• Sonuç bulunamadı

C. Bilimsel Devrim ve Etkileri

1. Bilimsel Devrimden Önce

Yukarıdaki kısımda, Sanayi Devrimine kadar gerçekleşen belli başlı teknolojik gelişmelere değinilirken; bu kısımda, ilk bilimsel devrime kadar insanlığın bilimsel alandaki ilerlemesinin kronolojik bir özetini sunmaya çalışacağız.

a. Antik Çağda Bilim

Din ve astronomi modellerinin (bazı Antik Yunan düşünürleri hariç) 17. yüzyıla kadar bir ve aynı şey olması, eski çağların rahiplerini ilk bilim insanları olarak kabul etmemize yol açmaktadır. Henüz bilim ve teknoloji ile kozmoloji ve teoloji birbirinden ayrılmamaktadır. Ta ki 15. ve 16. yüzyıl Avrupa’sına kadar. Avrupa’da ortaya çıkan Bilimsel Devrim, temelde yerküre merkezli bakış açısından güneş merkezli yaklaşıma geçiş olarak tanımlanabilir ve böylece teoloji ile bilim de ayrışmaya başlayacaktır (Türkcan, 2009: 256).

Antik Yunan’da ortaya çıkan ve sonrasında Bilimsel Devrime kadar yer altına gömülen bilimsel nüveler, pek tabii ki mucizevî bir gelişme değildir. Antik Yunan; Mısır, Mezopotamya ve benzeri uygarlıkların birikimini yeniden canlandırmıştır. Antik Yunan’da bilimi şu tarihsel aşamalarda izleyebiliriz (Bernal, 2008: 175–176):

29

18. yüzyılın en ünlü İngiliz şairlerinden biri olan A.Pope (1688–1744)’un Newton üzerine yazdığı şiirin Türkçesi şöyledir: “Doğa ve doğanın yasaları karanlıkta saklıydı / Tanrı dedi ki, “Newton’u yarattım” ve her taraf ışıdı.”

116

a) İlk bilimciler veya doğa filozofları dönemi (MÖ 600–480): İyonya (Batı Anadolu) Dönemi, Milet Okulu.

b) Sokrates, Platon, Aristotales’i ve Epikürcü ve Stoacı filozofları kapsayan klasik veya Altın Çağ (MÖ 480–330)

c) Büyük İskender’in büyüttüğü imparatorluğun, Yunan kültürünü eski Asya kültürleri ile tanıştırdığı Helenistik Dönem (MÖ 330–100): Öklides ve Arkimedes, dönemin önemli filozof/bilimcileridir.

d) Hıristiyanlığın doğmasına da yol açan, akılcı olamayan akımların güç kazandığı Greko-Romen Dönemi (MÖ 100 – MS 500): Bu dönemde Yunan biliminin bütünlük ve niteliği bozulmuş, bilim ve felsefe çok uzun sürecek bir karanlığa gömülmüştür.

Seküler doğa bilimleri (fizyoloji) Batı Anadolu’da (İyonya’da) doğmuştur. Birçok uygarlığın ve topluluğun tarihsel birikimine ve aynı anda bir arada yaşama kültürüne sahip olan bu topraklar, aynı zamanda deniz ve kervan yollarının kesiştiği en önemli ticaret merkezlerini de barındırmaktadır. Efes, Milet, Heraklios, Foça, İzmir, Kyme gibi limanlar, Asyalıları, Yunanlı, Finikeli ve Mısırlılarla kaynaştırmaktadır.

Milet [Miletos], dönemin en önemli kent-devletidir. Burasının ilk bilim merkezi olması da şaşırtıcı bir durum değildir. Thales (MÖ 624–546), dönemin ve kentin en önde gelen filozofu, matematikçisi ve siyasetçisidir (Ronan, 2003: 70–71). MÖ 560 yılında Thales, ilk kez bir güneş tutulmasının zamanını önceden saptamıştır. Bir güneş tutulmasının zamanını önceden saptayabilmek için en az 200 yıllık bir süreyi kapsayan gözlem sonuçlarına ihtiyaç vardır. Thales, Babilli astronomların yüzlerce yıllık gözlem sonuçlarını kullanmıştır (Bernal, 1995: 70). Bu durum, yukarıda söylediğimiz gibi İyonya’nın büyük bir kültürel birikime sahip olduğunun kanıtıdır. Thales, genelde ilk bilim insanı olarak kabul edilmektedir.

