• Sonuç bulunamadı

“Padişahlar, elinde terazi tutmuş kimselere benzerler, asıl padişah odur ki elindeki teraziyi doğru tuta.” Sultan II. Murad72

Osmanlı devleti mükemmel bir askeri ve idari teşkilata sahip bulunuyordu. Bu teşkilat, XVI. yüzyılda, modern devletlerin teşkilatları derecesinde muntazam ve mürekkep bir manzara arz etmektedir. Bunu iyice anlamak için, binlerce defter ve yüz binlerce belgenin

70 Kayhan Atik, “XVI. Yüzyıl Osmanlı Aydınlarına Göre….”, a.g.m., s. 105

71 Kayhan Atik, “XVI. Yüzyıl Osmanlı Aydınlarına Göre….”, a.g.m., s. 108

72 Sultan II. Murad, Fatih Sultan Mehmed’e Nasihatler, Haz. Abdullah Uçman, Tercüman 1001 Temel Eser, No:

76, Đstanbul, 1978, s. 132

bulunduğu Osmanlı arşivini görmek yetecektir.73 Böyle büyük bir imparatorluk kuran Osmanlılar, Oğuzların Kayı boyuna mensuptular. Kayılar, Avşar, Beydili ve Yıva boyları ile birlikte hükümdar çıkaran boylardandı. Dolayısıyla başlangıçtan itibaren saltanatta eski Türk âdet ve gelenekleri tatbik edilmiştir.74 Ailenin reisi olan ve “Ulu Bey” ismini taşıyan kişi, aynı zamanda memleketin yöneticisi olmuştur. Bu şekil Osmanlı Beyliği’nin ilk zamanlarında görülmekle beraber, asıl olan, saltanatın hükümdar bulunan kimsenin oğullarına geçmesi şeklidir. Ancak bir veliaht tayini ve “Âl-i Osman” olarak adlandırılan Osmanlı hükümdar âilesi dışında başka bir sülaleden hükümdar tayini görülmez.75 Devlet adamları ve askerlerce sevilen ve takdir edilen şehzade hükümdar olur, diğerleri, Nizam-ı Âlem düşüncesinde manasını bulan devlet ve milletin devamı, hâkimiyetin bölünmezliği ilkesi ve nihayet bir isyan hadisesinin önüne geçmek için öldürülürdü. Bu sebeple Osmanlı Devleti’nin yıkılışına kadar, Roma ve Bizans’ta olduğu gibi birçok sülâle iş başına geçmemiştir. Bununla beraber, I. Ahmet’ten itibaren kardeş katli usulü terk edilerek, hükümdarın kardeşlerini veya amca çocuklarını öldürmeyerek oda hapsinde tuttukları görülmektedir. Buna bağlı olarak gerek kapıkulu askerlerinin isyanları, gerekse devlet adamları arasında meydana gelen entrikalar, sık sık padişahların tahttan indirilmesine yol açmıştır. Kuruluşta, ilk devirlerde Ahi teşkilâtının da hükümdar seçiminde rolü görülmüştür.

Ayrıca çok nadir olmak üzere, padişahların yerlerine geçecek şehzadeyi devlet ileri gelenlerine vasiyet ettikleri olmuştur. Meselâ Çelebi Mehmet, yeni bir kardeş kavgasının önüne geçmek için, oğlu Murat’ın hükümdar olmasını istemişti. Keza Yıldırım Bayezıd da, güçlü kişiliği ve cesareti sayesinde, devlet adamlarının arzusuyla hükümdar seçilmişti. Bu şekliyle Osmanlı saltanat usulü, Orta Asya Türk devletleri geleneğinden ayrılarak, hâkimiyetin bölünmezliği ilkesine dayalı Đslâm hukukunu benimsemiş ve yeni bir yoruma tabi tutmuştur. Artık padişah bu yorumsal meşrulaştırma mekanizması ile daha da güçlü ve otoriter olmuştur. O töreye göre memleketin sahibi sayılırdı. Bu sebeple tebaasının canı ve malı üzerinde tasarruf hakkı vardı; vasıtalı veya vasıtasız bunu kullanırdı.

