• Sonuç bulunamadı

BİLİMSEL-LAİK DEMOKRATİK VE ANADİLİNDE EĞİTİM

Belgede tıklayınız. (sayfa 50-58)

EĞİTİMİN SORUNLARI VE ÖNERİLERİMİZ

A- BİLİMSEL-LAİK DEMOKRATİK VE ANADİLİNDE EĞİTİM

Eğitim Temel Bir İnsan Hakkıdır, Hiç Kimse Eğitim Hakkından Yoksun Bırakılamaz Dünyanın pek çok ülkesinde eğitim, tüm yurttaşlar için, insan olmaktan kaynaklı temel bir hak olarak kabul edilmektedir. Herkes; insan olduğu için, kendini geliştirme ve eğitim görme hakkına sahiptir. Uluslararası insan hakları belgelerinde bu durum açıkça ifade edilmiştir. Bu anlamda devlet, tüm yurttaşlarına ayrım gözetmeksizin eşit ve parasız olarak eğitim olanağı sağlamak zorundadır.

Eğitim süreçlerinin bilimsel bir temelde, gerçek anlamda laik bir anlayışla yürütülmesi nitelikli eğitimin vazgeçilmez ilkelerindendir. Eğitimin niteliği ile eğitim-öğretim hizmeti verenlerin niteliği ve çalışma koşulları arasında doğrudan bağ vardır. Eğitimin niteliğinin artırılması, eğitim hizmetlerinin düzenli ve sürekli bir şekilde yürütülmesi ile sağlanabilir. Bu durumun gerçekleşebilmesi öğretmenlerin, bilim emekçilerinin tam güvenceli ve kadrolu olarak istihdam edilmesi ile olanaklıdır.

Ancak Türkiye’ye baktığımızda, milyonlarca çocuk ve gencimiz için temel, kamusal bir hizmet olarak yürütülmesi gereken eğitimin; bilimsel, laik, demokratik bir işleyişten yoksun, parası olanın satın aldığı “lüks bir meta”, ekonomik gücü olanların yararlanabildiği bir fırsat haline geldiği görül- mektedir.

• Eğitim bütün insanlar için, cinsiyeti, etnik kimliği, dili, dini ne olursa olsun ‘insan olmaktan kaynaklı’ temel bir hak olarak görülmelidir.

• Devlet, tüm yurttaşlarına ayrım gözetmeksizin eşit ve parasız olarak eğitim olanağı sağlamak zorundadır.

• Eğitimin niteliği ile eğitim hizmetlerinin düzenli ve sürekli bir şekilde yürütülmesi, eğitim- öğretim hizmeti verenlerin niteliği ve çalışma koşulları arasında doğrudan bağ vardır.

a)Eğitimin Niteliği

Bilimsel, Laik, Demokratik Eğitim

Eğitimde temel gerekliliklerinin başında, uluslararası sözleşmelerde de tarif edildiği haliyle bilimsel ve laik bir eğitim anlayışının yaygınlaştırılması, özgür düşüncenin önünü açacak, çocukların zihinsel gelişimlerine yardımcı olacak biçimde düzenlenmesi gelmektedir. Bilimsel düşünme yöntemleriyle, zihinsel yargı gücünün arttırıldığı bir eğitim anlayışı, sadece bilimsel eğitimin önünü açmakla kal- mayacak, bilimsel faaliyetlere yönelecek öğrencilerin, hem nicelik hem de nitelik bakımından daha gelişkin olmasına imkân verecektir. Bu gerçeklikler kapsamında, eğitimin bilimsel ve laik içeriğinin iç içe geçtiğini göz ardı etmemek gerekir.

Türkiye’de eğitimin gerçek anlamda bilimsel ve laik bir içeriğe sahip olduğunu söylemek müm- kün değildir. Bilimi, siyasal ve ideolojik amaçlarla kuşatarak kamuya sunmak bilimsellikten uzak olduğu gibi laik eğitimin gerçekleşmesi önünde de engel teşkil etmektedir. Kaldı ki din ve vicdan özgürlüğünün tanımı açıkken, tek dinli yapıyı pekiştirme konusundaki ısrar sürmektedir. Uluslararası Çocuk Hakları Sözleşmesi’nin 5. 13. ve 14. maddeleri ihlal edildiği gibi AİHM’in zorunlu din dersleri ile ilgili verdiği kararda aynı biçimde ihlal edilmektedir.

