• Sonuç bulunamadı

6. SAHABENİN TANIMI

2.6. FETİHLERİN TAMAMLANMASINDAN SONRA MISIR’A GELEN

3.1.2. Cihada Önem Vermeleri

İslam’ın ve İslam yönetiminin öncelikli hedefi beşeriyeti kölelikten ve zulümden kurtarıp, Müslüman olsun veya olmasın insanlar arasında adaleti tesis etmektir. Bunun başarılabilmesi için de hiç şüphesiz caydırıcı bir gücün olması zorunludur. Ancak bu güç sayesinde insanlar kula kul olmaktan ve dinlerin zulmünden İslam’ın aydınlığına kavuşabilir. İslam’ın hedeflerinden birisi de İslam dininin yayılması, insanlarla arasındaki bütün engellerin ortadan kaldırılıp, hüccet ve delillerle insanlara kendisini sunmasıdır. Kur’an-ı Kerim birçok ayette Allah yolunda savaşmak olarak cihattan bahsettiği gibi o anlamda kullanılan kital ve harb kelimelerini de kullanmıştır.803 İslam âlimleri, cihadı şu şekilde tarif etmişlerdir:

“Cihad, Allah yolunda; savaşarak, mal harcayarak veya görüş belirterek Müslümanların sayısını artırmak için katkıda bulunmak, veya buna benzer yollarla elinden gelen gayreti göstermektir.”804

Yüce Allah kur’an’da“Ağırlıklı ve ağırlıksız olarak savaşa çıkın ve Allah yolunda mallarınızla, canlarınızla cihad edin. Bilirseniz bu sizin için daha hayırlıdır.”805 diyerek cihattan geri durulmamasını emretmiştir. Aynı zamanda Allah

yolunda cihada çıkmanın en karlı bir ticaret olduğunu ve samimi bir şekilde cihada çıkanların mükafatlarının cennet olacağını müjdelemiştir.

“Ey iman edenler, sizi elem verici bir azabdan kurtaracak bir ticareti size haber vereyim mi? Allah'a ve O'nun Resulüne iman ederseniz, mallarınızla ve canlarınızla Allah yolunda cihad ederseniz,eğer bilirseniz bu sizin için daha hayırlıdır. O da (Allah) sizin günahlarınızı bağışlar, sizi altlarından ırmaklar akan cennetlere ve Adn cennetlerindeki güzel konaklara yerleştirir. İşte 'büyük mutluluk ve kurtuluş' budur. Ve seveceğiniz bir başka (nimet) daha var; Allah'tan yardım ve zafer ve yakın bir fetih. Mü'minleri müjdele.”806

Hz. Peygamber Medine’ye hicret ettikten sonra kendisine verilen cihad izninden sonra hayatının sonuna kadar cihad etmiştir. O, İslam’ın zirvesi olarak

803 Bkz. Bakara, 2/ 190, 191, 193; Nisa, 4/74-76; Maide, 5/64; Enfal, 8/57; Tevbe, 9/12,13. 804 Cürcanî, Ali b. Muhammed, Kitabü’t-Ta’rifat, Dârü’n-Nefais, Beyrut 2007, s. 142. 805 Tevbe, 9/41.

156

telakki ettiği cihadı807 birçok hadisinde dile getirmiştir. Hz. Peygamber (sas) cihattan

ve cihadın faziletinden bahsetmiş ve ashâbını sürekli olarak ona teşvik etmiştir. Kendisine amellerin en faziletlisi hangisidir diye soran İbn Mes’ud’a “cihattır” diye cevap vermiş808 ve cihadın en önemli amellerden olduğunu ifade ederek

Müslümanların sürekli olarak bunu akıllarında tutmalarını istemiştir. Cihattan geri durmanın sakıncalarını dile getirmiş ve böyle bir hataya düştükleri takdirde hangi tehlikelerle karşı karşıya kalacaklarını ifade edip uyarmıştır.

