• Sonuç bulunamadı

2.3. İslam Dünyası Dergisine Göre II Meşrutiyet Döneminde Eğitim Alanında

2.3.2. Darülfünun Reformu:

Osmanlı’da yeni bir yüksek öğretim kurma fikri XIX. yüzyılın ortalarından itibaren

başlamıştır. Her alanda olduğu gibi eğitim alanında da Avrupa’yı örnek alan Osmanlı

Devleti’nde klasik eğitim veren medreseler bu ihtiyacı karşılamamaya başlamış ve bu

nedenle de yeni bir öğretim kurumu inşa etmek amacıyla Tanzimat Fermanı’nın ilanı ile

çalışmalara başlanmıştır. Medreselerden farklı olarak her türlü eğitimin verileceği bir

kurum şeklinde tasarlanan Darü’l fünun “fenler evi” manasına gelmektedir.

202

II.

Meşrutiyet döneminde yapılan eğitim reformlarından önemli bir kısmı da yüksek

öğretim kurumları ile alakalıdır. Çağdaş bir eğitim kurumu oluşturmak isteyen İttihat ve

Terakki hükümeti Darü’l fünun’da birtakım düzenlemelere gitmiştir. Yeni kürsüler

açılmış, öğretim kadrosunu gençlerden oluşturulmuş, yurt dışından yabancı öğretim

elemanları getirilmiş, Avrupa’ya öğrenci gönderilmiş, fakültelerde dergiler çıkarılmış

202 Daha ayrıntılı bigi için bkz. Ekmeleddin İhsanoğlu, “Darü’l-fünun”, TDVİA, Cilt: 8, İstanbul 1993, s.521- 525.

ve ders kitapları yayınlanmıştır.

203

Özellikle 1912 yılında Emrullah Efendi’nin bakanlığı

döneminde Darülfünun yapısında önemli değişiklikler yapılmış bu düzenleme ile

üniversite 5 kısma ayrılarak yönetilmiştir. Buna göre Darülfünun bölümleri;

1.

Ulum-ı Şeriye

2.

Ulum-ı Hukukiye

3.

Ulum-ı Tıbbiye

4.

Fünun

5.

Ulum-ı Edebiye

Şeklinde ayrılmış ve ancak her bölüm kendi içinde de birtakım bölümlere ayrılarak

eğitim vermiştir. (Örneğin Tarih ve Coğrafya, Ulum-ı Edebiye bölümü Felsefe, Ulum-ı

İçtimaiye, Edebiyat ve Yabancı diller gibi)

204

Yayınlanan nizamname ile her şubenin

başına Muallimler Meclisince seçilen bir başkan tayin edilmiş ve bu şubeler fakülte

olarak adlandırılmıştır.

205

Balkan Savaşları sonrası Anadolu topraklarında başlayan

hareketlilik Darülfünunda da kendini göstermiştir. Alınan yenilgi üzerine başlayan göç

dalgaları Osmanlı Devleti’nin nüfus yoğunluğunu arttırmıştır. Muhacirlerin her türlü

ihtiyacını karşılayan Osmanlı Devleti eğitim ihtiyaçlarını da karşılamak amacıyla bu

öğrencileri Darülfünun’a yönlendirmiştir. Buda Darülfünün için yoğun bir öğrenci

kapasitesi manasına gelmekteydi aynı zamanda değişen ideoloji sonrasında eğitim

programları da hareketlenmiştir. Osmanlıcılık ve İslamcılık düşüncelerinin yerini alan

Türkçülük düşüncesi üniversite içinde yankılar uyandırmıştır. Ziya Gökalp, Yusuf

Akçura, Ahmet Ağaoğlu gibi üniversite içinde Darülfünunun ıslahı konusunda

çalışmalarda bulunan kişilerden bir tanesi de İsmail Hakkı Baltacıoğlu’dur.

206

İslam Dünyası Dergisi’nde S.A. serlevhası ile yayınlanan bu makalede İsmail Hakkı

Baltacıoğlu’nun Darülfünunda vermiş olduğu konferansa dair bilgiler ve bu

konferanstan duyulan memnuniyet bildirilmiştir.