Eğitim sisteminin bütün kademelerinde pozitif bilimin tüm öğelerini içinde bulunduran, çağdaş ve bilimsel ilkelere dayanan, gerçek bir laiklik anlayışı temelinde yükselen bir yapının oluşturulması ve bu anlamda öncelikler zorunlu din dersi uygulamasından vazgeçilmesi gerekmektedir.

• Eğitim süreci özgür düşüncenin önünü açacak, çocukların zihinsel gelişimlerine yardımcı olacak biçimde düzenlenmelidir.

• Eğitim süreçlerinin bilimsel bir temelde, gerçek anlamda laik bir anlayışla yürütülmesi nitelikli eğitimin vazgeçilmez ilkelerindendir.

• AİHM kararlarına, insan haklarını, din ve vicdan hürriyetini düzenleyen uluslararası düzeyde imzalanmış birçok anlaşmaya rağmen çocuklarımıza dayatılan ‘zorunlu din dersi’ uygulaması, eğitimin laikliği ilkesine aykırıdır. Bu anlamda derhal uygulamadan kaldırılmalıdır.

b) Müfredat

12 Eylül 1980 döneminin Türk-İslam sentezci anlayışı temelinde yapılandırılmış olan ve küresel kapitalist sistemin piyasacı anlayışlı ile bütünleşen müfredat, sormayan, sorgulamayan, toplum- sal değil, bireysel değerleri ön plana çıkaran, dayanışma ruhunu kavramamış, benmerkezci birey- ler yetiştirmeye hizmet etmektedir. Piyasanın ihtiyaçları doğrultusunda şekillenmiş bu müfredat, eğitimin bilimsel değişim ve gelişim ruhuna aykırıdır. Bilimsel bir temel üzerinde ve eğitimin gerçek ihtiyaçlarına uygun olarak düzenlenmemiş olan bu müfredat ile nitelikli bir eğitim süreci yürütmek mümkün değildir.

Müfredat, çocuk ve gençlerin doğasına uygun ve bilimsel olmalıdır. Örneğin öğretimde esas ve ağırlık, oyun, oyuncak gibi çocukluğun doğal dilini ifade eden öğeler üzerine kurulmalıdır. Müfredatta yer alan bilgi ve değerler, demokrasi karşıtı (ırkçı, etnik ayrımcı, dışlayıcı, cins ayrımcı, farklı kültürleri yok sayan, savaş yanlısı, piyasacı vb) öğelerden arındırılmalıdır. Müfredattaki bilgi ve değerlerin gerçekçi olmasına dikkat edilmelidir.

Gerçekliğin boyutları çocukların kırılgan dünyalarını örselemeden müfredata dâhil edilmelidir. Mü- fredat, piyasanın isteklerine değil, toplumun gereksinimlerine göre oluşturulmalıdır. Çocuk, birey- sel değerlerin (kavrayabilme, beceri geliştirebilme vb) yanı sıra toplumsal değerlere (eşitlik, adalet, paylaşım, birlikte iş yapma vs.) göre de eğitilmelidir.

• Bilimsel bir temel üzerinde ve eğitimin gerçek ihtiyaçlarına uygun olarak düzenlenmemiş olan müfredat ile nitelikli bir eğitim süreci yürütmek mümkün değildir.

• Türk-İslam sentezci ve piyasacı anlayış temelinde şekillenmiş, sormayan, sorgulamayan, birey- sel değerleri ön plana çıkaran, dayanışma ruhunu kavramamış, benmerkezci bireyler yetiştiren bu

müfredat değiştirilmelidir.

