• Sonuç bulunamadı

Cumhuriyet Dönemi Türk Milliyetçiliğinin Dönüşümü: Türk-Batı

BÖLÜM 2: AYDINLAR OCAĞI’NIN FĐKRĐ TEMELLERĐ: TÜRK ĐSLAM

2.2. Cumhuriyet Dönemi Türk Milliyetçiliği

2.2.2. Cumhuriyet Dönemi Türk Milliyetçiliğinin Dönüşümü: Türk-Batı

Cumhuriyetin ilk yıllarında uygulanan farazi Türk ırkına dayalı milliyetçilik anlayışı, kültürün içinden dini çıkaran bir laiklik anlayışıyla desteklenmiştir. Bu durumun neticesinde çok partili siyasal hayata geçişin hemen ardından özellikle gençlik teşkilatı olarak birçok milliyetçi dernek ile birlikte 1931 yılında kapatılan Türk Ocağı 1949’da yeniden kurulmuş; Kemalist milliyetçiliğin aşırılıklarına karşı bir tepki yükselmiş ve Osmanlı mirasına yönelik ilgi artmıştır. Yeni bir kültürel sentez yaratılmış, hatta Türklüğün yeniden tanımlanmasının yolu açılmıştır.

Egemen siyasal kültürün karşısında alternatif bir siyasal kültür geliştirmeye çalışan bu sosyal hareketler1, tek parti döneminde uygulanan politikaları değiştirmeye ve kendi siyasal görüşlerini siyasal alanda uygulamaya çalışmışlardır. Temel olarak komünizmi en büyük tehlike olarak gören ve bu nedenle komünizm propagandası yapan aydınlarla ve siyasilerle mücadele etmeye çalışan bu dernekler 1951 yılında bir birliktelik oluşturma düşüncesinden hareket ederek önce Milliyetçiler Federasyonu’nu, sonrasında ise Türk Milliyetçiler Derneği’ni kurmuşlardır. Bu nedenle çalışmanın bu bölümünde çok partili siyasal hayata geçiş süreci incelenmeye çalışılacak ve bu derneklerde görev yapan dönemin genç üniversite öğrencileri ile seminer ve toplantılara katılan öğretim üyelerinin daha sonra Aydınlar Ocağı’nın kuruluşunda da önemli görevlere geldikleri göz önünde bulundurularak bu derneklerden kısaca bahsedilecektir.

2.2.3. 14 Mayıs 1950: Beyaz Devrim

II. Dünya Savaşı sonrasında tüm dünyada otoriter ve totaliter ideolojiler son bulmuş, bunun yerine liberal ve demokratik değerler yükselmiştir. S. Huntington bu gelişmeyi

1 Sosyal hareketler en genel ifadeyle, bir grup insanın ortak bir amaç etrafında, uzun veya kısa bir zaman

dilimi içinde bir araya gelmesi; ortak bir kimlik ve faaliyet yaratmasıyla oluşmaktadırlar (Sanlı, 2005: 11-12).

66

ikinci demokratikleşme dalgası olarak adlandırmıştır.1 Türkiye bu aşamada tam bir yol ayrımında kalmış ve seçimini demokratikleşme yolunda yapmıştır. Türkiye’de çok partili siyasal hayata geçişin ilk partisi 7 Temmuz 1945 tarihinde Nuri Demirağ’ın kurduğu Milli Kalkınma Partisi’dir. Ancak genelde çok partili siyasal hayata geçişin başlangıcı olarak 7 Ocak 1946’da Demokrat Parti’nin (DP) kurulması gösterilmektedir2. Bunun sebeplerinden biri, DP’nin kurulmasıyla birlikte ülkede 1923’ten beri süregelen3, Cumhuriyet Halk Partisi’nin (CHP) devletçi ve monist yönetim anlayışının sona ermesi ve DP’nin parti politikasında yer alan liberal anlayışın ülke yönetimine hâkim olmasıdır (Yazıcı, 1997: 52).

1

Huntington’a göre 1820’li yıllarda ABD’de erkek nüfusun büyük bir kısmına oy hakkı tanınması birinci dalga olarak adlandırılabilir. Bunun ters dalgası Đtalya’da Mussolini’nin 1922’de Đtalyan demokrasisini yıkmasıdır. Đkinci dalga, Đkinci Dünya Savaşı’nı demokratik ülkelerin kazanmasıyla başlar ve 1960’lı yılların başında Latin Amerika’da bazı Asya ülkelerinde diktatör rejimlerin doğmasıyla başlayan ters dalga sonucu sona erer. Üçüncü dalga ise 1974 yılında ispanya, Portekiz ve Yunanistan’da demokratik rejimlerin kurulmasıyla başlar; ancak bunun ters dalgası henüz bilinmemektedir (Huntington, 1996). 2