203 Emre Dölen, “II. Meşrutiyet Döneminde Darülfünun” , Osmanlı Bilim Araştırmaları 10/1 ,Aralık 2008, s. 4 204 Tekeli, İlkin, a.g.e. s.95.

205 Şahin, Tokdemir, a.g.m. s. 864.

206 İsmail Hakkı Baltacıoğlu hakkında daha fazla bilgi için bkz. Mehmet Faruk Bayraktar, “ İsmayil Hakkı

Baltacıoğlu” TDVİA, Cilt:5, İstanbul 1992, s. 36-38, Mehmet Güngör, “Çağının Önünde Koşan Bir Aydın : İsmayıl Hakkı Baltacıoğlu”, Mersin Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi, Cilt 4, Sayı 1, Haziran 2008, ss. 54-

“USÛL-I TEDRİS VE TERBİYE DERSLERİ

Vatan-ı muazzezimizin son zamanlarda geçirmekte olduğu müthiş felaketlerden ne derece dilhun ve meyus isek, velev en küçük mukayesede olsun, ötede beride beliren bazı asar-ı intibah ve teyakkuzda o mertebe ümitvar ve müteselli oluyoruz.

İşte maarif nezaretinin emriyle Darülfünun salonunda umum-ı mekatip-i iptidaiye ve rüştiye muallimlerine darülmuallimin mütehassıs muallimleri canibinden verilmekte olan konferanslar bu cümledendir. Küçük fakat ameli basit fakat feyiznak bir teşebbüs mebrurdur.

Hatiplerden İsmail Hakkı Bey medeniyetçe eski mücerreb lakin bizce henüz meçhul bir terbiye, bir terbiye-i tabiiye-i beşeriyenin hutut-ı esasiyesini çizerekten açık, mükerrer, baliğ ve şedit hitabeler ile tarike, telkine – kendi tabirleri veçhile- terbiyede bir inkılap vücuda getirmeye çalışıyor, bütün kuvvetiyle bu uğurda uğraşıyor. İhsan Bey, o kerim-i zat ders numuneleriyle usul-ı tedrisin son tatbikat-ı ameliyesini bütün incelikleriyle vaz-ı inzar istifade eyliyor. Selim Sarı Bey, Ulvi Bey ve bunların refika-i mesaileri hep mucip istifade bahisler mevzular takrir ve beyan buyuruyorlar.

Biz, acizane, bunun böyle olmasını yine İslam Dünyası sütunlarında kemal-i süzüşle temenni etmiş hatta makam-ı resmi aitine de müracaattan geri durmamıştık. Lehülhamd ve…….? bu gün emellerimizden birine – kısmen- nailiyle bahtiyarız.

Şu hulasa mı biraz tafsil ve izah etmeliyim ihtimal uzaklarda bulunan muhterem karilerimizin bazıları okumak, anlamak isterler.

İsmail Hakkı Bey bizce meçhul yahut metruk bir terbiyenin mekteplere idhaline çalışıyor, demiştim. Evet İsmail Bey ne diyor; bunu bir cümle ile beyan edebiliriz buyuruyorlar ki: mekteplerimizde şimdiye kadar icra-i hükm eden istibdat artık def’ olsun yerine her bir terbiye girsin. Bunun netice-i tabiyesi olarak da çocuklarımızdan istibdatın tevlit eylediği: havf, atalet, belahat gibi emraz-i ahlakiye ve bedeniye kalksın yerine hürriyet-i idarenin bahşeylediği cesaret hareket selamet gibi fezail-i insaniye ve medeniye kaim olsun çocuklarımıza çok şeyler öğretmeye uğraşmayalım onları fikren bedenen hayatla pençeleşebilecek surette yetiştirmeye gayret edelim. Filhakika şu zamanda terbiyeden maksat ancak bu olabilir.

Bu da her ne kadar bizim muhitimizde ca-yı tatbik bulamamış ise de – arz ettiğimiz gibi- yine bir fikir değildir. Ehl-i garp evladını asırlardan beri hep bu yolda terbiye etmekte ve onun için her zaman ve mekânda bize tehakküm ve tegallüp eylemektedirler.

