• Sonuç bulunamadı

B) Đdareciler …

8. Ali Kuşçu (öl 1474)

Asıl adı ‘Ala’ Al-Din B. Muhammed Al-Kuşçu, Mâverâünnehr’in hangi noktasında ve hangi tarihte doğduğunu bilmediğimiz, Şark ve Garp Türk illerinin tanınmış astronomu, Kuşçu lâkabı pederi Muhammed’in, Ulug Bey’in doğancı başısı olmasından ileri geldiği, umumiyetle, kabul edilirse de, zayıf bir rivayete göre de, av esnasında Ulug Bey’in doğanını daima Ali’ye tevdi etmesinden neşet etmiştir. Şarkta müspet ilimlerin inhitat devrine tesadüf eden ΧV. asrın tahminen ilk ruhunda doğan Ali Kuşçu, Timur’un hafidi Ulug Bey’in Türkistan ve Mâverâünnehr emirliği esnasında, Semerkand’da iptidai ve dini tahsilini yaptıktan sonra, Bursalı Kadı-zade-i Rumi’den ve Ulug Bey’in kendisinden riyaziyat ve astronomi tahsil etmiştir. Ulug Bey’in, eserinin mukaddimesinde, Ali Kuşçu hakkında Farzand-i Tercumand tabirini ve başka bir yerde, Mirhyand’a nazaran mahram-i mâst sözünü kullanmasından, kendisine talebeden ziyade dost ve evlat muamelesi ettiği anlaşılıyor. Ali Kuşçu, bir aralık, Semerkand’dan gizlice Kirman’a gitmiş ve orada tahsilini ikmal etmiştir.

Semerkant’a avdetinde, risâlet hall al-aşkâl al-kamar ismi ile telif ettiği bir eseri, Ulug Bey’in

“Bize ne hediye getirdin” sualine cevaben takdim ile izinsiz Semerkant’tan ayrılmak kusurunu affettirmiştir. Ulug Bey’in Semerkand’da 1421’de tesis ederek. Giyâş al-Din Camşid ile Kadı-zade-i Rumi’nin idaresine verdiği meşhur rasathaneye, her iki astronomun da kısa fasıla ile vefatları üzerine, Ali Kuşçu müdür tayin edilmiştir. Hafız Abrü’nün Zubdat al-tavârih’inde, 824 senesi vakayı arasında, zikrettiğine göre, Ulug Bey bu rasathanede,

217 Taşköprülüzade, a.g.e., s. 155-158

218 Remzi Demir, a.g.e., s. 74, Taşköprülüzade, a.g.e., s. 157-158

yukarıda ismi geçen üç âlimden başka, astronom Mu’in al-Din al-Kâşi’yi de istihdam etmiştir.

Ali Kuşçu’nun, esasen tertibine başlanmış olan zic-i Gürgâni’nin itmamı için, kendisine yardım ettiğinden, Ulug Bey eserin mukaddimesinde oldukça sitayişle bahsetmektedir. Pederi Şahruh’un vefatı üzerine, Gürgâni tahtına geçen Ulug Bey’in, 1449/1450’de oğlu Abd al-Latif’in ihaneti ile katledilmesi üzerine, o ana kadar Semerkand’ın meşhur medresesinde ders vermekte olan Ali Kuşçu, efendisinin bu feci akıbetinden müteessir ve müteneffir olarak, hacca gitmek üzere, mirzalardan izin alıp, Tebriz’e gelmiş ve Akkoyunlular hükümdarı Uzun Hasan’dan gördüğü büyük iltifat ve ikram üzerine, onun nezdinde kalmıştır. Ali Kuşçu, Akkoyunlular ile Osmanlılar arasında sulh temin etmek vazifesi ile elçi olarak Osmanlı Padişahı II. Mehmed, nezdinde izam olunmuştur. Tam tarihi bilinmemekle beraber, bu sefaretin, Uzun Hasan’ın şark fütuhatını ikmal ettikten sonra, gönderilmiş olması muhtemeldir. Şarkın ve hatta garbın ulema ve sanatkârlarını payitahtında toplamayı kendine şiar edinen bu padişah, Ali Kuşçu’ya Đstanbul’da kalmayı ve burada tedrise devam etmeyi teklif etmiş ise de, kendisi sefaret vazifesini, Tebriz’e dönerek, ikmal ettikten sonra, avdetine müsaade olunmasını rica etmiş ve filvaki bir müddet sonra, Đstanbul’a dönüp, Ayasofya medresesi müderrisliğine, yüklü bir maaş ile tayin olunmuştur.219 II.

