• Sonuç bulunamadı

Eğitim tek taraflı bir mesele değildir. Sadece öğrencileri eleştirerek, ya da sadece

öğretmen ve idarecileri eleştirerek bir yere varamayız. Eğitim bir birlik beraberlik

bütünlük işidir. Eğer bu harçlardan biri eksik olursa inşa edilmek istenen sistemde

çökmeye mecburdur. Bu nedenle İslam Dünyası Dergisi baş muharriri Abdürreşid

İbrahim Efendi de bu birliği güçlendirmek adına öğrencilerde gördüğü sıkıntıları ve

onlara nasihatlerini “Talebe ve Şakirdan” başlığıyla yazmıştır.

“TALEBE ve ŞAKİRDAN

Hiç şüphe yoktur ki bütün cihanda alem-i İslamiyet ve alem-i medeniyette milletlerin timsal-i mücessimi talebe ve şakirdandır. Milletlerin seviye-i irfanı ve seviye-i ahlakı, mazisi ve istikbali hemen talebede tecessüm eder: zira en âli fikirler en büyük vicdanlar en saf kalpler, en parlak simalar talebe meyanından zuhur eder. Bütün cihanda talebe tam manasıyla milletlerin istikbalini gösteren (Mizanü’l heva) gibi katiyen yanılmaz bir bar-u metrudur.

Talebe lede’l- icap en büyük meselelerde milletlere rehberlik eder, her umur ve ahval-i cariyede kemal-i basiretle meratib-i insaniyenin en âli tabakasından bakar ve en dakik meselelerde dahi dürbün ile bakarcasına görür. Bilhassa Darü’l fünun ve Mekatip-i aliye talebesi bütün manasıyla ulviyet-i beşeriye de bir numune ve hasais-i insaniyede bir senet-i müsnevne gibi olmalıdır. Namus ve haysiyet-i insaniye nokta-ı nazarından talebe en güzide bir meslek takip ederek milletleri için bir hüccet-i meşru’ ve muhaccet-i beyza olmalıdır.

Memleketin siyasatına ve milletin içtimaiyatına hep talebe ve şakirdan tesir eder. Bir talebe nazarında en mukaddes bir şey var ise o da mesleki ve mesleğinde olan haysiyetidir talebe mesleği uğrunda her şeyi feda eder, mesleği uğrunda her şeyinden vaz geçer, talebe meyanında bir ferd-i dini zuhur ederek mesleğin haysiyetine muğayyir harekette bulunursa, bütün talebe Heyet Mecmuası, o ferde veyahut birkaç efrada karşı ezhar-ı nefret ederek namus-ı meslek uğrunda her müzaheme katlanır ve meslek namına lede’l-icap nefsini dahi kurban eder. Ben burada misal olmak üzere milel-i mütemmidine meyanında medeniyetin en aşağı derecesinde bulunan Rus talebesi ahvalinden bir numune arz edeceğim: 1904 senesi kanun-ı evvel ibtidalarında Rusya’nın pay-ı tahtı olan Petersburg beldesinde Nevski caddesinde kain “Kazansky Sobor” dedikleri kilise meydanında altmış kadar darü’l fünun talebesi hükümet aleyhinde bir nümayiş yapmışlardı.

Vakadan haberdar olur olmaz şehir muhafızı general “Kaliğlas” süvari jandarmalar ile nümayişçi talebeyi taht-ı muhasaraya alarak kırbaçlar ile süre süre zükur ve inas hepsini birden götürüp kapalı manije tıkmak suretiyle tevkif etmişlerdi. Bu vaka gündüz tamam saat on bir kararlarında olmuştu. O günü akşama kadar nihayet üç dört saat zarfında vakadan haber almış darü’l fünun talebesinden sekiz yüze karib talebe mahpus arkadaşlarının bulunduğu “manije” geldiler (arkası gelmekte idi) madem ki darü’l fünun talebesi tevkif olunuyor, bu mahpus-ı kürsü arkadaşlarımızın cürmü her ne ise bir de kafamız o cerimede müşterikiz, bizi de hapsediniz, diyerek hükümete dayattılar, polisler ne kadar uğraştılar ise de gece yarısına kadar talebeyi dağıtamadılar, belki gittikçe galebelik tezayyüd etmekte idi. gördüler ki sürü sürü hapishane aşıkları gelmekte devam ediyor (sabaha kadar devam eden idi binlerce talebe gelecekti)

