• Sonuç bulunamadı

Ceza Hukukunda Şüphenin Yenilmesine İlişkin Tarihi Gelişim

3. Tutuklama Tedbirine Başvurmanın Koşulu Olarak Şüphe ve Belirti Kavramları

3.2. Ceza Hukukunda Şüphenin Yenilmesine İlişkin Tarihi Gelişim

Çağdaş ceza muhakemesi, sanığın cezalandırılabilmesi için şüphenin tam anlamıyla giderilmesi esasına dayanmaktadır. Sanıkların adil yargılanma hakkı bu bağlamda esastır. Çağdaş ceza adaleti “gerçeği bulma yeterliliği” hedefi doğrultusunda evrimleşmiştir. Ceza adaleti sisteminde yargılama, önemli bir aşamayı teşkil etmektedir. Bu aşamada da gerçeğe ulaşma hedefine uygun bir şekilde hüküm tesis edilmesi şarttır. Bu çerçevede, ispat araçları mevcut şüphenin tamamen giderilerek hükmün kurulması açısından belirleyicidir. Olayla ilgili olan şüphe, hukuk tarafından öngörülmüş bir şekilde yenilmelidir. Aksi halde hukuk

123 Ünver/Hakeri, s. 321.

124 Özkan Gültekin, Ceza Muhakemesinde Şüphe Kavramı, Terazi Hukuk Dergisi, 2010, sayı 46, cilt 5, s.121-138, https://www.jurix.com.tr/art_cle/770, erişim tarihi 10.03.2020.

125 Mehmet Yayla, Ceza Muhakemesi Hukukunda İspat ve Şüphe, Seçkin Yayıncılık, 1. Baskı, Ankara, 2016, s. 113.

126 “Mesut Bedri Eryılmaz Türk ve İngiliz Hukukunda ve Uygulamasında Durdurma ve Arama Ankara, 2003, s. 47” aktaran Yayla, s. 115.

devleti ilkesine dayanan ülkelerde şüpheden sanık yararlanır ilkesi işleyecek ve şüphenin tamamen yenilmemesi halinde beraat hükmünün tesisi gerekecektir128.

Dolayısıyla çağdaş ceza muhakemesinde hem-aralarında tutuklamanın da bulunduğu-koruma tedbirleri, hem de hâkimin maddi gerçeğe ulaşmasıyla sonuçlanan hüküm verme faaliyeti, şüphe kriteriyle doğrudan ilgilidir. Dahası ceza muhakemesi hukukunda şüphenin giderilmesini tanımlamak için kullanılan ispat kavramı da bu çerçevede temel öneme sahiptir. Ceza muhakemesi hukukunda şüpheden sanık yararlanır ilkesi başta olmak üzere, sanık lehine olan ve temel hakların korunmasına hizmet eden şüphe kriterinin; “makul şüphe”, “makul ötesi şüphe”, “yeterli şüphe” ve “kuvvetli şüphe” gibi çok çeşitli ve katmanlı bir yapıya dönüşmesi çağdaş hukuk anlayışının ulaştığı noktaya işaret etmektedir. Bu nedenle bu başlık altında ispat sistemlerinin tarihi gelişiminin genel hatlarıyla aktararak, şüpheye ilişkin anlayış değişikliğine ışık tutacağını düşünmekteyiz.

Hukuk tarihi, çeşitli dönemlerde her toplumun adalet olgusuna olan yaklaşımlarında farklılıklar olduğunu göstermektedir. İçinde bulunulan çağın getirdiği toplumsal ve siyasi koşullar ile o döneme hakim olan dini ve felsefi anlayış, ceza hukuku ve ceza muhakemesi hukukuna yüklenen anlamla bunlardan beklenen işlevi önemli ölçüde şekillendirmiştir. Bu doğrultuda tarihsel açıdan ispat hukuku özelinde ceza muhakemesi sistemlerine bakıldığında, tarihi gelişimin sırasıyla “ilkel” “dini”, “kanuni” ve “vicdani” olmak üzere dört ana başlık çerçevesinde incelendiği görülmektedir129.

Bunlardan “etnik safha” olarak da adlandırılan ilkel aşama, ceza muhakemesi hukukunun insanların toplum olarak birlikte yaşamaya başlamasıyla aynı dönemde başlatılmaktadır. Bu dönemde suç işleyen bireyler, içlerinde yaşadığı kabile toplumlarının ilkel kuralları çerçevesinde cezalandırılmaktaydılar. Örneğin mağdurun ya da yakınlarının suçludan intikam almasına olanak sağlayan “kısas hukuku” bu dönemin bir ürünüdür130. Buna ek akılcı düşüncenin gelişmediği ilkel

128 Yayla, s. 113.

129 Feyzioğlu, s.54 ve devamı; Mustafa Reşit Belgesay, Hukuk ve Ceza Usulü Muhakemesinde Deliller, İstanbul, Güven, 1940, s.76 ve devamı.

safha gözlem ve delillerden çok kuşların gittiği yöne bakma, suya atılan kişilerin batıp batmadığını deneme gibi batıl inanç ve uygulamalarla kişinin suç işleyip işlemediğinin belirlendiği bir dönemdi. Aynı akılcılıktan yoksunluk dini safhada da devam etmiştir. Bu dönemde ilahi ve doğaüstü güçlerin masum kişileri koruyacağı ve suç işlemiş haksız kişileri cezalandırılacağı kabul görmekteydi131. Dini ispat

sistemine göre akıldışı delil ve ispat yöntemleri kullanılarak şüphe yenilmeye çalışılırdı132.