Mehmed, Ali Kuşçu’nun istikbali için, ta hududa kadar bir heyet göndermiş olduğu gibi, bütün akraba ve taallukatı ile Türkiye’ye avdet eden bu âlime, harcırah olarak, günde 1000 akçe tayin etmişti. Ayrıca Molla 200 akçe maaşla Ayasofya medresesine tayin edilmiştir.220 Ali Kuşçu’nun Đstanbul’a avdet senesi, Fatih’in 1473/1474’te Akkoyunlulara karşı sefere çıkarken, bu meşhur riyaziyeciyi beraber götürmüş olmasına nazaran, her halde o tarihten evvel olduğu aşikâr ise de, Uzun Hasan’a 1469’da payitahtını Tebriz’e nakletmiş olmasına göre, Ali Kuşçu’nun, gerek sefaretle ve gerek ikamet niyeti ile Đstanbul’a vürudu, bu sene ile 1474 senesi arasında olması icap eder. Ali Kuşçu, o vakit yabancı sayılan bir memleketten ihtisasına binaen celbolunan üstad gibi, Đstanbul’a girerken, bir kadırga ile kendisini istikbale memur edilen, zamanın ulemasından Hoca-zade Muslih al-Din Mustafa ile kadırgada, med ve cezir hâdisesine dair, bir münakaşaya girişerek, Hoca-zade’nin Ali Kuşçu’ya karşı ilmi kudretini göstermesi, eğer Şakâ’ik al-nu’mâniye’nin bu rivayetine inanmak lâzım gelirse, manidardır. Mamafih şurası muhakkaktır ki, Ali Kuşçu Đstanbul’da bulunduğu müddetçe, Hoca-zade ile pekiyi geçinmiş ve hatta kızını Hoca-zade’nin oğluna verdiği gibi, onun kızını da kendi kızı ile Kadı-zade’nin oğlunun oğlu Kutb al-Din Muhammed’e almıştır. Bu son

219 Franz Babinger, a.g.e., s. 414

220 Yusuf Halaçoğlu, a.g.e., s. 139

izdivaçtan astronom Mahmud b. Muhammed Mirim Çelebi doğmuştur. Buna rağmen Ali Kuşçu’nun Đstanbul ulemasının hasedini, tarizlerini celp ettiği, kendilerinden şikâyeti muhtevi eski memleketine yazdığı bir mektuptan anlaşılıyor. Diğer taraftan Sami tarihinde

“Memalik-i Rum’da medrese keyfiyetini mukaddime Ali Kuşçu tertip idüp, iptida-i hâric, ikinci hâric diyerek, tanzim etmişler” denilmesine bakılırsa, Ali Kuşçu’nun ilmi teşkilâtta da müessir olmuş bulunması muhtemeldir.

Ali Kuşçu’nun Đstanbul’a gelmesinden sonra 1472’de matematik ve astronomi eğitiminde ve araştırmalarında bir canlanma yaşanmış ve özellikle onun el-Muhammediye adıyla tanınan matematik eseri ile el-Fethiyye adıyla tanınan astronomi eseri Osmanlı Medreselerinde bir ders kitabı olarak kullanılmaya başlanmıştır.221

