• Sonuç bulunamadı

Belâgat ve Edebî Sanatlarla İlgili Meydânî’nin Kâideleri

1. Araştırmanın Konusu, Yöntemi ve Kaynakları

2.3. Kur’ân’ı En Doğru Şekilde Anlamanın Kâideleri

2.3.1. Belâgat ve Edebî Sanatlarla İlgili Meydânî’nin Kâideleri

Kur’ân yazıdan ziyade sözlü kültürün yaygın olduğu, din, siyâset, ticâret, savaş vb. sosyal alanlarda şiirin etkin güç olarak kullanıldığı bir ortamda indirilmiştir. O dönemin Cahilî Arap yarımadasında Mekke yakınlarında Zülmecâz ve Ukâz gibi panayırlar kurulmaktaydı. Buralarda düzenlenen yarışmalarda İmruülkays b. Hucr, Antere, Lebîd b. Rebîa ve Nabiga ez­ Zübyanî gibi beğenilen şâirlere ait şiirler eleştiri süzgecinden geçerek seçilip, keten bezinden yapılmış tomarlara yazılarak kesin olmayan bir rivâyete göre herkesin görebileceği bir yere ya da Kâbe'nin duvarına asılarak sergilenmekteydi.182

Nâzil olduğu zaman bu şâirlerin şiirlerini duvardan indiren Kur’ân gerek nazım gerekse nesir açısından her türlü edebî eserin zirvesinde yer almaktadır. Bu yüzden belagat incelikleri ve söz sanatlarını baskın biçimde kullanan Kur’ân metninin gerektirdiği mânâlar, bunun fikrî bağlamları, îcâz gereği yapılan hazf ve tazminler, belâgat ile ilgili bölümlerin fikrî maksatları ve Allah’ın hitap tarzının düşünülmesi gibi Meydânî’nin tespit etmiş olduğu kâideler Kur’ân’ın doğru anlaşılması bağlamında önemlidir.

1. Yüce Kur’ân’daki belâgat ile ilgili bölümlerin fikrî maksatları ve bunların özelliklerinin araştırılması ( نم يركفلا ضرغلاو ةيغلابلا هوجولا نع ثحبلا لوح ديجملا نآرقلا يف ةيغلابلا روصلا)183

Terim olarak belâgat, yoruma gerek kalmaksızın, zorlama ve yapmacıktan uzak bir şekilde, kolay, anlaşılır ve insanı etkileyecek tarzda durumun gereğine göre (muktezâ-i hâle mutâbık) söz söylemektir.184 Buna sözü yerinde, zamanında, doğru ve güzel söylemek de denilebilir. Beyan, meâni ve bedî’ kısımlarına ayrılan belagatin mecâz, kinâye, teşbih, istiâre gibi edebî unsurları Kur’ân-ı Kerîm’de pek çok yerde yer almaktadır. Meydânî, Kur’ân’daki bu tür edebî unsurların özellikleri ve maksatlarının bilinmesinin onun doğru anlaşılması bağlamında önemli olduğunu

182 Râfi‘î, Mustafa Sâdık (ö. 1356 / 1937), Târîhu Âdâbi’l-A’rab, Mektebetü’l-Îman, Mansûra-Kâhire,

ts. ss. 80-81; Tülücü, Süleyman, “Muallakât”, md. DİA, İstanbul, 2005, XXX, 310; Azizova, Elnure, “Zülmecâz”, md. DİA, XLIV, 570.

183 Meydânî, Kavâ‘id, s. 503.

184 Cürcâni, et- Ta’rifât, s. 25; Taşköprizâde, Ahmet Efendi (ö. 968/1561), Mevzû‘atü’l-U‘lûm,

İstanbul, 1313, I, ss. 228-242; el-Cârim, Ali, Mustafa Emin, el-Belâgatü’l-Vâdıha, I. Baskı, Dâru’l- Fikr, Beyrut, 2006, s.7; Meydânî, el-Belâgatü’l-Arabiyyetü, I, 129.

savunmaktadır. Bu yüzden “el- Kavâ‘id” adlı eserinde Kur’ân âyetlerinden farklı örneklerin de yer aldığı on sayfalık bir bölüme yer vermektedir.

