• Sonuç bulunamadı

1.3. Geleneksel Bankacılık ve Katılım Bankacılığı Sistemi’nin Doğuşu, Gelişimi ve

1.3.1. Dünyada Geleneksel Bankacılık Sisteminin Gelişimi

Bilindiği üzere, iktisadi birimlerin ihtiyaç duyduğu mal ve hizmetler, üretim faktörleri aracılığıyla üretilmekte, böylelikle ekonomik sistem içerisinde kaynak bölüşümü sağlanmaktadır. Söz konusu sürecin etkin bir biçimde sürdürülebilmesi ve girdi arz edenler ile çıktı talep edenler arasındaki dengenin sağlanabilmesi ise fon akımının devamlılığına bağlı olarak ortaya çıkmaktadır. İktisadi sistem içerisinde ilgili fon akımını sağlayan en önemli aktörlerden biri ise bankalardır. Mevduat ve kredi kavramlarına olan yaklaşımları, bankaları, diğer finansal kurumlardan ayırmaktadır.

Buna göre, bankalar açısından mevduatlar, en basit hâliyle, kâr maksimizasyonu hedefiyle yönetilmesi gereken borçları ifade ederken, krediler ise belirli şartlara bağlı olarak satın alma gücünün devredildiği alacakları ifade etmektedir. Dolayısıyla bankalar, mevduat sahipleri ile kredi talep edenler arasında aracı görevini üstlenmektedirler (Heffernan, 2005:12-17).

17

Tarihsel süreç içerisinde, iktisadi birimlerin sahip oldukları altın, gümüş vb. gibi değerli madenleri dini kurumlara emanet ettikleri görülmektedir. Paranın ortaya çıkışından daha eskiye dayanan ve “Emanetçi Bankacılık Dönemi” olarak adlandırılan bu süreç bankacılık faaliyetlerinin de başlangıcı olarak kabul edilmektedir. Bu dönemde, ellerinde ihtiyaçlarından daha fazla değerli maden bulunan iktisadi birimlerin (fon fazlası olanlar), söz konusu fazlayı daha sonra geriye almak ya da ihtiyaç sahiplerine ulaşmasını sağlamak amacıyla güvendikleri ve inandıkları dini kurumlara emanet ettikleri görülmektedir (Weatherford, 1997: 75-76). Özellikle savaş dönemlerinde, güvenli alan olarak kabul edilen dini kurumlar, emanet aldıkları değerli madenleri, hiçbir bedel istemeden, bir banka kasası gibi saklamışlardır. Ancak zaman içerisinde dini kurumlarda muhafaza edilen değerli madenlerin miktarının artması, ortaya bir saklama maliyetinin çıkmasına neden olmuş ve bu durum neticesinde dini kurumlar iktisadi birimlerden düzenli olarak saklama bedeli talep etmişlerdir (Hoggson, 1926: 33-34). Antik Yunan dönemine kadar dayanan emanetçi bankacılık kavramının temelinde iktisadi birimler için değerli kabul edilen metaların belirli bir bedel karşılığı korunması yatmaktadır. Dolaylı bir bankacılık faaliyetinin yürütüldüğünü söyleyebileceğimiz bu dönemde, kredi, faiz vb. gibi kavramların henüz ortaya çıkmadığı görülmektedir (Huerta de Soto, 2006:43-49).

İlkel yöntemlerden günümüz bankacılığına ulaşan süreç içerisinde, bankacılık faaliyetlerinin gelişmesine ve ilerlemesine yol açan unsurlardan birinin Roma’nın sahip olduğu karmaşık ticari hayat olduğu görülmektedir. Söz konusu dönemde, artan ticari ilişkiler ile birlikte para daha fazla kullanılmaya başlanmış, hem banker sayısında hem de bankaların yaptığı işlemlerde artış meydana gelmiş ve yaşanan bu gelişmelere bağlı olarak kredi, faiz vb. gibi kavramlar ortaya çıkmaya başlamıştır. İlgili dönemde, iktisadi birimler ellerinde bulundurdukları parayı, bankalara, dini kurumlara ya da devlet tarafından korunan kasalara emanet ederek saklamışlardır. Paranın bankaya yatırılması durumunda, mevduat sahibinin karşılaşacağı iki farklı durum söz konusudur. Bunlardan ilkinde, banka mevduat sahibi adına söz konusu parayı korumanın yanı sıra ödeme işlemlerini de gerçekleştirmekte ancak mevduat sahibine herhangi bir ödeme yapmamaktadır. İkinci durumda ise paranın creditum olarak bankaya yatırılması söz konusudur. Buna göre banka, yatırılan para karşılığında mevduat sahibine belirli bir

18

zaman için ödeme yapmakta bunun karşılığı olarak ise parayı istediği biçimde kullanma hakkını elde etmektedir (Hoggson, 1926: 40-42; Gouge, 1968: 116-117).