73 Hüseyin G. Yurdaydın, Đslam Tarihi Dersleri, Ankara Üni. Đlahiyat Fak. Yayınları, Ankara, 1971, s. 97

74 Türklerin başlarındaki kişiye mutlak şekilde itaat edebilmeleri için, o kişinin, Oğuz Han unvanıyla tebcil ettikleri Mete Han’dan inmesi, onun kanını taşıması gerekir ki, M.Ö. 174’de ölmüştür. Gerçekten, hakanlık hanedanları Mete Sülâlesi’dir. Osmanoğulları, Mete’nin 6 oğlunun büyüğü olan Gün Han’ın 4 oğlunun büyüğü olan Kayı Han’dan inerler. Yılmaz Öztuna, a.g.e., s. 185, Joseph Von Hammer, Osmanlı Tarihi I, MEB, Đstanbul, 2005, s. 1–3

75 Padişah, bayrak gibi kutsaldır. Gene bayrak gibi, devleti temsil eder. Bayrak devletin cansız ve kumaştan, padişah ise canlı sembolleridir. Padişah öldürülebilir, ona hakaret edilemez. Her şey padişahındır, her şey onun adına yapılır. Gerçekte burada padişahın adı, devlet yerine kullanılır. Devlet bir mefhum, padişah yaşayan bir kişi olduğu için, bu şekilde sembolleştirilmiştir. Padişah, devleti kılıç kudretiyle kuran ve imparatorluk haline getiren atalarından mülkü tevarüs etmiştir. Allah öyle istediği için tahta oturmuştur. Đradesini doğrudan doğruya Allah’tan alır ve Allah’a karşı mesuldür. Her şey onundur. Her türlü yetkisi vardır. Ancak bu tablo, nazari hukuk bakımından böyledir. Pratikte, tatbikatta, padişahın sıkı kayıtlarla bağlı olduğu görülür. Yılmaz Öztuna, a.g.e., s.12-14

II. Murat da dâhil olmak üzere 1451 senesine kadar gelen Osmanlı hükümdarları daimi surette halka temas ederler, divanda bizzat dava dinleyip devlet işlerini görürler ve savaş meydanlarında askerlerine silah arkadaşı olurlardı. Fatih Sultan Mehmet, savaşta bizzat başkumandan sıfatını taşımakla birlikte saltanat usulünü kabul ile divan müzakerelerini terk ederek başkanlığı veziriazama bırakmıştır. Buna mukabil Fatih, müftüye (şeyhülislâm), vüzeraya, kadıaskerlere, baş defterdara, nişancıya ve padişah hocalarına ayağa kalkmak usulünü kabul etmiştir.76 Böylece hükümdarla reaya arasındaki görüşme ancak Cuma namazlarına münhasır olmuştur. Padişahların, şehzadelerin hocaları da ilmiye sınıfından idi.

Ordunun hocaları da ilmiye sınıfından idi. Ordunun seferde olduğu zamanlarda şeriat hükümlerine uyulmasına azami dikkat gösterilirdi. Padişah sefere çıkıyorsa, yanında kazasker bulunurdu. Padişahın yerine ordunun başında bir vezir varsa, bir ordu kadısı refakat ederdi. Böylece ulema sınıfının mensuplarının, Osmanlı Devleti yönetiminde belirlenmiş bir yerinin olduğu görülüyor. Ancak ulema her ne kadar sultana bağlı olmakla birlikte, dinin tatbikçisi ve hamisi olarak, padişahın yanında hatta bazen üzerinde bir statüye sahipti.77 Bununla birlikte bayramlarda padişahlar Alay meydanında taht kurarak halkla bayramlaşmışlardır. Ayrıca zaman zaman gerek halkın durumunu, gerekse esnafın vaziyetini bizzat görmek için kıyafet değiştirip halk içine girmişlerdir.

Yönetimde veziriazam (daha sonra sadrazam) ve vezirler hükümdarın birinci derece yardımcılarıydı. Devleti oluşturan dört erkânı bir arada tutmak tasarruf ve zapt etmek padişahın ve onun seçtiği vezir-i azamın görevidir. Bu anlayış doğrultusunda devletin başı78 olan padişah halkın idaresi ile ilgili konuları, kritik zamanlarda çıkan adalet fermanlarında dile getirir. Bunlardan anlaşıldığı kadarıyla “Reaya, Allah’ın hükümdara bir vediasıdır.”