Dönemin ve İyonya’nın diğer önde gelen doğa felsefecileri/bilimcileri arasında Sisamlı Pisagoras, Rodoslu Kleobulos, Pireneli Bias, Midillili Pittakos, Miletli Anaksimandros, Miletli Anaksimenes, yine Miletli Leucippus, Hekataitos ile

117

Kadmos, Tenedoslu Kleostratos ve “her şeyin değiştiğini” söyleyen Efesli Heraklitos, atomcu Abderalı Demokritos ve Elealı Parmenides sayılabilir (Ronan, 2003: 72–90). Sokrates öncesi dönemin fizyologları akılcı, eleştirel, seküler/laik bir karaktere sahiptirler. Bu dönemin sonraki dönemlere de taşınan mirasını şöyle özetlemek mümkündür (Türkcan, 2009: 261–264):

i) Biçim değiştiren maddenin en temel elemanının yok edilemeyeceği düşüncesi.

ii) Deney ve gözlemler sayesinde, maddenin şekil değiştirmesinin nitelik değişikliğine yol açtığı anlaşılmıştır. (Buz – Su – Buhar).

iii) Bu değişim, maddenin seyreltilmesi veya yoğunlaştırılması yoluyla ortaya çıkmaktadır.

iv) Değişim ve hareketin gözlemlenmesi, bunun nedeninin metafizik değil, fiziksel olduğu düşüncesini getirmiştir.

v) Uzayın sonsuz olduğu kabul edilmiştir.

vi) Bizim dünyamız gibi pek çok dünyanın var olabileceği kabul edilmiştir. vii) Canlıların gelişmesindeki evrimsel niteliğin bir parçası olarak hata veya bozukluk kavramı, Anaksimandros tarafından ilk kez ortaya atılmıştır.

viii) Hipokrates, doğanın iyileştirici gücünü ortaya çıkararak canlı organizmaların kendini onardığına dair temel biyoloji doktrinini başlatmıştır.

Yunan biliminin Altın Çağı, Sokrates (MÖ 470–399) ile başlar. Sokrates, resmî ideolojiye aykırı düştüğü için idam edilen ilk düşünürdür. Öğrencisi olan Platon (MÖ 429–347), Atina’da kurduğu Akademia30

okulunda 40 yıl boyunca ders vermiş ve bu dersler sayesinde kendi bilim teorisini geliştirmiştir. Saf matematik olarak nitelediği geometri ile yoğun olarak ilgilenmiştir. Tüm evreni matematiksel açıdan ele alma ve açıklama çabası yüzünden bir ölçüde kendisini kısıtlamış olmakla birlikte, bu bilimin yayılmasına çok önemli katkılarda bulunmuştur (Bernal, 1995: 92). Gözlem ve deneye inanmamaktadır. Platon’a göre duyulan, görülen, algılanan her şey görünüşte vardır. Asıl gerçek bir ideadır ve değişmezdir. Bu yaklaşım, ileride

30

Adını Platon’un dersler verdiği Akademos Bahçesi’nden alır. Okulun bahçe kapısında “matematik bilmeyenler girmesin” yazmaktadır. İlk bilim okulu olan Akademia, 916 yıl boyunca açık kalmış, MS 529’da İmparator Justinyen tarafından kapatılmıştır. Bu olay, Greko-Romen bilim ve düşüncesinin sonu olmuştur (Türkcan, 2009: 264–265).

118

Katolik Kilisesi’ni derinden etkileyecek ve Platoncu düşünce idealizmin temeli sayılacaktır. Bilimsel Devrim, esasta bu düşünceyi yıkmaya çalışacaktır.