“Tecrübeler” nam-ı eser meşhurun müellif hâkimi Micheal Monte’nin bundan 25 sene mukaddem terbiyeye dair yazdığı bir eserinin la yemût fikirlerinden birkaç tanesi nakledelim. Bakınız. O da tıpkı bu günkü İsmail Hakkı gibi söylüyor.

1. Ben terbiye hususunda, o latif ruhun üzerine her türlü şiddet ve tazyiki men-i vird ederim. Çünkü haber ve tazyikin her nev’in de esaret vardır. Ben öyle iddia ediyorum ki akıl ile tedbir ve maharet ile elde edilmeyen bir şey mümkün değil şiddetle ele geçmez. Şiddet insanları yadını ahlaksız eder veyahut garazkar kindar ve muannid eyler.

2. Çocukların oyunları oyun değildir. Onu şöyle düşünmeli: çocuk oynuyor demek iş pek ciddi ve tabii yolunda gidiyor, demektir.

3. Mekteplerimizin ekserinde ki fevkalade inzibat benim hiç hoşuma gitmiyor. Gençliğin bundan ala hapishanesi olmaz. Bu çocukları vaktinden evvel soldurmaya kafidir.

4. Biz şakirdane hareket-i serbestane bahşederek kendi kendilerini idareye alıştıracağımız yerde bilakis adem-i serbesti ile esir korkak yapıyoruz.

5. Ben isterim ki muallim gelip hep kendi söylemesin sırasında talebeyi de dinlesin. Hâkim Sokrat ile ……… ilk önce talebesine söyletir sonra kendileri söylerdi.

6. Her kim ki diğer birini takiben gider o hiçbir şey takip etmiyor demektir. O hiçbir şeyde bulamaz çünkü hiçbir şey aramıyor…

7. 15 – 16 yaşlarındaki çocukları mektepten avdet ettikleri zaman şöyle bir gözden geçirmek ne kadar elimdir! Bunlar hiçbir işe yarayacak değildir. Yüzlerinden sarahaten okunan meal eski Latin ve Grek lisanlarının verdiği kibir ve gurur ile müntezic hamakat ve bela’attan ibarettir. Şüphesiz bunlar evvelce böyle aptal değillerdi. Demek oluyor ki bu faydasız şeyler çocuğun melekat-ı akliyesi tenmiye edecek yerde bilakis perişan etmiş. Şu hâlde ders cetvellerini hayatta en müfid olan derslerle tahdid etmek en doğru bir hareket teşkil etmez mi?

8. Çocuğun yalnız ruhunu tehzip etmek, suvarmak kâfi değildir. Azaletin kuvvetlenmesinde çalışmak vaciptir. Çünkü ruh ile cisim arasında muvazene olmaz ne kuvveti mütekaddi bir ruh ile zayıf, cılız bir beden nasıl şirket-i hayatta devam edebilirler? Hatta çocukları her türlü mihnet ve meşakkate habis azap ve işkencelere tahammül ve mukavemet edebilecek surette hazırlamalı zira zamanımızda bu gibi ahval-i elimeye kötülerle beraber iyi insanlarda düçar edebiliyorlar! El an öyle değil mi?”207

II. Meşrutiyet döneminin önemli eğitim adamlarından biri olan İsmail Hakkı Bey

tarafından Darülfünun salonunda verilen bu konferanstan duyulan memnuniyeti dile

207 S.A. ‘’ Usûl-i Tedris ve Terbiye Dersleri’’ , İslam Dünyası, Sayı : 12, 11 Ramazan 1329-1331 ( 17 Ağustos 1913), s.185-187.

getirerek sözlerine başlayan yazar, daha sonra bu konferansta anlatılanları gazete

sütunlarına taşıyarak konferansa katılamayan insanları da bilgilendirmek istemiştir.

