• Sonuç bulunamadı

Cumhuriyet Dönemi’nde Roman (1923-1950)

Belgede 11 TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI (sayfa 162-176)

Millî Edebiyat sanatçılarının da eser vermeye devam ettiği Cumhuriyet Dönemi’nin ilk yıllarında daha çok, gözlemci gerçekçiliğe dayalı romanlar yazılmıştır. Bu dönemde sanatçılar romanlarında Cumhuriyet devrimlerini, yeni kurum ve değerleri ele alan romanlar yazmıştır.

1923-1950 arasında roman, farklı biçim ve tekniklerle gelişerek Türk edebiyatındaki varlığını sür-dürmüştür. Bu dönemde Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun Yaban, Reşat Nuri Güntekin’in Yaprak Dö-kümü, Abdülhak Şinasi Hisar’ın (1887-1963) Fahim Bey ve Biz, Çamlıca’daki Eniştemiz; Peyami Safa’nın Dokuzuncu Hariciye Koğuşu, Sabahattin Ali’nin Kuyucaklı Yusuf, Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Huzur adlı eserleri roman türünün tanınmış örneklerindendir.

Yaban, Türk edebiyatında Kurtuluş Savaşı’nı konu edinen romanlardan biridir. Yazar, bu eserini Millî Mücadele sırasında yaşayıp gördüklerinden yararlanarak yazmıştır. Romanda Anadolu coğrafya-sının hazin manzarası eşliğinde köylünün içinde bulunduğu yozlaşma ve sefaleti anlatmıştır:

Köylülük hayatımın bir türlü katlanamadığım ve hâlâ halledemediğim en zor tarafı temizlik sorunu-dur... Burada suyu bulmak için her gün ta çaya kadar gitmek gerekiyor. Çayın suyu ise bir akar balçıktır.

Gerçi köyün içinde su yok değildir. Fakat, gerek kuyunun, gerek çeşmenin başı, her gün sabahtan akşa-ma kadar doludur. Apdest alan ihtiyarlar, evlerine su taşıyan kadınlar, kızlar ve akla sığakşa-mayacak derecede pis oyunlarla oynayan çocuklar hep oradadır. Bazı, çaya kadar gitmekten üşenen kadınların da çamaşır-larını çeşmenin yalağında yıkadıkları olur.

Yazar toplumun içinde bulunduğu olumsuz durumdan Anadolu’yu yüzyıllarca ihmal eden Türk aydınını sorumlu tutmuştur.

Metni Anlama ve Çözümleme

1.Yaban adlı metindeki açık ve örtük iletileri belirleyiniz. 2.Metinde yazara özgü dil ve anlatım özelliklerini belirleyiniz.

3. “Talim, terbiye, iyi örnek, bunların hepsi geçici şeylerdir. Ve çevre değiştirmedikçe, insanın değişmesine imkan yoktur.” sözüyle ne anlatılmak istenmiştir? Açıklayınız.

4.Yaban adlı metinde zaman ve mekânın özelliklerini belirleyiniz.

5.Metindeki millî, manevi değerlerle dönemin sosyal ve tarihî ögelerini belirleyiniz. 6.Yaban adlı metnin olay örgüsünü aşağıdaki tabloya yazınız.

Yazarın Biyografisi

Yakup Kadri Karaosmanoğlu (1889-1974): Mısır’ın Kahire şeh-rinde doğdu. İlköğrenimini Manisa’da yaptıktan sonra 1903’te baş-ladığı İzmir İdadisini (lise) bitirmeden ailesiyle birlikte Mısır’a döndü. Öğrenimini Mısır’daki bir Fransız okulunda tamamladı. İstanbul’da bir süre hukuk öğrenimi gördü. Yazar, Balkan Savaşı ve I. Dünya Savaşı’nın yol açtığı yıkım ve acılara tanık oldu. Millî Mücadele yıllarında görev-lendirildiği Tetkik-i Mezalim Heyeti ile Anadolu’yu daha yakından göz-lemleme fırsatı buldu.