Padişahın adalet ve şefkatle idare etmekle mesul olduğu reayaya Müslüman ve Hıristiyan bütün herkes dâhildir.79 Her şey belli nizam ve kanunlar çerçevesinde yürütülürdü. Fatih’e

76 Fatih’in Kanunnamesinde şöyle deniyor :”Şeyhülislâm, ulema reisidir ve muallim-i sultani dahi serdar-ı ulemadır. Vezir-i azam onları riayetin üstüne almak münasiptir. Ama müftü ve hoca vüzeradan bir nice tabaka yukarıdır.” Bugünkü dille anlamı: “Şeyhülislam ulemanın reisidir ve Padişahın öğretmenleri de (hocaları) ulemanın başında gelirler. Baş vezirin onları, üst tarafından oturtması uygundur. Müftü ve hocalar vezirlerden daha yukarı düzeydedir.” Bu ifadelerden, Osmanlı devleti içinde eğitim ve öğretim alanında en yüksek makamın Şeyhülislâmlık, başka bir terimle meşihat makamı olduğu anlaşılıyor. Nevzat Kösoğlu, Devlet Eski Türklerde, Đslam’da ve Osmanlı’da, Ötüken Yayınları, Đstanbul, 1997, s. 246–255

77 H. G. Mayer, “Osmanlı Devletinde Ulema-Meşayih Münasebetleri”, Kubbealtı Akademi Mecmuası, Yıl: 9, S.

4, Đstanbul, Ekim 1980, s. 51

78 II. Murat’tan itibaren Osmanlı padişahları, kendilerini devletin sahibi değil yöneticileri olarak görüyorlardı.

Bkz. Mehmet Akdağ, “Osmanlı Đmparatorluğunun Yükseliş Devrinde Esas Düzen”, DTCF Tarih Araştırmaları Dergisi, C. III, S. 4–5, s. 140

79 Mehmet Akdağ, a.g.m, s. 140–141

kadar örfe dayalı olan bu şekil, Fatih’le birlikte yazılı kanun haline getirilmiştir.80 Devletin genel kanunları dışında, her kaza ve sancağın özelliklerine göre kanunları vardı. Bunlar Müslümanlar ve Müslüman olmayan için ayrı ayrı hükümler taşımaktaydı. Kanunlar şer’i hukuka göre olmakla birlikte, bazı hususlarda örfe de riayet edilirdi.

Đdarede bütün yetki padişahın ve dolayısıyla onu temsil eden divanın elinde toplanmıştı. Bütün meseleler bu mecliste görüşülür ve karara bağlanarak padişahın onayına sunulurdu. Bu durum mutlak bir merkezi otoriteyi getirmiş, bütün tayin ve aziller merkezin bilgisi altında yapılmıştır. Birinci ve ikinci derecedeki işler dışında kalan idari, malî ve kazai meseleler ise veziriazam ve kadıasker divanlarına bırakılmıştır.

Osmanlı Hanedanı, “Arz üzerinde hüküm sürmüş bütün ailelerin büyük adam yetiştirme bakımından en feyizlisidir”, “Bidayet-i Devlet-i ‘Aliyye’den bu vakte gelince erike-pirây-ı emaret-ü saltanat-ü hilafet olan mülük-i ‘Osmâniyye’nin her biri, ferid-i ‘asr ve yegâne-i dehr olup, hakka ki hiçbir devlet de böyle on büyük zat, mütevâliyen hükm-rân olmamıştır.” Altı yüz yıllık hükümranlık süresinde Âl-i Osman otuz altı hükümdâr çıkarmıştır. Đmparatorluğu, bu hanedansız düşünebilmek olanaksızdır. Örneğin, Đngiltere’de hanedan değişikliği Đngiltere’nin bir devlet olarak dağılmasına neden olmamıştır; fakat

80 Osmanlı bürokrat ve tarihçisi Tursun Bey, XV. yüzyılın ikinci yarısında şöyle yazıyordu: “Yalnız akla dayanan hükümete sultani yasak denir; bu dünyada ve öbüründe mutluluğu sağlayacak ilkeler üstüne kurulan hükümete ise tanrısal politika ya da şeriat denir. Peygamber şeriat telkin etmiştir. Fakat bu politikaları ancak bir hükümdarın iktidarı kurumlaştırabilir. Tanrı bu iktidarı yalnız bir kişiye vermiştir ve düzenin sürekliliği için, bu kişiye mutlak itaat gerekir.” Halil Đnalcık, Osmanlı Đmparatorluğu Klâsik Çağ (1300–1600), YKY, Đstanbul, 2006, s. 72–73, Osmanlı’da padişahın başlıca görevi reayayı himaye etmek ve zulümden korumaktır. Bedendeki azaları nasıl insan ruhu ayakta tutuyor ve düzenli bir biçimde çalışmasını sağlıyorsa, padişah da “Ruh-u alem mesabesinde ....” olup, bütün dünyanın düzeni ona bağlıdır. Tarihçi Tursun Beğ, dünyanın nizam için padişahın mutlak otoritesinin ve kendi iradesine dayalı kanunnameler neşretmesinin zaruri olduğunu anlatır. Gerçekten de

“Fatih, Đslâm tarihinde tamamen padişah otoritesine dayalı hukuk kodlarını yürürlüğe koyan ilk hükümdardır.”