Ali Kuşçu Đstanbul’da 16 Kânun 1474’te vefat ederek, Eyyüb türbesi civarında defnolmuştur.222 Vefatı tarihi torunun oğlu Mirim Çelebi’nin yazdığı Farisî bir Tarih-i Lâfzî’den istidlâl olunmaktadır. Ali Kuşçu, Salih Zeki’nin ifadesine nazaran, Türkiye’nin ilk hakiki astronomi hocasıdır. Filhakika bu zatın Đstanbul’a vücudu ile astronomi tahini canlanmış, hatta Hoca Sinan Paşa bile, talebesi Molla Lütfi’yi onun derslerine göndererek bilvasıta istifade etmiş ve Paşa’nın kürsi-i tedrisinde de XVI. asrın meşhur Türk astronomu Mirim Çelebi yetişmiştir. Ali Ekber, hitâ’i name’sinde, Ulug Bey’in Ali Kuşçu’yu Çin’e izam ve yollarda gördüğü şeyleri yazması tenbih ettiği zikrolunur ise de, Ali Kuşçu’nun böyle bir seyahatname yazmış olmaması ve diğer membalarda böyle bir seyahatten bahsedilmemiş bulunması itibariyle, kaydıihtiyat ile telâkki olunmak lâzımdır. Yalnız Ali Kuşçu’nun Türk kıyafeti ile Herat’a kadar giderek, şair Cami’yi ziyaret ettiğini biliyoruz.

Ali Kuşçu’nun ilmi faaliyetini iki kısma ayırmak lâzımdır; daha zaide kelâm ve lisaniyata ait olan birinci kısımda, Naşir al-Din Tusi’nin Tacrid al-kalâm’ına yazdığı şerh -ki, talebe arasında Şerhi Cedid namı ile meşhur idi- vardır ki, bu eserini Kirman’da Abü Sa’id Han’a ithaf eylemiştir. Evvelki şerhlerin münderecatı hulâsası ile Ali Kuşçu’nun hususi mutalâa ve fikirlerini ihtiva eden ve oldukça şöhret kazanan bu şerhe Celâl al-in Davvâni bir haşiye yazmış ve bu haşiye Mir Şadr al-Din Şirâzi’nin itirazlarına uğramıştır.

Şerhin kazandığı ehemmiyet, Đran’da Ali Kuşçu’nun Şârih-i Tacrid diye anılması ile sabittir. Bundan başka sarftan Unkâd al-zavâhir isminde bir eseri ve vaz’ ve istiarat bahsine dair Kazi’Azüd al-Din’in, Risâle-i ‘Azudia’sine Şarh al-Azudiya veya Şarh-i risâla-i vaz’iya

221 Remzi Demir, a.g.e., s.132

222 Taşköprülüzade, a.g.e., s. 155

ismi ile diğer ber eseri vardır ki, bunlardan ikincisi Muğis al-Din ‘Abd al-Karim Hân’a ithaf olunmuştur. Brockelmann’a göre, Ali Kuşçu’un lügatten al-Risâlet alufradiya ve nahivden manzum Unküd al-cavâhir isminde iki kitabı daha varsa da, bunlardan Kaşf al-zunün bahsetmediği gibi, Đstanbul kütüphanelerinin fihristlerinde (mecâmi-i resail hariç) yapılan araştırmalarda da bulunamadı. Bundan başka Kaşf al-zunün’da nahivden Şâfiya’ya bir şerhi olduğu da zikrolunuyor.

Đkinci kısımda Ali Kuşçu’nun riyaziyat ve heyete dair yazdığı eserler vardır ki, bunların başında, 1457 senesinde vücuda getirdiği Farsça Risale fi’l-hay’a gelir. Bir mukaddime ve iki makale üzerine tertip edilen bu eser, müellifin astronomiye dair yazdığı başlıca kitaptır. Bunun bir de Arapça nüshası vardır ki, Uzun Hasan seferi esnasında yazarak, zafer günü bitirmiş olduğundan. Risalat al-fathiya adını vermiş ve Fatih’e takdim etmiştir.