Yakup Kadri Karaosmanoğlu; sanat yaşamına Fecriati topluluğunun edebî anlayışına bağlı, bireyci çizgide eserler vererek başladı. Bu dö-nemde sanat yaşamını Servetifünun dergisinde hikâyeler yayımlayarak sürdürdü. Eserlerinde realizm akımının ilkelerine bağlı kalmakla birlik-te kendi kişiliğini gizlemeyerek bazen okuyucuya seslendi. Sonraki yıl-larda Anadolu’nun düşman işgali altında uğradığı felaket ve Anadolu köylüsünün içinde bulunduğu çöküntü sanatçıyı millî edebiyat anla-yışına yöneltti. Sanatçı hem Millî Edebiyat hem de Cumhuriyet Döne-mi’nde eserler verdi. Romanlarında Türk milletinin Tanzimat, Meşruti-yet, Balkan Savaşı, I. Dünya Savaşı, Millî Mücadele ve Cumhuriyet’in 1950’lere kadar geçen yıllarındaki siyasi, sosyal serüvenini anlattı. Ro-manlarında genellikle bir tezi savundu. Yazar; hikâye, roman, tiyatro, mensur şiir, makale, anı, monografi türlerinde eserler verdi. Nur Baba, Kiralık Konak, Hüküm Gecesi, Sodom ve Gomore, Ankara, Yaban, Bir Sür-gün, Panorama, Hep O Şarkı (roman); Bir Serencam, Rahmet, Millî Savaş Hikâyeleri (hikâye); Erenlerin Bağından, Okun Ucundan (mensur şiir); Nirvana, Veda (tiyatro); Zoraki Diplomat, Anamın Kitabı, Vatan Yolunda, Politikada 45 Yıl, Gençlik ve Edebiyat Hatıraları (anı); Ahmet Haşim, Ata-türk (monografi) yazarın başlıca eserleridir.

Etkinlik

Gurbet ili mi? Henüz hiçbir düşman ayağının basmadığı bu arı vatan toprakları bir gurbet ili mi? Ne kadar inkar edecek olsam gene bu hissimi saklayamayacağım: Mehmet Ali’nin köyüne yaklaş-tıkça bir şeyden, aziz bir şeyden ayrıldığımı sezinliyordum. Yüreğime bir ağırlık çöküyordu.

Arkamda ne bırakmıştım ki böyle hüzünleniyordum? Bir yurt mu? Bir ana mı? Bir sevgili mi? Hayır, hiçbir şey, hiç kimse.

Bütün kaybettiğim şeyleri burada bulmağa geliyorum. a.Bu parçada yararlanılan anlatım tekniğini belirleyiniz. b.Belirlediğiniz anlatım tekniğinin özelliklerini belirtiniz. c.Parçadaki anlatım tekniğinin işlevini tartışınız.

Yakup Kadri Karaosmanoğlu (1889-1974)

7.Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun kitabınızdaki biyografisinden yararlanarak metinle yazar arasın-daki ilişkiyi değerlendiriniz.

8.Realizm akımının Yaban adlı metne etkilerini değerlendiriniz.

Hazırlık

1.Size huzur veya huzursuzluk hissettiren durumlar nelerdir? Açıklayınız.

HUZUR

Mümtaz henüz çocukken anne ve babasıyla birlikte yaşadığı şehrin işgali sırasında babası bir Rum tarafından öldürülür. Bu olay üzerine Mümtaz ve annesi, Akdeniz kıyısında bir şehirde yaşayan uzak bir akrabalarının yanı-na gider. Kısa bir süre sonra Mümtaz’ın annesi de hastalanır ve ölür. Daha sonra Mümtaz, amcasının oğlu İhsan’ın yanına, İstanbul’a gönderilir. İstan-bul’da onu büyük yengesiyle İhsan karşılar. İhsan, Mümtaz’dan yirmi üç yaş büyüktür. Galatasaray Lisesinde tarih öğretmenliği yapan İhsan, sahip olduğu geniş kültür ve donanımıyla dönemin önemli aydın ve düşünürlerindendir. Mümtaz’ı İstanbul’a gelişinin ertesi yılı Galatasaray Lisesine verirler. Kısa bir süre sonra İhsan, Macide ile evlenir. Macide; Mümtaz’a her zaman bir anne gibi şefkatli davranan, iyi bir kadındır. Geçen yıllar içinde İhsan, Mümtaz’ın eğitimiyle yakından ilgilenir; onu yetiştirir. Böylece Mümtaz, her bakım-dan örnek aldığı İhsan’ın gözetiminde Doğu’nun ve Batı’nın düşünce ve sanat dünyasını tanır. O artık hayata estetik açıdan bakan genç bir aydındır.

