• Sonuç bulunamadı

1.5 Küresel Isınma ve İklim Değişikliği Sorununa Uluslararası Alanda Çözüm Arayışları Alanda Çözüm Arayışları

1.5.1 Rio Konferansı

1.5.1.1 Rio Konferansı Sonuç Belgeleri

1.5.1.1.3 Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi

Biyolojik çeşitliliğin ve doğal kaynakların insanlığın varlığını sürdürebilmesi için korunması ve yok edilmeden kullanılması gereği, 1980’li yılların başından

78 Eric A. Davidson, Gayrisafi Milli Hasılayı Yiyemezsiniz: Çevrenin Önemli Olduğunu Varsayan Ekonomi, (çev.) B. Dişbudak, Ankara, TÇSV, 2004, s.70.

itibaren dünya gündemine girmiş ve Birleşmiş Milletler Çevre Programı (UNEP) İdari Konseyi tarafından biyolojik çeşitliliğin korunması ve sürdürülebilir kullanımı amacına yönelik bir sözleşme hazırlamak amacıyla bir çalışma grubu kurulmuştur.

Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi, 1992'de Brezilya'nın Rio de Janerio kentinde düzenlenen Birleşmiş Milletler Çevre ve Kalkınma Konferansı'nda imzaya açılmış ve 29 Aralık 1993 tarihinde 30 devletin parlementosunda onay sürecini tamamlayarak yürürlüğe girmiştir.

Biyolojik çeşitlilik ilk kez tüm yönleriyle bu kadar kapsamlı olarak bir sözleşmede işlenmiş olup, genetik kaynaklar uluslararası bir anlaşmada bağlayıcı yükümlülüklerle ele alınmış ve biyolojik çeşitlilik insanoğlunun ortak endişesi olarak belirlenmiştir.

Sözleşmede biyolojik çeşitlilik 3 kategoride ele alınmaktadır:

 Genetik Çeşitlilik,

 Tür Çeşitliliği,

 Ekosistem Çeşitliliği.

Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi dışında kalan diğer çevre sözleşmeleri, tehdit altında olan türlerin ve alanların korunması amacıyla hazırlanmıştır. Oysa, doğal süreçlerin ve çevre sağlığının devamında ise her bir türün ve ekosistemin önemi vardır.

İklim değişikliği, hem yaşam kalitesini, hem de ekonomiyi destekleyen temiz su ve verimli topraklar gibi hayati ekosistem hizmetlerini tehlikeye sokmaktadır.

Yaşanmakta olan iklim değişikliği, okyanuslar ve ormanlar tarafından atmosferden CO2 emilimi gibi iklim değişikliğini sınırlandırmaya yardımcı olan ekosistem hizmetlerinin yapılmasını engellemektedir.79

Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi, ülkelere kendi sınırları içinde bulunan biyolojik çeşitlilik değerlerini ve doğal kaynaklarını belirleme, koruma ve sürdürülebilir bir şekilde kullanma sorumluluğu vermektedir.

Sözleşmenin 6. maddesinde;

“ Akit Tarafların her biri, kendi özel koşullarına ve imkanlarına göre:

(a) Biyolojik çeşitliliğin korunması ve sürdürülebilir kullanımı amacıyla ulusal stratejiler, plan ve programlar geliştirmeli veya mevcut strateji, plan ve programları bu amaçlara uyarlamalıdır” hükmü yer almaktadır.80

Anılan maddeye göre; bu konudaki sorumluluk, ulusal biyolojik çeşitlilik stratejisi ve eylem planlarını hazırlama, bu kapsamda önceliklerini belirleme ve uygulama yükümlülüğü ile kesinleşmiştir. 81

79 Avrupa Çevre Ajansı, “İşaretler 2010 Biyoçeşitlilik, İklim Değişikliği ve Siz”, Kopenhag, 2010, s.13.

80 Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi (29 Ağustos 1996 tarihli ve 4177 Sayılı kanun ile onaylanması uygun bulunan bu sözleşme, 21 Kasım 1996 tarih ve 96/8857 Sayılı Bakanlar Kurulu Kararıyla onaylanarak, 27 Aralık 1996 tarih 22860 sayılı Resmi Gazete’de yayınlanmıştır.)

81 Micheal Keating, Yeryüzü Zirvesinde Değişimin Gündemi, UNEP Türkiye Komitesi Yayını, Ankara, s.133.

Biyolojik çeşitlilik, dünya üzerinde homojen bir dağılım göstermemektedir.

Genellikle gelişmiş ülkelerin bulunduğu kuzey yarım küre biyolojik çeşitlilik konusunda fakir, az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin yer aldığı güney yarım küre ise oldukça zengindir. Bu farklılık güney ülkelerine biyolojik çeşitliliğin korunması için ağır bir sorumluluk yüklemektedir.

Küresel ısınmanın yol açmaya başladığı sorunlardan biri de, yaşam alanlarının zarar görmesi nedeniyle türlerin yok olmasıdır. Buzulların erimesi sonucunda suların yükselmesi, orada yaşayan türlerin de yok olmasına neden olacak, mercan kayalıkları gibi doğal kaynakları da etkileyecektir. 82 Bu durumda, küresel ısınmaya yol açan sera gazı emisyonlarının azaltımı politikaları, biyolojik çeşitliliğin korunmasına da katkı sağlayacaktır.

