• Sonuç bulunamadı

1.2. KÜLTÜREL BAĞLAMDA OTOBİYOGRAFİK BELLEK

1.2.4. Benlik Kurguları

Benlik, kişinin kendi için kendinin ne olduğuna dair sorusuna verdiği yanıttır.

Geçmiş deneyimlerden kaynaklanan, bireyin diğer bireylerle paylaştığı ortak noktaları ve biricikliğini/benzersizliğini yansıtan kendisiyle ilgili tanımlayıcı özelliklerinden oluşmaktadır (James, 1890/1950: 292; Markus, & Wurf, 1987: 299 akt. Augoustinos, 2014:

187). Benlik, kişilerin kendileri ile ilgili inançlarıyla birleşir, zamanla genişler, kişilerin

40 yorumlarına ve diğerleriyle olan etkileşimlerine göre şekillenir (Heine, 2005: 531).

Psikolojik ve antropolojik araştırmalar benliğin kavramsal temsilinin farklılaşan değerler ve toplumsal yönelimlerin bir fonksiyonu olarak kültürler arasında değiştiğini belirtmektedirler (Cooley, 1902; Mead,1934 akt. Fiske, 2013). Benlik konusunda farklı kültürel bağlamların etkisi bireyci ve toplulukçu kültürel bağlamlar kapsamında araştırılmıştır (Triandis, 2001: 38; Markus ve Kitayama, 1991: 224, Kağıtçıbaşı, 2000;

Kağıtçıbaşı, 2013: 226).

Bireylerin benlik yapıları da yalnızca farklı örneklemeleri organize eden, çevreden gelen bilgileri değerlendiren ve bunları değişik sosyal davranışlara dönüştüren aktif bir eylemci olarak içsel-psişik eğilimlerini yansıtmanın ötesinde bireyin içerisinde yaşadığı toplumdan ve zamandan etkilenmektedir. Belirli bir insan topluluğunun ürettiği maddi ve manevi değerlerin tümü olan kültür, insan benliğinin önemli belirleyicilerinden biridir.

İnsan maddi ve manevi bir üretimde bulunurken aynı zamanda kendi benliğini de inşa etmektedir. Toplumun maddi ve manevi üretimi sırasında anlamlandırdığı semboller birer anahtar kavram olarak bu süreçte görev alırlar. Birey ve toplum arasındaki bağ toplumların kendi yapısal özelliklerini temsil eden en küçük birimi olan “aile”, “kişilerarası ilişkiler”

ve “okul”, “işyeri” gibi çeşitli sosyal kurumlar temelinde kurulmaktadır (Kağıtçıbaşı, 2012:

145; Karadayı, 1998: 31).

Bireyin ilk, en yakın ve en uzun süreli etkileşim kurduğu aile, toplum ile en önemli bağı oluşturmaktadır. Bireylerin kendilerini, yaşadıkları toplumları ve dünyayı anlamlandırma şekilleri sosyalleşme süreci yardımıyla aile olgusu bağlamında gelişir (Kağıtçıbaşı, 2000). Ailenin sosyalleşme değerleri, anne-baba tutumları, çocuk yetiştirme stilleri, çocuğun aile için değeri, farklılaşan bireysel özellikler, aile içi ve nesiller arası aktarım önem taşıyan faktörler olarak ortaya çıkmaktadır. Her kültürde sosyalleşme sürecinde aile aracılığıyla içinde bulunulan toplumsal yapıya uygun benlik yapıları üretilmekte ve bu durum her kültürün kendi yapısına uygun insan gelişim modelleri oluşturmasına neden olmaktadır. Toplumsal gelişim ve değişimler temelde bireysel gelişimi etkilemektedir. Bu etkileyiş tek yönlü bir süreç değildir. Aynı şekilde birey düzeyindeki gelişim aşamaları toplumsal düzenin değişimi üzerinde önemli bir role sahiptir. Aile ve sosyal kurumlar aracılığı ile aktarılan değerler bireysel düzlemde karşılığını bularak bir yandan da toplumsal düzenin devamlılığı sağlanmaktadır (Karadayı, 1998: 45).

41 Kağıtçıbaşı’na (1996) göre; aile etkileşim yapıları ve sosyalleşme değerleri sosyo-ekonomik ve kültürel ortamdan etkilenir ve bu etki çocuk yetiştirme sürecinde anne-baba tutumlarına yansır ve çocukların çoğu belirlenmiş olan rollere uygun olarak sosyalleşir.