hükümette bir an evvel nümayişçilerin tahliyesine bi’l mecburiye karar verdi. O günü bu suretle vaka’ teskin olundu ise asıl en büyük nümayişlerde ondan sonra devam etti. Bu suretle talebede olan ciddiyetin neticesi bilahire umum-ı millete sirayet ederek milletin en münevver kısmı da talebe fikrine iştirak etti.

Zira talebe de olan hulus ve talebenin hareketinde olan uluviyet-i vatan ve millet uğrunda fedakârlık bütün manasıyla talebede tecessüm etmişti, o uluviyet-i efkâr ve ciddiyet amal-ı memleketin en büyük simalarını ve en büyük profesörlerini dahi teşrik-i imale mecbur etti. Rusya da şu son senelerde cereyan eden siyasi hareketlerde ve en mühim meselelerde dahi bilfiil müteşebbisler ve fedailer talebe idi.

Hatta Kont “Trobinski” Bey cenaze merasiminde teşrifat ve idare-i merasimi tamamıyla talebe der’uhde etmişti. Polis ve jandarmalardan kimseyi müdahale ettirmeksizin, cenazede bulunan yüz binlerce insan galebeliğini bi hak idare ettiler.

Bizde ise biçare talebe, miskin miskin hiçbir şey elinden gelmez, söz anlamaz, laf dinlemez, adap nedir bilmez, erkan nedir bilmez, haysiyet nedir bilmez, hastalık nedir duymaz Darü’l fünun son senesinde bulunuyor hala bir his-i intibah yok, biraz hayat gösteremiyor, uyuşmuş, dökmüş, yegâne bir marifetleri var ise konferanslara gider, Şak! Şak! Şak! El çırpar da ma’teessüf laf anladıklarından veya bir his ile mütehassıs ve mahzuz olduklarından değil konferansçı efendiler nam ve şöhretleri nispetinde alkışlanır zannettiklerindendir, aynı kürsüde yekdiğerine taban tabana zıt söz söyleyen hatiplerin her ikisi alkışlanır, defa’atle vuku olmuştur. Bunlardan maide, bu kerre matbuat sayfalarında darü’l fünun Osmani’nin asker kaçakları için sahte kayıtlar ile melcai olduğunu alenen yazdılar ve tahakkuk etti bizim biçare darü’l fünun talebesinin haysiyeti payemâl olmadı. Etudiant! Efendiler katiyen müteessir olmadılar. O darü’l hıyanete bila tereddüt devam ettiler… bu ne haldir?

Koca bir memleketin yegâne hayat ocağında bu gibi hıyanetlere neden irtikap olunuyor? Nasıl oluyor da bir darü’l fünun namından bu derece sahtekarlığa cesaret olunuyor? Sonra bir Darü’l fünun talebesi bu hali nasıl oluyor da hissedemiyor? Ve hissederse nasıl olurda sükût eder? Bilahire bu hıyanetler meydana çıkınca talebe efendiler nasıl oluyor da oraya devam edebiliyorlar? Bir memleket ne gibi düşkün olursa olur tahammül eder ve her nevi mağlubiyet ve inhizama da (bozguna uğrama) tahammül eder, zira bunların telafisi mümkündür. Yalnız bu derecede talebe ve şakirdanın duygusuzluğuna tahammül edemez ve bu derecede tedenni-i tezline tahammül edemez. İnsan bi hak ve layıkıyla düşünecek olursa bu pek acı hakikatlerdendir.