Müddessir sûresinin 74/49-50 ve 51. âyetlerini örnek verirken bir belagat özelliği olarak teşbih yapıldığını ifade ederek “ةروسﻗ - kasvere -” kelimesini izah eder. “Kasvere”, “kasr” kökünden türetilmiş bir kelime olarak “- ةلوعﻓ - f‘aveletün” kalıbında bir şeyi zorla yakalamak, almak mânâlarındadır. Yırtıcı dişleri ve pençesiyle avına saldırıp zorla yakaladığı için bu kelime aslana ad olmuştur. Aynı şekilde oklarıyla kara hayvanlarını sinsice zorla avlayan nişancı, avcı topluluğuna da “ةروسﻗ -kasvere-” denilmektedir. Bu kelimenin seçilmesinden anlıyoruz ki Kur’ân’ın öğüt ve delilleri tıpkı bir aslanpençesi gibi güçlü ve kuvvetlidir. Muhataplarını, düşünüp tefekkür etmeye zorlayarak neticede iman etmeye mahkûm etmektedir. Bu ise inkârda ısrar edenlerin nefis ve gafletleri dolayısıyla istemedikleri bir durumdur. Bu yüzden onlar Kur’ân davetinden şiddetle ürkerek kaçmaktadırlar.185

Burada yapılan benzetme, inkârcıların Hz. Peygamber ve onun mesajı kar- şısında gösterdikleri tepkinin normal bir insandan beklenmeyecek kadar bilinçsiz, ahmakça, kaba ve edep dışı olduğunu ortaya koymaktadır.

Salt bir benzetme olması yanında buradaki fikrî maksatlar şunlardır: İnsan akıllı bir varlıktır. İslâm’ın çağrısı ve Kur’ân’ın getirdiği hakikatler, insan vicdanı ve düşüncesinde bulunan gerçekleri sürekli düşünme ve öğrenmeye sevkeden hakikatlerdir. Bu tavsiye ve öğütler kendisine sunulduktan sonra insan kabul veya reddetmekte muhayyerdir. Düşünebilen bir varlık olan insan kendisine sunulan öğütlerden asla kaçmamalıdır. Kaçtıklarına göre demek ki bu İslâm daveti ve Kur’ân öğüdü bir şeyi zorla elde etmek isteyen bir saldırganın saldırması gibi değildir. Avcı veya aslanın yaptığı gibi bunların gayesi avlamak veya yakalayıp parçalamak da değildir. O halde Allah ve resulü kendilerini hayat bulacakları ilkelere davet ederken bu insanlar niçin öğütten/Kur’ân kaçıyorlar. Bu nedenle hiçbir baskı ve zorlama olmayan hatırlatmalardan kaçan bir toplumun durumu için en güzel benzetme aslan veya avcı topluluğundan korkup kaçan zavallı yabanî varlıkların durumudur. Çünkü onları kaçışa sürükleyen durum akıl, mantık ve delile dönük öğütlerle aslan veya kara avcısının yaptığı zorla yakalama ve parçalama arasındaki farkı anlamayan eşekler

gibi olmalarıdır. Yabanî eşeklerin kaçışı tehlike dolayısıyla çaresizliktendir. Bunda bir fayda mülahaza edilebilir. Oysa bu insanlar akıl ve düşünme nimetiyle mücehhezdirler. Böyleyken bu münkirlerin kaçışmaları emniyet, hakiki huzur ve kurtuluştan yok oluş ve tehlikeye kaçış olmaktadır.186