Halife Hz. Ebû Bekir dönemi ile birlikte Bizans ve Sasani imparatorlukları topraklarına doğru büyük bir fetih hareketi başlamış oldu. Dönemin en büyük güçleri olan Bizans ve Sasani imparatorluklarının hakimiyet kurduğu topraklarda kendilerine çok ağır yenilgiler tattırılıyordu. Çok kısa bir süre zarfında Doğu Akdeniz hakimiyetini elinde bulunduran Bizans imparatorluğunun elinden Suriye, Mısır ve Cezîre bölgeleri alınarak hakimiyetlerine son verilirken Sasani İmparatorluğu tamamen tarihten silindi.809

Kur’an’ın ve Hz. Peygamber’in (sas) kendilerine vermiş olduğu cihad şuuruyla Mısır bölgesine gelen bu insanların Allah’ın dini uğrunda herşeyden vaz geçmeleri, savaştıkları düşmanlarını bile hayrete düşürmüştür. Mısır’da Müslümanlarla anlaşma imzalayan Mukavkıs, durumu Bizans imparatoruna bildirince, anlaşmaya kızan ve savaşmalarını emreden imparatorun mektubunu Mısır’lılara okudu. Mektubun akabinde Mısır’lılarla istişare eden Mukavkıs, kendi görüşünü şu satırlarla dile getirerek Müslümanların sahip oldukları cihad ve şehadet aşkını mükemmel bir şekilde tasvir etti: “Müslümanlar sayıca az olmakla beraber, temsil ettikleri davaya bağlılıkları göz önüne alındığında, bizden daha kuvvetli sayılırlar. Onlardan bir kişi bizden yüz kişiye denktir. Çünkü onlar için savaşta ölmek, yaşamaktan daha çok arzulanan bir şeydir. Onlar, cihad için yurtlarından çıkarken bir daha dönmemeyi, evlat ve ailelerine bir daha kavuşmamayı göze alabiliyorlar. Onlar savaşı kavga değil, cihad olarak kabul ediyorlar. Cihatta ölenlerin cennete gireceklerine inanıyorlar. Az miktarda yiyecek ve giyecekle yetiniyorlar, çeşitli dünya lezzetlerinde gözleri yok, kanaatkarlar. Biz ise yaşamayı ölüme tercih

807 Ahmed. b. Handel, Müsned, Çağrı yayınları, İstanbul 1992, c. V, s. 231. 808 Buharî, Cihad, 1; Ahmed b. Hanbel, Müsned, III, 94.

157

eden, dünya lezzetleri peşine takılıp giden bir topluluğuz. Müslümanlara karşı nasıl direnebiliriz?”810

Müslümanlar cihad aşkı ile meydanlara çıkıp ülkeler fethederken, düşündükleri tek şey Allah’ın rızası ve onun uğruna şehit olma arzusuydu. Bu uğurda evlerini, evlatlarını ve yurtlarını terk ederken düşündükleri tek şey, insanların hidayete ermesine vesile olmaktı. Bunun en bariz örneklerinden biri de ‘Ubâde b. Sâmit ve Mukavkıs arasında geçen konuşmadır. Mukavkıs, ‘Amr b. el-’Âs’a haber gönderip kendileri ile daha hayırlı bir yol bulma ümidi ile konuşmak için adamlarını göndermesini istemişti. ‘Amr b. el-’Âs, ‘Ubâde b. Sâmit başkanlığında on kişiyi Mukavkıs’a gönderdi. Elçi olarak gelen bu on kişi gemiye atlayıp Mukavkıs’ın yanına gittiler. Müslüman heyet Mukavkıs’ın yanına vardığında ‘Ubâde b. Sâmit öne çıktı. Mukavkıs onun siyahlığından korktu ve “Bu siyahiyi yanımdan uzaklaştırın, konuşması için başka birini karşıma çıkarın” dedi. Müslümanlar “Bu siyahi, bilgi bakımından en önde olanımız, bizim efendimiz ve en hayırlımızdır. Bizim önümüzde yer alır. Hepimiz onun görüş ve sözüne itimat ederiz. Bizim komutanımız onu başımıza tayin etti. Onun görüşüne muhalefet etmememizi söyledi” dediler. Mukavkıs gelen heyete “Sizler bu siyahinin sizden üstün olmasına nasıl razı oldunuz? Sizden başka birinin böyle olması gerekmez miydi?” dediğinde Müslümanlar, “Asla! Gördüğün gibi siyahî de olsa o bizim, görüş ve ilim, İslam'daki geçmişi cihetiyle en üstün olanımızdır. Bizler siyahî olmayı kötü görmeyiz” dediler. Mukavkıs, Ubade'ye “Yaklaş ey siyahî ve benimle yumuşak konuş, çünkü senden korktum, şayet sert konuşursan senden daha fazla korkmaya başlarım" dedi.