Bugün bizde talebe namına namus ve haysiyet muhafazası hissi bulunmazsa, bir darü’l fünuna mensup talebe Heyet Mecmuası kendine güvenemezse, memleketin salahı ve milletin hayatını düşünemezse, istikbal-i millet, istikbal-i vatan ne olur?

Talebe yalnız bir noktayı hedef ittihaz ederde, mektebi ikmal ettikten sonra kaç kuruş maaş ile nereye kayrılabileceğini düşüneydin, derse devam ettiği sıralarda dahi ileride kendine sefa’at edebilecek hoca ve muallimleri eteklemek gibi müzilletleri kabul ederse, eyvah! Sonra o talebe adam olacak da , memleketin mukadderatını zemamı iktidarına alıp idare edecek ümitleri ne olur?

İşte en acı hakikatlerde bu noktalardadır, darü’l fünun gibi bir müessese-i aliye, maaştan başka hiçbir şeyi düşünemez, ulum ve fünunun her mezayasından mahrum muallimler idaresine bırakılırsa, böyle talebe Etudiant Efendiler yetişir.

Yazık Darü’l fünun namına yazık, yazık darü’l fünun kapısında sürünerek zayi olunmuş vakitlere yazık!..”223

Bir milletin medeniyet seviyesini inşa eden ana unsur gençlerdir. Bu nedenle de

gençlerin eğitimi her şeyden önemlidir. Eğitim konusuna çok önem veren Abdürreşid

İbrahim, Rusya’da yaşanan bir olayı örnek vererek Türk eğitim sistemini eleştirmiştir.

1904 yılında Petersburg’da bir grup öğrencinin düzenlediği gösteri sonucu gözaltına

alınmaları üzerine, üniversitede okuyan diğer arkadaşları onları kurtarmak için akın akın

karakolun önüne gelmiş, öğrencileri dağıtamayacağını anlayan hükümet ise tutuklu

öğrencileri serbest bırakmak zorunda kalmıştır. Abdürrüşid İbrahim, bizde ise medrese

öğrencilerinin uyuşuk, miskin, bir konferansa gitse kimin ne anlattığına bakmaksızın

alkışladıklarını, tepki göstermediğini söylemiştir. Üniversiteye gelmiş çocuk, kendini,

milletinin ahvalini, devletin durumunu düşünmezse nasıl bir gelecek inşa eder. “Vatan

nasıl ona ve onun yetiştirdiği nesillere emanet olunur.” Diyerek gençlerin ahvalini

eleştirmiştir.

223Abdürreşid , ‘’ Talebe ve Şakirdan’’ , İslam Dünyası, Sayı : 8, 14 Recep 1329-1331 ( 6 Haziran 1913), s.129-

“TALEBE VE ŞAKİRDAN

Talebe ve şakirdan demek tabir-i ahirle istikbalin yegâne ümitleri demektir. Bütün alem-i insaniyet ve bütün cihan-ı medeniyet “talebe ve şakirdan”a bu nazarla bakar ve bu manayı verir. Herhangi memlekette ve herhangi millette olursa olsun, bu böyledir. Bu bir kanun- la yetegayyür ve nizam-ı la yetebeddüldür. Yegâne ümid-i hayat talebe ve şakirdandır. Milletler meyanında en evvel hissi intibah ve eser-i hayat talebe ve şakirdan da olacaktır, zira bunların gençlikleri hasebiyle kanlarında olan sararet istidad-ı fıtriyeleri tahrik eder, ve meslekleri hesabıyla da her nev’i mezayayı insaniyenin ……? olan fünun-ı adide ve bilhassa asrımızca mühim olan zaruriyat-ı cedide ile de taze taze talkih olunmuş fikirler, ve basiretlerine de bir perde-i arz-ı tari olacak kadar muhite henüz hülul etmemiş olmalarından, o, saf kalbleri yalnız müberrata bütün safvetiyle müheyya bulunuyor.