• Müfredat, demokrasi karşıtı (ırkçı, etnik ayrımcı, dışlayıcı, cins ayrımcı, farklı kültürleri yok sayan, savaş yanlısı, piyasacı vb) öğelerden arındırılmalıdır.

c) Ders Kitapları

Ders ve kaynak kitap sorunu eğitim sisteminin sürekli gündemi olmuş, ders kitapları, içerik ve nitelik açısından sürekli olarak tartışılmıştır. Hemen her dönem yoğun eleştirilere uğrayan ders ve kaynak kitapları, birer kaynak ve araç olmaktan çok amaç ve zorunluluk gibi algılanmış ve kullanılmıştır. Konuların seçiminden hazırlanışına ve kullanılışına kadar, ders kitaplarıyla ilgili tüm aşamalarda sorunlar yaşanmaktadır.

Eğitim Sen, ders kitaplarındaki ırkçı, gerici, cins ayrımcı ve bilimsel olmayan öğelerin temizlen- mesini talep etmektedir. Eğitimde gerçekleştirilecek nitelik değişimi açısından son derece önemli olan ders kitaplarının içeriği bilimsel ölçütlere uygun olarak yeniden düzenlenmek zorundadır. Ders kitaplarındaki bilgilerin yoruma açık öznel bilgilerden değil, nesnel ve bilimsel bilgilerden oluşmasına dikkat edilmelidir.

• Ağaç ve kağıt tüketiminin yanında yüksek ekonomik maliyeti olan bugünkü uygulama terk edi- lerek kitapların devredilebilir ve uzun süre kullanılır olması sağlanmalıdır.

• Bugünkü yapısıyla ihtiyaca yanıt vermeyen, Talim Terbiye Kurulu kaldırılmalı, ders kitaplarının hazırlanma ve denetim süreçleri bilimsel kurullar aracılığıyla ve demokratik katılım süreçlerine açık bir şekilde yeniden düzenlenmelidir.

• Ders kitapları bilimsel ölçütlere uygun olarak yeniden düzenlenmeli, içerikleri ırkçı, gerici, cins ayrımcı ve bilimsel olmayan öğelerden temizlenmelidir.

• Bugünkü yapısıyla ihtiyaca yanıt vermeyen, Talim Terbiye Kurulu kaldırılmalı, ders kitaplarının hazırlanma ve denetim süreçleri bilimsel kurullar aracılığıyla ve demokratik katılım süreçlerine açık bir şekilde yeniden düzenlenmelidir.

d) Anadilinde Eğitim

Anadilinde eğitim, çocukların zihinsel gelişimlerinin, öğrenme yeteneklerinin ve sağlıklı bir kimlik edinmelerinin olmazsa olmaz koşullarındandır. İlköğretim çağına kadar kendi anadili ile dünyayı ve çevresini tanıyan çocuğun, herhangi bir geçiş süreci yaşamaksızın yabancısı olduğu bir dil ile eğitime başlaması, pedagojik açıdan kabul edilmez bir durumdur. Bireylerin kendi anadillerinde eğitim hakkından yoksun bırakılması, çocukluktan itibaren zihinsel gelişimi ve kimlik edinme süre- cini olumsuz etkiler.

Eğitim hakkının gerçekleşebilmesinin ve eğitimde fırsat eşitliğinin sağlanmasının koşullarından biri- si çocuğun anadilini öğrenmesi ve anadiliyle eğitime başlamasıdır. Eğitimin yukarıda dile getirilen amaçlarına yönelik olarak başarıya ulaşması da aynı şekilde anadiliyle yakından alakalıdır.

alınmış temel bir insan hakkıdır. Birleşmiş Milletlerin sözleşmelerinin anadilinde eğitim ile ilgili maddelerine konulan çekinceler kaldırılmalı, anadilinde eğitim hakkı tanınmalıdır. Anadilinde eğitim bölmez, birleştirir.

• Uluslararası düzeyde, bilimsel, nitelikli eğitimin temel ilkelerinden biri olarak kabul edilen ‘Anadilinde Eğitim’ çocukların zihinsel gelişimlerinin, öğrenme yeteneklerinin ve sağlıklı bir kimlik edinmelerinin olmazsa olmaz koşullarındandır.

e) Okullar ve Okullaşma

Okullar eğitim görenlerin istedikleri alanlarda yetkinleşebilmeleri için eşit imkânları sağlayan ku- rumlar olmak zorundadır. Okullarımız kazanan ve kaybeden öğrenciler yaratan değil, her öğrencinin kazanan olacağı, öğrencilerin kişilik yapılarının özgürce gelişeceği ortamlar olmalıdır.