Meydânî’nin işaret ettiği teşbih gibi belagat unsurlarının mânâ ve maksatlarının bilinmesinin bu tür unsurların çokça kullanıldığı Kur’ân’ın doğru bir şekilde anlaşılıp tefsir edilmesi bakımından önemli olduğu kanaatindeyiz. Bu maksatların göz ardı edilmesi ilahî mesajın yanlış ya da eksik yorumlanmasına(tefsir) sebep olacaktır. Bu konunun önemli olduğuna işaret eden Meydânî, tefsirinde zaman zaman “...ةروسلا ﻲﻓ تايغلاﺑ لوﺣ -sûredeki edebî/belâğî özellikler…-” başlığıyla sûrelerdeki belagat konularına değinmektedir.187 Ancak bunlardaki edebî maksatları

her zaman izah etmez. Ömrünün son anlarında kaleme aldığı eserini tamamlayamayacağı endişesi, sağlığı veya tekrar kabilinden olmaması gibi sebeplerin bu konuda müessir olduğu kanaatindeyiz. Örneğin Hakka sûresi’ndeki “ ٍةَي واَخ ٍلْخَﻧ ُزاَجْﻋَأ ْمُﻬَّﻧَأَﻛ ىَﻋ ْرَص اَﻬي ﻓ َم ْوَقْلا ى َرَتَﻓ ا ﻣوُسُﺣ ٍماَّيَأ َةَي ﻧاَمَث َو ٍلاَيَل َعْبَس ْم ﻬْيَلَﻋ اَه َرَّخَس –Köklerini kurutan o uğursuz rüzgârı Allah, tam sekiz gün boyunca üzerlerinde estirdi.

Görmeliydin bir, içleri boş hurma kütükleri gibi nasıl devriliyorlardı insanlar.-”188

meâlindeki âyette müşebbeh müşebbeh bih ve teşbih edatının zikredildiğini ancak benzetme yönünün zikredilmediğini bu yüzden mücmel mürsel teşbih olduğunu söyler fakat bu teşbihin maksatlarına hiç değinmez.189

2. Kur’ân metninin gerektirdiği mânâlar, bunun fikrî bağlamları ve îcâz gereği yapılan hazf ve tazminler.( هفيذاحمو ،ةيركفلا هطباورو همزاولو صنلا تاءاضتقا لوح .اهنمضي يتلا تانيمضتلاو زاجيلإل تفذح يتلا)190

Kur’ân-ı Kerîm kimi zaman ancak derin düşünce ve ince bakış açılarına sahip kimselerin anlayabileceği i’câz örneklerine yer vermektedir. Mutâbakat, tazammun

186 Meydânî, Kavâ‘id, s. 504; Zemahşerî, Ebu’l- Kâsım Cârullah Mahmûd b. Ömer b. Muhammed (ö.

538/1144) el-Keşşâf an Hakâikı Ğavâmidi’t-Tenzîl ve Uyûni’l-Ekâvîl fî Vucûhi’t-Te’vîl, thk. Muhammed Abdusselam Şâhin, I-IV, V. Baskı, Dâru’l-Kitâbi’l-‘İlmî, Beyrut, 2009, IV, 642.

