• Sonuç bulunamadı

Dünyada Özelleştirme İle İlgili Görüşler 97

3.   ÜLKELERE GÖRE ÖZELLEŞTİRME ÖRNEKLERİ 60

3.2. Dünyada Özelleştirmeye İlişkin Örnekler 60

3.2.12. Dünyada Özelleştirme İle İlgili Görüşler 97

Devletin değişik ihtiyaçlar yüzünden, savunma gereksinimi veya özel rekabetin bireylerin karşısında sonuçlanacak tekeller yaratması sakıncasının önlenmesi gibi nedenlerle devlete ait işletmelerin çoğalarak ekonomik yaşama damgasını vurması, önce demokrasinin sağlıklı biçimde sürdürüldüğü toplumlarda kavramsal olarak tartışılmaya başlanmış, giderek bu sahiplenmenin aşırıya kaçtığı, bunun da bireylerin ve toplumun karşısında sonuçlar doğurduğu öne sürülmeye başlanmıştır.

Ünlü iktisatçı Keynes’in, devletin ekonomik yapı içerisinde etkin görev almasının sosyal refahı yükselteceği yolundaki düşüncesi doğrultusunda oluşan ve klasik iktisadın “bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler” politikalarına alternatif olarak gelişen modeli, 50’li ve 60’1ı yıllarda sanayileşmiş ülkelerde başarılı sonuçlar elde etmişse de değişen dünya koşullarının ortaya çıkardığı farklı gereksinimlere çözüm üretmede yetersiz kalmıştır198.

Adam Smith’in insanların başkalarına ait bir malı kendi mallarından daha savurganca kullandıkları yolundaki gözleminden kaynaklanan tartışmalar, devlette belli süre görev yapmak için seçilmişlerin veya atananların, aslında kendilerine ait olmayan bir anlamda emanet edilmiş bulunan değerleri iyi kullanamayacakları iddiasını güçlendirmiş, uygulamada bunu doğrulayan verilerin de etkisiyle özelleştirme yanlısı görüşler hızla yol almıştır.

Devletin ekonomiye müdahalesinin sakıncalarının öncü savunuculuğunu monetarizm yanlıları ve bu akımın gelişmesinde büyük rol oynayan, serbest piyasa ekonomisi düşüncesinin de yaratıcılarından olan Milton Friedman yapmıştır. Özelleştirmenin bir başka öncül savunucusu da Kamu Tercihi Teorisi199 etrafında toplanan James Buchanan ve yandaşları olmuştur. Buchanan aşırı büyümüş devletin,

198 TANÖR, Reha, a.g.e., s.386.

199 Kamu Tercihi Teorisi, kamunun ekonomide üslendiği rol ve faaliyetlerin sınırlarına farklı bir bakış açısı getirmiştir. Kamu

Tercihi yaklaşımı politikacılar seçmenler, siyasi partiler ve çıkar grupları arasındaki ilişkileri politik karar alma sürecindeki davranışlarıyla birlikte iktisat, politika, hukuk, sosyoloji bilimi çerçevesinde inceleyen teorik bir yaklaşımdır.

sahip olduğu gücün sınırlandırılmasını, bu sınırlamanın ekonomik ve politik özgürlüğün gerçekleştirilmesi açısından gerekli olduğunu savunmuştur200.

Sosyal refahın artırılması amacıyla devletin ekonomideki rolünün büyütülmesi, sonuçta kaynakların yanlış kullanımına ve verimliliğin düşmesine neden olmakta ve refahın artması bir yana fakirleşmenin yaygınlaşması gündeme gelmekte, sosyal adalet fikri zayıflamakta, toplumsal barış tehlikeye girmektedir. Üretken ve rekabetçi yapının yerini devletin sağladığı olanakları paylaşmanın kolaycılığına alışan toplumsal yapı ile gelişme çizgisini sürdürmek de mümkün olmamaktadır.

Bir görüşe göre, öyle işler vardır ki, bunların devletin etkili bir biçimde yürütebilmesi için bütün koşullar var olduğu halde, devlet bu işleri iyi yapamaz. Eğer devlet farklı değerleri ve farklı talepleri olan farklı seçmen çevrelerini memnun etmek için baskı altındaysa, ortaya koyduğu performans bozuk olur. Buna göre, devletler ancak siyasal baskılar olmadığı zamanlar iyi işler yapabilir, devletçe yürütülen bir et- kinliğin birden fazla amaca yöneldiğinde hemen yozlaşır ve devlete ait olmayan kuru- luşların devletten daha iyi ya da onun kadar iyi yapabilecekleri ne varsa, bunların hiçbir zaman devletçe yapılmaması gerektiğini savunulur201.