Türkiye’de okul ve derslik sayısı öğrenci sayısına paralel olarak ve ihtiyaca yanıt veren düzeyde olmalıdır. Okulların üçte ikisinde ikili eğitim yapılmakta, birleştirilmiş eğitim ve taşımalı eğitim uygulamaları sürmektedir. Kalabalık sınıfl arda eğitim hem öğretmenler hem de öğrenciler açısından önemli bir sorun olmayı sürdürmektedir. Okulların fi ziki yapı ve donanım açısından yaşadığı eksiklikler sağlıklı bir eğitim hizmetinin verilmesi güçleştiren önemli bir unsurdur. Zorunlu olan İlköğretimde okullaşma oranı %98’lerde olması, ortaöğretimde okullaşma oranının %60’lar civarında kalması düşündürücüdür. Okula gitmeyenlerin önemli bir bölümünü kız çocukları oluşturmaktadır. Okul ve derslik ihtiyaçları en kısa sürede gerçek rakamları ile tespit edilmeli, okullaşma oranlarının arttırılması ve özellikle kız öğrencilerin eğitim sürecine katılmaları konusunda özel çabalar sarf edilmelidir. Eğitimin niteliğini yükseltmek için sınıf sayıları bilimsel ölçütlere uygun sınırda tutulmalı, birleştirilmiş sınıfl ar ve taşımalı eğitim uygulamasına son verilmeli, ikili eğitimden tekil eğitime geçilmelidir.

• Türkiye’de okul ve derslik sayısı öğrenci sayısına paralel olarak ve ihtiyaca yanıt veren düzeyde bir artış göstermemekte, okulların üçte ikisinde ikili eğitim yapılmakta, birleştirilmiş eğitim ve taşımalı eğitim uygulamaları sürmektedir.

• Fiziki alt yapı ve donanımı eksik kalabalık sınıfl arda nitelikli eğitim verilmesi mümkün değildir. • Okul ve derslik ihtiyaçları en kısa sürede gerçek rakamları ile tespit edilmeli, okullaşma oranlarının

arttırılması ve özellikle kız öğrencilerin eğitim sürecine katılmaları konusunda özel çabalar sarf edilmeli, taşımalı eğitim ve birleştirilmiş ve kalabalık sınıfl ar uygulamasına son verilmelidir. f) Okulöncesi Eğitim

Okulöncesi eğitim, ilköğretim çağına gelmemiş 36–72 ay grubundaki çocukların eğitimini kap- sar. Okulöncesi eğitim kurumları; bağımsız anaokulları, fi ziki kapasitesi uygun örgün ve yaygın eğitim kurumları bünyesinde anasınıfl arı ve uygulama sınıfl arı olarak açılmaktadır. Okulöncesi eğitimin amacı; çocukların bedensel, zihinsel, duygusal gelişimini ve iyi alışkanlıklar kazanmasını, ilköğretime hazırlanmasını, koşulları elverişsiz çevrelerden gelen çocuklar için ortak bir yetişme

ortamı yaratılmasını sağlamaktır.

Okulöncesi eğitim, eğitim-öğretim sistemi içerisinde önemli bir yer tutmaktadır. Eğitimin temel bir aşaması olan ve bütün çocuklara sağlanması gereken bu ortama, gerekli altyapı ve program hazırlıkları yapılmadan geçilmesinin sıkıntıları hala devam etmektedir. Çocukta zekâ gelişiminin yüzde 70’i 7 yaşına kadar tamamlandığı için okul öncesi eğitim, en az sonrası kadar önemlidir.

Anaokullarında ya da anasınıfl arında yeterli öğretmen, personel, pedagog ve sosyal hizmet uzmanı bulunmaması okul öncesi eğitimin en önemli sorunlarının başında gelmektedir. Okulöncesi eğitimde yeterli sayıda ve mesleki eğitim almış öğretmen, sosyal hizmet uzmanı ve personel alımı yapılmalı, kamuya ait okul öncesi eğitim kurumu sayısı arttırılmalıdır. Okulöncesi eğitim zorunlu eğitim kapsamına alınarak yaygınlaştırılmalıdır.