Platon’un öğrencisi olan Aristotales (MÖ 384–322); Büyük İskender’in üç yıl hocalığını yapmış, Akademia’ya karşı Assos’ta Lyceum31

[Lykeion] okulunu kurmuştur. İlk büyük ansiklopedist olarak anılır. Fizik, mantık, biyoloji, siyaset gibi birçok alanla ilgilenmiştir. Fizik ve metafizikle aynı oranda uğraşmıştır. Dünya merkezli, küresel ve sınırları olan fizikî bir evren tanımlamıştır (Ronan, 2003: 104– 112). Çok sayıdaki eseri ve kapsamlı bilimsel sınıflamalarıyla tüm Ortaçağın Doğu ve Batı düşüncesini, Rönesans’ı ve hatta modern çağı derinden etkilemiştir. Bilimsel Devrimin Aristotales’in öğretilerine karşı bir başkaldırı olarak başladığını söylemek mümkündür.

Aristotales’in MÖ 322’de ölümüyle Yunan Altın Çağı sona ermiştir. Helen İmparatorluğu’nu kuran Büyük İskender’in de MÖ 323’te ölümüyle yeni bir dönem başlamıştır. İmparatorluk üç general arasında paylaşılmıştır. Mısır’ı yöneten Ptolemeus Soter; İskender adına kurulan kenti tamamlamış (İskenderiye) ve buraya büyük bir kütüphane yaptırmıştır. Devletin kurup desteklediği İskenderiye Kütüphanesi, dinî bir kurum değil, aynı zamanda bir araştırma enstitüsüdür. Burada 100 kadar araştırmacı çalışmakta ve 500 bin civarında kitap bulunmaktadır.32

Bu büyük bilim merkezinde Helenistik Dönemin önemli isimleri Öklides, Arkimedes, Claudius Ptolemeus (Batlamyus) gibileri çalışmışlardır. Bir yandan şairler, oyun yazarları, ressamlar ve heykeltıraşlar; diğer yandan da felsefe ve astronomi gibi alanlarla uğraşan düşünürler bu merkezde ürünler vermişlerdir. İskenderiye Kütüphanesi’nin sanata ve bilimi yaptığı büyük katkılar, Roma İmparatorluğu’nun burayı yerle bir etmesine kadar sürmüştür.

31 Lykeion MÖ 335’te kurulmuştur. Akademia, bugünkü lisansüstü eğitime karşılık gelebilir. Lykeion

ise, devletten yardım alan ve çok sayıda araştırmacının çalıştığı bir araştırma enstitüsü niteliğindedir. Öğrenciler, çeşitli taşları ve mineralleri inceliyor, rüzgâr vb. doğal olguları gözlemliyor ve biyoloji, kimya gibi alanlarda öğrenim görüyorlardı. Bunu yanı sıra toplumsal konularda da araştırmalar yapılıyordu. 258 kentin anayasaları bir araya getirilip oldukça kapsamlı karşılaştırmalı araştırmalar yürütülmüştür (Bernal, 1995: 94).

32 Dönemin bir diğer önemli araştırma ve eğitim merkezi olan Bergama’da [Pergamum] kurulan

119

Helenistik Dönemin en büyük düşünürlerinden Öklides (MÖ 330–260), geometri alanındaki çok önemli çalışmalarını “Elementler” adlı kitabında toplamıştır. Bu kitap, yakın zamanlara kadar geometri eğitiminin temelini oluşturmuştur. Kitabın Batı dünyası üzerindeki etkisi çok büyük olmuştur; öyle ki Newton’un en çok yararlandığı kaynak olarak bilinmektedir. Diğer taraftan Batlamyus’un (MS II. Yüzyıl) “Matematik Derleme” [Almagest] adlı eseri, 17. yüzyıla kadar matematiksel astronominin başucu kitabı olarak kullanılmıştır. Modern astronominin kurucuları Kopernik ve Kepler de bu kitaptan fazlasıyla yararlanmışlardır (Ronan, 2003: 119– 135). Dönemin diğer bir büyük düşünürü Arşimet [Arkimedes] (MÖ 287–212), hidrostatik, akışkanlar fiziği ve mekanik alanlarında çok sayıda kitap yazmıştır. “Bana bir destek verin, dünyayı yerinden oynatayım” diyen büyük düşünür, değişik biçimlerdeki cisimlerde denge konusunu araştırmış ve ağırlık merkezi kavramını ilk kez ortaya koymuştur.