187 Bir örnek olmak üzere Bk. Meydânî, Me‘âric, II, ss. 171-620; XI, 783. 188 Hakka 69/7.

189 Meydânî, a.g.e., XIV, 671. 190 Meydânî, Kavâ‘id, s. 239.

ve iltizam olmak üzere lafızların mânâya delaleti üç türlüdür.191 Mânânın doğru

iletilmesi bakımından bir sözde aslolan haziflere yer verilmemesidir.192 Kur’ân

metninde nassın delâletiyle doğrudan çıkarılabilecek anlamlar olduğu gibi kendilerine işaret eden özel lafızlar olmaksızın dil ve mantık gereği iktizasından çıkarılabilecek mânâlar da bulunmaktadır. Kur’ân’ın derinliği diye de isimlendirebileceğimiz bu durumu ancak keşfedici bakış ve geniş ufuk sahibi olanlar anlayabilir.193 Îcâz gereği yapılan haziflerle nassın zâhir- bâtın veya lâzım ve melzûm gibi farklı yapıları barındırması Kur’ân’ın mânâ derinliğinin nedenlerinden birkaçıdır. Zikredilen lafızlardan bir mânâ, hazfedilenlerle birlikte de farklı bir mânâ çıkarılabilmektedir. Bunlar göz ardı edildiğinde mânâ bütünlüğüne ulaşılamaz ve Kur’ân’da bir takım çelişki ve âyetler arasında uygunsuzluk olduğu yanılgısına düşülebilir.194

Kur’ân-ı Kerîm yüksek edebî metinlerin zirvesindedir. Sabır ve teenni ile âyetler üzerinde düşünenler önceki yorumları olgunlaştırıp bu hakikatlere eklemelerde bulunabilirler. Her insanın basireti ve nasslara bakış açısı farklıdır. Kur’ân gibi edebî bir metni inceleyen kimse aklını iyi çalıştırmalı, muhtevayı çözme noktasında kendini bütünüyle odaklamalı ki îcâz gereği yapılan hazifleri, iktiza gibi delâlet yollarını ve tazmin gibi edebi unsurları doğru anlayabilsin. Bunlar Allah’ın ilmî anlamda temayüz etmiş kimselere özel kıldığı bir durumdur. Meydânî bu kuralı üç aşamada izah etmektedir.

Birincisi: Nassta zikredilmemesine rağmen siyak sibak veya Kur’ân muhtevasından zihnen varlığı söz konusu olan soru-cevap ve itirazlar ile metinde sessiz kalınmasına rağmen aklî olarak zorunluluğu kabul edilen ilave ve eklemelerle fâ-i fasîha, vezin ve îcâz gibi gerekçelerle yapılan hazifler nassın iktizası bağlamında değerlendirilebilir. Örneğin “تسجبﻧاﻓ-fışkırdı-”195 ifadesindeki “ف” “Musa asası ile

taşa vurdu.” anlamını iktiza etmektedir. Aynı şekilde Ahzab sûresi 33/45. âyette Allah Teâlâ Hz. Peygamberi “ادهاﺷ-şâhit-” şeklinde niteleyerek kıyamet gününde

191 Meydânî, Davâbıtü'l-Ma‘rife, ss. 26-33; Bk. Meydânî, el-Belâgatü’l-Arabiyyetü, II, 130; Ahmet

Cevdet Paşa, Mi’yâr-ı Sedât(Klasik Mantık),Fecr yay., s. 15.

192 Bk. Meydânî, el-Belâgatü’l-Arabiyyetü, II, ss. 312-336. 193 Meydânî, Kavâ‘id, s. 239.

194 Meydânî, a.g.e., s. 240. 195 A’râf 7/160.

ümmetine şahitlik edeceğini bildirmektedir. Ayrıca bu âyette elçilik görevinin tebliğ içerikli önemli bir unsurunu ve peygamberliğin ayırıcı bir özelliğini de dile getirmiş olmaktadır. Burada tabiri caiz ise melzûm zikredilip lâzım irade edilmektedir. Yani Hz. Peygamberin şahit olabilmesi için kendisine bildirilenleri kusursuzca tebliğ etmiş olması gerekmektedir. Allah Resulü şahit olarak nitelenmesi gereği bu âyette aynı zamanda bir mübelliğ ve davetçi olmaktadır. Zira ondan sonra bir peygamber gelmeyeceği gibi onun döneminde de fiilî anlamda bu göreve talip bir kimse bulunmamıştır. Aklî olarak bu zorunlu bir durum ki şahit olabilmesi için vazifesini yapmış olması gerekmektedir. İlk vazifesi de Rabbinden bir elçi olduğunu bildirmesidir. Bu şahitliğin dünyada olmaması da ceza günü ve kıyamette olacağını göstermektedir. Böylece bazı zihni eklenti ve düşünce bağlantıları farklı mânâlara işaret etmektedirler. Diğer insanların fark edemediği bu mânâlara ancak ince zekâ ve derin düşünce sahipleri ulaşabilirler.

