• Sonuç bulunamadı

3.7. Basel Kriterleri ve Denetleyici-Düzenleyici Kurumlar

3.7.1. Basel Kriterleri

152

Almanya’nın tazminat ödemelerinin sona ermesiyle birlikte BIS, hem finansal hem de parasal istikrarı oluşturmak ve korumak amacıyla merkez bankaları ile diğer finansal kurumların/kuruluşların birbiriyle olan işbirliğini arttırmaya yönelmiştir (Baker, 2002:1). Bu doğrultuda BIS’in, II. Dünya Savaşı ile birlikte 1970’lerin ilk yıllarına kadar geçen süre içerisinde, Bretton Woods prensiplerinin korunması ve sürdürülmesine yönelik çalışmalar yaptığı görülmektedir. Ancak ilerleyen zamanlarda iktisadi krizlerin ortaya çıkması ile birlikte (petrol ve uluslararası borç krizi) bu krizlerin olumsuz etkilerinin atlatılmasını amaç edindiği gözlemlenmektedir (BIS History-Overview: 1).

Sonraki dönemlerde Bretton Woods prensiplerinin başarısız olmasıyla birlikte, finansal piyasalarda ve faiz oranlarında dalgalanmalar yaşanmış ve bu duruma bağlı olarak ortaya çıkabilecek olumsuzlukların en alt seviyeye indirilmesi amacıyla yeni finansal ürünler piyasaya sürülmüştür. Ancak bankalarca sunulan yeni finansal ürünlerin sayısının hızlı artışıyla birlikte giderek karmaşık bir finansal yapı meydana gelmeye ve banka bilançolarının farklılaşmaya başladığı görülmüştür. İlgili dönemde bankacılık sisteminin hem reel sektörün isteklerini karşılamaya hem de risklerden kaçınmaya çalışması ise iktisadi konjonktürü olumsuz etkilemiştir. Söz konusu unsurlar sebebiyle daha karmaşık hâle gelen bankacılık sistemi var olan krizlerin kontrol altına alınamamasına ve finansal sistemin zarar görmesine neden olmuştur. 1970’lerin başında sabit kur sisteminden vazgeçilmesi, 1980’li yıllarda ortaya çıkan petrol ve uluslararası borç krizleri, iktisadi yapıdaki etkinliğin ve finansal sistemdeki istikrarın sağlanması için uluslararası düzenlemelerin bir gereklilik olduğunu göstermiştir (BIS, 1988).

1974 yılında, söz konusu eksiklikleri gidermek ve zorunlu hâle gelen denetleme-düzenleme faaliyetlerini gerçekleştirmek amacıyla, on ülkenin merkez bankası yöneticilerinden oluşan bir heyetle, Bankacılık Düzenlemeleri ve Gözetim Uygulamaları Komitesi (Commitee on Banking Regulation and Supervisory Practices) kurulmuştur. İlgili komite bankaların faaliyetlerinin belirli bir standarda kavuşturulması ve etkin bir denetlemenin gerçekleştirebilmesi amacıyla Basel Kriterlerini yayınlamaktadır (Basel Commitee on Banking Supervision, 2009). Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası, 1951 yılı itibariyle BIS’e ve BIS çatısı altında kurulan farklı

153

komitelere üye olmuş ve ilerleyen zamanlarda söz konusu kurumun toplantılarına üst düzey katılım sağlar duruma gelmiştir (TCMB, 2019).

Basel Komitesi, başta sermaye yeterliliği olmak üzere bankacılık sektörünün ihtiyaçlarına yönelik ilkelerini, Basel Kriterleri başlığı altında yayınlamaktadır. Komite, ilk olarak 1988 yılında, Basel I olarak adlandırılan sermaye ölçüm sistemi ilkelerini uygulamaya başlamıştır. 2004 yılında Basel I’in daha sadeleştirilmiş hali olan Basel II ilkeleri duyurulmuştur. 2010 yılına gelindiğinde ise sermaye şeffaflığı, kalitesi ve tutarlılığına yoğunlaşan Basel III ilkeleri devreye girmiştir (Pasha vd., 2012:23). Ayrıca, 2017 yılında yayınlanan ve Basel Komitesi tarafından “yeni değil güncellenmiş olan”

ifadesiyle nitelendiren kararların, finans otoriteleri tarafından tartışıldığı ve Basel IV olarak adlandırıldığı görülmektedir. Ülkeler tarafından genel itibariyle kabul görmüş söz konusu kriterlere kısaca değinmenin faydalı olacağı düşünülmektedir.