Mümtaz, bir mayıs sabahı Ada vapurunda Nuran’la tanışır. Nuran, kocasından yeni ayrılmış, genç bir kadındır; bir kız çocuğu vardır. Nuran’la Mümtaz kısa süre içinde birbirlerini severler. Birlikte sık sık İstanbul’un çeşitli yerlerini gezerler.

Aşağıdaki parçada Mümtaz ve Nuran’ın Üsküdar’ı gezmeleri sırasında yaşananlar anlatılmaktadır. Üsküdar gezintileri Nuran’a İstanbul’u tanımak hevesini vermişti. Ezici sıcağa rağmen birkaç gün üst üste İstanbul’a indiler. Eski saraydan başlayarak camileri, medreseleri, semt semt gezdiler. Akşa-müstü Beyoğlu’nda bir kahvede dinleniyorlar, yahut herkes işini görmek için ayrılıyor, sonra vapurda buluşuyorlardı.

Nuran’ı iskelede beklemek, gecikince gözü saatte kalmak, kahramanımız için ayrı hazlar oluyordu. Mizah edebiyatlarının bellibaşlı mevzuu olan kadınların bekletmek huyundan erkeklerin bu kadar şikâyetçi olmasına şaşıyordu. Nuran’ı beklemek ona çok lezzetli geliyordu. Her şey lezzetliydi, ucunda Nuran bulunmak şartıyla.

Genç kadın İstanbul’u tanıdıkça Mümtaz’a hak veriyordu. Bir gün ona:

— Kuzum, senin yaşın bu kadar genç. Öyle olduğu halde bütün bu eski şeyleri nerden seviyorsun? diye sordu. Mümtaz o zaman ona İhsan Ağabeyi anlattı. Gençliğinde Paris’te Jaures’in peşinden bir zamanlar nasıl ayrılmadığını, sonra Balkan Harbi içinde İstanbul’a dönüşünde birdenbire nasıl değiş-tiğini, nasıl kendi hayatımızın kaynakları etrafında dolaştığını, anları şahsî bir tecrübe gibi yaşamak-tan nasıl bıkmadığını söyledi.

— Bende İhsan’ın tesiri büyüktür. Asıl hocam odur. Onun sayesinde o kadar az yoruldum ki... İh-san’ın en güzel tarafı, insan için yolları kısaltmayı bilmesidir.

O söyledikçe Nuran’ın, İhsan’ı tanımak arzusu artıyordu: — Öyle ise bir gidip görelim, yahut Emirgân’a çağıralım..

— Zaten seni tanımalarını istiyorum. Doğrusunu istersen, biraz geciktik. Ben ağabeyim diyorum, İhsan babam sayılır.

Nuran bir müddet düşündü, sonra karar verdi.

— Vazgeç, dedi. Bu yaşta nişanlı olarak takdim edilmek hoşuma gitmiyor. Nasıl olsa görürüz, her halde onu da, Macide’yi de çok seveceğimi biliyorum.

Sonra yeniden o gün gördükleri şeylere döndüler. Cerrahpaşa’yı gezmişlerdi. Nuran, avlularında ot bitmiş, damı çökük, fukara yatağı medreselere, harap Tabhaneye, Hekimoğlu Alipaşa Camiinin yü-zük taşı biçimine hayran oldu.