Gerek Şakâ’ik al-nu’mâniya ve gerek ondan naklen Tâc al-tavarih ve hatta Salih Zeki bu eseri Risala fi’l-hayâ’nın tercümesi olmaktan ziyade. Ayrı bir eser gibi telâkki ediyorlarsa da, Farisî nüshanın Arapçaya aynen tercümesinden ibaret olduğu ve ancak semavi ehramın arzdan uzaklıklarını gösteren üçüncü bir makale ilâve edilmiş bulunduğu, iki eser tatbik edilince, zahir olur ki, efendi değiştirmekte pek talihli, olan Ali Kuşçu’nun eserlerinin dilini değiştirerek, adetlerini çoğaltmakta da mahir olduğu anlaşılır. Nitekim Semerkand’da telif ettiği Farsça Risale fi’l-hisâb’ı da, Arapçaya tercüme ederek, risâlet al-Muhammediye namı ile yine II. Mehmed’e takdim etmiştir. Risale fi’l-hay’a’nin Muslih al-Din Lâri tarafından Farisî bir şerhi vardır. Risâlat al-fathiya’nin, biri Sinan Paşa tarafından yazılmış ehemmiyetsiz bir şerhi ile müellifin Hafid-zadesi Mirim Çelebi’nin yazdığı diğer bir şerhi vardır. Bu risalenin biri Molla ‘Abd Allah Perviz (ölm. 1845) tarafından, Mirat al-alam namı ile iki tercümesi vardır. Mühendishane gibi yeni ilmin memlekete sokulması için açılan bir mektebin baş hocası olan zat tarafından XIX. asırda bile Batlamyus astronomisinden bahseden Fethiye’nin tercüme edilmesi, bu eserin Türkiye’de kazandığı devamlı rağbeti gösterir. Ali Kuşçu’nun Kutb al-Din Mahmud b. Mas’üd al-Şirâzi’nin al-Tuhfet al-şâhiya’si üzerine atanan bir şerhi de vardır.

Bunlardan başka Salih Zeki, Ali Kuşçu’nun en mühim eserinin Zic-i Uluğ Bey’e yazdığı Farsça bir şerh olduğunu ve bu şerhin yalnız bir nushasına “dest-res” olunduğunu yazıyor; hâlbuki bu eser Đstanbul rasathane kütüphanesi ile Ragıb Paşa kütüphanesinde mevcuttur. Bu şerh hakikaten Zic-i Uluğ Bey’in Mirim Çelebi şerhinden çok farklı ve Zic’in suret-i tertipine dair, o vakit mevcut olan en yüksek nazari-riyazi malumatı hâvidir. Yine Asar-ı Bakiye kütüphanesinde, Ali Kuşçu’nun Hamidiye kütüphanesinde el yazısı ile

yazılmış bir mecmuaya istinaden, astrolojiye (ilm-i nucum) tebaiyetten kendini kurtaramadığına hükmederek, II. Mehmed’in onu Uzun Hasan seferinde beraber götürmesinde kendisinden müneccim gibi istifadeyi düşünmüş olduğuna sahip oluyorsa da, bu padişahın bilhassa hakiki ulema ve sanatkârları yanından hiç ayırmak istemediği ve boş vakitlerini onlar ile münakaşa ve münazara ederek, geçirdiği düşünülürse, bu ihtimalin zayıf olduğu tezahür eder. 223

Eserlerinden biri olan El-Fethiyye’nin birinci makalesinin, dördüncü ve beşinci bölümlerinde sunulan dizgede, gezegenler somut kürelerin üzerine yerleştirilmiş somut cisimlerdir; yaklaşma ve uzaklaşmalar yine eksantrik ve epiliks düzenekleri sayesinde gerçekleşir; ancak bu düzenekleri oluşturan kürelerde somuttur. Böylece Ali Kuşçu, gerçekte gökyüzündeki oluşumları canlandıran bir tür evren makinesi betimlemiş olmaktadır.224

Burada hemen akla geliveren en önemli soru şudur: Acaba bu betimleme ile XVII.

yüzyılda Descartes ve hatta Newton tarafından savunulacak Mekanik Evren Anlayışı arasında etkileme-etkilenme bakımından bir ilişki var mıdır? Önümüzdeki dönemde yapılacak araştırmalar, öyle tahmin ediyorum ki bu meseleye de ışık tutacaktır.225