İkincisi: Fikrî zorunluluk, nassın muktezası, mânâlardaki mükemmellik veya nasstaki vezin ve uyum gibi nedenlerle yapılan haziflerdir. Nassın mânâsının gerektirdiği gibi çoğunlukla cümlelerde hazifler yapılmaktadır. Bazen “ول” veya “لاول” nın cevabı, bazen de muzâaf hazfedilip muzâfun ileyh onun yerine getirilmektedir. Bir başka yerde de mevsuf, fiil, mübteda, temyîz, hal, cevâbü’l- kasem veya mef‘ul hazfedilmektedir.196 Örneğin, “دﻬتجي بلاط دمﺣا -Ahmet çalışan bir öğrencidir.-” cümlesinde sözü gereksiz uzatmamak ve muhatabın zihnine ihtiram olmak üzere mef’ulün “هسورد” olduğu zaten mânâdan anlaşıldığından îcâz gereği hazfedilerek zikredilmemiştir.197

Üçüncüsü: Kur’ân’ın edebî îcâz unsurlarından biri olan tazmin olgusudur.198

Hazif türlerinden biri olan tazmin, uygun harf-i cerlerle kelimelerin başka anlamlarda kullanılması veya mef’ul eklenerek fiilin müteaddî (geçişli) yapılmasıdır.199

196 Meydânî, Kavâ‘id, s. 252; Meydânî, 250 ve 290. sayfalar arasında diğer konulardan daha geniş bir

bölüm ayırıyor bu konuya. İbn Hişam Muğni’l-Lebîb an Kütübi’l-Eârîb adlı eserinde otuzdan fazla hazf çeşidinden söz ediyor; Ayrıca bk. Kutbettin Ekinci, Kur’ân’da Hazf, (Basılmamış Doktora Tezi), Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara, 2014.

197 Eren, Cüneyt, M. Vecih Uzunoğlu, Arap Edebiyatında Edebî Sanatlar(Belagat), Sütun yay., İzmir,

2006, s. 102.

198 Tazmîn(نيمضتلا), kelime olarak içermek, mecbur etmek demektir. Terim olarak da konuşanın kendi

sözüne başka bir beyit, cümle veya daha fazlasını katması, lafzı başka bir lafzın anlamına sokması veya bir fiilin başka bir fiilin mânâsını içererek onun geçişli olduğu harf-i cer veya mefulle

Tazmîn (نيمضتلا) kuralında bir fiil, benzer veya yakın bir başka fiille aynı cümlede kullanılırken biri zikredilirken diğeri hazfedilir ve hazfedilen fiilin mamulü bırakılır. Örneğin Meydânî’ye göre Mâide sûresi 5/48. âyetteki “ ئاج امﻋ مﻬئاوهأ عبتﺗ لاو ك قحلا نﻣ” ifadesinde عبﺗا fiilinin ىلﻋ ve ىﻓ ile geçişli olması mümkündür. Bu anlamda هبهذﻣ ىلﻋ هعبﺗا veya ﻩرﻣأ ىﻓ هعبﺗاو denilir. Dolayısıyla نﻋ harf-i ceriyle müteaddî/geçişli olmaz. O nedenle bu fiilin نﻋ harf-i ceriyle geçişli olmasını tazmin kuralıyla irtibatlı olarak düşünüldüğünde cümlenin aslının امﻋفرصنتﻓ ةلطابلا مﻬﻣاكﺣأ ﺞهانﻣ ﻲﻓ مﻬئاوها عبتﺗ لاو قحلا نﻣ كئاج şeklinde olduğu anlaşılır. Böylece birinci fiilin ma‘mullerinden ﺞهانﻣ