Ubâde öne çıktı ve “Senin sözünü dinledim. Geride bıraktığım arkadaşlarım içinde bin tanesi benim gibi siyahidir. Benden daha siyah ve daha korkunçtur. Şayet onları görseydin, benden daha çok onlardan korkardın. Ben bu heyete emir tayin edildim. Allah'a hamdolsun ben, karşıma yüz düşman askeri de çıksa,heybetimle onları korkuturum. Arkadaşlarım da böyledirler. Bizler ancak Allah yolunda cihadı isteyen, O'nun rızasına tâbi olan kimseleriz. Bizler düşmanlarımızla dünya malı elde etmek için ve mal çoğaltmak için savaşmıyoruz. Kaldı ki Allah (cc) bunu bize helâl kılmıştır, bundan ganimet olarak elde ettiğimiz de bize helâldir. Bizden birinin

158

kantarlar dolusu altını da olsa ya da bir dirhemi bile bulunmasa umurunda bile olmaz. Bizim dünyadan alacağımız şey sadece karnımızı doyurup açlığımızı giderecek olan bir lokma yiyecek, bir de üzerimize örteceğimiz elbisedir. Bizden birinin bu kadar dünyalığı olsa bununla iktifa eder. Şayet kantarlar dolusu altını olsa bunu Allah'a ibadet maksadıyla infak eder ve elinde kalanla yetinir. Çünkü dünya ni- metleri asıl faydalanılacak nimetler değildir. Dünya rahatlığı insanın arzu edeceği asıl rahatlık değildir. Asıl nimetler ve rahatlık âhirettedir. Rabbimiz bize böyle emretti. Peygamberimiz bunu emretti, insanın dünyadan beklentisinin, yiyeceği bir lokma yemek ve giyeceği bir parça elbise dışında bir şey olmamasını tembihledi. İnsanların en büyük arzusunun Allah'ın rızası ve O'nun yolunda cihad olması gerektiğini söyledi.”

Mukavkıs bunları işitince çevresindekilere, “Bu adamın söylediği sözler gibisini daha önce hiç işittiniz mi? Ben onun görüntüsünden korkmuştum. Fakat sözleri görüntüsünden daha korkunç geldi. Bu ve arkadaşları Allah'ın yeryüzünü harap etmeleri için ortaya çıkardığı kimselerdir. Ben bunların hâkimiyetinin tüm yeryüzünü kapsayacağını düşünüyorum” dedi. Mukavkıs daha sonra Ubade'ye yönelip,

“Ey adam! Ben senin sözlerini dinledim. Sizler senin söylediğini elde etmiş insanlarsınız. Sizlere karşı Rumlar sayılamayacak derecece büyük ordularla çıktılar. Onlar gayet sert bir topluluk olarak bilinmekteler. Onlarla karşılaşan kimsenin mağlup olmaktan başka çaresi yoktur. Sizlerin onlara karşı asla kuvvetli olamayacağınızı, onlara güç yetiremeyeceğinizi bilirdik. Fakat sizler oldukça muhtaç ve sıkıntı içindeyken bizim önümüzde aylarca direndiniz. Bizler sizin içinde bulunduğunuz açlık ve yokluktan dolayı sizlere acıyoruz. Bizler her birinize iki dinar, komutanınıza da yüz dinar vermekle kendimizi bahtiyar hissedeceğiz. Bu sayede durumunuzu iyileştirmiş olacağız. Bunları bizden alır ve karşı duramayacağınız güçler gelmeden önce ülkenize dönersiniz.” şeklindeki sözlerini söyledi.