İsmail Hakkı Bey bu konferansta medeniyetçe ileri gitmiş uluslar tarafından denenmiş

ve tecrübe edilmiş ama bizde henüz denenmemiş olan yeni eğitim programı ile ilgili

bilgi vermiştir. Yapılması gerekenleri açık, anlaşılır zaman zaman şiddetli bir şekilde

anlatmıştır. Şimdiye kadar okullarda uygulanan istibdadi eğitimin yerine terbiyeyi esas

alan bu yeni eğitim pogramıyla çocuklarımızı ahlaksızlıktan düşüncesizlikten, korku ve

gerikalmışlıktan kurtarıp onları hürriyet ortamının gerektirdiği gibi cesaretli, faziletli,

medeni bir şekilde eğiterek, onları okullardan mezun olduktan sonra hayattaki her türlü

zorluğa karşı koyabilecek güçlü bir birey olarak yetiştirmeyi amaçlamıştır. Batı

medeniyetinin yıllardır bu şekilde eğitim verdiklerini ve bu nedenlede hep bizi

yendiklerini söylemiştir. Yazar aynı zamanda İsmail Hakkı Bey’in düşüncelerinin,

“Micheal Monteigne”nin düşünceleri ile çok benzediğini ileri sürerek karşılaştırma

yapmıştır ve Monteigne’nin Tecrübeler adlı eserinden birkaç not vererek İsmail Hakkı

Bey’in düşüncelerini temellendirmiştir. Buna göre;

Akıl ve yetenekle elde edilmeyen bir şey şiddetle elde edilemez, şiddet insanları

onursuz, ahlaksız, kindar ve inatçı yapar.

Çocuk oyunları ciddiye alınmalıdır. Çünkü bu sadece bir oyun değil onların

dünyasıdır. Çocuklar bu oyunlar sayesinde dünyayı tanımlamakta onu

keşfetmektedirler.

Okullardaki yüksek düzeyde disiplin, öğrencileri sıkmakta ve okulu onlar için bir

hapisane konumuna getirmektedir. Buda genç yaşta açan çiçekleri soldurmaktadır.

Öğrencilere verilen eğitim, onları konuşmaya, düşüncelerini savunmaya ve

hareketlenmeye teşvik etmelidir. Aksi takdirde verilen eğitim ile öğrenciler bir esir bir

köle gibi yetişirler.

Öğretmen rehber olmalıdır. Hep onun anlattığı öğrencinin dinlediği bir sistemde

öğrenci başarılı olamaz aksine hep dışarı bağımlı hale gelir, özgüvenini kazanamaz. Bu

nedenle öğretmen yeri geldiğinde öğrenciyi dinlemeli, ona söz hakkı vermelidir.

Ders programları öğrenciyi hayata hazırlayacak şekilde hazırlanmalı, okul hayatın

kendisi olmalıdır.

“DARÜLFÜNUN’DA USUL-I TEDRİS VE TERBİYE KONFERANSLARI

On dokuzuncu asrın en müstesnâ bir hakîmi olan meşhur L. N. Tolstoy işbu âlem-i küllin yani – Micheal Montaigne – talim ve terbiye mesailinde ki bu misillû âsâr ve efkâr-ı dâhîyânelerinden mülhem olarak bundan tamam yarım asır mukaddem Rusya’da ve (Yasnaya Polan)208

denilen kendi karyesinde serbest taʿlîm ve terbiyeye bir numûne-i kâmile olmak üzere bir mektep açmış idi. Ekserisi fakir olan köylü çocukları için açtığı bu mektepte koca filozof bizzat hocalık etti. Terbiye âleminde husûle getirdiği harika inkılap ve tebeddülü muasırlarına ve ahlakına da göstermek niyetiyle resâil-i mevkutelerle neşrettiği makalâttan başka usûl-ı tedris ve terbiyeye dair bir hayli cild âsâr mahalde dahi tedvîn eyledi. Bunun üzerine cihân-ı medeniyetin birçok taraflarından mütehassıslar, müdekkikler Tolstoy’un köyüne kadar gelip icrâ-yı tetebbuʿ ve tedkik eylediler.

Tolstoy’un usûl-i tedris ve terbiye hakkındaki mesleğini tamamen şerh ve beyân etmeye ne makalemizin hacmi ne de tetebbuʿ ve bidaamızın derecesi kâfi değildir.

Ancak şu kadarını olsun söylemeyelim ki: Tolstoy mektebinde gerek tedris ve gerek tertib-i inzibat nokta-i nazarından serbestinin en son derecesine varmış hatta bizim tasavvur bile edemeyeceğimiz kadar ileri gitmiştir. Bunu îzâh edebilmek için şöyle diyelim.