Hükümet tarafından Ocak 1945’te TBMM’ye gönderilen Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu tasarısının, Mayıs ayında görüşülmesi esnasında ciddi tartışmalar olmuş ve ilk muhalefet kendini göstermiştir. Mecliste ikili bir yapı ortaya çıkmış, bir kesim alınacak önlemlerle Türkiye’yi bağımsız bir mülk sahibi köylüler cumhuriyetine dönüştürmek ve toprak sahipleri ile savaş zenginlerinin gücünü kırmak isterken diğer kesim ise buna karşı çıkmıştır. Tasarıyı eleştirenler hükümete, biri ekonomik diğeri anayasal olan iki nedenle saldırmışlardır. Onlara göre toprak reformu bütün olumsuz sonuçlarıyla birlikte üretimde azalmaya yol açacaktı ve böylece anayasanın garanti altına aldığı özel mülkiyet ilkesi de ihlal edilecekti (Ahmad, 2002: 134). Daha sonra 7 Haziran 1945’te CHP içerisinden Celal Bayar, Refik Koraltan, Adnan Menderes ve Fuat Köprülü tarafında verilen ve “Dörtlü Takrir” olarak adlandırılan takrir ile de muhalefet harekete geçtiğini belli etmiştir. Takrirde 1924 Anayasası’nın aslında demokratik niteliklere sahip olduğu; fakat harp zamanının şartları nedeniyle bu anayasada bazı sınırlamalara gidildiği belirtilmiştir. Ancak artık harp koşulları ortadan kalkmış ve dünya ülkelerinin birçoğu demokratikleşmeye başlamıştır. Türkiye Cumhuriyeti de bu duruma kayıtsız kalamazdı ve bir an önce demokratik sistemin bir gereği olan çok partili siyasal hayata geçilmeliydi. Sonuç olarak, Dörtlü Takrir CHP Parti Meclisi’ne verildi ve burada reddedildi. Böylelikle bir bakıma, muhalefet partisinin kurulması da hızlandırılmış oldu (Ahmad, 1994: 26-27; Dursun, 2001: 14-15; Karpat, 1996: 130-131). Önce Menderes, Köprülü ve Koraltan partiden ihraç edildi, daha sonra da Bayar Meclis’teki görevinden istifa etti.

3 Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kuruluş yıllarında da çok partili siyasal hayata geçiş denemeleri olmuş;

ancak her biri başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Kasım 1924’te kurulan Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası,

Şeyh Sait Đsyanı sonrası kapatılmıştır. Daha sonra Ağustos 1930’da Fethi Okyar tarafından kurulan

Serbest Cumhuriyet Fırkası’nın (SCF) ise Ekim 1930’da yapılan yerel seçimlerden yeni kurulan bir partiye nazaran başarılı sayılabilecek bir sonuçla çıkması neticesinde büyük bir şaşkınlık yaşanmıştır. Fethi Okyar, TBMM’de belediye seçimlerine fesat ve yolsuzluk karıştırıldığı gerekçesiyle Dahiliye vekili

Şükrü Kaya Bey’e karşı bir gensoru önergesi vermiş ve 15 Kasımda ateşli tartışmalardan sonra, bakan 10

muhalife karşı Meclis’in çoğunluğunun güvenoyunu almıştır. Bu olumsuz gelişmeler karşısında Fethi Okyar 17 Kasım 1930’da Dahiliye Vekaletine gönderdiği dilekçeyle SCF’yi kapattığını açıklamıştır (Tuncay, 2005: 271-275). Böylece CHP kurulduğu 1923’ten 1945’e kadar ülkede tek parti olarak hüküm sürmüştür.

67

Diğer bir sebep ise DP’nin “toplum”un desteğini de arkasına alarak, çok kısa zamanda iktidara gelmesidir.1

DP kurulduktan sonra ilk aylarda yavaş bir gelişme seyretmiş ve ülkedeki mevcut altmış üç vilayetten on altısının vilayet merkeziyle, otuz altı kaza merkezinde ve sayısı belirsiz köyde şubeler açmıştır (Karpat, 1996: 135). DP’nin tüm muhalif hareketleri bünyesinde toplaması CHP kanadında tedirginlik yaratmış ve 1947 yılında yapılacak olan yerel ve genel seçimler bir yıl erkene alınmıştır. DP, 26 Mayıs 1946 tarihinde yapılacak yerel seçimlere, antidemokratik kanunların kaldırılmamasını ve iktidarın gerçek bir muhalefetin gelişmesini önlemek niyetiyle hareket etmesini gerekçe göstererek katılmamıştır (Dursun, 2001: 16; Karpat, 1996: 138; Yazıcı, 1997: 55).