• Eğitim sürecinin temeli ve çok önemli bir basamağı olan ‘Okulöncesi Eğitim’ zorunlu eğitim kapsamına alınarak yaygınlaştırılmalıdır.

• Okulöncesi eğitimde yeterli sayıda ve mesleki eğitim almış öğretmen, sosyal hizmet uzmanı ve personel alımı yapılmalı, kamuya ait okul öncesi eğitim kurumu sayısı arttırılmalıdır.

g) İlköğretim

İlköğretim 6-14 yaş grubundaki çocukların eğitimini kapsamaktadır. 1739 Sayılı Millî Eğitim Temel Kanunu’nda ilköğretimin amacı; çocukların iyi birer yurttaş olabilmesi için gerekli temel bilgi, beceri, davranış ve alışkanlık kazanmasını, ilgi, yeti ve yetenekleri doğrultusunda hayata, bir üst öğrenime hazırlanmasını sağlamak olarak belirlenmiştir. İlköğretim, kız-erkek bütün yurttaşlar için zorunlu ve devlet okullarında parasızdır. Bu durum aynı zamanda Anayasa’nın bir hükmüdür.

2002 yılından bu yana ilköğretimde okul sayısı 35.133’den 32.797’ye inmiştir. Bu azalmanın nede- ni özellikle köylerde yaygınlaşan birleştirilmiş sınıf, Yatılı İlköğretim Bölge Okulu (YİBO) sistemi ve taşımalı eğitim uygulamalarının artmasıdır. 2002 yılından bu yana ilköğretimde okuyan öğrenci sayısı sürekli artmış olmasına rağmen, öğretmen, okul ve derslik sayısının bu artışa paralel olarak artmadığı görülmektedir.

Sürekli artan öğrenci sayısına rağmen, öğretmen sayısının aynı oranda artmaması düşündürücüdür. Bu durumun en önemli nedenleri emeklilik ve eğitimde kadrolu istihdamın azaltılarak, sözleşmeli, ücretli vb esnek istihdam uygulamasının benimsenmiş olmasıdır.

Türkiye’de eğitim sisteminin en sorunlu alanlarının başında ilköğretim gelmektedir. İlköğretim sisteminde yaşanan sorunların çokluğu, kapsadığı geniş öğrenci kitlesinin bu sorunlardan doğrudan doğruya etkilenmesine neden olmaktadır. İlköğretime gereken önem verilmeli, çocukların temiz su tüketimi ve sağlıklı beslenmesi sağlanmalı ve düzenli sağlık taramasından geçirilmesi için gerekli adımlar atılmalıdır.

• İlköğretim, Anayasal bir hak olarak bütün yurttaşlar için zorunlu ve parasız olarak yürütülmelidir. • İlköğretime gereken önem verilmeli, çocukların temiz su ve sağlıklı beslenme ihtiyaçlarının parasız

olarak karşılanması ve düzenli sağlık taramasından geçirilmesi için gerekli adımlar atılmalıdır. h) Ortaöğretim

1739 Sayılı Milli Eğitim Temel Kanunu’na göre ortaöğretimin amacı; “öğrencilere asgari ortak bir genel kültür vermek, birey ve toplum sorunlarını tanıtmak, çözüm yolları aramak, ülkenin sosyo- ekonomik ve kültürel kalkınmasına katkıda bulunacak bilinci kazandırarak, öğrencileri ilgi, yeti ve yetenekleri doğrultusunda, yükseköğretime, mesleğe, hayata ve iş alanlarına hazırlamak” şeklinde açıklanmıştır. Ortaöğretim lise ve dengi meslek liselerinden oluşmaktadır.

