• Sonuç bulunamadı

Bir varlığı ve bir hareketi tasvir eden formeller

3. MASAL DİLİ İLE SEMBOLİK DİL ARASINDAKİ İLGİ

3.1. Bağlayıcı Formeller

3.1.3. Bir varlığı ve bir hareketi tasvir eden formeller

Anlatıcı bir olayı ya da bir hareketi tasvir ederken formel ifadelerden yararlanır. Burada kullandığı tasvir ifadeleri genellikle bilinen, halk tarafından kullanılan benzetme ifadelerinden oluşur. Anlatıcı olayları anlatırken iç kafiyeli söyleyişlere yer verir. Bu söyleyişler masala ahenk katar. Bu ifadeler sayesinde dinleyicilerin masal dünyasında gezintileri daha zevkli hale gelir. Anlatıcı bu formel ifadelere kültürel pek çok özelliği yansıtır.

*“Doğan aya, sen doğma ben doğayım, çıkan güneşe sen çıkma ben çıkayım

dercesine yakışıklıdır.” (Seyidoğlu, 1999: 27). Bu formel ifadede sevgilinin güzelliği

mübalağa edilerek anlatılmıştır. Ay ve güneş parlaktır. Etrafı aydınlatır. Sevgilinin yüzü de âşık için ay, güneş kadar güzeldir, âşığın içini aydınlatır. Onu gören âşığın gecesi gündüz olur. Divan şiirinde de sıkça rastladığımız sevgilinin aya benzetilmesi durumu ayın parlak, ulaşılmaz olmasıyla ve ışığının nur olarak telâkki edilmesiyle ilgilidir. Ay ışığının nur ile ilişkisini âşığın gönlündeki hasret ateşiyle de ilişkilendirebiliriz. Âşık için sevgili ulaşılmazdır; tıpkı ay ve güneş gibi. Âşık gönlünde ayrılığın ateşini daima taşır.

Ayın parlaklığı, ışığı ve aydınlatıcı özelliği Peygamber (SAV) efendimizin güzelliğiyle de ilişkilendirilmiştir. Peygamberimizin nurlu yüzü çoğu kez aya benzetilmiştir. Küçüklüğümüzden beri özellikle dolunay halindeki ayı gördüğümüzde “Ayı gördüm nuru gördüm, Hz. Muhammed Mustafa nuru gördüm.” sözlerini söylememiz gerektiği öğretilmiştir. Ayın, Peygamberimizle ilişkilendirilmesi yalnızca fizikî bir güzelliğin ifadesiyle sınırlı kalmamıştır. Peygamberimiz bilgisiyle de etrafını aydınlatmıştır. O karanlığı aydınlatan bir ışık olmuştur. Peygamberimiz (SAV) insanları daima ilme ve bilgiye sevk eder ve “İlim mü’min’in yitik malıdır. Onu nerede bulursa

alsın” buyurur. (www.sorularlaislamiyet.com). Peygamberimizin bu aydınlatıcı yönü o dönem yaşayan insanlarca da ay ışığına benzetilmiştir. “Ay doğdu üzerimize” diye başlayan ve pek çoğumuzun bildiği ilahi aslında hicret ilahisidir. Hz Muhammed Mekke’den Medine’ye hicret ederken Peygamberimizi bu ilahiyle karşılamışlardır. Peygamberimizin aydınlatıcı yönü bu şekilde ifade edilmiştir.

Aşağıdaki iki örnek formel ifade de ayın parlak, aydınlatıcı yönü ile sevgilinin güzelliği arasında benzerlik kurulmuştur.

*“Anneciğim sana ayın on beşi kadar güzel bir gelin getirdim.” (Seyidoğlu, 1999:115).

*“Öyle bir peri kızı ki, doğan aya sen doğma ben doğayım, çalan güneşe sen çalma ben çalayım dercesine güzeldir.” (Seyidoğlu, 1999: 124).

*“Günün birinde eli elinde, eteği belinde bir derviş gelir.” (Seyidoğlu, 1999: 51). *“Kızlar, elini eline eteğini beline, sekerek, dökerek, ökçelerini büzüklerine değerek bağa giderler. (Sakaoğlu, 2002: 468).

*“Lâle sümbül biçerek, tütün gahve içerek, gediyor.” (Şimşek, 2001: 68). Bu formel ifade bir mutluluk tablosu çizer gibidir. Tütün kahve içmek bir keyif halidir. Yine lale, sümbül biçmek yani çiçek toplamak da mutluluğun, sevginin göstergesidir. Bu formel sevgi, mutluluk ifadeleri kullanılmadan böyle bir hal anlatılmıştır. Çiçek toplaya toplaya, tütün kahve içerek yapılan yolculuk istenilen bir yere gitmeyi ifade eder. Anlatıcı kahramanın bu zevkli yolculuğunu düz bir anlatımla dile getirmek yerine eğlenceli bir söyleyişle ifade etmiştir. Bu eğlenceli söyleyişle masala renk katmıştır.