Tolstoy mektebinde kendi dilediğini yapmaz, talebesinin istediğini yapardı! Talebe, okuyalım derse okuyor; kâfidir, bırakalım derse bırakır; oynayalım derlerse oynatır, keman çalar onları eğlendirirdi.

Demek ki Tolstoy’un mektebinde bizim bildiğimiz veçhile günde şu kadar saat ders, bu kadar zaman teneffüs mecburîdir gibi kuyûdât yoktur. Tolstoy talebesini bizde olduğu gibi ne papağan ne de çok bilgiç yapmaz, ancak insan etmeye çalışır ve yapar idi.

Şimdi Dârülfünûn’da erbâb-ı ihtisas taraflarından verilmekte olan konferanslarda hep bu serbesti esası üzerine veriliyor. Tabii bu derece değil ve olamaz, buna resmiyet manidir. Biz eski kayıtları öyle bi muhabba kırıp atamıyoruz.

Mesela bu kocaman Osmanlı İmparatorluğu’nun yegâne mekteb-i ibtidâi numûnesi olan “numûne-i tatbikat mektebine” gitseniz tedrisatta ki fevkalade serbestiye rağmen intizam ve inzibâta, hatta bir inzibat-ı askeriyeye fart-ı ibtiladır hal nazarınıza çarpacaktır.

208 L.N.Tolstoy’un doğduğu yer.

Faraza talebe dershaneye girerken, çıkarken, otururken kalkarken hatta söylerken arş bir iki kumandalarıyla karışık nizami askeri ve taklit olduğu için caʿlî tavırlar sizi sıkar. Hele o adım başına yapılan soğuk temennalar her dakika size eski duyguları ihtar eder.

Konferanslara müdavim ve muallim refiklerimden bazıları İsmail Hakkı Bey’in hemen aynı mevzuʿ üzerine verdikleri müteaddid konferanslarla ne demek istediğini artık anlamış olduklarını, fakat her dersin usûl-i tedrisi hakkındaki o mütenevviʿ kavâidi henüz kâmilen ihata edemediklerini itiraf ediyorlar.

Bundan tabii bir şey olamaz. O eski bir fikirdir. O kadar bir defada olmasa birkaç defada anlaşılır. Fakat ikinci tatbiktir, amildir. Bunun için yalnız konferans vermek kâfi değil, vesâit-i maddiyesini de bir taraftan hazırlamalı. Mesela her fennin talebe ve muallimine mahsus kitapları da yapılmalıdır.

Bugün mekatib-i ibtidâiyemiz de tedrisata elverir kitabımız yoktur, desem mübâlağa etmiş olmam. Tolstoy gibi asrın ferîdi bir hakîm zû fünûn elifba yazsın, kıraat, hikâye kitapları yazsın ve bunu mühim hıdmet-i milliye, vataniye diye telakki etsin de bizim erbab-ı ihtisasımız neden bu hususa rağbet etmesin? Bu mesele pedagoglarımızın cidden enzar-ı ibtisarını celbe layık bir mesele-i muaddala müstaʿceledir zannındayız”.209

Yazar, Darülfünunda verilen konferanslardan izlenimlerini yansıtmaya devam ettiği bu

makalesinde de 19. Yüzyılın en büyük düşünürlerinden olan Tolstoy’un doğduğu köyde

eğitim ve öğretim alanında yaptığı en büyük atılımlardan biri olarak gösterilen açtığı

okulu örnek göstererek bu görüşleri İsmal Hakkı Bey’in düşünceleri ile bağdaştırarak

anlatmıştır.

Tolstoy’un kurmuş olduğu eğitim sistemi ile Osmanlı Devleti eğitim sistemini

kıyaslamıştır. Burada dikkat çektiği nokta ise Tolstoy’un kurmuş olduğu sistemde tam

bir öğrenci serbestliği olmasıdır. Bizim eğitim sistemimizde ise öğrenciler kışla

standartlarında bir eğitime tabi tutulmuştur. Tolstoy’un sisteminde günümüzde de

uygulanmaya başlayan öğrenci merkezli yapılandırmacı eğitim anlayışı uygulanırken

bizim sistemimizde ise öğrenciler çeşitli görev ve sorumluluklara tabi tutulmuştur.

