• Sonuç bulunamadı

Dada ve Sürrealizm Üzerine Birkaç Not

“Herhangi biri şu sonsuz, şekilsiz değişimi, yani insanı oluşturan kaosa düzen vermeyi nasıl umabilir?”

Tzara, 1918 [121]

“Sürrealizm başka bir sanatsal ya da politik avangardı değil, tüm modern kültürün yeraltındaki gizli dünyasını temsil eder.”2

Vesely, 1978 [141]

Dada ve Sürrealizmin birbirinden önemli farklılıkları bulunsa da çalışma boyunca genelde ikisi beraber ele alınmıştır. Bunun en önemli sebebi iki hareketin de sanatsal üretiminden çok neredeyse eş düşünsel zeminine odaklanılması ve Dada’nın mimari üretim alanını doğrudan etkilediği alanların (Merzbau gibi birkaç tekil örnek dışında) son derece kısıtlı olması, Sürrealizmin ise bu alanda en azından yazınsal olarak daha çok malzeme vermesidir. Bununla beraber, sanat alanında bu iki hareket birbirinin devamı olarak yorumlanır, neticede Sürrealizm, Dada’nın pasajlardan doğma çocuğudur3 [37].

1

“One cannot step twice into the same river, nor can one grasp any mortal substance in a stable condition, but it scatters and again gathers; it forms and dissolves, and approaches and departs.” 2

“Surrealism does not represent another artistic or political avant-garde, but a subterranean world of the whole modern culture.”

3

90

Yine de başlarken her ikisinin de hayati noktalarına ve temel farklarına değinmek yerinde olacaktır. Dada’nın, mevcut sanat kuramına ve pratiğine karşı duran diğer avangard hareketlerden en önemli farkı reddettiklerinin yerine bir şey önermeyerek, kaosu kabul etmesidir. Nitekim Dada’nın reddettiği sadece önceki sanat ekolleri ve yerleşik değerler değil, sanat kurumunun kendisidir. Bürger bu durumu şöyle açıklar [89];

“Avrupa avangardı içerisindeki en radikal hareket olan Dadaizm, artık kendisinden önceki sanat ekollerini değil, bir kurum olarak sanatı ve sanatın gelişiminin burjuva toplumunda izlediği seyri eleştirir. Burada “kurum olarak sanat” mefhumuyla, sanat içerisindeki üretici ve dağıtıcı aygıtın yanı sıra, sanatla ilgili olarak belli bir zamanda hakim olan ve eserlerin algılanışını önemli ölçüde belirleyen fikirler kast edilmektedir.”

Bu yüzden de Dadacılar için hiçbir normatif estetik kural yoktur ve zaten de olmamalıdır. Gene de 1922’deki Congres de Paris’te yaptığı konuşmada Breton Dada’nın sakınmak istediği şeye, yani sanat tarihindeki başka bir akıma dönüştüğünü iddia eder [140].

Sürrealizmin ise, genellikle şiirsel estetik olarak tanımlanan belirli bir estetik anlayışı bulunmaktadır [140]. Sürrealizmin, özellikle Dada ile kıyaslandığında belli bir sistem ortaya koyduğu söylenebilir, Breton Surrealizm’i tanımlarken şöyle söylemektedir; “varolan değerleri onaylamak ya da hükümsüz kılmak için yeni kuralların aranması süreci”1 [142]. Aslında Sürrealizm’in aklın düzeninden (order of reason) başka türlü bir düzen kurma peşinde olduğu da iddia edilebilir. Sürrealizmi diğer hareketlerden farklı olarak ilgi çekici kılan, ve mimari alanda daha çok malzeme vermesini sağlayan da belki de bir sistemin reddi olarak rol oynamasından çok, peşinde olduğu sistem ya da düzenin “rasyonelliğin” karşısında olmasıdır. Sürrealizmin asıl derdi gerçeği tamamen redetmek değil, Vesely’nin sözleri ile, “düş ve gerçek arasında mutlak bir mutabakata ulaşmak”tır2 [141].

“Akılcılığın” karşısında olma meselesinde, farklı araçlar ve kanallarla da olsa, Dada ve Sürrealizmin aynı çizgide olduğu görülür. Sürrealistler rasyonel akılcılığı dışarıda bırakmak için daha çok otomatizm gibi yöntemleri kullanarak bilinçaltını vurgularken,

1

“the process of seeking after new rules in order to confirm or invalidate exsiting ones” 2

91

Dadacılar şans, rastlantı gibi bağımsız güçleri sanatsal üretime dahil etmiştir. Dadacılar özellikle insan aklına karşı mesafelidir, Hopkins’e göre insan aklına ve rasyonaliteye güvenmemelerinin en büyük nedeni Birinci Dünya Savaşının bu akılcılığı yücelten düşünceden çıktığını düşünmeleridir [140].

Breton’un “Birinci Sürrealist Manifesto”da [143] yaptığı “Sürrealizm” tanımında da bu rasyonel aklı dışarıda bırakma ve yadsıma isteğini açıkça görmek mümkündür. Sürrealizmin, rasyonalizme, rasyonel olanın hegemonyasına karşı olduğunu söyler [143];

“Hala mantığın saltanatı altında yaşıyoruz; bu, elbette sözü getirmek istediğim noktaydı. Fakat günümüzde ve bu çağda mantıksal yöntemler yalnızca ikincil öneme sahip problemleri çözmek için kullanılıyor. Hala moda olan mutlak rasyonalizm, yalnızca doğrudan deneyimimizle bağlantılı gerçekleri dikkate almamıza izin verir. Oysa mantıksal sonuçlar gözümüzden kaçmakta. Deneyimin kendi kendisini gitgide daha fazla kısıtlanmış olarak bulduğunu eklemek de anlamsızdır. Çıkarılmasının gittikçe daha zor bir hal aldığı kafeste bir ileri, bir geri gider gelir. O da destek almak üzere çıkarına en uygun düşen şeye sırtını yaslar ve sağduyunun nöbetçileri tarafından korunur.”