Basel I: Borç krizinin yaşandığı 1980’lerde, bankacılık sisteminde meydana gelen kırılganlıkların, küresel sermaye yeterliliğinin ölçülmesi gerektiğini ortaya çıkardığı görülmektedir. Bu gelişmeler doğrultusunda, risk ağırlıklı varlıklara ve düşük sermaye seviyelerine dayalı bir sermaye yeterliliği standardı olan Basel I uzlaşısı (1988) imzalanmıştır (Tarullo, 2008:55). Küresel düzeyde birden çok ülke tarafından kabul edilen Basel I, bir bankanın iflas etmesi durumunda mudilerin karşılarına çıkabilecek zararları minimum seviyeye indirmek amacıyla tutulması gereken en düşük sermaye düzeyine yoğunlaşmıştır. Uluslararası bankacılık sisteminin daha sağlam, istikrarlı ve sağlıklı bir yapıya ulaşması, Basel I’in sermaye yeterliliğiyle ilgili kurallarının temel amacı olarak karşımıza çıkmaktadır (Jorion, 2001: 44). Ancak sisteminin etkin bir biçimde çalışması ve sürdürülebilmesi için sermaye yeterliliğinin tek başına yetersiz kalacağı düşünülmektedir. Bu sebeple düzenlemelerden fayda sağlanabilmesi için etkili bir denetim ve gözetim sisteminin kurularak uygulanması gerekmektedir. Ayrıca işlerliği arttırılmış bir piyasa disiplininin etkinleştirilmesi de ilgili sürecin başarıya ulaşmasında bir gerekliliktir. Özellikle 1990’lı yıllarda sermaye yeterliliği koşulunu sağlayan bankaların dahi iflas eder duruma gelmesi, sistemin gözden geçirilmesinin gerektiğini düşündürmüş ve yeni ilkeler belirlenmesine sebebiyet vermiştir (Aras, 2006:

3-7). Bu doğrultuda Basel I gözden geçirilmiş ve Basel II devreye girmiştir.

154

Basel II: Basel I, yalnızca kredi riskine odaklanması ve diğer istikrar bozucu unsurlar ele almaması sebebiyle eleştirilmiştir. Bu duruma bağlı olarak Basel Komitesi, uluslararası piyasalarda oluşan dalgalanmaların, bankaların finansal yapılarına zarar verdiğini göz önünde bulundurarak piyasa riskine yönelik düzenlemeler yapılmasının gerekli olduğuna karar vermiştir. Komite, Basel I’in sermaye yeterliliği değerlendirmesine yönelik eksiklik ve eleştirileri dikkate alarak 1999 yılı Haziran ayında “Yeni Basel Sermaye Yeterliliği Uzlaşısı” adıyla konuya yönelik ilk istişare metnini yayınlamış ve piyasa riskini ele almıştır. Bu metni, 2001 yılı Ocak ayında yayınlanan ikinci ve 2003 yılı Nisan ayında yayınlanan üçüncü metin izlemiştir.

Konuyla ilgili, devletlerin sahip olduğu denetim otoriteleri, bankalar ve diğer ilgililerin katkıları aracılığıyla düzenlemeler yapılarak, 2004 yılı Haziran ayında Basel II’ye ilişkin sonuç metin yayınlanmıştır (BDDK, 2005:2).

Basel II’nin de Basel I ile benzer şekilde, bankacılık sektörünü düzenlemek temel amacına yönelik olarak yayınladığı görülmektedir. Ancak Basel II’yi, Basel I’den ayıran temel özellik, bankalara tercih hakkının verilmesidir. Buna göre bankalar, kendi ihtiyaçlarına uygun sermaye düzeyini hesaplamaya yönelik analitik yöntemler geliştirip uygulayabileceklerdir (Rymanowska, 2006:24-25). Basel II’nin hedefleri, bankaların muhtemel risklere karşı daha güçlü ve tedbirli olabilmelerini sağlamak ile riskler ile ilgili çözümleme ve denetimleri daha iyi yapabilme çerçevesinde geliştirilmiştir. Ayrıca, Basel I’e getirilen eleştirileri karşılamak, eksik noktaları gidermek ve risk ölçümlerini daha isabetli şekilde yapabilmek de Basel II’nin temel amaçları arasında sayılabilmektedir (Basel Commitee, 2004). Basel II ile üzerinde durulan bir diğer husus ise bankaların yüksek faiz oranları ile borçlanması sonucunda ortaya çıkabilecek riskler ve bu risklerin neden olabileceği finansal istikrarsızlıklardır (Tarullo, 2008:93).

2012 yılında risk ölçümünde derecelendirmeye dayalı standart yöntemini uygulamaya başlayan Türkiye, 1 Temmuz 2012 itibariyle Basel II’ye geçiş yapmıştır (Yıldırım, 2015:16). 2008 Küresel Finans Krizi ile birlikte Basel II’nin yeterli olmadığına yönelik tartışmalar başlamış ve bu doğrultuda Basel III’e yönelik zemin hazırlanmıştır.