Ülkemizde ortaöğretime gereken önem verilmemektedir. Geçmişte genel ve meslek liseleri ayrımı dışında bir de lise türü içinde de artarak süren, program ve statü farklılıkları yaratılmıştır. Yarış ortamı ve aşırı bilgi ile yüklenmiş programlar nedeniyle, öğrencilerin bilimsel düşünme yetenekleri, sanatsal yaratıcılıkları, yaşam becerileri geliştirilememektedir. Sistem tamamen sınava endekslenmiştir. Bu- nun sonucu olarak dershaneler giderek yaygınlaşmış ve orta öğretim kurumları ikinci plana düşmüştür. Geçtiğimiz dönem okul çeşitliliği yerine program çeşitliliğinin esas alınması, bu kapsamda mesleki ve teknik ortaöğretime daha fazla öğrencinin yönlendirilmesi amacıyla genel liselerin Anadolu liselerine dönüştürülmesi ve dönüşümün 2013 yılına kadar tamamlanması hedefl enmektedir. Valiliklerce bu dönüşüme uygun olan liselerin tespiti yapılmaya başlanmış ve bazı liselerin tabelaları değiştirilerek bir günde Anadolu Lisesi statüsü ortaya çıkmıştır. Bu dönüşümü sadece tabela değişikliği olarak görmek AKP’nin eğitim alanını dönüştürme hamlelerinin ne kadar ciddi boyutlarda olduğunu görme- mizi engellemektedir.

Bakanlığın 2010–2014 strateji planında ifade ettiği gibi dershanelerin özel okula dönüştürülmesi ko- nusu ve meslek liselerinin genel liseler içerisindeki oranını %70 düzeylerine çıkarma politikaları ile birlikte yapılan bir değerlendirme MEB’in asıl amacının ne olduğunu bizlere daha iyi göstermektedir. Ortaöğretimin yeniden düzenlenmesi bir zorunluluktur. Eğitim Sen’in önerisi çok amaçlı lise modeline geçilmesidir. Bu model ile mevcut okul türleri kaldırılarak çok amaçlı lise bünyesinde birleştirilmelidir. Ancak söz konusu birleştirme sadece örgütsel yapılanmaların birleştirilmesi değil, programların da birbirini destekleyecek bir bütünselliğe kavuşturulması şeklinde olmalıdır. Çok amaçlı lise öğrenciler arasında eşitliği zedeleyen ve pek çok meslek lisesi öğrencisine ilerlemede daha az olanaklar tanınmasına neden olan ortaöğretimdeki öğrenci ayrımını ortadan kaldıracaktır. Bu modelde öğrenciler ilgi ve yeteneklerine dayalı olarak akademik ve mesleki programlara aynı okul içinde devam etme olanağına sahip olacaklardır.

Eğitimin tüm kademelerinde öğrencilerin demokrasiyi özümsemiş, başkalarının haklarına saygılı, kendi yeteneklerini tanıyan, eleştirel düşünebilen bireyler olarak yetiştirilmesi esas olmalıdır. Öğrencilerin çevre bilinci gelişmiş, toplumsal sorumluluk taşıyabilen, estetik değerler kazanmış, so- run çözmede başarılı, iletişim becerileri gelişmiş, emeğin değerini bilen, özgürlük ve bağımsızlığına önem veren bir anlayışla yetiştirilmesi için, evrensel ve ulusal değerlere dayalı eğitim programlarının geliştirilmesi gerekmektedir. Tüm bunlar yapılırken eğitim sendikalarının görüş, eleştiri ve önerileri mutlaka dikkate alınmalıdır.

• Ortaöğretimde sistem tamamen sınava endekslenmiştir. Yarış ortamı ve aşırı bilgi ile yüklenmiş programlar nedeniyle, öğrencilerin bilimsel düşünme yetenekleri, sanatsal yaratıcılıkları, yaşam becerileri geliştirilememektedir.

