• Sonuç bulunamadı

B) Đdareciler …

10. Ali Tusi (öl:1482)

Asıl adı Alâeddin Ali b. Muhammed al-Barekani el-Tusi el-Hanefi olan Ali Tusi, aslen Đranlı olup Horasan’ın Tus eyaletinde dünyaya gelmiştir.232

Ali Tusi, kelâm geleneği içinde yer almakla beraber, mensubu bulunduğu Đslam kültür ikliminde felsefe ile gerçek anlamda ilgilenmiş bir düşünürdür.

Felsefe-din münasebeti yüzyıllar boyu, hem Doğu hem Batı dünyasını meşgul etmiştir. Đslâm dünyasında felsefe-din münasebeti ile ilk ilgilenenlerin Kindi, Farabi ve Đbn Sina olduğunu söylemek yanlış olmaz. Ama bu problemi esas olarak ele alıp açıkça bir polemik mevzuu haline getiren kimsenin Gazali olduğu muhakkaktır. Fatih’in bu konuyu ele alması üzerine Osmanlı’da bir tehafüt geleneği teşekkül etmiştir. Ali Tusi de bu geleneğin ilk temsilcilerindendir.

Ali Tusi’nin “Kitab’uz-Zuhr” adlı tehafütünde, esas amacı şudur: Filozofların zikrettikleri öncüllerinden kendilerinin çıkardıkları ve “kesin burhan”a dayalı olduğunu söyledikleri neticelerin zorunlu olmadığını ve burada zaruret iddiasının temelsiz olduğunu göstermektir.

Ali Tusi bu eserinde, genel olarak, filozofların bilgi ve iddialarının temelini yoklamaktadır. Ali Tusi filozofların matematik, geometri, astronomi, fizik, mantık gibi bilimlerden sırf akıl ve fikir ile şüphe götürmeyen kesin bilgilere ulaştıklarını söylüyor.

Bu fikirden hareket eden Ali Tüsi, filozofların bu alanların dışında söyledikleri her şeyi yoklamaktadır. O, onların söylediği her şeyin doğru olması gerekmediğini söyler. Bu bakımdan filozofların arasında doğru olmayan taraflar da bulunabilir. Ali Tusi, burada en rasyonalist ilkesini koyar: “Oysa aklın gerektirdiği şeyin tersi tereddütsüz muhaldir.”

231 Seyit Ali Kahraman, A. Nezih Galitekin, Cevdet Dadaş, a.g.e., s. 289

232 Franz Babinger, a.g.e., s. 413

XV. yüzyılın önde gelen düşünürlerinden Alaeddin Ali el-Tusi de Đmam-ı Gazali’nin yolundan gitmiş ve filozofların görüşlerinin doğruluğunu yoklamıştır; ona göre, bütün görüşler, insanoğlunun gücünün yettiği ölçüde ve nasibinin el verdiği miktarda, Mevlası’nı

“Kemal” ve “Cemal” sıfatlarıyla tanımaktan daha büyük bir mutluluk olmadığı noktasında birleşirler ve onu tanımak içinse yarattıklarını ve yaptıklarını düşünmekten başka bir yol bulunmadığını bilirler; ancak bu yol, üzerinde yürüyenlerin helak oldukları uzak bir arzu ve içine dalanların kayboldukları derin bir denizdir; bu nedenle, bu eyleme soyunanların her zaman güvenli bir sığınağa ulaşmaları veya kurtuluşa ermeleri mümkün olamaz; çünkü tanrısal sorunlar güçtür ve insan aklının bağımsız bir şekilde çözüme ulaşması olanaksızdır;

bu nedenle bu konu üzerinde düşünenler, kısım kısım bölünmüşler ve karşıt görüşte olanların bir kısmı kurtulmuş, diğer bir kısmı ise yok olmuştur; filozofların çoğu “akıl” ve “çıkarımda”

derinleşmişler ve metafizik ile ilgili konularda bile mutlak olarak akılı hakim kılmışlar, ama vahiyin bildirdiğine kulak vermemişlerdir; böylece bazı sorunları tartışırken doğru yoldan çıkmışlardır.233