Bunun üzerine Ubâde de şöyle dedi: “Be adam! Nefsin ve arkadaşların seni gurura itmesin! Senin Rumların sayı ve gücüyle bizi korkutmana gelince, yemin olsun ki bunlar bizi asla korkutamaz. Bizim zorluk içinde olmamız da bizi korkutmamaktadır. Şayet senin dediklerin doğruysa, Allah'a yemin olsun ki benim

159

bunlar karşısında çarpışmaktan başka bir arzum olmaz. Onlara karşı hırsla doluyum. İçinde bulunduğumuz durum da yarınki günde Allah'a karşı dile getireceğimiz bir mâzeret olur. Şayet tek fert kalmayıncaya dek hepimiz öldürülürsek, bu durumda Allah'ın rızasını ve cennetini elde ederiz. Bunlar bizim için göz aydınlığıdır ve bizim için bundan daha sevimli bir şey yoktur. Bu du- rumda bizler iki güzel şeyden biriyle karşılaşacağız. Ya size karşı savaşı kazanıp dünya ganimetini elde edeceğiz ya da sizler bizi mağlup ettiğinizde bizler âhiret ganimetini elde edeceğiz. Bunlar ortaya koyacağımız gayretten sonra elde edeceğimiz iki güzelliktir. Allah (cc) bizlere kitabında şunu buyurmuştur: “Nice az sayıda birlik, Allah'ın izniyle çok sayıdaki birliği yenmiştir. Allah sabredenlerle beraberdir.”811

Bizden hiçbir adam yoktur ki Rabbini sabah-akşam şu duayla çağıryor olmasın: “Ey Allah'ım, bizi şehadetle rızıklandır ve bizi, şehadet olmadan beldelerimize, ailemiz ve çocuklarımıza döndürme!” Bunun dışında herhangi bir arzumuz yoktur. Her birimiz Rabbimiz için çocuklarımıza veda ettik ve arzumuz işte önümüzde durmaktadır. Senin, bizim zorluk ve sıkıntı içinde olduğumuza dair sözlerine gelince, bizler oldukça büyük bir bolluk içindeyiz. Şayet bütün dünya bizim olsa şu an elimizde bulunandan fazlasını istemeyiz. Sen ne istediğine bak! onu bize söyle! Sizden kabul edeceğimiz herhangi bir şey yok aramızda. Sizden şu üç şeyden başkasını da kabul etmeyeceğiz: Bunlardan birini seç! Batıla yönelme! Bunu bana komutan söyledi. Bunu mü'minlerin Emiri emretti. Bunlar Resûlüllah (sav)'in ahdidir. Şayet İslam'ı kabul ederseniz, bu durumda bilin ki İslam, Allah'ın ondan başkasını kabul etmeyeceği tek dindir. O, bütün peygamberlerin, nebilerin ve meleklerin dinidir.

Allah (cc) bizlere, bu dine karşı gelenlerle, bu dine girinceye dek savaşmamızı emretti. İnsanlar bunu kabul ettikleri takdirde bizim lehimize olan onların da lehine, bizim aleyhimize olan onların da aleyhine olur. Dinde de kardeşlerimiz olurlar. Şayet sen ve topluluğun bunları kabul ederseniz dünyada ve âhirette saadete erişirsiniz. Bu durumda sizinle savaşmaktan vazgeçeriz ve size karşı savaşmamız ve saldırmamız bize helâl olmaz. Şayet bunu kabul etmezseniz, bu durumda cizye verirsiniz. Bunu bir zillet içinde vereceksiniz. Bu durumda istediğimiz şekilde si-