İşte şu sebeptendir ki bütün cihanda istikbal ümitleri talebeye tevcih eder. Talebe, daha talebe iken istikbalin bir efendisidir. Talebe istikbalin efendisi olduğu gibi, istikbal de onların raiyyesidir. “Külliküm ra’in ve külliküm mesulün an raiyettihi224 ” istikbalin bütün mesuliyeti talebeye aittir. Ey talebe efendiler! Ben yine sizi kabil-i hitab zannederek bu satırları yazıyorum:

Bugün devletin, milletin düçar olduğu felaketleri ancak siz düşünebilirsiniz ve esbab-ı inhitatı siz tahkik edebilirsiniz, bu sefalete neden müstehak olduk? Ve bu derecede devleti nasıl oldu da kendi elimiz ile hazırladık? Esbab-ı felaket nedir? Ve esbab-ı tedenni nedir? Ve bir çok nedir? Nedir? Hep size tevcih eder, bunların esbabını aramak bulmak akl-ı selimin vazifesidir. Sebep bulunmadıkça illetin izalesi mümkün olamaz. Sizin aklınız bunları idrak eder, sizin fikriniz bunları ihata eder, hülasatü’l-hülasa memleketin bekası ve milletin hayatı vatanın selameti istikbalde hep sizin dest-i pakinize birer emanetullah olarak teslim olunacağından, siz bugünden itibaren vatan ve millete ait her meselede alakadar olacağınız muhakkak ve derkardır.

Şayet siz bu halleri görmeyip de bundan sonra dahi eskisi gibi yaşamak zannnında bulunursanız. Bilmiş olunuz ki, bu memleket ve bu millet için hayat yoktur. Bunlar cüz’i ve teemmül ile zahir ve aşikâr olur.

“Ruhsuz cesed yaşamaz” bir kanun-ı tabiyyet olduğu gibi, talebesiz millet de yaşamaz, milletin ruhu talebedir.

Ey İslambol mekatib-i aliyye efendileri! Bugün siz kendinize tertib edecek vazife düşünerek tamam etrafıyla mülahaza ettikten sonra hemen kendi vicdanınıza müraccat ederek o pak temiz vicdanınızı hâkim-i ittihad edecek olursanız, bir kere yüzde elliniz tamam manasıyla talebe değildir. O kalan elli içinde de asker kaçağı, maaş tuzağı, tembel ocağı niyetiyle iltica edenler tefrik olunursa bundan sonra ne ki kalırsa, işte odur talebe, asıl hitap bunlara tevcih eder. Bunlar içinde de laf anlamaz, mekatib-i iptidaiye çocukları derecesinde efendiler bulunmak ihtimal-i akrabdır. Zira memleket dahilinde en feci’ vekayi de bizim darü’fünun talebesi bigâne kalıyor. Hatta İslambol’da olan vukuat Japonya talebesine tesir ediyorda, bizim darü’l-fünun efendileri yine tiyatrolarda sefaletlerinde devam ediyorlar. Cihan kan ağlarken bizim şehzade başında bayram oluyor. Yine bizim nühusetimizi tasvir eden sinematoğraf manzaraları: şak şak şak, alkışlanıyor, darü’l-fünun ve medrese-i diniyye talebesi tarafından alkışlanıyor.

Bu gibi hal esef-i iştimal tevali edip durduğu zaman bizim darü’l-fünun talebesinden kimsenin haysiyetine dokunmuyor, kimsede müteessir ve müteellim olmuyor, çok gariptir ki “ilelan Osmanlı talebesi her nerede olursa olsun haysiyet manasını bilemiyor. Eskilerini kâle almayacağız, gün bugün Paris’te hilali tahkir ederek ayakkabılarının ökçesine tersim ettirebiliyor, bizim Osmanlı talebesi hala safay-ı hatırla orada derse devam ediyor. Ve burada olan talebe efendilerimizle kemal-i tehalikle aman Fransa’ya gitmenin bir çaresi diyerek düşünüyor, sanki bütün cihanda maarif yalnız Fransa’da kalmış gibi görüyor. Bu güne kadar başımıza gelen felaketlerin kaffesi ve en büyüğü olan ahlaksızlığı, bize Fransa’nın yadigarı olduğu hala kimsede tasavvur edemiyor.

