• Sonuç bulunamadı

3. Tutuklama Tedbirine Başvurmanın Koşulu Olarak Şüphe ve Belirti Kavramları

3.3. Belirti Kavramı

Ceza muhakemesi hukukunda “belirti” kavramının tanımı yasal düzenlemelerde yer almamakla beraber, ceza usul hukukunun belirleyici kriterlerinden birisi olarak Alman doktrin ve pratiğinde gözlenmektedir136. Türk

hukukunda ise yasa düzeyinde “belirti” kavramının tanımlandığı ya da hukuki niteliğinin saptandığı herhangi bir hüküm yer almamaktadır. Öte yandan Üçüncü Bölümde ayrıntılı olarak açıklandığı gibi Anayasanın kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkın düzenleyen 19. Maddesinde kişilerin tutuklanma koşulu olarak “suçluluğu hakkında kuvvetli belirti”nin bulunması koşulu getirilmiştir. Erman'a göre, Anayasanın bir tutuklama koşulu olarak 19. maddede yer alan "kuvvetli belirti" kavramı CMK 100. maddesinde düzenlenen “kuvvetli şüphe” koşulu birbirinden farklı kavramlar değildir. Anayasanın bu düzenlemesi tutuklama nedenleri ile ilgili olup, Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 100’üncü maddesi anlamında “kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olgular”a karşılık gelmektedir. Türk Ceza muhakemesi hukuku doktrininde de Anayasa’nın 19’uncu maddesinde yer alan “belirti” kavramı ile “kuvvetli şüphe sebebi”nin kastedildiği de ileri sürülmektedir137. Öte yandan “belirti” kavramının hukuki anlamına dair çeşitli

düzeydeki mevzuattan faydalanılarak da fikir yürütülebilir. Örneğin Türk Ceza Kanunu 280. Maddesi, bir “suçun işlendiği yönünde bir belirti ile karşılaşan” sağlık görevlilerinin sorumluluğunu düzenlemektedir. Bu maddede yer alan “belirti” ifadesi, “bir suç işlendiğinin açıkça anlaşılması veya buna yönelik şüphe doğuracak bir takım izlerin bulunması” olarak tanımlanmaktadır138. Buna karşın bu TCK

tarafından düzenlenen “belirti” kavramının, Türk Ceza Usul Hukuku açısından da aynı anlama gelip gelmediği hususu belirsizdir.

136 R. Barış Erman, Ceza Muhakemesi Hukukunda Belirti ve İspat Değeri, Galatasaray Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi 2010/1 Prof. Dr. Köksal Bayraktar’a Armağan, Cilt I, ss.679-703. 137 Erman, s. 681

138 “Hakan Hakeri; Tıp Hukuku, 3.b. Seçkin, Ankara, 2010, s. 497” Aktaran: Erman, Ceza Muhakemesi Hukukunda Belirti ve İspat Değeri, s. 682

Yine CMK md 9’a göre “Yakalanan veya tutuklanarak bir yerden diğer bir yere nakledilen kişilere, kaçacaklarına ya da kendisi veya başkalarının hayat ve beden bütünlükleri bakımından tehlike arz ettiğine ilişkin belirtilerin varlığı hâllerinde kelepçe takılabilir” Burada bahsi geçen “belirti” kavramının şüpheyle de ilgisi rahatlıkla kurulabilir. Söz konusu belirti, ilgili güvenlik tedbirini almaya yetkili olan kolluk yetkilisinde bu doğrultuda gerekli olan bir şüpheye neden olan bilgi ve işaretlerdir. Bundan başka Adli ve Önleme Aramaları Yönetmeliği kolluk kuvvetlerinin arama yapabilmesi için gerekli olan arama emri veya kararı aranması kuralının bir istisnalarından birisi olarak; “işlenmekte olan veya henüz işlenmiş olan veya pek az önce işlendiğini gösteren belirtilerin” varlığını şart koşmaktadır. (Md. 8)

Bu düzenlemelerde yer alan belirti kavramının delil kavramlarıyla eş anlamlı olarak kullanılıp kullanılmadığı da belirsizdir139. Aynı şekilde “belirti”

kavramı yanında ceza yargılamasıyla ilgili kimi mevzuat hükümlerinde “emare” ifadesi de yer almaktadır. Yine “emare” kavramının “delil” kavramıyla olan ilişkisi ve “belirti” kavramıyla eş anlamlı olarak kullanılıp kullanılmadığı hususunda da belirsizlikler vardır140.Bu doğrultuda temkinli bir tanımlama yapmak gerekirse,

“belirtinin” suç ve suçlunun saptanmasında delil kadar kesin olmamakla beraber, bu süreçte yetkili makamları harekete geçirecek ve gerekli güvenlik tedbirlerini almayı meşru gösterecek objektif verilerden ibaret olduğunu söylemek mümkündür.