İlgili dönemde, bankacılık faaliyetleri ile ilgili olarak yaşanan bir diğer önemli gelişme ise Mısır devleti tarafından İskendireye’de bir Merkez Bankası’nın kurulmasıdır. Sonraki dönemlerde farklı şehirlerde şubeleri de açılan banka sayesinde, bankacılıkta merkezileşme kavramı ortaya çıkmaya başlamıştır. Devlet adına yatırım yapan, vergi gelirlerini muhafaza eden ve mevduat kabul eden banka, kısmi rezerv sistemini kullanarak kâr elde etmektedir (Huerta de Soto, 2006:50-52). Orta çağ ile birlikte Avrupa’da kâğıt para kullanımının yayıldığı ve ticari faaliyetlerde madeni paraların geçerliliğinin azaldığı görülmektedir. Bu durumun nedenlerinden biri özellikle de yüksek tutarlı işlemlerin yol açtığı uzman ihtiyacı (bu kişilere hizmetleri karşılığı yapılacak ödeme ilave maliyetleri de beraberinde getiriyordu) iken bir diğer neden ise ortaya çıkan vakit kaybı olarak nitelendirilmektedir. Bu süreçte bankaların, hem işlemlerin daha hızlı yapılmasını sağlıyor olması hem de ilave maliyetleri ortadan kaldırması sebebiyle giderek daha hızlı yayıldığı görülmektedir. Tüm bu sebepler nedeniyle, Orta Çağ Dönemi’nde bankacılık faaliyetlerinin arttığı ve finansal piyasalara ait kavramların temellerinin atıldığı söylenebilmektedir (De Roover, 1948: 249-250).

Orta Çağ’da yaşanan gelişmeler ve Roma’nın çöküşü ile beraber duraksayan ticari ilişkiler, döneme ait bankacılık faaliyetlerinin de yavaşlamasına neden olmuştur.

Ancak süreç içerisinde İtalya ve çevresindeki şehirlerde başlayan ticari hareketlilik bankacılık ile ilgili canlanmayı da beraberinde getirmiştir. Söz konusu bankacılık faaliyetleri başlangıçta her ne kadar Roma’ya ait hukuk kuralları ve gelenekler ile yürütülüyor olsa da zaman içerisinde bahsi geçen bölgedeki ticaret ve bankacılık sisteminin kendi ilkelerini belirlediği görülmektedir (Ferguson, 2008:32). Bu duruma bağlı olarak, 1587 yılında Venedik’te ilk resmi banka (Banco della Piazza di Rialto), 1619’da ise ikinci resmi banka olan ve Bank of Venice olarak da adlandırılan Banco del Giro kurulmuştur (Dunbar, 1892: 311). Söz konusu dönemde Venedik’teki ticari faaliyetlerin gelişimine bağlı olarak banka sayısında ciddi artışların meydana geldiği ve Venedik’in bankacılık merkezi hâlini aldığı görülmektedir. Ayrıca, 16. yüzyıl boyunca yaşanan iktisadi sıkıntılara bağlı olarak Venedik ve çevresinde birçok bankanın battığı ancak bu duruma rağmen faaliyette bulunan banka sayısının yine de yüzün üzerinde kaldığı bilinmektedir (Galbraith, 2017: 27-28).

19

Bankacılık faaliyetleri ile ilgili olarak dönemin önemli gelişmelerinden bir diğeri ise 1656 yılında Riksbank’ın (Stockholm Bankası) kurulmasıdır. Kâğıt paranın yaygın şekilde kullanılmasında etkiye sahip olan bankanın, ticari faaliyetler dışında kalan fon talebine yönelik olarak da kredi sağladığı görülmektedir. Ayrıca banka, elinde bulundurduğu rezervlerden daha fazla para bastığı (dağıttığı) için kısmi rezerv bankacılığına öncelik eden bankalar arasında gösterilmektedir (Ferguson, 2008:44-45).

İngiltere ve Fransa arasında yaşanan savaş sırasında devletin duyduğu finansman ihtiyacına yönelik olarak kurulan İngiltere Merkez Bankası (Bank of England) modern bankacılık sisteminin başlangıcı olarak nitelendirilmektedir (Wiseley, 1977: 32).

İngiltere Merkez Bankası’nın, savaş dönemi kurulan bir devlet bankası olması sebebiyle, başta para basma yetkisi olmak üzere çeşitli imtiyazlara sahip bir banka olarak kurulduğu görülmektedir. Sonraki dönemlerde, devlete verilen finansman desteğinin sınırlandırılması yönünde hareket eden ve vergiler başta olmak üzere borçların kendisi tarafından basılan banknotlar ile ödenmesi gerektiğini ileri süren banka, merkez bankalarının son kredi mercii olma özelliği ile kısmi rezerv bankacılığı prensibini benimseyerek hareket etmiştir. Dolayısıyla savaşın neden olduğu sonuçları hafifletmek amacıyla kurulan İngiltere Merkez Bankası’nın, taşıdığı özellikler ve zaman içerisinde benimsediği prensipler nedeniyle kendisinden sonraki dönemde ortaya çıkan bankacılık faaliyetlerinin gelişmesine neden olduğu ve daha önce de belirtildiği üzere modern bankacılığın temellerinin atılmasında önemli katkılara sahip olduğu söylenebilmektedir(Huerta de Soto, 2006:108-110).