Ey darülfünun talebesi efendiler! Eğer sizlerde bu halleri muhakeme ve idrak edecek kadar da fikir bulunmazsa, sonra ne olur bu milletin hali ve ne olur bu ümmetin istikbali?

Tekrar edeceğim yine ehl-i hitap siz olacaksınız, son söz de sizin sözünüz olacaktır. Bu memleketin istikbali sizin ile kaim olacaktır…

İşte bu hakiki nazar itibar olarak evvel memleketin hayatı nokta-i nazarından kendinize bir hatt- ı hareket ve meslek tayin etmeniz icap eder. Saniyen millet-i İslamiyeye şehrah-ı necat olabilecek siz efendilerin mesleği tamamıyla refah temin ettikten sonra bütün alem-i İslamın’da istikametini mütekeffil olacaktır. Talebe milletin en hassas bir uzvu olup cesette olan bütün hastalıkları hissedecek olursa işte o talebe bi hak talebedir. Bugün bizim cesedimizin her

tarafını hastalık sarmış müzmin bir hale getirmiş tehlike yüzde yüz, ümit olunur hiçbir ciheti kalmamıştır. İşte maharet işte kemalat bundan sonra gösterilecek sanattadır.

Vatanın necatı sizin hüzakatlığınıza vabeste olup şu hâlde en büyük vazife yine size tevci eder. Emin olunuz hastalık bu kadar mühlik ve müzmin olursa olsun, esbabı keşf olunduğu gibi tedavisi de kabildir. İş marazı keşfetmektir. Güzelce mülahaza olunursa esbab-ı maraz zaten meydanda. Basiret gözüyle bakanlar her zaman görebileceklerdir.

Bütün cihan için bir kanun-ı tabii vardır ki “devletleri yaşatan millettir” yani devlet millet sayesinde yaşar. Bizde ise tamam bilakis “milleti yaşatan devlettir” bütün milleti beslemektedir, bütün millet avucunu açmış devlete bakıyor. İşte esbab-ı felaket buradadır.

Size tertip edecek vazifede kemal-i serbest ile devlet kapısına göz dikmeyip, istişfa’i ve şefaat kapısını tamamen kapayıp, kendi maişetinizi yine kendiniz temin etmek. İşte salah da buradan başlar.” 225

“TALEBE VE ŞAKİRDAN

“İslam Dünyası” nın bundan mukaddem nüshalarında mektep talebesine hitap olunuyordu, bu kerre sözümüz medrese talebesine ait olacaktır. Mamafih mektep talebesi hakkında dahi sözlerimiz hitam bulmamıştır. Lakin vaktin ehemmiyeti ve zamanemizin kıymeti nazar-ı itibare alınarak medrese şakirdanı hakkında dahi şimdiden birkaç söz söylemek icap etti. Zira, burada matbuat sütunlarında şakirdan ve ulemaya hitap olunarak makaleler tevali etmekte olunduğu görülüyor. Bir aralık bazı muharrirlerimiz ashab-ı amaim üzerine hücum edercesine daire-i edep haricinde sözlerde söylediler ve talebeyi tahrik için acı hakikatleri ortalığa attılar, hatta hududu bile tecavüz ettiklerini o muharrir efendiler kendileri de hissederek ashab-ı meslekten bazı aharlerini zahiren istisna eder gibi oldular. Mamafih istisnaları da hakiki olmayıp (zuk inneke entel aziz226) kabilinden olduğu cüzzi teemmül edenler için aşikâr idi. Fakat biz o zaman yine tahammül cihetini ihtiyar etmiştik, hatta hem mesleğimizden bazıları itidallerini muhafaza edemeyip meydana atılarak hücum edenlere mukabele arzusunda dahi bulundular bilfiil müdafaa edenlerde bulundu. Biz yine hep kulak misafirliğini ihtiyar etmiş ve söz söylemeye lüzum görmemiştik fakat şimdi zaman iktizası söz sırası bize de geldi.

