• Sonuç bulunamadı

3. MASAL DİLİ İLE SEMBOLİK DİL ARASINDAKİ İLGİ

2.3. Mizahî Özellikli Giriş Formelleri

2.3.4. Anam kaptı maşayı

Ateş ve ocak kültü Türk mitolojik sisteminde önemli bir yere sahiptir. Altaylı Şamanist Türk boylarında ateş için şöyle bir efsane anlatılmaktadır: “İlk insanlar meyve

ve otla beslendikleri için ateşe ihtiyaçları yoktu. Tanrı onlara et yemeklerini emir ettikten sonra ateşe ihtiyaç hasıl oldu. Ülgen gökten biri kara, biri ak iki taş getirdi. Kuru otları avucunda ezerek bir taşın üzerine koyup diğeriyle vurdu, otlar ateş aldı. Ülgen böylece ilk defa ateş yakmasını insanlara öğretip ‘ bu ateş atamın kudretinden taşa düşmüş ateştir’ dedi bundan dolayıdır ki Altaylılar’ da ve Yakutlar’ da ancak çakmak taşından elde edilen ateş kutlu sayılmaktadır.” (İnan, 1976: 42).

Tabii kuvvetlerden biri olan ateş bir kült haline gelmiştir. Ateşin kötülükleri temizlediğine inanılmış bu anlamda da çeşitli ritüeller de kullanılmıştır. “Şamanistler’in

inancına göre ateş her şeyi temizler, kötü ruhları kovar. VI. Yüzyılda Batı Gök Türk hakanına gelen Bizans elçilerini ateşler arasından geçirmişlerdi. Moğol saraylarında da bu âdet vardı. Bu tören elçilerle gelmesi muhtemel olan kötü ruhları kovmak için yapılırdı. Bu inancın izlerine Müslüman Türkler’ de de rastlıyoruz. Başkurtlar ve Kazaklar bir yağlı paçavrayı tutuşturup hastanın çevresinde ‘alas alas’ diye dolaştırırlar. Buna ‘alaslama’ derler. Bu kelime Anadolu Türkçesi’nde ‘alazlama’ şeklinde muhafaza edilmiştir, ateşte temizleme anlamını ifade eder. Alas kelimesi Altay şaman dualarında da çok geçer. Yakut oyun-kamları ateşle kötü ruhları kovmak için okudukları afsunlarda ‘alias, alias’ diye bağırırlar. Yakutça ‘alias’ta (= alazda) yanan paçavra ile âyin yaparak kötü ruhları kovmak demektir”. (İnan, 1976: 42). İnan’ ın

aktardığı bu âyinler ateşin kötü ruhları kovucu, temizleyici özelliğine inanıldığının açık göstergesidir. “Bizans kaynaklarına göre, Türk kağanı ziyarete gelen elçi, huzura

çıkmadan önce İrtiş’in başında iki ateş arasından geçirilmiş ve temizlenmiştir.”

(Kalafat, 1995: 62). Bugün çeşitli kültürlerde rastladığımız ölüyü yakarak gömme işleminin özünde de ateşin temizleyici gücüne duyulan inanç vardır. Kirli olan ceset yakılarak bir bakıma temizlenmiş olur.

Şaman ayinlerinde okunan çeşitli manzum dualar da aile ocağı kültü ile ocak kültünün birbirinden ayrılmadığı görülür. Bir şaman ayininde ateş ruhu şöyle takdis edilir: “Otuz dişli ateş anam, kırk dişli kayın anam, gündüzleri bizim için çalışıp

