamamaktadır. Bu konuda etkin bir uygulama için halkın ve ilgili kamu ve sivil personelinin farkındalıklarının artırılması gerekmektedir.

Fikrî haklar sistemi bir bütün olarak incelendiğinde, fikrî hakların konusunu oluşturacak ürünlerin yaratılması ve hatta buna uygun ortamın sağlanması sürecinden başlayarak, ortaya çıkan hakların tescili, kullanılması ve korunması süreçlerini kapsamaktadır. Uygulamada bu süreçlere yönelik karşılaşılan sorunlar incelendiğinde önceliğin bilinç ve eğitim eksikliği olduğu görülmektedir. Bu

Kendi fikri mülkiyet haklarının korunması konusunda hak sahiplerinin dahi yeterli bilgiye sahip olmadığı bazı olaylarda ortaya çıkmaktadır. Gümrük Kanunu’nun 57’nci maddesine göre hak sahibinin başvurusu veya ihbarı olmaksızın Gümrük Memurlarınca sahte olduğundan şüphelenilen eşyalar durdurulmakta ve Türkiye’deki hak sahibine haber verilerek 10 gün süre ile eşyaya ilişkin gümrük işlemleri durdurularak mahkemede hak sahibince dava açması beklenmektedir. Söz konusu 10 günlük sürenin bitiminde hak sahibince dava açılmaması halinde eşyalar serbest bırakılmaktadır. Fikri mülkiyet haklarının korunmasına ilişkin gümrük uygulamaları konusunda derlenen istatistiklere göre 2000 yılından 2005 yılı sonuna kadar 366 olayda gümrük idaresi tarafından eşyaya sahte olduğu gerekçesiyle el konulmuş ve hak sahine haber verilmiştir. Ancak bu olayların 122’sinde yani %40’ında Türkiye’deki hak sahibi hakkını ihlal ettiğinden şüphelenilen eşya için herhangi bir işlem yapmamış ve sahte olduğundan şüphelenilen eşya serbest bırakılmıştır.

Diğer taraftan, AB ile Türkiye arasında oluşturulan Gümrük Birliği ile 1996 yılında başlayan fikri ve sınai mülkiyet haklarına ilişkin sınır önlemleri konusundaki koruma ile ilgili olarak sadece mevzuat uyumu sağlanmış ancak uygulayıcı gümrük personeline herhangi bir eğitim sağlanmamış olan 2003 yılına kadarki 6 yıllık dönemde gümrük idarelerinde toplam 82 işlem gerçekleştirilmişken 2005 yılı sonuna kadarki olan 3 yılda 551 adet işlem gerçekleştirilmiştir. Aradaki bu büyük farka 2002 yılı Temmuz ayından başlamak üzere hak sahibi firmalar tarafından verilen marka tanıma seminerleri ile Müsteşarlık tarafından mevzuatın uygulanmasına yönelik eğitimlerin büyük katkısı olmuştur.

Diğer taraftan gümrükteki operatörlerin, gümrük müşavirlerinin ve hak sahibi firma temsilcileri için Gümrük Müsteşarlığı tarafından yapılan bilgilendirme seminerleri 2003 yılının Ekim ayında başlatılmıştır. Bu kapsamda 2000, 2001, 2002 ve 2003 yıllarında gümrük idaresi personelince hak sahibinin ihbarı olmaksızın

idarelerinde fikri mülkiyet haklarına ilişkin sınır önlemlerinin nasıl uygulandığı konusunda bilinçlendirilen hak sahiplerinin hakkının peşine düştüğü anlaşılmaktadır.

Bu konuda verilecek halkı bilinçlendirmeye yönelik eğitimlerin bu hakların korunması konusunda gerçekleştirdiği ilerlemeyi tezimizin önceki bölümlerinde yer alan grafikler açıkça göstermektedir.

Diğer taraftan AB ilerleme Raporlarında da belirtildiği üzere Adalet Bakanlığı, Yargı, Polis, Maliye Bakanlığı, Gümrük Müsteşarlığı, Belediyeler ve hak sahipleri gibi ilgili kurumlar arasındaki eşgüdüm ve işbirliğinin daha da güçlendirilmesi gerekmektedir. Fikri mülkiyet haklarının korunması açısından AB mevzuatına uyum kapsamında mevzuata ilişkin önemli bir eksiğimiz kalmamışken mevzuatın uygulanması ve idari kapasite konusunda eksikliklerimiz devam etmektedir.