İstanbul’un bu semtleri bu ağustos gününde, pislikten, tozdan, sıcaktan bitaptı. Her yerde harabe çeşnisi, sıcağın arttırdığı bezginlik, bir yığın hasta ve yorgun çehre, fizyolojik çöküş göze çarpıyordu. Şehir ve içinde oturanlar, o kadar birbirlerine benziyorlardı. Yorgun göz veya vücutla dört, beş metre murabbaına sığdırılmış, tahtaları morarmış, kiremitleri kırık, cüssesi yana doğru yatmış evler birbirini tamamlıyorlardı, ikisi de içinde doğdukları şehri tanımasa bir senaryo için hazırlanmış sanabilirlerdi.

Arasıra tıpkı caddedeki insanları ite-kaka geçen hususi otomobiller, lüks arabalar gibi, bu yıkık, bir tarafı çarpılmış, pencereleri süsleyen sardunyalara varıncaya kadar sefaletin kemirdiği evlerin yanıba-şında beyaz ve tahini boyalı eski bir konak yavrusu, mazideki zenginliğin, hayatın çiçeği lüksün, hâlâ şaşırtıcı bir artığı gibi görünüyordu. Onların da çoğu boyasızdı. Açık, perdesiz pencerelerden bu mazi artıklarıyla hiç de uyuşamayan biçare başlar uzanıyordu.

Onların yanıbaşlarında mimarisi meçhul, herhangi hayat standardına girmesi imkânsız, upuzun veya tıknaz, biri öbürünü hiç tutmayan, semtin havasına sırtını çevirmiş, duvarları çivit boyalı kireçle örtülmüş yirmi sene evvelki kârgir evlere tesadüf ediyorlardı.

İşte bu sefaletin, kirin, bakımsızlığın içinde tıpkı yolları dolduran, üstü başı perişan, sakat, yorgun, iyi tıraş olmamış ve saçlarını düzeltmeğe vakit bulmadan sokağa fırlamış kadın ve erkeklerin arasında kıyafetinin perişanlığını bakışlarıyla, endamıyla, şahsiyetinin kudretiyle yenen ve çehreden başka bir şeye dikkat imkânını insanda bırakmayan kadınlar gibi birdenbire umulmadık yerde yaldızlı taşı kırık bir geçmiş zaman çeşmesi parlıyor, biraz ötede kubbesi yıkılmış bir türbe düzgün ve vakur cephesiyle kendisini gösteriyor, daha sonra içinde bir yığın çocuk cıvıltısı ile beyaz mermer sütunları yere dev-rilmiş, damında incir ağacı veya selvi bitmiş bir medrese meydana çıkıyor, nasılsa ayakta kalmış bir cami, geniş avlusuyla, sükûnetiyle sizi dünya nimetlerinin ötesine dâvet ediyordu.

Kocamustafapaşa’ya vardıkları zaman, epeyce yorgundular. Evvelâ camiin önündeki kahveye oturup çay içtiler. Sonra türbeyi gezdiler. Nuran kurumuş çınarı muhafaza için etrafına çekilen par-maklığa, Yesavi yazısıyla fırdolayı yazılan bu çınarın ve yerin hikâyesine bayıldı.

Ona öyle geldi ki, Sünbül Sinan hâlâ bu çınarın altında oturmaktadır. Bu kurumuş ağacın muhafa-zasına gösterilen itina, bu ölüm bahçesine, büyük sanat eserlerine has bir derinlik veriyordu.

Buna mukabil türbe mimarisizdi ve içinde dört asır hayata yattığı yerden tesir etmiş bir ölü vardı. Duvarlarına, parmaklıklarına eller sürülüyor, dualar ediliyordu. Hastaları iyileştiriyor, ümidi olmayanlara ümit kapıları açıyor, dünyaları yıkılmış olanlara ölümün ötesinde ışıklar gösteriyor, sabır, feragat, tahammül öğretiyordu.

— Nasıl bir adamdı bu?

— Bunların hepsi mânevi vazifelerine inanmış, muayyen bir ruh nizamından geçmiş, nefislerini terbiye etmiş insanlardı. Onun için şahsiyetlerini ölümden ötede bile kabul ettirdiler. Sünbül Sinan öbürlerinden biraz daha başkadır. Evvelâ büyük bir âlimdi. Sonra da şakacı ve hazır cevaptı.