• Ortaöğretim çok amaçlı eğitime uygun olarak yeniden yapılandırılmalı, öğrencilere ilgi ve yeteneklerine dayalı olarak akademik ve mesleki programlara aynı okul içinde devam etme olanağı sağlanmalıdır.

i) Ortaöğretimden Yükseköğretime Geçiş

Eğitim sisteminin en önemli sorunlarından biri, ortaöğretimden yükseköğretime geçiştir. Her yıl 1,5 milyondan fazla lise mezunu yükseköğrenim görebilmek için sınava girmekte, ancak bunların yalnızca üçte biri yükseköğretim programına yerleşme şansı yakalamaktadır. Yükseköğretim önünde- ki bu seçme ve eleme süreci, ekonomik, toplumsal, psikolojik vb. birçok olumsuz etkiye neden ol- makta, milyonlarca genç ve ailesinin yaşamını neredeyse karartmaktadır.

Ortaöğretimden yükseköğretime geçişte önemli bir yer tutan dershane sistemi, kronik bir yara olarak yıllardır Türkiye eğitim sisteminde eşitsizlikleri derinleştirmekte ve eğitim aracılığıyla zengin-yok- sul ayrımının daha da pekişmesine yol açmaktadır. Bu durum, eğitimde fırsat eşitliğinin zedelen- mesinin yolunu açmakta ve ortaöğretimden üniversiteye kadar yerleşen sınav sistemi, dershaneleri birer paralel özel okul olarak zaten güçlendirmektedir. Bu kuruluşlarda var olan insanlık dışı çalışma koşulları, öğretmenlere uygun görülen güvencesiz istihdam biçiminin kaçınılmaz sonucudur. Milli Eğitim Bakanlığı dershaneleri özel okullara çevirmek istemektedir. Yıllardır dershanelere akıtılan milyarlarca liralık kaynağın nedeni, sınava endeksli eğitim sistemidir. Bu amaçla, eğitim sistemi sınava endeksli olmaktan çıkarılmalıdır.

Hükümet, kamu kaynaklarını eğitimin var olan kronik sorunlarını çözmek, örneğin öğretmen açıklarını kapatmak, derslik ihtiyaçlarını gidermek, temel altyapı sorunlarını çözmek, öğrencilerin daha nite- likli bir eğitim almalarına dönük koşulları yaratmak için kullanmak yerine, bu kaynakları özel okul ve dershane sahiplerini güçlendirmek için seferber etme yolunu seçmekte ve bunu da “eğitimin sorunlarını çözmek” olarak yansıtmaktadır.

• Eğitim temel bir insan hakkı ise yükseköğretim de bu hakkın sınırları içinde yer almalıdır. İsteyen her ortaöğretim mezununun ilgi ve yetenekleri doğrultusunda bir yükseköğretim programına, sınavsız-elemesiz bir şekilde geçmesinin maddi koşullarının bir an evvel oluşturulması gereklidir. • İsteyen her ortaöğretim mezununun ilgi ve yetenekleri doğrultusunda bir yükseköğretim

programına, sınavsız-elemesiz bir şekilde geçmesi ve parasız olarak eğitim görmesi sağlanmalıdır. j) Yükseköğretim ve YÖK

12 Eylül 1980 sürecinin emir–komuta anlayışın ürünü olan, üniversitelerin özerk, bilimsel, demokra- tik işleyişini ortadan kaldırmak, üniversiteleri ve bileşenlerini denetim altında tutmak amacıyla 1981 yılında kurulan YÖK, 1982 yılında Anayasal teminat altına alınmıştır. Bugün üniversiteleri piyasanın ihtiyaçları doğrultusunda yeniden şekillendiren, üniversite bileşenlerinin iş güvencesini

ortadan kaldıran düzenlemeleri hızla hayata geçiren YÖK, siyasi iktidarın üniversitelerdeki eli gibi çalışmaktadır. Hiçbir demokratik tepki ve örgütlenmeye tahammül göstermeyen bu anlayış üniver- siteleri, polisin, özel güvenlik görevlilerinin, turnikelerin kuşatmasına almıştır.

YÖK örgütlenme modeli, demokratik, bilimsel yönetim anlayışına karşıdır. İnsanı dışlayıcı özelliği ile hiyerarşik kurallar ve uyrukluk ilişkileri içinde merkeziyetçi, statükocu bir yapı sergilemekte- dir. Akademik topluluk; paylaşım, katılım ve dayanışma gibi değerler, yerine rekabet ve bencilliğin

Belgede tıklayınız. (sayfa 50-58)