Öneriler

Şimdiye kadarki bölümlerden fikri mülkiyet haklarının etkin bir şekilde korunması gerektiği ortaya çıkmakta olup aşağıda Türkiye’nin bu konuda yapması gerekenlere ilişkin önerilere yer verilmiştir.

1. Türkiye’nin fikri mülkiyet haklarının korunması nedeniyle etkilenecek sanayisinin devlet desteği ile korumasına için gerekli önlemler alınmalıdır.

İkinci Dünya Harbinden sonra aktarılan teknolojiyi temel alarak bir öğrenme süreci sonunda teknoloji üretir hale gelen sadece iki gelişmekte olan ülke vardır. Bunlar Güney Kore ve Tayvan'dır. Japonya'nın sanayileşmesi daha öncelere uzanmaktadır. Fakat İkinci Dünya Savaşından sonra teknoloji üretme yansına

benzer politikalarla gerçekleşmiştir.

Japonya, Tayvan ve Güney Kore'de devlet teknoloji öğrenme sürecinde olan şirketleri geçici olarak iç piyasada dış rekabetten korumuştur. Kore'de devlet, teşvik verdiği ve iç piyasada dış rekabetten koruduğu yerli şirketlerin teknoloji öğrenmeleri ve uluslararası piyasalarda rekabet edecek hale gelmeleri için somut ihracat hedefleri koyarak yerli şirketleri ihracata zorlamıştır. Hedefleri tutturamayanlardan desteğini çekmiştir.

Tayvan'da devlet teknoloji transfer yöntemlerini izlemiş ve transfer sonucunda ihracat yapılması ve yerli girdi oranlarının belirli seviyelere ulaştırılmasını zorunlu tutmuştur.

Özetle teknoloji üretmede atılım yapan üç Doğu Asya ülkesinde devlet, teknoloji transferinin kendiliğinden kalkınma sağlamasını beklememiştir. Bu ülkelerde devlet ülkede hangi sanayilerin kurulacağını planlamış teknoloji öğrenme ve üretir hale gelme sürecini aktif olarak çeşitli politikalarla desteklemiş teşvik etmiş zorlamıştır.

Türkiye’nin de fikri mülkiyet haklarına sıkı koruma getirirken patent koruması nedeniyle yaşanacak zorlukları gidermek amacıyla sanayisi için bu ve benzeri destekler ve koruma sağlaması gerekmektedir. Fikrî haklar politikasının bir diğer boyutunu da yenilikçi faaliyetlerin özendirilmesi konusu oluşturmaktadır. Türkiye, halen teknolojiyi ithal eden bir ülke durumundadır. Ülkemizde, AR-GE faaliyetlerine GSYİH’dan ayrılan pay, henüz binde altı oranında olup; bu oranın 2010 yılında yüzde ikiye artırılması hedeflenmektedir. Ülke olarak kendi teknolojimizi geliştirebilmemiz için her şeyden önce araştırma geliştirme faaliyetlerinin desteklenmesi ve teknoloji üretimi ile transferi alanında çalışan belli başlı merkezlerin kurulması gerekmektedir.

benzeri projelere devlet tarafından destek verilmelidir.

3. Fikri mülkiyet haklarının korunmasına ilişkin AB mevzuatı ile uyum sağlamak amacıyla;

2004/48 sayılı Direktifte uyuşmazlık ile ilgili tanıklıkta bulunan kişilerin kimliklerinin saklanmasına dair iç hukukta düzenlemeye gidilebileceği belirtilmektedir. Mevzuatımızda yalnızca terör suçları bakımından dar bir biçimde uygulanan tanıkların kimliklerinin gizli tutulması yargılamanın aleniyeti açısından ağır bir tedbir olacaktır.

Direktifte, tedbire başvuran şikayetçi / davacının inceleme sonunda haksız olduğunun anlaşılması durumunda davalı/sanığın özel bir tazminat talep edebileceği şeklinde bir düzenleme yapılması tavsiye edilmektedir. Bu konuda mevzuatımızda özel bir düzenleme bulunmamaktadır. Borçlar Kanunu’nun genel hükümlerine göre tazminat talep edilebilmekte, HUMK’un 110. maddesine göre de davalının haklarını koruyan teminat talep edilebilmektedir 5846 sayılı Kanunda davalının haklarını koruma altına alacak özel bir tazminat şeklinin düzenlenmesi menfaat dengesini sağlamak bakımından faydalı olabilecektir.