Kültür (bireycilik-toplulukçuluk bağlamında ayrışıklık ve ilişkililik) ve yaşam koşulları (şehir-kırsal yaşam ve sosyo-ekonomik düzey) aile modellerinin oluşmasında etkilidir (Kağıtçıbaşı, 2007: 134). Hatta yapılan çalışmalarda anne-baba tutumları arasındaki farklılaşmalar bilişsel (Bosnstein, 1989; Bornstein, Tal & Tamis-Le Monda, 1991;

Bornstein ve ark., 1992, akt. Kağıtçıbaşı, 2000) ve fiziksel/motor gelişimi de (Bornstein, 1984 akt. Kağıtçıbaşı, 2000) etkilediği ortaya çıkarılmıştır. Bu şekilde; aile, benlik ve kültür (toplum) arasında bir köprü görevi görür ve oluşumunda gözlenen çeşitlilikler bağlamlardaki kültürlerarası farklılıklardan kaynaklanır. Bilişsel ve sosyal gelişimin temel ortamı aile, anne babanın amaç, inanç ve değerleri ve makro ölçekte kültürel açıdan değer verilen özellikler benliğin farklılaşmasının ana nedenlerinden biridir. Kağıtçıbaşı (1996) benliği ailenin içine, aileyi de kültürel ve sosyo-ekonomik çevrenin içine oturtan ve üç farklı tür benliğin gelişimini çözümleyen üç değişik aile modeli önermiştir.

Cross ve Madson (1997: 5) davranışın organizasyonuna ek olarak benliğin bireyin sosyal çevresiyle etkileşimi yoluyla dinamik olarak yapılandırdığı sosyal bir ürün olduğunu iddia etmektedirler. Benliğin sosyal bir ürün olduğu varsayımı aslında çok erken yaşlardan itibaren çocukların farklı benlik sistemleri içinde sosyalleşmesine dayanmaktadır. Çocuklar özerk ya da ilişkisel düşünme, hissetme ve davranma şekilleri ile sosyalleşmektedir.

Birey, o toplum içerisinde yaşamayı kolaylaştıracak çeşitli benlik donanımlarına sahip olur. Kültürel yapı içerisindeki sosyalizasyon sürecinde birey genellikle yaşadığı topluma uyum sağlayacak bir benlik algısına sahip olur.

Toplumlar ve kültürler arası değerlerin, “toplulukçuluk” ve “bireycilik” olarak isimlendirilen iki temel boyutta farklılaştığı görülmektedir (Hofstede, 1980; Kim, Triandis, Choi, Kağıtçıbaşı, & Yoon, 1994; Markus, & Kitayama, 1991; Oyserman, Kemmelmeier,

& Coon, 2002; Schwartz, 2004 akt. Kağıtçıbaşı, 2010: 138-146). Araştırmalar kültürün sosyal-psikolojik süreçlere etkisi toplulukçuluk-bireycilik boyutları çerçevesinde değerlendirilmektedirler. Bireyciliğin hâkim olduğu kültürlerde, iç gruptan duygusal olarak kopuk olmak, bireysel hedefler ve değerler önem taşırken, toplulukçuluğun hâkim olduğu kültürlerde ise karşılıklı ilişkililik ve sosyal destek önem taşır, iç grup amaçları, değerleri,

42 normları benimsenir ve çocuk eğitimi itaate dayalı sosyalleşme süreci içinde gerçekleşir.

Her toplumda o kültürün prototipik özelliklerinden farklı olan bireylere de rastlanabileceği gibi genelde yapılan araştırmalar aynı ulusta yaşayan bireylerin çoğunlukla benzer davranış örüntüleri sergilediğini göstermiştir (Triandis, 1998 akt. Kağıtçıbaşı, 2000). Bu nedenle toplulukçu kültürlerde yaşayan bireylerde “karşılıklı bağımlı benlik yapılanması”, bireyci kültürlerde yaşayan bireylerde ise “özerk benlik yapılanması” olduğu varsayılmaktadır (Markus, & Kitayama 1991: 224).

Modernleşme Kuramı, tüm kültürel yapıların sanayileşmeyle birlikte bireyciliğe doğru bir değişim yaşayacağını ileri sürmektedir. Bu kuramda aile kurumu kültürlerarası farklılaşmanın psikososyal boyutu olarak ele alınmakta ve bireyci kültürel yapılarda hâkim olan aile yapısını ideal aile prototipi ve bu temelde gelişen özerk benlik yapılanmasını ideal benlik prototipi olarak görmektedir (Kağıtçıbaşı, 2010).