Özelleştirme üzerine teorik alanda yapılan tartışmalar, uygulamaya ağırlıklı olarak, ABD başkanı Ronald Reagan ile İngiltere başbakanı Margaret Thatcher’in önderliğindeki politikalarla aktarılmıştır. Toplumsal refahın yükseltilmesi doğrultusunda devletin rolü, özelleştirmenin bu amaca yönelik bir iktisat politikası aracı olarak kullanılması gibi konular sonuçta siyasal kararı gerektirir. Siyasal tercihini bu yönde kullanan başkan Reagan, 1980’li yıllarda uyguladığı ve “Reaganomics” olarak adlandırılan iktisat politikasında kamu harcamalarının azaltılmasını ön plana almıştır. Kendisini izleyen Thatcher de, özelleştirme alanında attığı sarsıcı adımlarla, pek çok ülkeye örnek teşkil etmiş ve özelleştirmenin dünya genelinde hız kazanmasını sağlamıştır202.

200 AKTAN, Coşkun Can, Türkiye’de Özelleştirme Uygulamaları, TÜSİAD Yayınları, İstanbul, 1992, s.30. 201 DRUCKER, Peter F., Yeni Gerçekler, T.İş Bankası Kültür Yayınları, Ankara, 1992, s.67.

Özelleştirme taraftarları yönünden, devletin ekonomiden elini çekmesi, serbest piyasa ekonomisinin yaşama geçirilmesi doğrultusunda temel bir zorunluluktur. Devletin elinde olan işletmelerin, gerçek sahiplerinden oluşan bir yapısının ve buna uygun bir genel kurulunun bulunmaması, kar / zarar oluşumlarının çok sevindirici ya da çok yıkıcı olarak algılanmasına engel olabilir. İşletmelerin “sahipler” yerine “görev- liler” tarafından yönetilmesi, gerçek anlamda hissedarların olmayışı, hisse senetlerinin piyasada işlem görmemesi, bu nedenle gerçek pay değerinin oluşamaması, denetimlerinin saydam bir biçimde yapılamaması bu işletmelerin verimliliğini doğrudan etkileyen bir yapısal elverişsizlik olarak görülebilir.

Bir görüşe göre, devlet hakem olarak değerlendirmekte ve görülmek istenen devleti şöyle dile getirilmektedir : “Serbest piyasanın varlığı hiç kuşkusuz, devlete olan ihtiyacı ortadan kaldırmaz. Tersine, devlet hem oyunun kurallarını belirlemek için bir forum olarak hem de kararlaştırılan kuralların yorumlanması ve uygulanması için bir hakem olarak gereklidir. Piyasanın yaptığı şey, siyasal kanallar aracılığıyla karara bağlanması gereken sorunlar dizisini büyük ölçüde azaltmak, böylece devletin oyuna doğrudan katılması gereğini en aza indirmektir. Hukuk ve düzeni koruyup sürdüren, sahiplik haklarını tanımlayan, sahiplik haklarında ve ekonomik oyunun diğer kurallarında değişiklik yapabileceğimiz bir araç olarak hizmet veren, kuralların yorumu üzerindeki anlaşmazlıklarda hakemlik yapan, anlaşmaları yürüten, rekabeti geliştiren, parasal destek sağlayan, teknik tekelleri engelleyecek ve çoğunluğun devlet müdahalesini haklı gösterecek kadar önemli saydığı komşuluk etkilerini giderecek etkinliklerde bulunan, deli olsun çocuk olsun sorumsuz kişilerin korunmasında özel hayır derneklerine ve özel aileye ek yardım veren bir devlet olmalıdır”203.

3.2.12.2. Dünyada Özelleştirme Karşıtı Görüşler

Özelleştirme kelimesinin kendisi, yanlış anlamalara, yersiz zıtlaşmalara, genellikle konuyla ilgisiz yoğun ve sert tartışmalara neden olmaktadır. Birtakım gruplar bu kelimenin zayıfların sömürüldüğü ve güçlülerin yaşadığı düzen olarak tanımladıkları serbest piyasayı ifade ettiği görüşünü savunmaktadır. Diğer bir grup da özelleştirmeyi devlete ve devletin yaptıklarına bir saldırı olarak görmektedir. Devlet hizmetlerinden

doğrudan yarar sağlayanlar özelleştirmeye saldırarak kendi çıkarlarını savunmaktadırlar. Bir takım insanlar da özelleştirmeyi ideallerine yapılmış bir saldırı olarak görmektedirler. Bu kişilere göre kamu kardeşlik, paylaşmak ve toplum demektir, özel ise önemli değerlerin kabul edilmemesi anlamına gelmektedir204.

Özellikle gelişmekte olan ülkelerdeki özelleştirme karşıtlarının başlıca dayanak noktası olarak, bu ekonomilerde özelleştirmenin dış güçlerin dayatması sonucunda yapılması ve özelleştirme sonucunda ülke milli varlıklarının dış güçlere pazarlanması olarak öne çıkmaktadır. Özelleştirme karşıtları, IMF ve Dünya Bankası gibi kuruluşların gelişmekte olan ülkelerde uyguladıkları programlarda, özelleştirmenin üzerinde bu kadar ısrarcı olmalarını da bu konudaki görüşlerine gerekçe olarak sunmaktadırlar.

Özelleştirme karşıtlarının eleştiride bulunduğu bir diğer nokta, gelişmiş ülkelerde devlet payı çok yüksek seviyede olmasına karşın, uluslararası kuruluşların özelleştirme konusunda gelişmekte olan ülkelere odaklanmasıdır.