Ben muteriz ve muhacimlere mukabil söz söylemek taraftarı değilim, biz biraz teemmül edecek olursak şüphe yoktur ki bizim aleyhimizde söylenenler mazurdur bilakis biz onlara teşekkür

225Abdürreşid,‘’ Talebe ve Şakirdan’’ , İslam Dünyası, Cilt-I, Sayı : 9, 1329-1331 , s. 129-131.

etmeliyiz, onların bize hiçbir güna adavetleri yoktur ve olamaz. O bizim ağır zannettiğimiz sözleri söylemeye onları mecbur eden zaman ve ihtiyaçtan başka bir şey değildir.

İnsan biraz mücevveldir. Fazlada söyler, ağırda söyler ve bazen vakitsiz de söyleyebilir. Madem ki biz kendimizi şeriat-ı gara’i mutahhara hadimleri zannediyoruz bizim için müsammahakarane muamele etmek daha münasip olur. Asıl bizim için mühim olan ciheti elhamdülillah sümme’ elhamdülillah bugün ümmetin bize ihtiyacı hissetmesidir, o acı ve ağır zannettiğimiz sözler ihtiyaç-ı saikasıyla olan feryatlardır, aman bizi kurtarınız nidasıyla müracaat ediyorlar, filhakika ümmetin bize ihtiyaç hissetmesi bizim için başarıdır. Buna mukabil bize müdafaa değil belki me’al mesar vel iftihar –ı telbiye ile istikbal etmek icap eder. Layıkıyla düşünecek olursak filhakika bunlar bizi vazife başına davet ediyorlar, burada bizim için te’essüf olunacak ve telaş edilecek bir şey yoktur, esasen ümmetin bu suretle bize ezhar –ı ihtiyaç etmesi bizim için şayan-ı şükran bir fali hayırdır.

Bundan dört beş sene mukaddem: din ne demektir? Yirminci asırda dine lüzum var mı? Ve emsali bir takım hezeyan ruznamelerimiz de meydan tutmuştu, her şey medeniyete isnad ederek, sahte insaniyetler, manasız hürriyetler, müsavetler bilmem neler ortalığı kavuruyor ve yakıp yıkıyordu, üç dört çocuğun aklıyla memleketi ihya edecektik.

Mazallah o hallerimiz devam ede idi, bir takım ulema kıyafetinde dalkavuklarda bab-ı fetvada yer tuta idiler, esbab-ı amayim için dünya ve ahiret mucip hüsran olurdu.

Elhamdülillah sümme elhamdülillah ki öyle olmadı. Başımıza yüz bin felaketler çöktü, dahili ve harici gavail yekdiğerini tevali etti, bir takım kavm-i necibler cibiliyet nifakilerini izahar ettiler, en büyük düşmanlar içimizden zuhur etti. Vezir zannettiklerimiz rezil oldu, ve bir tarafta bizim çoban zannettiklerimizde bize meydan okurdu, gazanfer asakir-i nasr tesirimiz varlık içinde bir yokluk gösterdi, herkes her şeyden kati ümid etti ve düşmanlarımızda bizim aleyhimizde birleştiler kendi beyinlerinde olan adavetlerini hazmederek el birliğiyle üzerimize yürüdüler, bizim südurumuz keşkül bedest kapı kapı dolaştı ise , her tarafta insaniyet kapılarını kapattılar , ne Fransız dostlarımızdan ve ne İngiliz hamilerimizden bir tatlı söz bile alamadık ,Allah’tan başka bir muayyinimiz olmadığını tamamıyla anladık ise de iş işten geçti zannettik mamafih arada enin-i hafi ile Allah Allah ! diyenlerimiz olduğu gibi ulemaya tecavüz suretiyle feryad edenlerimiz de oldu.