Bir müddet durdu, sonra gülerek ilâve etti:

— Hepsinin bir yığın ince tarafı vardır. Burada yatan adamın, bilir misin Sünbül lâkabı nereden gelir? Sarığına mevsiminde sünbül takarmış. İstanbul mevsimlerini sevebilecek kadar bize yakın.

— Ya Merkez Efendi? O nasıldı?

— O büsbütün başka türlü idi. Hattâ en muzır hayvanlara bile fenalık edemezdi. Kediyi çok sevdiği halde “Komşumuz fareleri ızrar eder” diye evinde kedi bulundurmamış. Sen bir ruh saltanatının kolay kolay kurulacağına inanır mısın?

Nuran düşünüyordu: “Acaba şimdi böyle adamlar var mı?”

— Ne kurtarıcı düşüncenin, ne de ermenin kapısı kapanmayacağına, Allaha giden yollar daima açık olduğuna göre, olması lâzım.

Nuran, dostunun bir tarafını keşfetmiş gibi ona bakıyordu. Genç adamdan biraz şüphe, hattâ istih-faf, inkâr gibi şeyler bekliyordu. Halbuki Mümtaz çok başka dille konuşuyordu.

Mümtaz kendisini anlatmak ihtiyacını duydu.

— Bilmem, tam dindar mıyım? Herhalde şu anda dünyaya çok bağlıyım. Fakat ne Allah ile kulunun arasına girmek isterim, ne de insan ruhunun büyüklüğünden, imkânlarından şüphe ederim. Kaldı ki bunlar millî hayatın kökleridir. Bak, kaç gündür İstanbul’da, Üsküdar’da geziyoruz, sen Süleymani-ye’de doğmuşsun, ben Aksaray’la Şehzade arasında küçük bir mahallede doğdum. Hepsinin rını, içinde yaşadıkları şartları biliyoruz. Hepsi bir medeniyet çöküntüsünün yetimleridir. Bu insanla-ra yeni hayat şekilleri hazırlamadan evvel, onlainsanla-ra hayata tahammül etmek kudretini veren eskilerini bozmak neye yarar. Büyük ihtilâller bunu çok tecrübe etti. Netice olarak insanı çıplak bırakmaktan başka bir şeye yaramadı. Bırak ki her yerde, en zengin ve müreffeh cemaatlerde bile, hayat bir yığın artıklarla, yarı yolda kalmışlarla doludur. Sünbül Sinan ve benzerleri bunların yardımcısıdır... Şu ihtiyar kadına bak...

Yolun ucundan âdeta iki kat geliyordu. Elindeki değnekle, baston arasında bir şeye dayanıyordu. Zayıf, mecalsiz adımlarla türbeye yaklaştı. Dua etti, dişsiz ağzı bir şeyler mırıldandı; iki eliyle parmak-lığa asıldı ve orada bir müddet kaldı. Camiin önünden her yaptığını görebiliyorlardı. Ne kadar sefil giyinmişti. Üstünde her şey parça parça idi.

— Kim bilir, nesi vardır? Sünbül Sinan şimdi onun ruhunda konuşuyor, ona büyük sükûnetler vaadediyor. Hiçbir şey yapamazsa, hayattan öteyi onun için süslüyor. Herşeyi bırak, bu insan ıztırabı, iltica ve ümitsizlik burayı kutsîleştirmeğe kâfi gelmez mi sanırsın?

Dönüp camiin önüne geldiği zaman, kadının kısık gözlerinde, harap yüzünde ümide benzer bir şey parıldıyordu. Orada da durup biraz dua etti.

İlerleyen günlerde Mümtaz’la Nuran’ın ilişkilerinin önünde birtakım engeller ortaya çıkar. Nu-ran’ın kızının olumsuz tavrı ve yakın çevredeki bazı insanların yaptıkları, Nuran’la Mümtaz’ın arası-na soğukluk girmesine ve artık daha az görüşmelerine neden olur. Ancak bu durum uzun sürmez. Yeniden bir araya gelir ve evlenmeye karar verirler. Bu arada Mümtaz’la öteden beri çatışan, ha-yata hep kötümser yaklaşan, sorumluluk duygusu taşımayan bir kişilik olan Suat, yıllardır sevdiği Nuran’a bir aşk mektubu yazar. Amacı onların ilişkisini bozmaktır. Mektupla amacına ulaşamayan Suat, Mümtaz’la Nuran’ın evlenmek üzere olduklarını anlayınca onların evlendikten sonra yaşa-yacakları evde hayatına son verir. Bu olay üzerine Nuran, aralarına bir ölümün girdiğini söyleye-rek Mümtaz’la evlenmekten vazgeçer ve eski kocası Fahir’e döner. Geriye dönüşlerle anlatılan bu olaylardan sonra roman bir yıl sonraya, güncel zamana döner. İstanbul’un tüm sokaklarında