Yakın zamanda gerçekleştirilen birçok araştırmada toplulukçu kültürlerin hâkim olduğu ancak sanayileşmenin ve kentleşmenin arttığı toplumlarda sosyo-ekonomik gelişmeyle birlikte ebeveynlerin çocuklarından maddi beklentilerinin azalmasına karşın aile üyeleri arasında bağlılığın korunduğu gözlenmektedir (Chirkov, Kim, Ryan, & Kaplan, 2003: 97; Huiberts, Oosterwegel, Vandervalk, Vollebergh, & Meeus, 2006; 315). Ek olarak özerkliğin ve ayrışmışlığın Modernleşme Kuramında savunulduğu gibi ideal tip olmayabileceği, psikolojik sorun yaratabileceği görülmektedir.

Ülkemizde de Kağıtçıbaşı (2010: 170-203) tarafından 1970’li ve 2000’li yıllarda Çocuğun Değeri Araştırması yürütülmüştür ve Aile Değişimi Kuramı’nı temel almaktadır (Kağıtçıbaşı, & Ataca, 2005). Bu kuram, ailenin sosyalleşme değerleri, anne-baba tutumları, çocuk yetiştirme stilleri ve çocuğun aile için değeri ile ilgili olarak Modernleşme Kuramı’nın aksine “Karşılıklı Bağımlı Aile”, “Bağımsız Aile” ve “Duygusal/Psikolojik Bağlılık” olmak üzere üç farklı aile tipi belirlemektedir. Kültürel ve sosyo-ekonomik yapıya bağlı olarak farklılaşan aile örüntülerinde özerk, bağımlı ve karşılıklı duygusal bağımlı olmak üzere üç farklı insan modeli oluşmaktadır (Kağıtçıbaşı, 2010). Bu şekilde bireysel düzeyde ve aile yapılarındaki farklılaşmalar toplumsal-kültürel düzeydeki bireycilik-toplulukçuluk boyutundan etkilenerek gerçekleşmektedir (Karadayı, 1998: 45).

Aile modelleri ve ailelerin çocuk yetiştirme tutumlarına bağlı olarak gelişen benlik kurguları kültürel yapıya göre değişen düzeylerde birbiriyle ilişkili olan/olmayan

43

“yetkinlik” ve “kişiler arası mesafe” boyutlarından oluşmaktadır (Kağıtçıbaşı, 1996; 2005;

2010).

Modele göre, karşılıklı bağımlı aile kırsal kesimde yaşayan, sosyo-ekonomik düzeyi düşük, ilişkiselliğin ön planda tutulduğu ataerkil aile etkileşim düzenini ifade etmektedir. Bireyler karşılıklı ekonomik ve psikolojik bağımlılık içeren davranış kalıpları sergilemektedirler. Geniş aile yapısının hâkim olduğu bu ailelerde itaate dayalı, yetkeci ve otoriter çocuk yetiştirme yönelimi mevcuttur. Çocuğun özerkliği istenmez çünkü özerk bir çocuk bağımsız bir yetişkine dönüşebilir ve kendisini aileden ayrı tutabilir. Bu durum ailenin bağlılığı ve yaşaması için tehlikeli bir durumdur. Çekirdek aile yapısı olduğu durumlarda da aile ve grup üyelerini birbirine bağlayan yakın kişisel ilişkiler ve kuşaklar arası değer aktarımı yaygın biçimde görülmektedir. Aile ve grup bağlılıklarına önem verilen bu modelde çocuklardan aile üyelerine saygı duyması ve sadık bir şekilde bağlı olması beklenmektedir. Sosyo-ekonomik refah düzeyinin düşük olması çocukları büyüdüklerinde maddi kazancı arttıran ve ebeveynlerin yaşlılığında bakımını üstlenen önemli bir öğe olarak öne çıkarmaktadır (Kağıtçıbaşı, 2010).

Markus ve Kitayama’ya (1991: 224) göre; insanlar arası ilişkilerin önemli olduğu toplulukçu kültürlerde ilişkisel benlik oluşumunu destekleyen tutumlar görülür. İlişkiler sosyal bağlamdan koparılamaz. Bu kültürlerde yaşayan bireylerden beklenen grubun uyumunun ve bütünlüğünü sağlamak, diğer insanların duygu ve düşüncelerine duyarlı olmak ve davranışlarını buna göre gerçekleştirmektir. İlişkisel benliğe sahip olan bireyler grup hedeflerini önemser ve gruba dâhil olmak, ilişkilerin ve uyumun devamı bireysel hedeflere ulaşmaktan daha çok önem taşır. Bireyin kendine ve diğerlerine yönelik algısı ortama göre farklılık gösterir. İlişkisel benlik yapısı karşılıklı bağımlı aile modelinin hâkim olduğu kolektivist kültürlerde yaygındır.