811 Bakara, 2/249.

160

zinle muamele ederiz ve bunu her yıl vermek zorundasınız. Cizye verdiğiniz takdirde sizi korumak bize aittir. Kanınız, malınız ve topraklarınız koruma altına alınır. Bunları biz yerine getireceğiz, şayet zimmetimiz altına girerseniz. Allah'ın sizin hakkınızda bize vaad ettiğini uygularız. Şayet bundan da kaçınırsanız bu durumda aramızda ancak kılıçlar hüküm verir. Tek fert bile kalmamak üzere sizinle savaşır, arzuladığımız şeye erişiriz. İşte bu, Allah'ın bize gönderdiği dindir. Bu konuda O'nunla bizim aramızda çizilen sınırı aşmamıza imkân yoktur. Durumunuzu gözden geçirin!”

Bu sözler üzerine Mukavkıs, “Bu asla olacak şey değildir. Sizler bizi köle etmek istemektesiniz. Bu asla olmaz” dedi. Ubâde; “Durum bundan ibarettir, istediğini tercih et!” deyince Mukavkıs; “Sizler bu üç şey dışında başka bir şey kabul etmez misiniz?” diye sorunca Ubade elini kaldırıp, “Hayır” dedi ve “Şu yerin, göğün ve her şeyin Rabbi olan Allah'a yemin olsun ki bu üçü dışında kalan bir husus asla kabul edilecek değildir, dilediğini seç!” şeklindeki sözlerini söyledi.

Mukavkıs, arkadaşlarına dönerek, “Söylenecek söz kalmadı” dedi. Yanındakiler de “Kim bu zilleti kabul eder ki? Onların dinine girme meselesine gelince, bu asla olacak şey değildir. Bizler Meryem oğlu İsa'nın dinini asla terk edecek değiliz. Bilmediğimiz bir dine de girecek değiliz. Bizleri köle etme hususuna gelince, bunu da asla kabul etmeyiz. Bunu yapmaktansa ölmek daha iyidir. Bizleri zorda bırakacak bir şeyi de defalarca verecek değiliz. Bir defa vermek bizim için daha kolaydır” dediler.

Mukavkıs, Ubâde'ye, “Milletim kabul etmedi. Ne dersin? Artık komutanına dönebilirsin, bir defaya mahsus olmak üzere size mal vereceğiz ve bu durumda çekip gidersiniz” dedi. Ubâde ve arkadaşları kalktıklarında Mukavkıs yanındakilere, “Beni dinleyin! Bu üç şeyden birini kabul edin! Allah'a yemin olsun ki bunlara gücünüz yetmez. Şayet itaat etmez de bildiğinizi yaparsanız daha kötü bir durumla karşılaşırsınız” dedi. Arkadaşları, “Hangi maddeyi kabul etmemizi istersin?” diye sorunca o da şunları söyledi: “Size şunu söylerim: Onların dinine girmeniz konusunda sizlere bir şey emredecek değilim. Onlarla savaşma

161

konusunda da buna gücünüzün yetmeyeceğini biliyorum. Onların sabrı gibi sabır gösteremezsiniz. O halde üçüncü şıkkı kabul edeceksiniz.”812

Mısır fetihlerine girişen ‘Amr b. el-‘Âs yanındaki çok az miktardaki askerle bunun zor olacağını anlayınca Hz. Ömer’e takviye güç göndermesini talep ettiğinde Halife Hz. Ömer, ‘Amr b. el-’Âs’a takviye birlikler göndermeye karar verdi. Bu birliklerin başında Zübeyr b. Avvâm da vardı. Zübeyr b. El-Avvâm Antakya taraflarına cihada çıkmaya karar vermişti. Amr’ın takviye birlik gönderme talebinden sonra Zübeyr b. El-Avvâm’a gelen Hz. Ömer ona: “Ey Abdullah’ın babası, Mısır valiliğini ister misin? Seni oraya göndereyim” dedi. Zübeyr, “Mısır valiliğine ihtiyacım yok ama cihad ve Müslümanlara yardım etmek için gideceğim. Oraya vardığımda şayet Amr orayı fethetmişse onun işine karışmam, sahil taraflarında cihad edip nöbet tutarım, şayet daha fethetmeden oraya varırsam, onunla birlikte Allah yolunda düşmanla cihad ederim”813 diyerek cihada olan

aşkını dile getirmiştir.