Öğrencilerden beklenen yegâne şey ise dayatılan bilgilerin ezberlenmesi olmuştur.

209 A.S. , ‘’ Darülfünun’da Usul-ı Tedris ve Terbiye Konferansları’’ , İslam Dünyası, Sayı : 13, 25 Ramazan 1329- 1331 ( 28 Ağustos 1913), s. 204-205

Tolstoy’un uyguladığı metotta, asıl amacı öğrencilerinin iyi birer insan olması iken

bizim sistemimizde öğrencilerin sorgulamadan kışladaki gibi “emre itaat” düzeninde

yetiştirilmesidir.

“USÛL-I TEDRİS VE TERBİYE KONFERANSLARI MÜNASEBETİYLE

İşte, birkaç gün sonra meşrutiyetin altıncı sene-i cedide-i dersiyyesine giriyoruz. Nihayetsiz ümit ve hayallerle meşbu’ olarak geçip giden şu uzun devr-i tecedüdün – beş sene gibi mühim bir zaman zarfında- irfan-ı millimizce husule getirdiği netayici burada şerh ve beyan edecek değiliz. Zira bu netayiç her halde mesaimizin lehine şehadet edemeyecek, bilakis biraz bedbin olanları büsbütün yeise düşürecek mahiyettedir bunu şimdilik bırakalım da bu sene için neler yapıldığını yahut yapılmak lazım geldiğini araştıralım:

İşte mektepler açılıyor derslere şûru olunacak acaba dershanelere yine o eski âlat ile mi girilecek?

“Âlat gerek etmeye tahsil-i kemalat” “Tahsil-i kemalat, kem alat ile olmaz!”

Mekteplerimiz için acaba ihtiyacat-ı asriye ve milliyemizi tatmine kâfi, esaslı, ciddi, yeni bir program tertip olundu mu, yoksa bu program ceratı daha doğrusu, bu programsızlık, o müziç gitmiş bundan sonra da devam edip gidecek mi?

Bilhassa mekteb-i iptidai şakirdanı için matluba muvaffık kitaplar ihsar edildi mi, yoksa yine o hiçbir işe yaramayan, zavallı, mahsul-ı hırs ve tamah, vesile –i zevat ve şöhret kitapçıklardan devam edilecek mi?

Müfettişler bu sene tedrisatı usul-ı tedris ve talime muvafık surette teftiş ve takip edecekler mi, yoksa kemafi’s sabık bir mektep binasını bir de muallim-i evvel veya müdürün yüzünü görüp bir şekerli kahvesini nevş ile iktifa ederek geldikleri gibi dönüp gidecekler mi? Mevzumuza dolayısıyla, şu sualin de münasebeti derkardır. Müstahdimin maarifin azl ve nasb-ı terfi, taltif veya tecziyesi akıl ve hikmete, adl ve nısfete muvafık kavaid-i salimeye hem de serian bat edilecek mi, yoksa herhangi bir amir madununda hoşuna gitmeyeni bila sual ve la hesap tard ve tedmir kuvvetini muhafaza ederek müstahdemine her an havf ve dehşet edip duracak mı?

İşte, merc-i alisine raci birçok suallerin en kaba, adeta ellemelerinden birkaç tanesi ki bunların hocaları kısmen olsun bu tatil zamanında hazırlanmış olduğunu koyan ümit ve intizar etmek en sarih hakkımızdır!210

Bu suallerden birincisini teşkil eden program meselesini biraz mevzu-ı münakaşaya çekmek isterim; çünkü pedagoglarımızdan muhterem İsmail Hakkı Beyefendi verdiği konferanslarda buyuruyorlar ki: mekteplerimizi tabir-i aherle maarif-i umumiyemizi ıslah edecek şey program değil, oyundur, terbiye-i bedeniyedir, muallimdir. elh …