Bağımsız Aile ise daha çok endüstrileşmiş, kentte yaşayan, sosyo-ekonomik düzeyi yüksek, bireyci ve ayrışmışlığın egemen olduğu toplumlarda görülmektedir.

Çocukta kendine yetebilmeyi ve kendi ayakları üzerinde durabilmeyi sağlayacak özerklik ve ayrışıklık teşvik edilmektedir. Serbest bırakıcı çocuk yetiştirme stili görülmektedir. Bu tip aile etkileşiminde maddi yatırım çocuğa yöneliktir ve aile çocuktan maddi ya da duygusal bir karşılık beklememektedir (Kağıtçıbaşı, 2010).

44 Pozitivist Batı psikoloji yaklaşımında bireyin özerkliğini kazanması sağlıklı psikolojik kişilik gelişimi için sosyal ilişkilerden önemli olduğu öngörülmüştür (Guisinger

& Blatt, 1994 akt. Kağıtçıbaşı, 1996). Bireyciliğin ön planda olduğu kültürel ortamlarda ayrışmış-özerk benlik gelişimi görülür. Diğer insanlardan farklı olmak, bireysel amaçları gerçekleştirebilmek kendini iyi ifade etmek ve kendi kararlarını kendi almak bu kültürlerde önemsenen kişilik özellikleridir. Bu benlik yapısına sahip olan kişilerde benlik sınırları belirginleşmiş, kendine güvenli, duygu, değer, tutum ve davranışlarında ortamdan bağımsız soyut kişilik yapıları görülür (Markus, & Kitayama, 1991: 224). Bağımsız aile modelinin yaygın olarak görüldüğü bireyci toplumlarda birey özerk benlik geliştirmeye yönelik olarak sosyalizasyon sürecine dâhil olur.

Duygusal/Psikolojik Bağlılık, toplulukçu kültüre sahip ülkelerin kentleşmiş ve endüstrileşmiş bölgelerinde görülmektedir. Sosyo-ekonomik gelişmeyle beraber aile üyeleri arasında maddi anlamda bağımsızlığın azalmasına rağmen duygusal alanda karşılıklı bağımlılığın sürdürülmesiyle ortaya çıkmaktadır. Aile çocuk üzerinde bir yandan denetim kurarken diğer yandan özerkliğin kazanılmasını desteklemektedir. Ailevi ve kişilerarası ilişkiler sadece duygusal alanda birbirine bağımlı olarak devam etmektedir.

Çocuğun Değeri Araştırması’nın ikinci kısmında ortaya konulduğu üzere, 1970’lerde yapılan ilk araştırmaya oranla, Türk toplumunda çocukların ekonomik değerinde düşüş görülürken psikolojik değerinde artış olduğu izlenmektedir (Kağıtçıbaşı, & Ataca, 2005).

Kağıtçıbaşı (1996; 2005; 2007), modernleşme kuramına göre az gelişmiş toplumlardaki ilişkisellik değerlerinin sanayileşmeyle birlikte yerini Batı kültürlerinde görülen özerk ve bağımsız ilişki türüne bırakacağı görüşüne karşı çıkarak; yaptığı incelemelerde ilişkililik ve özerkliğin birbirine karşıt kavramlar olarak düşünülse de bir arada var olabileceğini öngören yeni bir benlik türü öne sürmüştür. Özerk-ilişkisel benlik;

ne bireyci kültürlerdeki gibi aile ve diğer insanlardan kopuk bir özerklik, ne de toplulukçu kültürlerdeki gibi sadece iç içe karşılıklı bağımlılığın görüldüğü bir kalıp değil, özerklik ve ilişkiselliğin sağlıklı bir şekilde dengede olduğu kişilik özelliklerini ifade eder. Bu modelde birey içinde bulunduğu aile, toplum ve kültürle bütünleşip, toplumsallaşırken aynı zamanda kendine özgü nitelikler geliştirerek ayrışıp, bireyselleşir (Karadayı, 1998: 33).

45 Ebeveynlerde görülen tutum, inanç ve değerlerin tamamının çocuklarına aktarılması ve çocuklar tarafından içselleştirilmesi mümkün değildir. Ebeveyn ile çocuk arasındaki bu farklılaşmanın temelinde değer esnekliği mevcuttur.

Ancak, bilişsel görevlerdeki ve benlik türlerindeki farklılaşmaların nedenleri sadece kültüre indirgenemez. Kültürel farklılaşmalar burada sadece işaret edilmesi gereken bir olgudur.