Mısır fetihleri sırasında Ashâb birçok kahramanlıklar sergilemişlerdi. Bu kahramanlıklardan biri de ‘Amr b. el-’Âs’ın Babilon Kalesi’ni kuşattığı sıralarda Zübeyr b. Avvâm’ın yaptığı cengaverliktir. Rumlar, Babilon Kalesi’nin etrafına geniş ve derin hendekler kazmışlardı. Zübeyr b. el-Avvâm kuşatmanın çok uzun sürdüğünü görünce, şöyle dedi “Ben Allah yolunda canımı feda edeceğim, umarım ki bununla Allah Müslümanlara fethi müyesser kılar.” Zübeyr b. Avvâm, Sûku’l- Hamam yönünde sur duvarlarının üzerine bir merdiven uzatıp tırmandı. Müslümanlara, tekbir sesini işittiklerinde saldırıya geçmeleri emrini verdi. Müslümanlar surların üzerinde elinde kılıcı ile duranın Zübeyr b. El-Avvâm olduğunu ve tekbirler getirdiğini gördüklerinde onun çağrısına surların dışından karşılık verdiler ve tekbirler getirdiler. Düşmanlar neye uğradıklarına şaşırıp kalenin tamamen fethedildiğini zannedip kaçmaya başladılar. 814

İskenderiye kuşatması esnasında Mesleme b. Muhalled onu mubarezeye davet eden bir Rum askeri ile mücadele sonucunda başarısız olunca, komutanı ‘Amr b. el-‘Âs çok kızarak ona sert bir şekilde davranmıştı. Daha sonra savaş kızıştığında Müslümanlar kaleye girmeyi başarmışlardı ancak Rumlar’ın direnişi

812 İbn Abdilhakem, Fütûh, s. 53- 56; Suyûtî, Husnu’l-Muhâdara, c. I, s. 110-115 813 Belazûrî, Fütûhu’l-Büldân, s. 304, 605.

162

karşısında aralarında Amr. b. As, Mesleme b. Muhalled’in de bulunduğu dört kişi hariç Müslüman askerler kaleden dışarı çıkmayı başarmışlardı. Mesleme b. Muhalled o gün göstermiş olduğu kahramanlıkla ordu komutanı ‘Amr b. el-‘Âs ve beraberindekilerini esir düşmekten veya öldürülmekten kurtardı. Bunun üzerine ‘Amr b. el-‘Âs ona teşekkür ederek savaşın başında kendisine karşı yapmış olduğu sert çıkış için özür diledi.815

Savaşlar sırasında başarıya ulaşmanın en büyük amillerden biri hiç kuşkusuz maneviyatın sağlam ve güçlü olmasıdır. Fetihler esnasında savaş meydanlarında Müslüman askerlerin cihad ve şehadet arzularını sürekli canlı tutmak için Hz. Peygamber'in (sas) önde gelen Sahabeleri, askerler arasında konuşmalar yaparak mücahitleri Allah’ın dini uğrunda şehid olmaya davet etmişlerdir. Cihad meydanlarında yapılan bu konuşmalar, fetihler boyunca Müslüman askerlerin maneviyatlarını yüksek tutmak, onları cihad atmosferine en iyi şekilde çekebilmek ve düşmana karşı dirençlerini arttırmak gayesi ile yapılıyordu. Bir Sahâbî cennet özlemini dile getirirken bir diğeri Resûl-i Ekrem'e kavuşma arzusunu zihinlerde canlandırıyordu.