2003/1383 sayılı Gümrüklerle ilgili Konsey Direktifi ile ilgili tam uyum sağlanmalıdır.

92/100 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Haklarının Kiralanması, Ödünç Verilmesi ve Bağlantılı Haklara Dair Konsey Direktifinde yer alan “tespit” (fixation) hak kategorisi olarak hukukumuzda bulunmamaktadır.

Direktifin yayın ve kamuya iletim başlıklı 8’inci maddesi Roma Sözleşmesi’nin 12. maddesi doğrultusunda düzenlendiğinden mevcut mevzuatın bu çerçevede yeniden değerlendirilmesi gerekmektedir.

Hakkında Konsey Direktifi ile ilgili olarak Türkiye’de eser sahibinin hakları ve bağlantılı hap sahiplerinin hakları açısından uydu, kablo ve karasal yayıncılık arasında bir fark yaratılmamıştır. Uydu, kablo ve karasal yayınlar için eser sahiplerinin ve bağlantılı hak sahiplerinin hakları en geniş şekilde kullanılmaktadır.

93/98 sayılı Fikir ve Sanat Eserlerine Dair Haklar ile İlgili Hakların Koruma Sürelerinin Uyumlaştırılmasına İlişkin Konsey Direktifinde eser sahibine tanınan koruma süresi yaşam süresince ve ölümünden sonra 70 yıl olarak kabul edilmiştir. 5846 sayılı Kanunda öngörülen koruma süresi de aynıdır. Buna karşılık, Direktif Bağlantılı haklarda 50 yıllık bir koruma süresi öngörürken mevzuatımızda koruma süresi 70 yıl olarak belirlenmiştir. Koruma süreleri özellikle malların serbest dolaşımı açısından önem taşıdığından, 5846 sayılı Kanun’un ilgili hükmünün Direktif’e uygun şekilde düzenlenmesi gerekmektedir.

Aynı Direktifin 4’üncü maddesinde, alenileşmemiş eserlerin koruma süresinin bitiminden sonra ilk basım veya kamuya arzını gerçekleştiren kişiye, basım veya kamuya arz tarihinden geçerli olacak 25 yıllık bir koruma süresi tanınmıştır. Bu yönde bir hüküm mevzuatımızda bulunmamaktadır. Benzer şekilde Direktifin 5. maddesinde eleştirel ve bilimsel yayınlara ilişkin olarak tanınan 30 yıllık koruma süresi de mevzuatımızda bulunmamaktadır.

2001/29 sayılı Enformasyon Toplumunda Eser Sahibinin Hakları ve Bağlantılı Hakların Uyumlaştırılması Hakkında Parlamento ve Konsey Direktifte ayrıntılı olarak sayılmış olan sınırlamalarla ilgili düzenleme mevzuatımıza alınmamıştır. Bu açıdan uygulamada ciddi sıkıntılarla karşılaşılması olası olduğundan, bu yönde bir mevzuat düzenlemesi yapılması gereklidir.

2001/84 sayılı Orijinal Sanat Eseri Sahibi Lehine Yeniden Satış Hakkına İlişkin Parlamento ve Konsey Direktifinde mevzuatımızda yer alan yazar ve

Aynı Direktifte sonradan satış yapan şahsın satış yaptığı eseri 3 yıldan daha önce olmamak kaydıyla doğrudan eser sahibinden satın alması ve sonradan yapılan satış bedelinin 10.000 Euro’yu geçmemesi halinde, hak sahiplerinin yeniden satışta pay hakkından yararlanamayacakları belirtilmiştir. Mevzuatımızda bu tür bir düzenleme bulunmamaktadır.

Direktif, hak sahibinin yeniden satış hakkını koruyabilmesi amacıyla, istediği zaman yukarıda sayılan satışla ilgili kişilerden bu şahısların yaptığı satışlar hakkında geniş bilgi isteyebileceğini ve temin edebileceğini hüküm altına almaktadır. Mevzuatımızda bu yönde bir düzenleme bulunmamaktadır. Konuya ilişkin olarak AB Direktifindeki 3 yıllık zamanaşımı süresi mevzuatımızda 5 yıl olarak belirlenmiştir.