Halbuki bendeniz mumaileyhin program hakkındaki mutalatını – haddim olmayarak- pek doğru telakki edemiyorum. Evet, itikadımca program demek muayyen bir hedefin muayyen yolları demektir. Muayyen bir gayeye doğru yürüyen bir şahsın yine muayyen, salim kestirme bir yoldan gitmesi ise birinci derecede zaruri ve lazımdır. Tahsil-i iptidai ve tali mektepleri hep hedefleri muayyen müesseseleridir. Binaenaleyh bunların muayyen, mezbut, esaslı programları olmak şayet -bizde olduğu gibi- yoksa bu hususta son himmet ve gayretle çalışmak lazım gelir. Bütün bu çektiklerimiz bütün bu mekteplerimizde meşrutiyetin tecellisinden sonra yüz gösteren tedenniyat hep programsızlığın siyesi değil midir, acaba?

İstiraden şunu da arz edelim ki bizde birçok mekteplerin alan gaye-i tesisleri bile tayin edilmemiştir. Nerede kaldı programları… işte Darülfünunumuz, işte numune mektepleri namıyla açmaş ve emsalini tezyide gayretle çalıştığımız mektepler, bu cümledendir.

Darülfünunun şuabat-ı selasesi bugün resmen (muallim) yetiştirip durmakta iken bir programının “darülmualliminler” programına temas eder cihetini bulmak güçtür. Numune mekteplerinin programına baksanız renksiz, tipsiz birer garibedir! Bilmem, bana öyle geliyor ki bu mektepler bu kıyafetler ile hiçbir şey numunesi değil, ancak olsa olsa dimağlarımıza arız olan hastalığın birer numune-i felaketidir! Allah hepsini hepimizi ıslah eylesin Âmin…”211

İsmail Hakkı Bey’in verdiği konferans üzerine yazar birtakım eleştirilerde bulunarak bu

makalesini kaleme almıştır. İsmail Hakkı Bey’in açıkladığı eğitim programının

uygulanması konusunda bu programı uygulayacak öğretmenler ve okutulacak kitapların

eski sistemle devam ederse eğer bu programdan verim alınamayacağından duyulan

210Maarif nezaretinin mekatip idaresine ahiren vuku bulan bir tamiminden bu ümidimizin boşa çıktığını ma’teessüf öğrendik

211 A.S. , ‘’Usul-ı Tedris ve Terbiye Konferansları Münasebetiyle’’ , İslam Dünyası, Sayı : 14, 14 Şevval 1329- 1331 ( 6 Eylül 1913), s. 218-220.

endişe belirtilmiştir. Ayrıca müfettişlerin bu programın uygulanışında takipçi olmaları

istenmiştir.

“TA’LİM ve TERBİYE: USÛL-I TEDRİS- USÛL-I TEFTİŞ

Tesis ile teftiş yekdiğerinin lazım gayr-ı mefarikidir.

Maarif-i umumiye nezareti senelerden beri iyi, kötü tesisat ile uğraşıyor teftişatıda, şöyle böyle idameye çalışıyordu. Bu tesisatın ma’lesef şimdiye kadar hiçbir zaman muttarid bir usulde salim bir mecrada devam etmediğini söyledik. İslam Dünyası’nın geçen seneye ait nüshalarında neşr olunan silsile-i makalatımız telhis edilirse maksadımız vuzûhle anlaşılır. Biz hulaseten, demek istiyorduk ki: bizde ıslah umur-ı maarif mekatip-i ibtidaiyeden ve bunun da bilhassa: usul-ı tedrisinden – tabir-i diğerle- usul –ı tedrise aşina muallimlerinden ve ihtiyacat-ı mahalliye ve milliyemize mütabık kitaplarından başlamalıdır.

Vakıa bu hususta altı seneden beri hayli müşevveş adımlar atılmadı değil, ancak bu adımlar dediğimiz gibi müşevveş idi. Muayyen ve metin değil idi. Şimdi hakikaten şayan-ı şükran bi payandır ki bu iki nokta, yani usul –ı tedris ile kitaplar meselesi kâfi dercede nazar-ı dikkate alınmıştır. Darü’l muallimin –i aliyyede muallimlere mahsus olarak tesis edilen “usul-ı tedris ve terbiye” kursuyla mekatip-i ibtidaiyemize ait kitapların müsabakaya vazi bu noktaları tenvir