bitap: Yorgun.

ızrar etmek: Zarar vermek.

istihfaf: Küçümseme, hor görme, hafifseme. kârgir: Taş ve tuğladan yapılmış yapı.

murabba: (metinde) Kare. muzır: Zararlı.

vakur: Ağırbaşlı.

Metinde Geçen Bazı Kelime ve Kelime Grupları

Metin ve Türle İlgili Açıklamalar

Ahmet Hamdi Tanpınar, Huzur adlı romanında Cumhuriyet aydınları bağlamında Türk toplumu-nun tarihî, kültürel, sosyal dokusuna ait değerleri tartışır:

Hepsi bir medeniyet çöküntüsünün yetimleridir. Bu insanlara yeni hayat şekilleri hazırlamadan evvel, onlara hayata tahammül etmek kudretini veren eskilerini bozmak neye yarar. Büyük ihtilâller bunu çok tecrübe etti. Netice olarak insanı çıplak bırakmaktan başka bir şeye yaramadı. Bırak ki her yerde, en zengin ve müreffeh cemaatlerde bile, hayat bir yığın artıklarla, yarı yolda kalmışlarla doludur.

Yazar, eskiye ait değerlerle yeni medeniyetin getirdiği değerler ve yaşam biçimleri arasında bir uyum kurarak kendi iç huzurunu sağlamaya çalışan aydınları anlatır. Ayrıca savaş, yoksulluk, hastalık, ölüm, sanat, tabiat, aşk gibi temaları da iç içe verir.

Metni Anlama ve Çözümleme

1.Metinde geçen “Bırak ki her yerde, en zengin ve müreffeh cemaatlerde bile, hayat bir yığın artıklarla, yarı yolda kalmışlarla doludur.” cümlesindeki altı çizili kelimenin anlamını cümlenin bağlamından hareketle tahmin ediniz. Tahmininizin doğruluğunu kaynaklardan yararlanarak kontrol ediniz. 2. Huzur adlı metindeki kişilerin özelliklerini belirleyerek tip veya karakter olup olmadıklarını belirtiniz. yaklaşan II. Dünya Savaşı’nın neden olduğu korku, endişe ve hareketlilik vardır. İhsan hastadır ve durumu kötüleşmiştir. Mümtaz, doktor getirmek için evden çıkar; doktoru bulur ve getirir. Daha sonra doktorun yazdığı ilaçları almak için bir kez daha dışarı çıkar. İlaçları alıp eve dönerken ruh-sal bir kriz geçirir. Sürekli Suat’ı hayal eder, Suat’ın hayaliyle çekişir, mücadele eder ve yere düşer. Kalktığında yüzü gözü kan içindedir. Eve döndüğünde İhsan’ın daha iyi olduğunu görür. O sırada radyodan II. Dünya Savaşı’nın başladığı haberi duyurulurken roman sona erer.

Ahmet Hamdi Tanpınar, Huzur

Kişiler Özellikleri Tip / Karakter

Mümtaz

Nuran

İhsan

3.Metne göre Mümtaz’ı her şeyin hoşnut etmesinin nedeni nedir? Açıklayınız.

4.Metinde Mümtaz’ın eski kültür değerlerine ilgi duyması ve onlardan hoşlanması neye bağlanmış-tır? Belirtiniz.

5.Metinde kahramanların gezdiği yerler nasıl betimlenmiştir? Açıklayınız.