Ashâb, cihad meydanlarında korkusuzca savaşırken, onlara komutanlık yapanlar da sürekli olarak onların morallerini yüksek tutacak konuşmalar yaparak azimlerini daha da arttırıyorlardı. Aralarında bulunan sahabenin ileri gelenlerinin manevi şahsiyetlerinden istifade ederek,mücahitlerin düşman ordusu üzerine saldırma cesaretlerini arttırıyorlardı. Mısır fetihlerinin en önemli savaşlarından biri olan Aynü’ş-Şems savaşında Müslüman savaşçıların bir ara gevşekliğe düştüklerini gören komutan ‘Amr b. el-‘Âs orduya: “Muhammed’in Ashâbı nerede?” diye çağırdı. Orada bulunan Hz. Peygamber’in sahabeleri,çağrısı üzerine toplandılar. Amr, onlara: “Ön saflara ilerleyin. Allah sizin sayenizde Müslümanlara zafer nasip edecektir.” dedi. Aralarında Ebû Bürde ve Ebû Berze gibi ashâbın ileri gelenleri ileri atılınca arkalarında bulunan İslam ordusu da onların peşinden saldırarak düşmanı hezimete uğrattılar.816

815 Hamid MuhammedHalife, el-Ensârfi’l-Asri’r-Râşidî, Mektebetü’s-Sahabe, Kâhire 2003, s. 248. 816Taberî, Târîh, c. IV, s. 111.

163

Ferma şehrinin kuşatılması esnasında da Rumlarla çetin bir mücadeleye girişen İslam ordusunun maneviyatını takviye amacı ile şu şekilde hitaplar yapıyordu: “Ey İslam ve iman ehli olanlar! Ey Kur’an’ı omuzlamış olanlar! Ey Muhammed (sas)’in arkadaşları! Büyük adamların sabrı gibi sabır gösterin! Sıkı durun! Saflarınızı bozmayın! Okları fırlatın ve zırhlarınızla kendinizi muhafaza edin! Dilinizden zikirden başka bir söz dökülmesin! Ben size emir verinceye kadar saldırıya geçmeyin!”817

Gayeleri sadece Allah’ın rızasını kazanmak olan ashâb, bu gayeye zarar verecek bütün maddi beklentilerden soyutlanmış insanlardı. Bunun en bariz örneklerinden birisi de Babilon kuşatması esnasında ‘Ubâde b. Sâmit’in başından geçen şu olaydır:

“Ümmü Düneyn’de Babilon kuşatması sırasında fethin geciktiği sıralarda bir köşede yanında atı olduğu halde namaz kılan ‘Ubâde b. Sâmit’i gören bir gurup Rum askeri, ona doğru geldiler. Ona yaklaştıklarında selam verip namazını bitiren ‘Ubâde b. Sâmit, hemen atına atlayarak üzerlerine saldırdı. Ubâde’nin kendilerine doğru harekete geçtiğini görünce geri dönüp kaçtılar. ‘Ubâde b. Sâmit onların ardına takılıp kovaladı. Ubâde’nin kendilerinin peşini bırakması için üzerlerindeki kemerleri ve değerli eşyaları attılar. Ubâde ise onların bıraktıkları eşyalara itibar etmeden onları kaleye kadar kovaladı. Kaleye vardıklarında kaleden Ubâde’nin üzerine yukardan taşlarla saldırdılar. Bunun üzerine geri dönen Ubâde onların bıraktıkları mala aldırış etmeden yerine tekrar dönüp namaz kılmaya devam etti. Bunu gören Rumlar, kaleden inip eşyalarını toplayıp geri aldılar.”818

Allah yolunda cihat etmek için fetih ordularına katılıp Mısır bölgesine ve daha birçok bölgelere gittiler. Bu bölgelerin fethedilmesi ile görevlerinin bitmediğinin bilincinde olan Ashap fethettikleri bu topraklarda Allah’ın dininin nasıl yaşanması gerektiğini bizzat yaşayarak insanlara anlatmaya başladılar. Yerleştikleri bölgelerde yürüyen birer Kur’an olup, Hz. Peygamber’in (sas) sîretini insanlara hayatları ile gösterdiler. Allah’a hakkıyla nasıl kul olup ibadet edeceklerini en ince detayına kadar insanlara tebliğ ettiler. İbadet, zühd ve takvanın somut örnekliğini