Cenab-ı vacibü’l vücud errahimürrahimin aziz zü- intikam saffetiyle tecelli etti. O bizim zann-ı fasidimiz ile müttefik zannettiğimiz Balkan haşeratları beyninde “ve elkayna beynehümül adavete vel bağda’e ila yevmi’l kıyame227” serri zahir oldu, köpekler birbirine saldırdılar,

227 Maide suresi 64. ayet

Romanya devletinde onların tanburuna bir name ilave etti. Bizim de Londra’da bağlanmış ellerimiz ayaklarımız mahza bir lütf-u ilahi olarak çözüldü. Elhamdülillah sümme elhamdülillah asakir-i Nusret müesserimiz veliü’l emr olan halife –i muazzam efendimizin “emirba” sevabını telakki ettiler, elhamdülillah sümme elhamdülillah on gündür geceyi gündüzlere katarak ileri yürümektedirler. İnşallah otuzuncu haziranda sadır olmuş ferman –ı alişan mucibince kaybetmiş olduğumuz mülkümüzü ann-ı karip bi tamama istirdad ederiz. Memleketimiz tekrar merkez-i İslam olarak bakidir.

Şimdi ve bundan sonra bize tertip edecek vezife nedir, insaf edelim vicdanımıza müracaat ederek muhakeme edelim, biz bugün İslamiyette en büyük vazife ile mükellef bulunuyoruz, emr-i maruf ve nehyi anil münker bizim vazifemizdir, İslamiyette en büyük vazife budur. Ve milletin en büyük ihtiyacı da budur, cami kürsülerini bir takım sürücü ve yumurtacı hocalardan tahlis edelim. Ümmetin salahı ulemanın salahındadır. Ulema bu ümmetin rehberidir. Ulema bu ümmetin şehrah selametidir. Evvel be evvel ulemanın salahı lazım, milletin ihtiyaç-ı müberremi budur. Bu ise bizim için büyük bir nimettir. Fi ma ba’ad, evvela kendimizi ahval ve etvarımızı kisvemize münasip tarzda ıslah edelim, haysiyet-i ulema nedir? Şer’an mezmum olan müsaviden evvel be evvel biz içtinab edelim, mekarim-i ahlak ne ise onu gözetelim. Kahvehanelerde tiyatrolarda ashab-ı amayim için bir yer bulunmamalı, ramazan –ı şerif geceleri sabahlara kadar direkler arasında ihya etmek ulemaya yakışmaz, ulema bütün mevcudiyetiyle bugünden itibaren hiç vakit geçirmeyip Anadolu köylerini dolaşarak milletin istikbali ve hayatı için birer ibadettir. Milletin bütün hayatı sanat, ziraat, ticaret ile kaimdir. Bunları milletine takdir ettirmek söylemek anlatmak hocaların vazifesidir.

İşte şakirdan efendiler! Size terettüp edecek vazife budur. Eğer bundan daha mukaddem bir vazife var ise o da kendi cehlinizi hissetmek ve bu cehlin esbabı usul-ı tedriste olan fenalıklar olduğunu bilmek, üstadlarımızın cehlini anlamaktır. Eğer talebe efendiler bunlardan da hisse mend olurda bu cihetin de ıslahına gayret ederseniz artık bu ümmetin de hayatı kati surette temin edilmiş olur. İşte şimdilik en mühim vazife budur. O bizim aleyhimizde itale-i lisanda bulunanlarda bizden bunu isterler ve istemekte haklarıdır. Şu hâlde hak-ı itiraf olunmalı ve