Ali Tusi, Fatih’in emriyle ilk iki Tehafüt’ün temellerinden tashih, ibtal, tercih ve zayıflıkları tespit etmeye çalışmış; bunu yaparken Gazzali’nin metoduna uymuş; ama taklit yoluyla değil, her şeyi araştırarak yazmıştır. Filozoflarla tartışmanın faydasına inanmış ve onların problemli fikirlerini belirtmekten çekinmemiştir. O, filozofların görüşleri susturulursa, sağlam olan temellerine zarar gelmeyeceğine, doğruların her zaman yerinde kalacağına inanmıştır. Tehafüt el-Felasife’de olduğu gibi Kitab el Zuhr’da da meseleler yirmi başlık altında incelenmiştir ve meselelerin sıralanması dışında temel bir değişiklik yapılmamıştır; ancak kanıtlama ve çürütme gibi tahkike dayalı temel akli işlemler bakımından Đmam Gazali ile Ali el-Tusi arasında büyük farklılıklar bulunmaktadır. Ona göre akıl her şeyi çözmeye yetmez, anlayamayacağı unsurlar içerisinde tanrısal sorunlar en bariz olanlarıdır. Filozoflar ne duyusal cisimleri ve ne de kendisini yakini bir biçimde bilmezken nasıl olurda bir kimse, ister akıl kendisinin olsun isterse bir başkasının olsun sadece ve sadece Akıl yolu ile yaratıcının durumlarının gizlerini yakini bir şekilde bilmeyi düşünür.

Öyleyse şurası aşikârdır ki Akıl, birçok konuda yalnız başına doğruyu bulamaz; ancak Allah’ın ayetleri ve peygamber’in mucizeleri ile desteklenmiş bir akıl, doğruyu bulabilir; bu nedenle “Đlahiyatta yakine ulaşılmaz” diyen filozoflar insaflı davranmışlar; bu durumda yapılması gereken, daha uygun ve daha layık olanı seçmektir! (Sadece imandır.)234 O eserini

233 Remzi Demir, a.g.e., s. 57-58

234 Alaadin Ali Tusi, Tehafütü’l-Felasife (Kitabu’z-Zuhr), Çev. Recep Duran, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, 1990, s. 4-7

şu sözlerle sonlandırır: “Us, ilahi meseleleri hakikatleriyle idrak etmekte bağımsız değildir.

Yüce Allah’ın gönderdiğiyle desteklenmiş vahiy sahibinin teyidini dikkate almayan aklın nazarı, ilahi meseleleri kuşatmakta kendisine güvenilecek bir şey değildir.”235

Bu tavırların hepsi filozofça tavırlardır. Ama eseri yazarken koyduğu dört esas ve bunlara sıkı sıkıya uyması, onu filozof olarak görmenin lüzumunu gösterir.

1) Doğruluğu kesin olmayan şeye kitabımda yer vermeyeceğim.

2) Şüpheli ve problem olmayan hiçbir şeyi itiraz konusu yapmayacağım.

3) Beni zulmetmeye zorlayacak taassup isteğine uymayacağım.

4) Söylenmesi gerekenleri söylerken insaf yolundan sapmayacağım.Bu şartlardan ilk ikisi epistemoloji, son ikisi ise etik sahasını alakadar etmektedirler ve doğruluk arayışı içinde olan bir filozofun “mükemmel bir aksiyomatik yöntem” kurgulaması için ihtiyaç duyulan teorik çerçeveyi hazırlayacak birer aksiyom niteliğini taşımaktadırlar. Böylece, filozoflar ve mütekellimler arasındaki hayati tartışmanın karşısında tarafsız ve adil bir hâkim konumunda bulunan bir düşünür için, birinci ve ikinci şartlar sayesinde “doğru bilgi, üçüncü ve dördüncü şartlar sayesinde de “doğru davranış” teminat altına alınmak istenmektedir. Öyleyse geleneksel ilim-amel bütünlüğü burada da karşımıza çıkmaktadır.236 Sonuç olarak görülüyor ki Ali Tusi konuya mümkün mertebe “ön yargısız”, bilimsel bir anlayış ve felsefi tavır içinde yaklaşmaya çalışmış ve bunu pratik olarak gerçekleştirmiştir. 237

Đlk olarak Sultan II. Murad tarafından Bursa Medresesine hoca olarak atanır, Fatih döneminde Đstanbul’da açılan sekiz kilise medreselerinden birine atanır. Ancak Fatih’in emri ile hazırlanan bir tartışma ortamında eseri Hocazade’ninkinden geri planda kalınca Đstanbul’u terk eder ve Tebriz’e gelir. Burada Şeyh Hâce Ubeydullah’ın hizmetine girer. Semerkant’ta 1482 yılında vefat etmiştir.238

235 Aladdin Ali Tusi, a.g.e., s. 248

236 Remzi Demir, a.g.e., s. 59

237 S. Hayri Bolay, a.g.m., s. 20

238 Taşköprülüzade, a.g.e., s. 104-107