Stockholm Bildirgesi’nin “Devletlerin kendi çevre politikalarına uygun olarak, kaynaklarını kullanmalarının egemenlik hakları” olduğu ifade edilen 21.

ilkesi ile ulusal egemenliğin sınırları belirlenirken, devletlerin ekonomik büyüme ve kalkınma çabaları ile ulusal egemenlik ve çevresel sorumluluk arasında bir denge kurmalarının gerekliliği vurgulanmaktadır. Diğer taraftan, Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi’nin neredeyse tüm maddelerinde tarafların yükümlülükleri anlatılırken

"olanaklı bulunduğu ya da uygun olduğu kadar" şeklinde ifadeler kullanılmaktadır.

Burada yer alan “uygun olduğu kadar” ifadesinin aslında yine Stockholm’de de yer alan “ekonomik çıkarları izin verdiği ölçüde” anlamını taşıdığı düşünülmektedir.

Ekonomik büyüme ve çevrenin korunması arasında bir denge kurulması amacı bizi

82IPCC, “Polar Regions”, s.669.

yine piyasa ekonomisi çözümlerine götürmekte, Kyoto Protokülü’nde yer alan piyasa tabanlı araçların kullanımına temel hazırlamaktadır.

Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi’nin 3. maddesinde, Stockholm Bildirgesi'nin 21. ilkesinde geçen terimler, Rio Bildirgesi'nin 2. maddesinde olduğundan farklı olarak kalkınma politikaları ifadesi eklenmeden olduğu gibi yer almıştır.83 Bu maddede, “Birleşmiş Milletler Şartı ve uluslararası hukuk ilkeleri uyarınca, Devletler kaynaklarını kendi çevre politikaları doğrultusunda kullanma egemenliği hakkına sahiptirler ve kendi yargı yetkileri veya kontrolleri dahilindeki faaliyetlerin, diğer Devletlerin çevrelerine veya ulusal yargı yetkilerinin sınırları dışındaki alanların çevrelerine zarar vermemesini de sağlamakla yükümlüdürler”84 ifadesi yer almaktadır.

Biyolojik çeşitliliğin korunmasında sera etkisi yaratan gazların emisyonunun azaltılmasının önemi dikkate alındığında, 3. maddenin taraf olan ülkelerin sözleşmenin çerçevesi dışında söz konusu maddede de belirtildiği gibi sorumluluk ilkesiyle yükümlü tutulmalarının uygulanabilirlik açısından oldukça tartışmalı bir durum olduğu açıktır. 85 Diğer taraftan, bu noktada ortaya çıkan bir diğer önemli konu, aslında doğa varlıklarının uluslararası sözleşmeler ile mülkiyet konusu haline getirilmesidir. Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi’nin eki niteliğindeki “Cartagena Biyogüvenlik Protokolü”, bu konuda hukuksal düzenlemeler içermekte, biyolojik çeşitliliğin korunmasını Neoliberal politikalar çerçevesinde özel mülkiyet haline getirerek sağlamaya çalışmaktadır. Bu ise, iklimin piyasa mekanizmalarıyla

83Pallemaerts, “International Law.” ,Çeviri: Duru, “Stockholm'den Rio'ya”, s. 619.

84 Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi

85 Pallemaerts, “International Law.” ,Çeviri: Duru, “Stockholm'den Rio'ya”, s. 619.

korunması konusunda yukarıda belirtilen politika ile benzerlik ve bütünlük oluşturmaktadır.

IPCC 2007 Yılı Raporu’nda, iklim değişiminin etkileri ortaya konulurken, artan kuraklık ile tarım ve orman alanlarının daraldığı, biyoçeşitlilik kaybının hızlandığı ifade edilmektedir. Raporda, iklim değişiminin doğa ve insan çevresi üzerindeki etkileri konusunda 1970’li yıllardan bu yana elde edilmiş olan veriler ışığında değerlendirilen, 2001 yılından bu yana artarak devam eden bölgesel sıcaklık değişimlerinin, birçok fiziksel ve biyolojik sistemi etkilediğinin kesinleştiği bildirilmiştir. Yine bu raporda, kıtalar ve okyanuslardaki doğal dengelerin değiştiği belirtilerek, ekosistemlerin yaşam döngülerinin bu durumdan büyük ölçüde etkilendiği ve birçok türün yok olma tehdidiyle karşı karşıya olduğu ifade edilmektedir. Tüm bu saptamalar, biyolojik çeşitliliğin korunmasında iklim değişiminin etkilerinin dikkate alınmasının gerekliliğini bir kere daha ortaya koymaktadır. Biyoçeşitlilik kaybının önlenmesi ile iklim değişikliğinin durdurulması faaliyetlerinin eşgüdümlü olarak yürütülmesi, sorunun çözümünde etkili olacaktır.

Bu çerçevede, iklim değişimine neden olan sera gazlarının azaltımının biyolojik çeşitliliğin korunmasındaki önemi dikkate alındığında, Neoliberal politikalar çerçevesinde iklim değişiminin önlenmesi için önerilen piyasa tabanlı araçların etkinliğinin araştırılması önemli bir konu olarak karşımıza çıkmaktadır.