Özelleştirmeye karşı geliştirilen bir başka eleştiri ise özelleştirilen kuruluşların ürettiği devlet malları ve dışsallık dolayısıyla, serbest girişimcilerin bu alanlarda en uygun çıktı seviyesini yakalayamayacakları yönündedir. Bu görüşü savunanlar, devlet kuruluşlarının özelleştirilmesinden çok, görev tanımlarının yeniden yapılarak çağdaşlaştırılması gerektiğini savunuyorlar205.

Özelleştirmede verimliliği ve etkinliği artıran unsurun sahiplik değişimi değil, etkin düzenleme ve rekabet ortamının olduğunu savunanlar, bu fikre dayanarak, devletin öncelikle etkin düzenlemeler yapması ve piyasalarda rekabet koşullarını oluşturması gerektiğini belirtiyorlar. Bu açıdan bakıldığında özelleştirme, rekabet koşullarının oluşturulması için bir araç niteliğini taşıyor ve salt hedef olarak kabul edilmemesi gerekiyor. Özelleştirmeden etkinlik ve verimlilik artışı beklentilerinin, serbest piyasa ekonomisinin gelişmesi ve rekabetin artmasının beklenmesinin, servetin tabana yayılmasının beklenmesinin boş olduğu ifade edilirken, devlet tekellerinin

204 SAVAS, E.S., a.g.e., s.379. 205 Activeline, a.g.e., s.2.

özelleştirilmesinin özel ve denetimsiz tekeller yaratarak tüketicinin istismarına yol açtığı ve blok satış ile servetin belli grupların elinde kaldığı iddia edilmektedir206.

Özelleştirme konusunda yanlış politikalar izlendiğini ve bunun sonucunda, genellikle özelleştirilen kuruluşların gerçek değerlerinin altında bir bedelle satıldığını savunanlar, özelleştirmeyi, devlet mallarının ucuza pazarlanması olarak gösteriyorlar.

Özelleştirme yanlılarının iddiaları arasında ilk sırayı alan rekabet ortamı ve bunun dürttüğü girişimciliğin verimli sonuçlara yol açması kesinlik taşımaz. Özelleştirilen alanlarda daha sonradan özel tekellerin oluşması mümkündür. Bu da rekabet ortamını daha da kısır duruma getirir.

Bir başka önemli iddia olan, özel kesime geçen işletmelerde maliyetlerin aşağı çekilmesi de aynı biçimde kesinlikten uzaktır. Özelleştirme teorisi içinde güçlü bir yer tutan bu iddia, uygulama başlayıp sonuçlar alınınca büyük ölçüde havada kalmıştır. Devlet kesiminde üretim daha büyük boyutlarda yapıldığı için marjinal maliyet ulaşmak daha olasıdır. Bunun yanında, özel kesimin karlılık anlayışının uç noktalara yönelmesi, üretim maliyetinin yanında tüketiciye yansıyan mal ve hizmet maliyetinde de bir üstünlük yaratmamaktadır.

Özelleştirme gelirlerinin kamu maliyesinde borçlanma gereğini azaltması da bir defaya mahsustur. Satılan satıldıktan sonra aynı değere ilişkin olarak satış yoluyla elde edilebilecek başka bir gelir bulunmamakta, bu da bir süre daha fiyakalı yaşamak uğruna evdeki eşyanın geri dönmeyecek biçimde elden çıkartılmasına benzetilmektedir.

Özelleştirme karşıtı görüşleri savunanlara göre, devlet kesimi özel kesime oranla kaliteyi ve halkın yararını daha çok düşünür. Kazanç olmayan işlerde boy göstermesi söz konusu bile olmayan özel kesime karşılık devlet, yerine getirilmesi gerekli hizmeti üstlenir ya da üretilmesi gereken malı üretir. Özelleştirme karşıtı görüşleri savunanlar tarafından sermayenin bu yoldan tabana yayılmasına da yapılacak itirazlar vardır. Satışların blok halinde ya da stratejik ortağa yapıldığı durumlarda, hisse senetlerinin yaygın birikim sahiplerine ulaşması söz konusu değildir.

206 ZAİM, Osman, ÇAKMAK, Erol, Kamu Sektörü, Özelleştirme ve Etkinlik, Özelleştirme Tartışmaları, Bağlam Yayıncılık, İstanbul,

Özelleştirme kaldıracının da desteğiyle ulaşılması pek çok çevre tarafından hedeflenen sosyal refah devleti de birtakım gruplara göre artık anlamlı bir hedef olmaktan çıkmış bulunmaktadır. Örneğin, kapitalizmin geleceğini irdeleyen Thurow, sosyal refah devletinin iflas ettiğini söylemeye kadar varmaktadır : “Sonuç olarak, ikinci yol olan komünizm ve Avrupalıların üçüncü yol dedikleri toplumsal refah devleti artık olası seçenekler değillerdir. Toplumsal refah devleti, komünizm gibi kesin bir çöküş sergilememekle beraber, açık olarak iflas etmiştir. Toplumsal refah devleti, İsveç gibi en çok desteklendiği ülkelerde bile gözden düşmeye başlamıştır” 207.