*“Eli kınalı da yüzü peçeli” bu formel kültürel pek çok özelliğimizi yansıtan bir ifadedir. Bu formelde kına üzerinde durmamız gerekir. Kına konusu geleneksel kültürümüzde büyük bir yer tutar. Mehmet Yardımcı, Geleneksel Kültürümüzde ve Aşıkların Dilinde Kına adlı çalışmasında bize bu konuyla ilgili geniş bilgiler verir. Eli kınalı da yüzü peçeli formelinde ilk göze çarpan özellik kına yakma geleneğidir. Kına yakma geleneği Türk kültüründe geçmişten günümüze gelen geleneklerden biridir. Kültürümüzde kına üç şey için yakılır. Bunlardan birincisi Allah yolunda kesilecek kurbana kına yakmaktır. Bu geleneğin oluşmasında Hz. İbrahim’in oğlu İsmail’i kurban edecekken gökten kınalı bir koçun indirilmesi etkili olmuştur. İkinci olarak kına askere giden gençlerin ellerine ya da başlarına yakılır. Bu geleneğin nedenini Çanakkale savaşında Kınalı Ali’ye gelen mektupla açıklayabiliriz:

“Üst teğmen Faruk cepheye yeni gelen askerleri kontrol ediyor bir taraftan da onlarla laflıyordu nerelisin gibi sorular soruyordu. Bir ara saçının ortası sararmış bir çocuk gördü.

-Adın ne senin evladım? -Ali

-Nerelisin? -Tokat Zilede'nim

-Peki evladım bu kafanın hali ne?

-Anam cepheye gelirken kına yaktı komutanım. -Neden?

-Bilmiyorum komutanım. -Peki gidebilirsin Kınalı Ali

O günden sonra herkes ona Kınalı Ali der. Herkes kafasındaki kınayla dalga geçer. Kısa sürede cana yakın ve cesur tavırlarıyla tüm arkadaşlarının sevgisini kazanır. Bir gün ailesine mektup yazmak ister. Ali’nin okuma yazması da yoktur arkadaşlarından yardım ister ve hep beraber başlarlar yazmaya. Ali söyler arkadaşları yazar: ‘Sevgili anne babacım ellerinizden öperim ben burada çok iyiyim beni merak etmeyin...’ Kız kardeşini kendinden bir küçük erkek kardeşini sorar köyündekilerin burnunda tüttüğünü yazdırır. Kendilerini merak etmemesini kendileri var oldukça düşmanın bir adım bile ilerleyemeyeceğini yazdırır. Gururla mektubu bitirir neden sonra aklına gelir ve yazının sonuna anasına not düşer (Ali’nin kendisinden hemen sonra askere gelecek bir kardeşi daha vardır) ‘Anacığım kafama kına yaktın burada komutanlarım ve arkadaşlarım benle hep dalga geçtiler sakın kardeşim Ahmet'e de yakma onla da dalga geçmesinler ellerinden öptüm...’

Aradan zaman geçer. İngilizler kati netice almak için tüm güçleriyle Gelibolu'ya yüklenirler. Bu cepheyi savunan erlerimiz teker teker şehit düşerler. Bunlara takviye olarak giden yedek kuvvetlerde yeterli olmamış, onların sayıları da epey azalır, Gelibolu düşmek üzeredir. Kınalı Ali'nin komutanı da olayı görüp yerinde duramaz. Kendisinin bölüğü henüz sıcak temasa hazır değildir. Onlar yeni gelmiştir. Komutanların bu düşünceli halini gören ve durumun vehametini bilen Kınalı Ali’ve arkadaşları komutanlarına yalvar yakar oraya gitmek istediklerini söylerler. Komutanları onları ölüme gönderdiğini bile bile çaresiz gönderir. Kınalı Ali’nin bölüğünden kimse sağ kalmaz hepsi şehit olmuştur. Aradan zaman geçer.

Kınalı Ali’nin ailesine yazdığı mektubun yanıtı gelir. Komutanları buruk ve gözleri dolu dolu mektubu açıp okumaya karar verirler (Bu mektubun aslı Çanakkale Müzesi'nde sergilenmektedir.) Babası anlatır Ali’nin: ‘Oğlum Ali nasılsın, iyi misin? Gözlerinden öperim selam ederim. Öküzü sattık paranın yarısını sana, yarısını da cepheye gidecek kardeşine veriyoruz. Şimdi öküzün yerine tarlayı ben sürüyorum zaten artık zahireye de fazla ihtiyacımız olmadığı için yorulmuyorum da siz sakın bizi merak etmeyin bizi düşünmeyin" der, köyü, akrabalarını anlatır ve mektubu bitirir. ’Ali ananın da sana diyeceği bir şey var...’ ‘Oğlum Ali, yazmışsın ki kafamdaki kınayla dalga geçtiler kardeşime de yakma demişsin. Kardeşine de yaktım. Komutanlarına ve arkadaşlarına söyle seninle dalga geçmesinler. Biz de üç şeye kına yakarlar:

1- Gelinlik kıza; gitsin ailesine, çocuklarına kurban olsun diye... 2-Kurbanlık koça; Allah'a kurban olsun diye...