Breton’un Sürrealizm tanımlarında da aklın ve düşüncenin diktesinden kurtulmanın motivasyonu görülmektedir [143];

“SÜRREALİZM, (isim). Kişinin, düşüncesinin gerçek işleyişini sözel, yazılı ya da başka herhangi bir şekilde ifade etmeyi seçtiği katıksız ruhsal otomatizm. (felsefe, özdevim). Estetik veya ahlaki kaygılardan arınmış olarak, mantık tarafından uygulanan hiçbir kontrolün geçerli olmadığı, düşüncenin kendini ortaya koyduğu bir düzlem.

ANSİKLOPEDİ. Felsefe. Sürrealizm, daha önceleri ihmal edilmiş birtakım çağrışım biçimlerinin fevkalade gerçekliğine, rüyaların mutlak kudretine, tarafsız düşünce oyunlarına yönelik inancı esas alır. Diğer tüm ruhsal mekanizmaları ilk ve son olarak yıkma ve hayatın temel sorunlarını çözümlemek adına bunların yerine kendisini koyma eğilimindedir.”

Bu tanımlardan ayrıca sürrealizmin bir akımdan çok, bir tutum, tavır gibi, ya da Blanchot’un deyişi ile, “bir okul değil de, daha çok bir halet-i ruhiye”1 gibi anlaşıldığı görülür. Öyle ki Breton sürrealizmi bir isim değil de sıfat gibi kullanarak bazı durumları sürrealist olarak şöyle tanımlar [142];

1

92

“Heraklitus diyalektikte sürrealisttir.” “Picasso Kübizm’de sürrealisttir.”1 İki hareketin içindeki bulundukları toplumsal ve politik ortama bakıldığında, Dada’nın hem Birinci Dünyası savaşı ile hem de Rus Devrimi ile aynı anda doğduğu, Sürrealizm’in ise Stalin ve Hitler’in yükselişine koşut geliştiği görülür. Bu durumda şu soru akla gelebilir: rasyonel aklın hegemonyasını reddetme durumu, toplumsal ve politik olarak eleştirel bir duruş ile nasıl bir noktada birleşmektedir?2 [140]. Dada ve Sürrealizm çoklukla anarşist ya da komünist hareketlere eklemlenmiş olsa da, bunlar hiçbir zaman uzun süreli olmamış ve sanatçılar bu ve benzeri hareketlerde fazla etkin olamamıştır. Politik alanda kayda değer bir etkinlik olarak gösterilebilecek belki de tek durum Sürrealistlerin etkilediği Situasyonalistlerin 1968 Paris ayaklanmalarında oynadığı küçük roldür. Hopkins’e göre sonuçta Dada ve Sürrealizmin politik alandaki “büyük toplumsal amaçları uzlaşmayla geride kalmıştır” [140]. Sadece somut örnekler üzerinden bakıldığında Hopkins’e katılmamak mümkün değilmiş gibi gözükse de, politik alanda etkili olmanın sadece somut bir hareket başlatmak ya da bir harekete eklemlenerek siyasi işbirliği kurmak olmadığı da aşikardır. Dada ve Sürrealizm aslında duruşları ile yeni bir algı kapısı açmış ve yeni idrak yolları siyasi hayatı etkilemiştir. Öyle ki herhangi bir siyasi harekete eklemlenip, görüşlerini formalize etmektense, eleştirel bir tavır takınmak ve düzenin karşısında negatif bir aktör olarak rol oynamak Dada ve Sürrealizmin düşünsel zeminine daha uygun gibi gözükmektedir.

Öte yandan, bu iki sanat hereketinin de amacı sanatı değil, aslında hayatı deforme etmektir. Birçok kuramcıya göre avangard hareketler dünyayı değiştirmek istemiş, bunda başarılı olamamış fakat neticede sanatı değiştirmiştir [140]. Fakat sanatı değiştirmek, belki de zaten toplumu değiştirmektir. Nitekim, Benjamin’e göre faşizm insanlara haklarını vermek yerine, kendilerini sanatsal olarak ifade etme şansı vermiştir, faşizmin doğal sonucu “politik hayata estetiğin katılması”dır [36]. Bu

1

“Heraclitus is surrealist in dialectic.” “Picasso is surrealist in cubism” 2

Hopkins bunu şöyle belirtir [140];

“….Dada’nın sadece Birinci Dünya Savaşı ile değil, aynı zamanda Rus Devrimi ile de aynı anda doğduğunu ve Gerçeküstücülüğün Stalin ve Hitler’in yükselişine koşut geliştiğini düşünürsek, bireyciliğe ve usdışılığa odaklanmalarının bu tür çok önemli politik olayların ve tercihlerin gereklerini nasıl karşılayabileceğini merak edebiliriz. Bununla birlikte, her iki akım da, estetikle sosyal deneyim arasında bağlantılar oluşturacak gerçek avangard itkiyi politik işbirliği kurmakta buldular.”

93

durumda, zaten politika ve estetiğin iç içe olduğu bir dünyada, sanatı değiştirmek aslında politik düzene en büyük darbeyi vurmaktır. Nitekim bu iki avangard hareketin başarısı da belki de devirlerindeki sosyo-politik düzenin temel dayandığı nokta olan rasyonalizmin reddi ve düzenin deformasyonunu gündelik hayat pratiğinin kendi içinde görmeleri ile bunu gerçekleştirmiş olmalarıdır.