Sınaî haklara ilişkin Türk mevzuatı birkaç nokta dışında AB mevzuatı ile uyumludur. Sınaî hakların korunmasına ilişkin kanun hükmünde kararnameler, uluslar arası yükümlülükler ve AB mevzuatı dikkate alınarak kaleme alınmıştır. Sınaî haklara ilişkin mevcut Türk mevzuatının AB düzenlemelerinden farklılık gösteren düzenlemeleri aşağıdakilerdir:

• Mevcut patent mevzuatımız biyoteknolojik buluşların hangi şartlarda korunacağı konusunda özel bir düzenleme içermemektedir. Bununla birlikte hazırlanan yasa taslağında biyoteknolojik buluşların AB düzenlemesine paralel şekilde düzenlenmesi planlanmaktadır.

• AB hukukunda Topluluk Tasarım Tüzüğü ile kabul edilen tescilsiz tasarım koruması mevcut tasarım mevzuatında yer almamaktadır. Şu an için Türkiye’nin Topluluk Tasarımına ilişkin mevzuatı üstlenmesi zorunlu olmamakla beraber tescilsiz tasarımlara ilişkin özel düzenleme yapılması Türk hukuku açısından da yararlı olacaktır. Tasarımların korunmasına ilişkin yasa taslağında tescilsiz tasarımlar da düzenleme altına alınmaktadır.

edilmiş olan yeni mevzuattan farklılık göstermektedir.

• Tıbbi ürünlerde ve yeni bitki çeşitlerinde ek koruma belgesi verilmesine ilişkin düzenlemenin AB’ye tam üyelik halinde yapılması gerekmektedir.

4. Önceki bölümlerde de ifade edildiği üzere, fikri mülkiyet haklarının etkin bir şeklide uygulanması için sadece mevzuat oluşturulması veya AB’ye uyum sağlanması yeterli değildir. Uygulamadaki başarıyı artırmak için idari kapasitenin de artırılması gerekmektedir.

İdari kapasitenin arttırılması ve bu konuda çalışan ilgili kurumlar arasında koordinasyonun sağlanabilmesini teminen Türk Patent Enstitüsünün yapısına benzer yapıda bir fikri mülkiyet hakları enstitüsü kurulması gerekmektedir. Söz konusu Enstitünün görevi, fikri mülkiyet hakları alanında gerekli mevzuatı hazırlamak, bir tescil sistemi kurmak, telif hakları bilgilendirme merkezinin kurulması da dahil olmak üzere ilgili çevrelerin bilgilendirilmesini sağlamak, korsanlık ve diğer ihlallerle mücadele için tedbirler almak, ilgili kurumlar arasındaki işbirliği ve koordinasyonu sağlamak ve ülkeyi uluslararası platformlarda temsil edecek şekilde çalışmasının sağlamak olmalıdır.

5. Fikri mülkiyet haklarının korunması politikasının en önemli unsurlarından biri eğitimdir.

Halen ülkemizde fikri haklar eğitiminin bağımsız bir anabilim dalı çerçevesinde verildiği bir hukuk fakültesi bulunmamaktadır. Konuya ilişkin dersler genellikle lisans düzeyinde seçimlik ders olarak veya yüksek lisans düzeyinde verilmekte olup bu tür derslerin yer aldığı üniversite sayısı oldukça sınırlıdır.

Fikrî haklar sistemi, hukukun yanı sıra edebiyat, güzel sanatlar, ekonomi, işletme, mimarlık ve mühendislik gibi anabilim dallarını da ilgilendiren bir sistemdir. Bu nedenle eğitimin sadece hukuk fakülteleriyle sınırlandırılmaması, hakların ilgili

fakültelerinde; buluşların temel bilimler ve mühendislik fakültelerinde; pazarlama faaliyetlerine yönelik haklar olan markalar ve coğrafi işaretlerin işletme fakültelerinde, tasarımların mimarlık fakültelerinde, yeni bitki çeşitlerinin korunması konusunun da ziraat fakültelerinde ele alınması düşünülebilir. Yüksek öğretim kurumlarında verilen dersler bir başlangıç olmakla beraber fikrî haklar eğitiminin daha küçük yaşlarda ilköğretim sırasında verilmesi, çocukların ilgisinin bu yöne