Greko-Romen Dönemde, Eski Yunan’ın bilimsel birikimi yavaş yavaş kaybolmuş ve Rönesans’a kadar da Avrupa’da bilim karanlık dönemini sürmüştür. 12. yüzyıldan itibaren Eski Yunan biliminin yeniden öğrenilmeye başlanmasıyla Avrupa’da Bilimsel Devrime giden yola da girilmiş olacaktır. Bilimsel Devrimin temel kaynaklarının Eski Yunan’da yazılan eserler olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır.

b. Ortaçağda Bilim

Greko-Romen dönemden beri Avrupa’nın içinde bulunduğu karanlık çağ, 12. yüzyılın ilk çeyreğinde yavaş yavaş son bulmaya başlamıştır. MS 8. ve 12. yüzyıllar arasında, İslam uygarlığı bilimdeki ileri kanadı oluşturmaktadır. Ortaçağda Avrupa’daki ilk hareketlenme, eski eserlerin çevrilmeye başlanmasıdır.

Bir kısmı Hıristiyan keşişler tarafından Latince ve Yunanca’dan çevrilen eserlerin çoğu Müslüman ve Yahudi bilim insanları tarafından Yunanca ve Arapça’dan Batı dillerine kazandırılmıştır. Böylece Batı, geçmişini yabancılardan yeniden öğrenmeye başlamıştır. Bu, aynı zamanda Rönesans’ın da başlangıcıdır

120

(Türkcan, 2009: 269). Aşağıdaki tabloda bu dönemde Yunanca ve Arapça’dan Batı dillerine çevrilen ilk eserler görülmektedir. Gerek Eski Yunan biliminin ilk kaynaklardan, gerekse de İslâm uygarlığının en gelişmiş örneklerinden (ayını zamanda İslâm uygarlığının bilime yaptığı katkıların) öğrenilmeye başlanması, Avrupa’da yeni bir dönemin başlangıcının işaretidir.

Tablo 9: İlk Çeviriler

Yazar Alan Tarih Dil

Hippokrates ve okulu (MÖ 5. ve 4. yy.)

Farklı alanlar 12.yy. Yunanca

Aristotales (MÖ 384–322) Meteoroloji, Fizik, Biyoloji 12.yy. Yunanca

Öklit (MÖ 330–260) “Elemetler”, Optik 12.yy. Yunanca

Arşimet (MÖ 287–212) Dairenin ölçümü 12.yy. Yunanca

Batlamyus (MS II. Yüzyıl) Optik 1154 Yunanca

Harezmî (9. Yüzyıl) Aritmetik, Trigonometri, Cebir 1126 Arapça

Râzî (10. Yüzyıl) Kimya 12.yy. Arapça

İbnülheysem (965–1037) Optik 12.yy. Arapça

İbnî Sina 8980–1037) Fizik, Felsefe 12.yy. Arapça

İbnî Rüşt (1126–1198) Aristotales yorumları 13.yy. Arapça

Kaynak: Gimpel, 2004: 172–173.

Ortaçağda biçimsel ve felsefî mantık alanlarında Avrupa toplumlarına öncülük etmiş olan P. Abelard (1079–1142), genellikle Avrupalı ilk aydın olarak görülmektedir. Abelard’a göre, gerçeğe ancak sorgulama yöntemiyle varılabilir. 1122 yılında yayımlanan “Sic et Non” (Evet ve Hayır) adlı eserinde, yöntem üzerine ayrıntılı açıklamalar mevcuttur. Diyalektiği savunmaktadır. Amacı kuşku uyandırmak değil, kuşkulanarak sorgulamayı öğretmektir. Abelard ayrıca, bir gerçeğe ilişkin deneysel bilgi ile o gerçeğin nedenini içeren düşünsel bilgi arasındaki ayrımı açık bir biçimde sergilemiştir (Gimpel, 2004: 168–169).