3- Askere giden yiğitlerimize; vatana kurban olsunlar diye...

Gözlerinden öper selam ederim. Allah'a emanet olun...’(Mektubu okuyan Ali’nin komutanı ve diğerleri hıçkıra hıçkıra ağlamaktadırlar.)” (www.turkoloji.cu.edu.tr).

Üçüncü olarak kına gelinlere yakılır. Geline kına yakma işlemi kına gecesi denilen bir kutlama şeklinde yapılır. Kına ilgili gelenek ve göreneklerimizi incelediğimizde çoğunun düğün gelenekleriyle ilgili olduğunu görürüz. Masal anlatıcısının kullandığı “eli kınalı da yüzü peçeli” formeli de bir gelin tasvirini anımsatmaktadır. Formelin devamındaki peçe ifadesini gelinlerin başlarına örttüğü örtü olarak düşünebiliriz. Pek çok yörede geçmişte geline peçe ya da çarşaf giydirilerek damadın evine geçirildiğine de rastlamaktayız. Türkülerimizde gelinin özelliklerinden bahsederken gelinin elinin kınalı olmasından bahsedilir.

Geline bak geline Kına yakmış eline Gelin kurban olayım

Senin tatlı diline şeklinde başlayan türkü gibi.

Kına kadınla erkeği birbirinden ayıran bir unsurdur. “Hz. Peygamber

(aleyhissalâtu vesselâm)'in herhangi bir kadının ellerinde kına izi olmayışını normal karşılamadığını belirtir. Hz. Âişe diğer bir rivâyette de Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in perde gerisinden kendisine uzatılan bir mektubu almak için elini uzattığı sırada, ‘Bu kadın eli mi erkek eli mi bilemiyorum’ diyerek mektubu almaksızın elini geri

çektiğini, uzatan kimsenin: ‘Kadın eli yâ Resûlallah’ demesi üzerine de: ‘Eğer kadın olsa idin tırnaklarını (kına ile) değiştirirdin’ cevabında bulunduğunu haber verir. Bununla kına yakmayı kastetmişti.” (www.fikirder.org). Bu anlamıyla kınanın bir işaret

olarak da kullanıldığını söyleyebiliriz.

“Üç gün oldu Huri buradan geçeli.” (Boratav, 2001: 12).

Yukarıda açıklamaya çalıştığımız bir varlığı, bir hareketi tasvir eden formel ifadelerin pek çoğunun altında kültürel izler bulunmaktadır. Anlatıcının kullandığı bu benzetmeler diğer edebi türlerde de görülebilir. Erman Artun, “Karacaoğlan’ın Şiirlerinin Kültür Kaynakları” adlı makalesinde bu durumu şöyle açıklar: “Türk

edebiyatı, İslamiyet öncesi Türk edebiyatı, divan edebiyatı, halk edebiyatı ve yeni Türk edebiyatı gibi farklı disiplinlere ayrılarak incelenmektedir. Ancak bu durum bazen karşılaştırmalı bir bakışla bakılmadığında, disiplinler arasındaki ortaklıkların ve benzerliklerin gözden kaçmasına neden olmaktadır. Bilindiği gibi edebiyatımız; İslamiyet öncesi inançlar, mitoloji, İslam kültürü ve tasavvuf, Arap ve Fars dili ve edebiyatları, halk hikâyeleri, menkabeler vb. ortak kültür kaynaklarından beslenmiştir. Bu nedenle çeşitli yönlerden ortaklık ve benzerlik kaçınılmaz olmuştur.” (Artun, 1995:

61). Divan ve halk şairleri aynı mazmunları, mecazları küçük değişikliklerle ortaklaşa kullanmışlardır. Örneğin sevgilinin yüzünün aya benzetilmesi hem divan şairlerince hem de halk şairlerince kullanılmıştır. Bu çoklu kullanım bazı benzetmeleri klişe sözler haline getirmiştir. Benzetmeler, mecazlar ve tasvirler kültürel zevki yansıtan önemli ifadelerdir. Bu yüzden bu ifadeleri yalnızca klişeleşmiş sözler, mecazlar olarak değerlendirmemeliyiz.