Osman Özkul, a.g.m., s. 524, Halil Đnalcık, “Osmanlı Đmparatorluğunda Đslam”, Tarih Risaleleri, Đstanbul, 1994, s.25–26, Padişahın otoritesi devletin oluşturduğu sınıfları düzen içinde bir arada tutmak içindir. Bu da adaletli davranmakla olur. Padişahlara adil olmalarında ulema yol gösterici ve uyarıcıdır. Yukarıda geçen erkân-ı erba’a içinde ulemanın fonksiyonu üzerinde önemle durmuştur müellifler. Kınalızade’ye göre ulema su gibidir. Dört unsur içinde su ne kadar önemliyse toplum için ulema da o kadar önemlidir. Bu doğrultuda Osmanlı padişahları devleti ilgilendiren çeşitli konularda kararlar alırken bu kararların dine uygunluğunu sağlayarak, halkın gözünde meşrulaştırmak için dönemin ulemanın başı olan şeyhülislâmından da fetva almayı ihmal etmemişlerdir.

Örneğin, Müslüman hasımlara karşı savaşmayı haklı göstermek için genellikle bu yola başvurmuştur. Yavuz Sultan Selim, 1516 yılında Mısır’a savaş ilân ederken Şeyhülislâm Zembilli Ali Efendi’nin fetvasını almıştır.

Yine XVI. yüzyılda Anadolu’daki Kızılbaşların Đran’daki Safevi Şahlarına bağlılıklarını göstermeleri üzerine, Osmanlı Devleti’nin en tehlikeli düşmanları sayılarak cezalandırılmaları, Osmanlı şeyhülislâmlarının fetvaları ile gerçekleşmiştir. Osman Özkul, a.g.m., s. 525, Esra Yakut, “Osmanlı Devleti’nde XVI. Yüzyılda Ulema-Yönetim Đlişkisi”, Anadolu Üniversitesi Ed. Fak. Dergisi, C. I, S. 2, Eskişehir, 2000, s. 389–408 Örneğin:

Hanefi Mezhebi imamlarından bazılarının bir kızın evlenmesi için velisinin iznine ihtiyaç duymadıklarını gören Ebussuud Efendi, risalesinde bu olayın zamanın ahlâk bozukluğu nedeni ile büyük kötülükler doğurduğunu belirtmiştir. Bunun üzerine, 1544 tarihinde çıkarılan bir fermanla kadılar, başka mezhep imamlarının reyine uyarak, evlenecek kızın velisinin izni olmadan nikâhı gerçekleştirmekten men edilmiştir. Ömer Lütfi Barkan,

“Türkiye’de Din ve Devlet Đşlerinin Tarihsel Gelişimi”, Cumhuriyetin 50. Yıldönümü Semineri Tebliğleri, Ankara, 1975, s. 49–97, 61–62

Osmanlı ailesi olmaksızın bir Osmanlı Đmparatorluğu olamazdı. Uzun bir süre Osmanlı hanedanlığını değiştirmeyi kimse düşünmemiştir. Bu hanedanın halkla ilişkilerinde kendine has özellikleri vardır. Osmanlı, üst üste bir düzine başarılı mareşal yetiştirmiş bir hanedandır ve içinde takdire şayan çok sanatkârlar vardır. Şüphesiz ki bir milleti ve devleti ikbal ve iktidarın doruğuna yükseltmek gibi o devletin sanayi çağına intibakında da meziyetler ve nihayet ortadan kalkmasında da hanedanın kendine has kusurları etkili olmuştur.81

Kısaca hükümdarın devlet olarak görüldüğü Osmanlı’da başlangıçtan sonuna kadar din ve ulema başat rolü üstlenmiştir. Devlet erkânının yükselmesinde rolü olan şeriat âlimleri bozulmasında da başrolü kimseye kaptırmamışlardır. Özetle devleti yöneten hükümdarın nasıl yetiştiğini adalet, din ve ulema kavramları ile olan ilişkisine değindik. Ulemadan sıklıkla bahsettiğimize göre ne olduğunun ve nasıl gelişme gösterdiğinin üzerinde durmamız gerekecektir.