Basel III: 2008 Krizi’nin ortaya çıktığı dönemde, Basel II kriterlerinin tam anlamıyla yerleşmediği görülmektedir. Ancak G20 ülkeleri başta olmak üzere, genel

155

itibariyle sistematik risklere karşı önlemler alınmasına yönelik gerekliliklerin tartışılmasının, yeni düzenlemelere olan ihtiyacı gündeme getirdiği ve bu duruma bağlı olarak Basel III kriterleri üzerinde çalışmaların başladığı görülmektedir (George, 2011:5-6).

Basel III’ü ihtiyaç haline getiren sebepler, banka sermaye yapılarının güçlendirilmesi, sermayenin ani düşüşlerinin engellenebilmesi, piyasa şartlarını olumsuz yönde etkileyen faktörlerin önüne geçilmesi, bankacılık sisteminin güçlendirilmesi amacıyla sermaye ve likidite düzenleme tavsiyeleri ve Basel II kriterlerine fayda sağlayacak şekilde bir kaldıraç oranına ihtiyaç duyulması olarak sıralanabilmektedir (BDDK, 2010).

Ayrıca, sermayenin nicelik ve nitelik olarak arttırılması, kaldıraç oranının belirlenmesi, milletlerarası likidite ölçüm sisteminin oluşturulması ve risk kapsamının genişletilmesine yönelik hususların belirlenmesi de yine Basel III ilkelerinin kapsadığı genel düzenleme tavsiyeleri olarak ifade edilebilmektedir (BDDK, 2013:1). 2010 yılından itibaren, dünyada meydana gelen gelişmelerle birlikte Türkiye’nin de Basel III kriterlerinin uygulanmasına yönelik çalışmalara ağırlık verdiği görülmektedir. Ancak literatürde, Basel III’ün tam anlamıyla bir gereklilik olmadığı ve 2008 yılında yaşanan krizin sebeplerinin söz konusu ilkeler doğrultusunda değerlendirilemeyeceğine yönelik düşüncelerin de bulunduğu görülmektedir. Basel III kriterlerine karşı getirilen eleştirilerden bir diğeri ise büyük bankaların bu düzenlemelere uyum sağlayabileceği fakat nispeten daha küçük bankaların bu kriterleri uygulamakta güçlük çekeceği yönündedir (BDDK, 2010).

Basel IV: Basel ilkelerine göre yapılan düzenlemeleri inceleyen çalışmalarda, bankaların risk ağırlıklı varlık toplamlarının birbirlerinden önemli derecede farklılaştığı görülmektedir. Bu durumun temel nedenin ise bankaların benzer risk profiline sahip olmalarına rağmen oluşturdukları modellerde, temerrüt durumunda kayıp (loss given default) ve temerrüt riski (probability of default) unsurlarına dair farklı tahmin yöntemleri kullanmalarından kaynaklandığı düşünülmektedir. Bu doğrultuda Basel ilkeleri, bahsi geçen sorunun aşılabilmesine yönelik olarak yeniden düzenlenmiş ve risk kaynaklı değişkenlerin bankalar tarafından kurulacak modellere dahil edilmelerinin etkin olacağı sonucuna ulaşılmıştır (Köksal vd., 2020:14). Basel IV’e ihtiyaç

156

duyulmasındaki bir diğer sebep ise bankaların risk ağırlıklı varlıklarına yönelik yaptıkları hesaplamalarda kendi yöntemlerine fazlasıyla güvenmeleri ve bu doğrultuda risk odaklı hesaplamalarda Basel III’ün yetersiz kaldığının düşünülmesi ile ilgilidir.

Buna göre, bankaların ve dolayısıyla tüm finansal sistemin istikrara kavuşabilmesi için yüksek miktarda sermaye gerekmektedir (Magnus vd., 2017: 360-361).

Basel IV ile ilgili olarak tartışmaların hâlen devam ettiği görülmektedir. Ancak genel itibariyle ele alındığında, Basel IV’te yer alan ilkelerin, özellikle bankaların daha şeffaf olması yönünde bir çerçeve geliştirdiği, daha anlaşılır ve şeffaf yöntemlere sahip olduğu gözlemlenmektedir. Buna göre Basel IV aracılığıyla, finansal istikrar hedefine yönelik regülasyonların çerçevesinin karmaşıklığının azaltılması, uygulamaya konan kuralların bir bütün olarak daha kolay anlaşılması, bankaların riske karşı olan duyarlılığının arttırılması, bankaların içsel modeller üreterek yaptıkları hesaplamalara bir standart kazandırılması, bankaların mevcut yasal sermaye göstergelerindeki volatilitenin azaltılması ve bankalar tarafından gerçekleştirilen risk hesaplamalarındaki değişkenliğin ortadan kaldırılması hedeflenmektedir (TBB, 2016:2-4).