مﻬﻣاكﺣأ

ةلطابلا ىﻓ kısmı ile ikinci fiil yani فرصنتﻓ hazfedilir. Ancak ma‘mûlü kalır. Birinci fiilin ikinci fiilin mânâsını gerektirmesi durumu devam eder. Böylece iki cümle birlikte zikredilmeden tek cümleyle yetinilir ve cümlenin takdiri مﻬئاوهأ عبتﺗ لاو قحلا نﻣ كئاج امﻋ اﻓرصنﻣ şeklinde olur.200 Kur’ân çeşitli anlamlara elverişli bir metindir.

Görüldüğü üzere zikredilen ve hazfedilen kelimelerden farklı mânâlar çıkarılabilmektedir. Bu incelikler göz ardı edildiğinde mânâ bütünlüğüne ulaşılamaz ve Kur’ân âyetleri arasında bir takım tezat ve uygunsuzluklar olduğu vehmine düşülebilir. Bu nedenle hazf çeşitlerinden biri olan tazmin konusu bilinmeden âyetlerin doğru bir şekilde anlaşılamayacağı ortaya çıkmaktadır.

3. Allah’ın hitap tarzının düşünülmesi (. ينابرلا باطخلا هيجوت يف رظنلا لوح)201

Mutlak anlamda Allah’ın hitabı olan Kur’ân, nüzûlünden itibaren kıyamete kadar kendisine muhatap olmaya ehil herkese seslenmektedir. Kur’ân’da “Ey insanlar!”, “Ey Kitap ehli!”, “Ey iman edenler!”, “Ey inkâr edenler!” veya “Ey Nebi!” formlarında farklı kişi ve guruplara hitap edilmektedir. Aynı şekilde Kur’ân’da insanlar dışında melek, cin, yer ve gökler gibi başka bazı varlıklar da muhatap alınmaktadır.202 İnsanlara hitap ettiğinde mânânın umûmî, ehl-i kitap veya

inananlara hitap ettiğinde husûsî, inananları da kapsadığına dair herhangi bir karine

kullanılmasıdır. Meydânî, Kur’ân karşısında kalplerin ürperdiğini, neticede Allah’ı zikretmekle kalplerin mutmain olacağını ifade ederek sözlükte “هل َن َلا” şeklinde “ل” harf-i ceriyle kullanılan “ َن َلا” fiilinin ‘هيلإ َن َلا’ şeklinde “ىىلإ” harf-i ceriyle tazmin olarak “نأمطإ” fiili anlamında kullanıldığını ifade eder. Bk. Meydânî, Me‘âric, XII, 207.

199 Bk. Meydânî, el-Belâgatü’l-Arabiyyetü, II, ss. 49-50; Meydânî, Kavâ‘id, s. 296. 200 Bk. Meydânî, Kavâ‘id, s. 300.

201 Meydânî, a.g.e., s. 611.

202 Bor, Adil, Kur’ân Belâgatinde Hitap ve Muhatap, (Basılmamış Doktora Tezi), Atatürk Üniversitesi

Sosyal Bilimler Enstitüsü, Erzurum, 2013; Naz, Mehmet Selim, Kur’ân-ı Kerîm’de Hitap Şekilleri, (Basılmamış Yüksek Lisans Tezi), Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara, 2010.

olmadığı sürece Hz. Peygambere hitap ettiğinde ise ona mahsus bir mânânın olduğunu söyleyebiliriz.