6.— Bilmem, tam dindar mıyım? Herhalde şu anda dünyaya çok bağlıyım. Fakat ne Allah ile kulunun arasına girmek isterim, ne de insan ruhunun büyüklüğünden, imkânlarından şüphe ederim. Kaldı ki bunlar millî hayatın kökleridir. Bak, kaç gündür İstanbul’da, Üsküdar’da geziyoruz, sen Süleymaniye’de doğmuşsun, ben Aksaray’la Şehzade arasında küçük bir mahallede doğdum. Hepsinin insanlarını, içinde yaşadıkları şartları biliyoruz. Hepsi bir medeniyet çöküntüsünün yetimleridir. Bu insanlara yeni hayat şekilleri hazırlamadan evvel, onlara hayata tahammül etmek kudretini veren eskilerini bozmak neye yarar. Büyük ihtilâller bunu çok tecrübe etti. Netice olarak insanı çıplak bırakmaktan başka bir şeye yaramadı. Bırak ki her yerde, en zengin ve müreffeh cemaatlerde bile, hayat bir yığın artıklarla, yarı yolda kalmışlarla doludur. Sünbül Sinan ve benzerleri bunların yardımcısıdır…

Bu parçadan hareketle yazarın eski ve yeni medeniyet değerlerine nasıl baktığını belirtiniz. 7.Metinde sözü edilen millî, manevi ve kültürel değerleri belirleyiniz.

Yazarın Biyografisi

Ahmet Hamdi Tanpınar (1901-1962): İstanbul’da doğdu. Babası memur olduğu için sık sık şehir değiştirerek öğrenimini farklı yerlerde sürdürdü. İstanbul’da başlayan öğrenim hayatı Sinop, Siirt (ortaokul), Vefa, Kerkük, Antalya’da (lise) devam etti. 1918’de İstanbul’a gelip önce Baytar Mektebine, sonra da 1919’da İstanbul Darülfünun Edebiyat Fakültesine girdi. Bu okulu bitirdikten sonra yurdun çeşitli yerlerinde edebiyat, Güzel Sanatlar Akademisinde sanat tarihi öğretmenliği yap-tı. 1939’da İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yeni Türk Edebiyatı Kürsüsünde profesör oldu. Avrupa’nın çeşitli ülkelerine seyahatler ya-parak pek çok Batılı yazar ve şairi yakından tanıma fırsatı buldu.

Sanat hayatına Ahmet Haşim’in etkisinde şiirler yazarak başlayan sanatçı, en çok edebiyat fakültesinden hocası olan Yahya Kemal Be-yatlı’dan etkilendi. Çeşitli dergi ve gazetelerde şiir ve düzyazıları ya-yımlandı. Şiirde dış dünyayı, kendi iç dünyasına yansıyarak değişen biçimleriyle vererek izlenimci ve sembolist şairlere yaklaşan bir tutum sergiledi. Bireyci çizgide aşk, ölüm, fizik ötesi, zaman, ruh hâlleri gibi temaları işledi. Hikâye ve romanlarında bireyin iç dünyasını, onun ya-şadığı toplum ve hayattan soyutlamadan ele aldı. Doğu-Batı çatışması ekseninde Batılılaşma sorunu, rüya ve zaman; hikâye ve romanlarında ele aldığı başlıca temalardandır. Huzur, Sahnenin Dışındakiler, Saatleri Ayarlama Enstitüsü, Mahur Beste (roman); Abdullah Efendi’nin Rüyaları, Yaz Yağmuru (hikâye); Bütün Şiirleri (şiir), Beş Şehir (deneme), Edebiyat Üzerine Makaleler (makale), 19. Asır Türk Edebiyatı Tarihi (edebiyat tarihi) yazarın başlıca eserleridir.

Etkinlik

a.Huzur adlı metnin anlatıcı ve bakış açısını belirleyiniz.

b.Metnin anlatıcı ve bakış açısının anlatımı nasıl etkilediğini değerlendiriniz.

Ahmet Hamdi Tanpınar (1901-1962)

MURTAZA

Murtaza, Yunanistan’dan mübadeleyle Çukurova’ya gelmiş bir

Belgede 11 TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI (sayfa 162-176)