çabalıyorsun, karanlık gecelerde bizi (kötü ruhlardan) koruyorsun; gelenlerin başındasın; gidenlerin arkasındasın!... orağa benzeyen hilâl değişiyor, eski yıl gidiyor, yeni yıl geliyor. Ben de senin kurumuş ağzını (saçılarla) ıslatmağa geldim. Sen karanlık

gecelerde genç kızlar gibi saçlarını dalgalandırarak oynuyorsun, kırmızı ipekli kumaşlar sallayarak genç al kısrak üzerinde geziyorsun, aydın gecelerde masum çocuk suretine giriyorsun! Ulusun koruyucusu, sürülerimizin bekçisisin! Altın yapraklı mukaddes kayın ağacının gölgesinde dinleniyor Siyah yanaklı beyaz koç sana kurban olsun! Kuyruk yağının sağ yanından kesilip dokuz tane şişte kızartılmış yağlarla ağzını yağlıyorsun. Dokuz parça kırmızı ve beyaz şeritler, paçavralar seni süslüyor. Koyunun göğsü sana kurban olsun! Elbisen hakanlara zırhtır. Kızıl boya ile boyanmış kiş (bir hayvan) tırnakları sana süs olsun! Koyun göğsü kurban olsun! Mukaddes Ay’ ın adiyle sağılan ak ineğin sütü sana saçı olsun, altmış tane saç örgüsü arkanda, elli tane saç örgüsü omuzlarındadır. Önünde Abakan ırmağı, arkanda Yenisey ırmağı kıvrıla kıvrıla akıyor. Eteklerinde sıra dağlar uzanıyor, damarlarında büyük ırmaklar akıyor…”

(İnan, 1976: 44). İnan tarafından aktarılan bu şaman duası şaman inancında ateşe çeşitli kurbanlar ve saçılar verildiğini göstermektedir. Şamanistlerin yaptıkları törenlerde ateşin bulunması ve hangi ruh için kesilmiş olursa olsun kurbanın bir parçasının önce ateş ruhuna sunulması kaynakların bize verdiği bilgiler arasındadır.

Ateş, Türk kültüründe bir fal unsuru olarak da kullanılmıştır. Ateşe bakıp kehanetlerde bulunmak eski bir görenektir. Bu görenekle ilgili olarak İnan, eski bir Arap müellifinin şu sözlerini aktarır: “Türkler’ in büyük hükümdarlarının muayyen bir

günü vardır ki, o gün kendisi için büyük bir ateş yakılır. Bu ateşe kurban sunulur ve dualar okunur. Bu ateşin üzerinde büyük alevler yükselir. Bu alev yeşilimsi renkte olursa bereketli yağmur ve iyi mahsul olacaktır; kırmızı renkte olursa savaş olacaktır; sarı olursa hastalık ve salgın olacaktır; siyah olursa hükümdarın ölümünü yahut uzak yolculuğunu gösterir.” (İnan, 1976: 42-43). Ateşin gelecekten haber verme özelliğine

Yakutlar da inanır. Yakutlar ocağın külünün oynamasını ailede bir çocuğun olacağına yorumlarlar. Ayrıca bir şey düşünülürken ateş ıslık çalarsa o şeyin olmayacağını düşünürler. (İnan, 1976: 43).

Türkler, od ve ocak iyesine bir saygı işareti olarak üstüne pis, kötü şeyler atmaz bundan sakınırlardı. Bir bereket kaynağı ve hayat kaynağı olarak düşündükleri ateşi ocaktan dışarı vermeyi uğursuzluk sayar ve başka boydan kişilere ateş vermezlerdi. (Kalafat, 1995: 61).

“… ateş veya ocak kültünün başlıca fonksiyonu insanları, onların ailelerini beladan, hastalıktan korumak, hayvanların artışını ve evin bereketini sağlamaktır. Oldukça yaygın inanç sistemine giren ve başlangıçta Mitolojik Ana sisteminden çıkan

ve bu nedenle de çoğu kez Umay’ la, kayın ağacıyla beraber anılan ateş, mitolojik şuurun sonraki merhalesinde kadın tipinden erkek tipine geçmiştir. Her evdeki ocak ve ocaktaki ateş hamisiyle beraber, eski Türkler tanrı kadar güçlü ve etkili olan genel ateş ruhunun varlığını da kabul ederler.” (Bayat, 2007: 116). Masal anlatıcısının maşayı

kadının eline verme sebebini anlamak için öncelikle ateş-ocak kültündeki kadın unsurunu göz ardı etmemek gerekir.