Gouge, modern bankacılık sisteminin geçmiş döneme göre iki temel farka sahip olduğunu ileri sürmektedir. Bunlardan biri modern bankacılık sisteminin işlemlerini tamamen kâğıt para ile gerçekleştirmesiyken bir diğeri ise bankaların anonim şirketlere dönüşerek kurumsal hâle gelmeleridir. Mevcut değişimler ile birlikte tüm sorumluluğu kabul eden bankerlerin yerini, yükümlülüğü sahip olduğu sermaye ile kısıtlı hissedarlar almıştır. Bankaların finansal sistem içerisinde sahip oldukları önemin artması ve bankacılık faaliyetlerinin giderek gelişmesi söz konusu değişimi ve bir takım tartışmaları beraberinde getirmiştir. Özellikle, bankaların zarar etmeleri durumunda, hissedarların sahip oldukları hisse değeri kadar sorumluluk kabul ediyor olmalarının, mevduat sahipleri üzerinde ciddi bir yük oluşturduğu düşünülmektedir (Gouge, 1968:

42-43).

20

Yaşanan tüm bu gelişmelerin ardından 17. yüzyıl itibariyle, bankacılık yöntemlerinin günümüzdeki hâlini almaya başladığı ve modern bankacılık sistemine geçildiği kabul edilmektedir. İlgili süreç Chick (1993) tarafından 7 farklı evreye ayrılarak özetlenmiştir. Buna göre birinci evrede bankaların ağırlıklı olarak fon arzı ile fon talebi olan iktisadi birimleri bir araya getiren bir aracıdan ibaret olduğu görülmektedir. Ayrıca bu evrede bankalar, iktisadi birimlerin ellerinde bulundurdukları değerli metaları emanet ettikleri güvenli kurumlar olarak kabul edilmektedir. İkinci evre, banka büyümelerinin gerçekleştiği ve bankacılık faaliyetlerinin arttığı bir dönem olarak nitelendirilmektedir. Bu aşamada, bankalar tarafından tüketime yönelik kredilerin verilmeye başlandığı ve mevduat kavramının birinci evreye göre daha kapsamlı bir unsur hâline geldiği ileri sürülmektedir. Üçüncü evre, bankaların kendi aralarında borç alıp verebildikleri ve daha karmaşık bir bankacılık sisteminin ortaya çıktığı dönemi temsil etmektedir. Bankaların şubeleşmeye yöneldiği bu dönemde bankalar arası ilişkilerin de artmasıyla birlikte kredi genişlemesinin meydana geldiği ancak mevcut sistemin daha savunmasız duruma geldiği kabul edilmektedir. Dördüncü evre, Merkez Bankalarının daha önceki dönemlere nazaran daha etkin olduğu bir süreci kapsamaktadır. Bu süreçte, bankalar bir otoritenin varlığı ile birlikte daha istikrarlı hareket etmektedirler. Beşinci evre, bankalar arası rekabetin arttığı bir süreç ile ifade edilmektedir. Ayrıca bu evrede, fonların daha etkin bir biçimde kullanılmaya başlandığı ve banka borçlarının yönetimine ilişkin uygulamaların devreye girdiği görülmektedir.

Altıncı evre, bankaların mevcut kredi kullandırma yöntemlerinin değiştiği ve seküritizasyon7 kavramının ortaya çıktığı yeni bir dönemi temsil etmektedir. Ayrıca bu aşamada, mevcut kredi talebinin giderek arttığı ancak artan talebe bankaların yeterli oranda cevap veremeyerek kredi portföylerinin sürekliliklerini sağlayamadıkları ileri sürülmektedir. Yedinci aşama olarak nitelendirilen son aşama ise içinde bulunduğumuz dönem ile eşleşmektedir. Buna göre, piyasa serbestîsi ve ülkeler arası entegrasyonunun artması ile birlikte bankacılık faaliyetleri de kendini yinelemekte ve zaman içerisinde farklı yöntemler (örn; bir ödeme yöntemi olarak kredi kartının kullanılması) ortaya çıkmaktadır (Chick, 1993: 81-91). Bilindiği üzere günümüzde bankacılık işlemleri sanal

7 Seküritizasyon (menkulkıymetleştirme): Likit olmayan varlığın, sermaye piyasalarında işlem görebilecek ve ihraç edilebilecek biçimde menkul kıymete çevrilmesini ifade etmektedir.

21

yöntemler aracılığıyla yürütülmekte, banka ve banka dışı kurumlar arasındaki farklar ortadan kalkmakta ve küreselleşme faaliyetleri giderek artmaktadır. Dolayısıyla Chick (1993) tarafından ortaya koyulan yedinci evrenin, içinde bulunduğumuz dönemi kapsayarak, bankacılık kavramına dair daha geniş bir perspektifi temsil ettiği söylenebilmektedir.