Modern çağa yaklaşıldıkça ilkel ve dini safhada gözlenen akıl dışı batıl inançlara yönelik ispat yolları, yerini neden sonuç ilişkisinin arandığı mantıksal akıl yürütmeye bırakmıştır. Tanrı ya da ilahi güçler yargılanma süreçlerinden ayrı tutulmuş, akıl ve mantık ilkeleri doğrultusunda şüphenin giderilmesinde kullanılacak olan deliller önceden belirlenmek suretiyle ispat etkinliğinin yerine getirilmiş sayılacağı kabul edilmiştir. Bu amaçla da kanuni delil sistemi kabul edilmek suretiyle kanuni safhaya geçilmiştir. Bu safhada akılcı ve mantık kuralları çerçevesinde geliştirilmiş olan ispat araçları kanunlar ve diğer devlet işlemleri yoluyla önceden düzenleme altına alınmıştır. Bu konuda örnek vermek gerekirse Fransız Napolyon Kanunları uyarınca erkeğin zina suçu işlemiş olduğunun ancak suçüstü yakalanma ya da ele geçirilmiş olan bir belge ile ispat edilebilmekteydi.

Kanuni safha, tarihsel süreçte rasyonel bir ispat sistemine doğru olumlu bir adım olmasına rağmen, hâkimin delilleri serbestçe değerlendirmesinin kabul etmemesi gibi bir sakıncayı bünyesinde taşımaktaydı. Bu anlayışta hâkim, kendi kanaatine aykırı olsa bile önüne gelen delillerle bağlı olarak karar vermek zorundaydı. Bu anlamda bir diğer bağlantılı sakınca ise şüpheden sanık yararlanır ilkesinin uygulama alanı bulamamasıydı. Delillerin suç işlendiğine dair şüpheyi yeterince giderememesi ama sanığın masum olduğuna dair kesin kanıya ulaşılamadığı durumlarda “şüphe cezası” verilmesi söz konusuydu. Şüphe cezası, kanunun bir suç için öngördüğü cezadan daha hafif bir cezanın uygulanmasıdır133.

131 Belgesay, s.76. 132 Yayla, s. 43

133Turhan Tufan Yüce, In Dubio Pro Reo, Adalet Dergisi, Cilt 1, s. 1211, para. 3, http://adaletdergisi.adalet.gov.tr/arsiv/adaletdergisi/1962/s11-12-kasim-aralik1962-sene53-

Avrupa’da aydınlanma hareketi ve Fransız Devrimi ile birlikte kanuni safha yerini vicdani safhaya bırakmıştır, ki 1789’da yayınlanan İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirisinin 9. maddesinde de yer alan ile “her insanın suçu kanıtlanıncaya kadar masum sayılacağı” ilkesi benimsenmiştir. Akılcılığın ve insan hakları düşüncesinin filiz verdiği bu dönem, bu sürecin doğal bir meyvesi olan gerçeğe ulaşmada maddi vakıalarla desteklenen şüphenin ceza muhakemesi hukukunda kendisine yer bulmasını sağlamıştır. Çağdaş hukuk anlayışının evrensel ilkeleriyle uyum halinde olan ve insan haklarına dayalı hukuk sistemlerinin tümü, bugün itibarıyla vicdani ispat sistemine geçmiştir.

Vicdani delil sistemiyle kanuni delil sistemi arasındaki ortak bir nokta akılcı düşünce anlayışına dayanmış olmasıdır. Öte yandan vicdan delil sisteminde hâkim delillerle bağlı olmayıp kendi vicdani kanaatine göre delilleri değerlendirmektedir134.

Buna karşın, kanuni delil sistemi söz konusu olduğunda devlet hâkime güvenmemekte, hangi deliller doğrultusunda ne tür karar vermesi gerektiği hususunu takdire yer bırakmayacak bir şekilde düzenlemektedir. Vicdani delil sisteminde ise delil serbestliği ilkesi geçerlidir.

Vicdani ispat sistemi maddi gerçeği saptayacak olan hâkimin, kanun tarafından saptanan usul uyarınca hukuki kurallara göre elde edilen delilleri mantık kurallarına göre değerlendirerek hüküm vermesine dayanmaktadır. Bu noktada hâkimde oluşan vicdani kanaat belirleyicidir. Yoksa vicdani ispat sistemi, ispat konusunun hiçbir kurala dayanmaması hâkimin tamamen keyfine kalmış bir hüküm kurma süreci demek değildir135.

134Bu konuda Alman Federal Anayasa Mahkemesi kararı için bakınız BVerfG, 26.08.2008, 2 BvR, 553/08, https://www.hrr-strafrecht.de/hrr/bverfg/08/2-bvr-553-08.php, erişim tarihi 28.05.2020, Aktaran Koray Doğan, Kuşkudan Sanık Yararlanır İlkesi, Seçkin Yayıncılık, 1. Baskı, 2016. “Delil değerlendirme yükümlülüğüne tek başına sahip olan yerel mahkeme hakimi, katı bir ispat kuralı ile bağlı olmaksızın, imkan dahilinde olan kuşkuyu yenip yenemediği keyfi şekilde denetlenemeyen ve sadece vicdani sorumlu olan kişidir.”

135 Yayla, s. 51. Belirtmek gerekir ki masumiyet (suçsuzluk) karinesinin doğal bir sonucu olan şüpheden sanık yararlanır ilkesi vicdani ispat sisteminde hayati bir yer işgal etmektedir.