Maşa, ateş karıştırılmak için kullanılan bir alettir. Bu alettin kökleri madencilik ve maden eritme kültürü üzerine dayanmaktadır. Göktürk Destanı’nda Türklerin maden dağı eritmek için yetmiş körüğü kurması demircilik sanatının ne kadar eski olduğunu gösterir.

Maşa-ateş-yuva-anne kelimelerinin birbiriyle ilişkili olduğunu düşünebiliriz. Eski çağlarda ocak kelimesinin bir anlamının aile, soy, nesil olması bu ilişkiyi gösterir. Masal anlatıcısı da bu ilişkiden haberdar olduğu için annenin eline maşayı vermiş olmalıdır.

Ersoy, ocak ile aile ilişkisini ilgili “… Evet, yuva mukaddestir; çünkü aile

birliğinin oluştuğu bir mekândır; ancak ona bu kutsallığı sağlayan başka bir olay vardır ki, o da ateştir. Zira bu yuva içinde ateşin bir ocak içinde sürekli yandığı sadece bir (oda) bulunur. Ve o konutun en uzun süre oturulan yeri olur. sözcük olarak oda, od’ dan türemiştir; od ise farsça ateş demektir. O halde ateş aile yuvasını bu yönden bir kat daha kutsal kılmakta ve bu yaklaşım içinde, ibadet düzeyinde olmasa da, kutsallık ve saygınlık sınırının korunduğu izlenimini vermektedir. Ocak sözcüğünün, kavram olarak, aile yuvası anlamına geldiğini kanıtlayan bazı özdeyişler kullanılıyor; Örneğin, ‘Ocağın yıkılsın’, evin barkın yıkılsın demektir. Aşağı yukarı bu anlamı içeren başkaları da var; ‘ Ocağın sönsün’ ve ya ‘Ocağına incir ağacı dikerim…’ gibi. Ateşin gerçek niteliğinden kaynaklanan başka deyimlerden bazıları ; ‘ateş basmak, ateş püskürmek, ateşli olmak, ateş bahasına’… dır.” (Ersoy; 1990: 126), ifadeleriyle açıklar.

“Ata ocağı, baba ocağı” gibi sözlerimiz bizim eski inanışlarımızın bir yansımasıdır. Türk kültüründe aile çok önemli bir toplumsal yapıdır ve ocağın devamı esastır. “Ocağın devamı da ayrı bir önem taşıyordu. ‘Ocağın sönmesi’ ailenin bitmesi

demektir. Anadolu’da, ‘ya evlad bir, ya ocak kör’ atasözünde, bir evladın yok ise Ocağın kör denmek isteniyordu. ‘odsuz, ocaksız’ sözleri de, hem yoksulluğu ve hem de yuvasız ailesiz olmayı anlatan atasözleriydi.” (Ögel, 1995: 502). Bahaeddin Ögel, bizi

ilgili olduğunu düşündüğümüz, evlenen çocukların baba ocağından ateş götürmesi ve eski evden yeni eve ateş götürme uygulamalarıdır. “… Eski evdeki eski ateşi, yeni eve

taşıyorlardı. Ailenin en büyüğü, eski ateşin korlarını, bir kürek içine koyuyor ve yeni evin ocağına koyup, yeni bir ateş yakıyordu. Bundan sonra da, ‘Ateş- Ana’ için, bir dua söylüyorlardı. Kardeşler evlenip, ayrıldıkları zaman da, en küçük oğul, eski ateşin sahibi

oluyordu.” (Ögel, 1995: 504). Daha ilginç bir uygulama ise evlenen çocukların baba ocağından ateş götürmesidir. Bu gelenekler, uygulamalar düşünüldüğünde, masal anlatıcısının annesinin eline neden maşayı verdiği daha iyi anlaşılmaktadır. Yuvayı dişi kuşun yapması misali gibi, ocağın ateşini sürdüren de annedir. Anne, tuttuğu maşayla ocağına ateşi taşır, böylelikle ocağı hep var olur.