Kur’ân’daki ferdî hitaplar, muhatap olmaya uygun herkese şâmildir.203

Bunlar, ‘Ey yavrucuğum!’ şeklinde oğluna seslenerek o ortamdaki bütün muhatapların hissedar olmasını arzulayan kimsenin hitabı türündendir.204

Bazen de Kur’ân’ın, emir ve nehye riayet hususunda dinleyeni tahrik ve teşvik için iltifat sanatı da diyebileceğimiz bir yöntemle kimi insan topluluklarından söz edilerek: “Ey insanlar!” hitabıyla gâib sîgasından muhatap sîgasına geçtiği görülmektedir.

Kur’ân-ı Kerîm, içerisinde bulunulan duruma uygun olarak mümin, kâfir ve münafıklara farklı muhtevalı bir hitap kullanmaktadır.205 “Ey iman edenler!” Hitabı

emir, nehiy, tavsiye veya kaçınmaları gereken hususları ihtiva etmektedir. Müdâyene206 âyeti hariç “Ey iman edenler!” hitabının geçtiği âyetler Medine’de

inmiştir. Münafıkların muhatap alındığı âyetler de daha çok Medine’de inmiştir. Kâfir ve münafıkların muhatap alındığı âyetlerde olumsuz davranışları nedeniyle çoğunlukla acıklı bir azapla tehdit olunduklarını müşahede edebiliriz.

Dörtten fazla kadınla evlenebilme hükmünde olduğu gibi herhangi bir karîne207 olmadığı sürece Hz. Peygambere hitap, doğal olarak ümmetini de kapsar.

Örneğin, bazı münafıkların dünya psikolojisini yansıtan “Onların ne malları ne de çocukları seni imrendirsin! Çünkü Allah (c.c.) mal ve çocuklarıyla sırf onlara dünya

hayatında azap etmek istiyor ve onların kâfir olarak can vermelerini diliyor!”208

meâlindeki âyette her ne kadar ikinci tekil şahıs olarak “seni’ imrendirmesin” buyrulsa da O ve O’nun ümmetinden çocuk ve mal gibi bir değerlere imrenme yöneliminde olan herkes kast olunmaktadır. Dolayısıyla bu tür âyetleri düşünürken

203 Meydânî, tefsirinde de bu konuya işaret etmektedir. Ona göre Allah’ın İsra sûresi 17/23. âyetteki

“O’ndan başkasına kullut etmeyin - ُﻩاَّي إ َّلا إ اوُدُبْعَﺗ َّلاَأ -” emri, yeryüzünde buna muhatap olmaya layık olan herkesi kapsamaktadır. Bk. Meydânî, Me‘âric, IX, 597.

204 Meydânî, Kavâ‘id, s. 624. 205 Meydânî, a.g.e., s. 621.

206 Bakara sûresi 2/283. âyet-i kerîmeye verilen isimdir. 207َكَل ةَص لاَخ –sadece sana has olmak üzere-’ Ahzâb, 33/50. 208 Tevbe 9/55.

cüz’ün(ferdin) zikredilmiş olmasından, küllî ve geneli kapsayan bir hükmün çıkartılamayacağı yanılgısına düşmemeliyiz.

Meydânî, bu kural bağlamında Müddessir sûresini tefsir ederken Allah’ın hitabının O’nun elçisine dönük olduğunu ifade etmektedir.209 Müzzemmil sûresinin

tefsirinde de hitap yönünün Hz. Peygambere dönük olduğunu belirterek Allah’ın kullarına yakınlığıyla birlikte Rab ile kul arasındaki menzilî mesafenin uzaklığına işareten uzaktaki münâdâya hitapta kullanılan “اي-yâ-” harfinin kullanıldığını belirtmektedir.210 Kâfirûn sûresinin tefsirinde ise hitap şekli ve yönüyle ilgili hiçbir edebî izahta bulunmamaktadır.211

Meydânî’nin tefsirinde zaman zaman işaret ettiği ve hakkında araştırmaların yapıldığı bu tür inceliklerin Kur’ân’ın daha doğru şekilde anlaşılabilmesi bağlamında bilinmesi gerektiği kanaatindeyiz.