12. ve 13. yüzyıllarda yaşanan en önemli gelişmelerden biri de ilk batı üniversitelerinin kurulmasıdır. Bunların ilki ve en önemlisi 1160 yılında kurulan Paris Üniversitesidir. Aynı tarihte kurulan bir diğer üniversite İtalya’daki Bologna Üniversitesidir. Ardından 1167 yılında Oxford, 1209 yılında Cambridge, 1222 yılında Padua, 1224 yılında Napoli, 1227 yılında Salamanca üniversiteleri

121

kurulmuştur. Daha geç zamanlarda da Prag (1337), Krakov (1364) ve Viyana (1367) üniversiteleri bunlara eklenmiştir (Bernal, 2008: 289).

Oxford Üniversitesi’nde, daha 13. yüzyılda deneysel bilimin filizlenmesini sağlayan kişi, Roger Bacon (1214–1292) olmuştur. Bu ilk filizlenme, 1277 yılında Kilisenin büyük bir hışmına uğramıştır. R.Bacon suçlanmış, bir dizi yasak getirilmiş ve Avrupa tekrar karanlık bir döneme girmiştir. 1315 ile 1317 yılları arasındaki korkunç kıtlığı, 1337 yılında başlayan Yüz Yıl Savaşları izlemiştir. 1347 ile 1350 yılları arasında ise, Batı uygarlığının o güne kadar gördüğü en ölümcül felaket yaşanmıştır. Veba salgını tüm Avrupa kırıp geçirmiştir. Avrupa’da salgın öncesi nüfus düzeyine, ancak yaklaşık 250 yıl sonra ulaşılabilmiştir (Gimpel, 2004: 178– 193).

14. ve 15. yüzyıllar boyunca savaşlarda bir azalma görüldü. Haçlı Seferleri, Osmanlı Devletinin güç kazanmasıyla önce gerilemeye başladı, ardından son buldu. Fakat iklimde meydana gelen değişmeler, yeni bir felaketin habersiydi. Ortalama sıcaklık düşmüş, yağışlar artmıştı. Yaklaşık 150 yıl boyunca bu ağır iklim koşulları altında verimsizleşen toprak, yoksulluk ve kıtlığın yayılmasına yol açmıştır.

Bu ağır koşullar, iklimin tekrar değişmesi ile tetiklenen tarım devrimi ile değişmeye başlamıştır. Tarım devriminin refahı artırması, kentlerin ortaya çıkması ve ticaretin gelişmesi, yeni üniversitelerin doğuşuna yol açmıştır. 1500’lerde Avrupa’da 70’in üzerinde üniversite bulunmaktaydı ve ağırlıklı olarak ilahiyat, tıp, doğa bilimi ve hukuk eğitimi verilmekteydi. Önceleri kiliselerin bir parçası olarak, sonraları loncalar şeklinde görece bağımsız olarak kurumsallaşan üniversiteler, Bilimsel Devrimin hazırlandığı mekânlar olmuşlardır. Özellikle Aristotales öğretisi, üniversitelerde eleştirel olarak öğretilmeye başlanmıştır. Aristotalesçi ve Aristotales karşıtı doktrinlerin benimsendiği, geliştirildiği ve pek tabii ki çatıştığı üniversitelerde Bilimsel Devrimin temel ilkeleri de bu diyalektiğin içinde yeşermektedir. Bir yandan Aristotalesçi-Batlamyusçu anlayışı aşmak gerekiyordu; bir yandan da eski bilim ve bilginler, anti tezlerini geliştirilmek üzere kavranması gereken bir çerçeveydi.

122

Rönesans’ta, 16. yüzyıl ortalarında artık yavaş yavaş ilahiyat ile doğa felsefesi (aynı anlama gelmek üzere doğa bilimi) birbirlerinden ayrışmaya başlamıştır.