DP’nin kurulmasıyla birlikte çok fazla oy kaybeden Milli Kalkınma Partisi ise ilk önce yerel seçimlere katılma kararı almıştır; ancak bu parti de seçim günü hükümeti taraf tutmakla suçlayarak seçimlerden çekilmiştir (Karpat, 1996: 138). Bunun yanı sıra DP, örgütlenmesini hâlâ tam olarak tamamlayamamış olmasına rağmen, 21 Temmuz 1946’da yapılan genel seçimlere katılmıştır. Buna mukabil, DP’nin liberal siyasi stratejisine kayıtsız kalamayan CHP, halka demokratikleşen bir CHP sunma gayreti ile tek dereceli seçim usulünün benimsenmesi, Basın Kanunu’nun hükümete gazete kapatma yetkisini veren hükmünün kaldırılması ve üniversitelere özerklik tanınması gibi hususlarda birtakım düzenlemeler getirmiştir (Ahmad, 1994: 53; Yazıcı, 1997: 55) Seçimlerden bir süre önce çıkarılan 4918 sayılı Milletvekilleri Seçimi Kanunu tek dereceli bir sistem öngörmekteydi. Yine bu kanuna göre oy verme açık, oyların tasnifi ise gizli yapılacak ve seçimler belediye meclisi üyelerinden oluşan seçim kurullarının denetiminde olacaktı. Cumhuriyet döneminde birden çok partinin katıldığı ilk genel seçimlere bu şartlar altında gidilmiştir. Sonuçta, doğal olarak, CHP seçimleri kazanmış; ancak DP de meclise 68 milletvekili göndererek büyük bir başarı göstermiştir (Dursun, 2001: 17).

1 Türk siyasal hayatını merkez-çevre ilişkileri yönünde açıklamaya çalışan Şerif Mardin’ e göre; DP’nin

iktidara gelmesi bir bakıma siyaset sahnesinde çevrenin de etkili olmasına neden olmuştur. Burada, DP’nin din kurumuna verdiği önemin de onu iktidara taşımakta yadsınamaz bir gerçek olduğu unutulmamalıdır. DP’den sonra onun çizgisinde devam eden partiler bu misyonu devam ettirmişlerdir (Mardin, 1995b: 34-76).

68

14 Mayıs 1950 genel seçimleri ise muhalefetin baskısıyla değiştirilen yeni seçim kanunu doğrultusunda yapılmıştır. Bu yeni düzenlemeye göre, seçimler yargı denetimi altında ve “gizli oy” “açık tasnif” yöntemi ile yapılacaktı. Sonuçta halkın büyük bir çoğunluğu oy verdi ve bu oyların %53,3’ünü alarak DP seçimi kazanmış CHP ise %39,9’da kalmıştır. Millet Partisi (MP) %3,1, Bağımsızlar ise 4,8 oranlarında oy almışlardır. Meclis’te DP’nin 420 milletvekili, CHP’nin 69 milletvekili, MP’nin 1 milletvekili vardı ve 1 milletvekili de bağımsız olarak bulunmaktaydı (Dursun, 2008: 381). Ezici çoğunlukla DP’li olan Meclis’te Celal Bayar Cumhurbaşkanı olarak seçilmiş ve o da Adnan Menderes’i Başbakan olarak atamıştır.

1950 sonrasında oluşan yeni siyasal tablo halk ve milliyetçi muhafazakâr aydınlar tarafından coşkuyla karşılanmış ve bu dönem Beyaz Devrim olarak nitelendirilmiştir. Yalçın’a göre (1992: 13-15), milli mücadele dönemi Türk Đslam sentezi düşüncesinin

şahlanmış somut bir örneğidir. Ancak tamamen Türk’e has Đslami inanç, töre ve adetlerle başlatılan ve 1920-1923 yılları arasında faaliyet gösteren Birinci Büyük Millet Meclisi’nin yapısında kendisini bulan bu hava 1923 yılında yapılan seçimlerle oluşturulan Đkinci Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne girememiştir. Bu durum da Tek

Şefli, tek partili ve tek fikirli yeni bir rejimin ortaya çıkmasına ve Türk’e has Đslami değer ve fikirlerin hâkim olduğu liderler kadrosunda hızlı bir tasfiye süreci yaşanmasına zemin hazırlamıştır. Sonuçta Batıya karşı savaş meydanında kazanılan zafer, kurucu kadroların batılı fikirlere sahip çıkması ve bunları uygulanması ile adeta sosyal ve siyasal alanda kaybedilmiştir. Osmanlı devri aydınlarındaki üç farklı görüş (Türkçülük,

Đslamcılık, Batıcılık) yerini CHP ile radikal Batıcı aydınların iktidarına bırakmıştır. Türkçülerin fikir yuvası olan Türk Ocakları’nın dahi kapatılması ve yerine halka ve aydınlara Batılı düşünme ve davranmanın fikrî ve pratik yönlerini öğretmek için Halkevleri’nin kurulması bu dönemde yaşanan baskıya bir örnektir.

Yalçın (1992: 14-15), bu dönemi şoven milliyetçilik dönemi olarak nitelendirmektedir ve bunu takip eden dönem olarak da 1938- 1950 yıllarını kapsayan Milli Şef dönemini göstermektedir. Bu dönemde ırkçı, şoven milliyetçilik yerine Anadolu medeniyetleri, Anadolu’da yaşamış eski milletler topluluğundan yeni bir millet oluşturma görüşü ortaya atılmıştır. Batı kültüründe olduğu gibi, eski Yunan ve Latin düşünce, fikir ve sanat değerleri ile irtibat aranmıştır. Đkinci Dünya Savaşı’nın sıkıntılı, yokluk yıllarında

69

hümanist görüşler yanında Köy Enstitüleri’nin kurulması ve Marksist-ateist kadroların yetiştirilmesi de bu dönemde olmuştur.