4.Şüpheden Sanık Yararlanır İlkesi ve Tutuklama Tedbiri Açısından İncelenmesi

Şüpheden sanık yararlanır ilkesi Anayasa’da ifadesini bulan masumiyet karinesinin unsurlarından bir tanesidir. Anayasaya göre “suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar kimse suçlu sayılamaz”. (Md. 38) Aynı çerçevede AİHS’de de “bir 139 Erman, s. 683.

suç ile itham edilen herkes, suçluluğu yasal olarak sabit oluncaya kadar suçsuz sayılır” denilmektedir. (Md. 6)

Bu ilke, ceza muhakemesi hukuku tarafından meşru görülen ispat araçlarının incelenerek, ispat konusunda şüpheden arınmış bir şekilde vicdani kanıya ulaşılamaması durumunda; sanığın lehine olan olasılığa göre karar verilmesi anlamını taşımaktadır. Yabancı kaynaklarda ‘şüpheden sanık yararlanır’ ifadesi yerine ‘şüphe halinde sanık lehine hareket etmek’ ifadesinin de kullanıldığı görülmektedir. Şüpheden sanık yararlanır ilkesi, mahkumiyet kararı için gerekli olan vicdani kanaati sağlayacak oranda delil olmamasını ifade etmektedir. Yüklenen suçun sanık tarafından işlendiğinin sabit olmadığı durumlarda beraat kararı verilmesi zorunlu hale gelmektedir141.

Konumuzla ilgili olarak sorulması gereken soru, şüpheden sanık yararlanır ilkesinin tutuklama tedbiri açısından uygulama alanı bulup bulmayacağıdır. Literatürde karşı yönde görüş olsa da142, hâkimin aralarında tutuklamanın da

bulunduğu koruma tedbirlerine karar verirken, sanığın suçluluğu konusunda vicdani bir kanaate ulaşması gerekmez. Gerçekten de tutuklama kararı verilirken CMK’da açık bir dille düzenlendiği gibi diğer şartlarla beraber “kuvvetli şüphenin” varlığının yeterli olması bu durumu ispatlamaktadır. Şüphenin olduğu yerde de

141 Ünver/Hakeri, s. 648; Öztürk/Erdem, s. 180, “Her hukuk devletinde kabul edilen ve masumluk karinesi ile sıkı bir ilgisi bulunan bu ilkeye göre, yapılan ceza muhakemesinin sonunda, fiilin sanık tarafından işlendiği %100 belliliğe ulaşmadığı takdirde beraat kararı verilecektir.” (ayrıca Yargıtay Ceza Genel Kurulu 2016/1-797 E., 2020/175 K. ve 12.03.2020 tarihli karar içinde http://www.kazanci.com/kho2/ibb/files/dsp.php?fn=cgk-2016-1-

797.htm&kw=%C5%9F%C3%BCpheden+san%C4%B1k+yararlan%C4%B1r#fm, erişim tarihi 28.05.2020)

142 Örneğin Erem’e göre, tutuklama sanığın özgürlüğünü sınırlaması yanında onun hakkında toplum gözünde bir “suçluluk karinesi” de yaratmaktadır. Yazara göre, tutuklama tedbiri masumiyet karinesi ilkesiyle uzlaştırılması mümkün olan bir araç değildir. ( Faruk Erem, Ceza Usulü Hukuku, Sevinç Matbaası, Ankara, 3.Baskı, 1970, s.417); Bu noktada şu görüşe de yer vermek gerekir: Ceza yargılamasının tutuksuz olarak gerçekleştirilmesi asıl kural, tutukluluk ise istisnai bir araçtır. İstisnanın kural haline dönüştürülmesi ise masumiyet karinesi ve adil yargılanma hakkının ihlali sonucunu doğurabilir. (Hüsnü Aldemir, Yakalama, Gözaltına Alma, Tutuklama, Adli Kontrol Hürriyeti Kısıtlayan Koruma Tedbirleri, Seçkin Yayıncılık, Ankara, 2. Baskı, 2014, s. 141.); “Özellikle tutuklama tedbirinin yerine getirilmesinin, hapis cezasına benzer şekilde ve cezaevi koşullarında yapılması, masumiyet karinesine sahip olan ve masum olduğuna inanıp soruşturma ve davasının bir an önce bitirilmesini isteyen tutuklu şüpheli ve sanıklar yönünden son derece ağır ve istenilmeyen sonuçların doğmasına yol açabilmektedir. (Şen/Özdemir, Tutuklama Uygulamada Şüpheli ve Sanıkların Korunması, s. 106).

vicdani kanaatten bahsedilemeyeceği için, tutukluluk kararının da vicdani kanaate dayanma zorunluluğu bulunmamaktadır143.

Bir tür koruma tedbiri olan tutuklama, gecikmenin tehlikelerinden korunma mecburiyetinin bir sonucudur ve “tutuklama kararının verilmesi yolu ile suçsuzluk karinesi ortadan kalkmaz144.” Yukarıda da belirtildiği gibi ceza yargılaması

sonucunda hüküm verebilmek için şüphenin tamamen yenilmesi gerekmesine rağmen, hüküm verilinceye kadarki süreçte alınan koruma tedbirlerinin isnat olunan suçla ilgili olarak bir kesin yargıya dayanmasına gerek yoktur.

II. BÖLÜM