“Ocakta ateşin tütmesi, ailenin mevcutluğuna, evrenin düzenine işarettir. Bu

nedenledir ki bugün de Türkler arasında ‘ocağı yanmak’ ifadesi ailenin var olmasına, işlerin yolunda gitmesine, aile uzuvlarının refahına, ‘ocağın sönmek’ veya ‘ocağın batmak’ deyimi de ailenin mahvolmasına veya büyük bir felakete eşdeğer anlamda kullanılır. Hatta Şamanın, ölen insanın ruhunu öteki dünyaya yolcu etme ritüellinden sonra, evlerine dağılan akrabalar, gitmeden önce ocaktaki ateşi söndürürler ki ölen kişi, ailesi, ocağı ve soyu ile alakasını bir defalık kopartmış olsun. Bugün dilde deyim şeklinde kalan ‘ocağı sönmek’ veya kargış şeklinde ‘ocağı sönsün’ ifadesi Şamanlık uygulamasının bir kalıntısıdır.” (Bayat, 2007: 122). Bu anlamlarıyla ateş veya ocak

bağlayıcı ve bir araya getirici fonksiyonlarıyla düşünülmüştür. Ailenin varlığını, devamını simgeleyen ocağın koruma işi ise ailenin küçük oğluna verilmiştir. “Büyük

kardeş evlenince baba ocağından ayrılır, yeni ocak kurar. Baba ocağı, küçük kardeşe kalır ve ona da ateş bekçisi denilir.” (Bayat, 2007: 121). Ocağın koruyuculuğunu

üzerine alan küçük kardeşe Od Tigin denilir. Küçük kardeşin ocağın koruyuculuğunu üstlenmesi masallarımızda da sıkça karşımıza çıkar. Pek çok masalımızda en küçük kardeş aklı, yiğitliği sembolize eder. Belki de küçük kardeş sembolize ettiği bu değerleri geçmişteki ocağın koruyuculuğu fonksiyonundan almıştır.

* “Evvel zaman içinde kalbur saman içinde deve tellal iken, eşek mühürdar iken, ben babamın beşiğini tıngır mıngır sallar iken, babam düştü beşikten, annem aldı maşayı babam aldı meşeyi, beni tıngır mıngır dövdüler ben o zaman hiç yoktum. (Boratav, 2001: 126).

*“Bir varmış bir yokmuş, evvel zaman içinde kalbur saman içinde, deve tellal iken, eşek mühürdar iken, ben babamın beşiğini tıngır mıngır sallar iken, babam düştü

beşikten annem aldı maşayı babam aldı meşeyi, beni tıngır mıngır dövdüler ben o zaman hiç yoktum. (Boratav, 2001: 128).

Bu formel ifadede üzerinde durmamız gereken bir başka husus da maşanın bir mutfak aracı olmasıdır. Maşa ev eşyasıdır. Ev ile ilgili unsurlardan sorumlu olan aile bireyi ise annedir. Anlatıcı maşayı evin düzenini sağlayan anneye vermiştir. Bu formel ifadenin devamında ise babaya ya asayı ya da meşeyi vererek aile bireylerini görevlerine göre uygun nesnelerle ilişkilendirmiştir. Odunu getiren, ateşi ilk getiren erkek olsa da dumanı tüttüren, sürekliliği sağlayan kadındır. Bu bağlamda masal anlatıcılarının da kadın olduğunu düşünürsek masalların devamını yani kültürel dokunun sürekliliğini sağlayan yine kadındır.

Masal anlatıcısı mizahi görünen bu tekerlemede maşayı annenin eline vererek yukarıda bahsettiğimiz pek çok kültürel özelliğin gelecek kuşaklara aktarımını sağlamıştır.

Bu formel ifade babam kaptı asayı, babam kaptı meşeyi, babam kaptı sopayı vb. şekillerde devam ettirilir. Anlatıcının annenin eline maşayı vermesinin çeşitli sebeplerinin olduğunu düşündüğümüz gibi babanın eline asa, sopa, meşe vs. vermesinin de çeşitli nedenlerinin olduğunu düşünüyoruz. Bu yüzden bu formel ifadeyi de mizahi formellerin bir alt başlığı olarak ele aldık.