• Sonuç bulunamadı

Tutum, kiĢinin önceden edindiği ve sürekli olarak benimsediği değerlerdir. Tutum gözlenebilir bir davranıĢ değil davranıĢa hazırlayıcı bir eğilimdir. Smith (ö. 1790)‟in belirttiği gibi bir tutumun meydana getirdiği sadece bir davranıĢ, eğilim ya da sadece bir duygu değil, düĢünce - duygu - davranıĢ eğilimi bütünleĢmesidir. Bu üç öğe genellikle birbiriyle uyum halinde bulunmaktadır. Dolayısıyla bunlardan birinde meydana gelebilecek herhangi bir değiĢiklik diğer öğeleri de ister istemez

etkileyecektir.191 Tutum bir tür zihniyettir. Zihniyet, zihnin akıl yürütürken içinde

bulunduğu ortamdır. Bu ortam akıl yürütmede kullanılan kavramlara anlam

189 Özgen, a.g.e., s. 139.

190 Dumanlı, Ekrem, Gazetecinin El Kitabı Haber Kılavuzu, Ġstanbul 2011, s.80. 191 Gökçe, a.g.e., s. 190.

kazandırır.192

Bireye bir felsefi tutumun oluĢması için öncelikle birey felsefi tutuma sebebiyet verecek duruĢ hakkında bir bilgi sahibi olması lazımdır. Bilginin de kiĢinin “ben”inde, “tutumunda” “davranıĢlarında” bir etki oluĢturması için de bireyin bilgiyi özümlemesi, benimsemesi, içselleĢtirmesi gerekmektedir.

Felsefi bir tutumun gerçekleĢmesi için sadece bilgi yeterli değildir. Felsefi tutumun oluĢması için bilginin benimsenmesi, kabullenmesi hayata geçirilmesi lazımdır. Ġslam düĢünürlerinden Seyit ġerif Cürcani‟nin felsefeye getirmiĢ olduğu “Felsefe, ebedi mutluluğu elde etmek için beĢerin takati nispetinden Allah‟a benzemeye

çalıĢması”193

tanımından yola çıktığımızda felsefenin sadece bilgi yığınından ibaret olmadığını görürüz. Ġnsanın takati nispetince Allah‟a benzemeye çalıĢması, Allah‟ın ahlâkıyla ahlâklanmasıyla olabilir. Alllah‟ın ahlâkıyla ahlâklanma da hakikatin peĢine düĢüp elde edilen bilginin iĢlenmesiyle olur. Ġslam filozoflarından Kindî, Ġbn-î Sina, Fârâbî, Ġsmail Ankaravî gibi filozofların felsefeye yaklaĢımlarından kiĢinin kendisini tanıması, varlığı ve kâinatı okuyup anlamlandırması, davranıĢlarını Allah‟ın rızası doğrultusunda oluĢturması olarak algılandığı görülmektedir. Bu durumda felsefi bir tutum felsefenin kaçınılmaz bir sonucudur. Felsefenin sadece bilgi sahibi olmak olmadığı ortaya çıkmaktadır. Ġrademizi yönlendiren, bilgilerimizdir. Bu sebeple iradi hareket ve davranıĢlarımız, o hareket ve davranıĢlarımızın yöneldiği var olan

hakkındaki bilgilerimize göre olmaktadır.194

ġeytanı yoldan çıkaran, ona yaratıcının emrine karĢı aykırı bir tutum sergilemeye zorlayan, bilgisizliği değil; bildiğiyle amel etmeyiĢi ve bilgiyi hazm edemeyiĢidir. Yine bir insanı mümin yapan bilgisizliği değil, bilgisi doğrultusunda zihnî, felsefî, amelî bir tutum takınmasını sağlayan bilgisidir. Felsefi tutum kiĢinin bildiğini kalben, zihnen sindirip, benimsemesi ve davranıĢlarına yansımasıdır. Ġnsan sürekli bilgi akımı içerisindedir. Bilgiyi ya doğrudan doğruya veya dolaylı yollarla elde eder. Bu bilgilerle etkiler ve etkilenir. BaĢka bir ifade ile insan sürekli iletiĢim halindedir. Elde ettiği bilgilerle, yeni Ģeyler ortaya koyar, davranıĢlar

kazanır. Onun var oluĢumun sebebi bilgidir.195

Bilginin elde edilmesi ise, ancak iletiĢim ile gerçekleĢir.

ĠletiĢim insanların davranıĢlarına temel olacak ortaklığı sağladığında belli bir dönemin egemen iletiĢim biçimi insan davranıĢlarını da belirmektedir. Bu bizi insan

192 Öner, a.g.e., s. 40. 193 Erdem, a.g.e., s. 19. 194 Öner, a.g.e., s. 213. 195 Öner, a.g.e., s. 65.

51

toplumlarının evrimini iletiĢim biçimleriyle açıklamaya kadar götürebilir.196

Sözlü iletiĢimin olduğu, iletiĢimin ancak yüz yüze gerçekleĢtirebildiği dönemler ile yazının bulunmasıyla birlikte elle yazılan kitapların, metinlerin, mektupların yazılıp bunların birer iletiĢim aracı olarak kullanılmaya baĢlandığı dönemlerde insan davranıĢların niteliği aynı Ģekilde ve aynı düzeyde olmamıĢtır. Daha sonraları ise, haber mektupların, belli periyodik zamanlarda basılan mecmuaların, dergilerin, gazetelerin birer basın yayın organı olduğu dönemler ile telefonun, radyonun, televizyonun, internetin birer iletiĢim aracı olduğu dönemlerde yaĢayan insanların davranıĢ modelleri aynı olmamaktadır. Her devirde kullanılan basın yayın organların farklılığı insan davranıĢları ve toplum üzerinde farklı etkiler bırakmıĢtır. Meselâ, Hz. Muhammed (sav) kendi kavmi içerisinde tebliğini daha çok yüz yüze gerçekleĢtirmiĢtir. ÇeĢitli ülke meliklerine, krallarına tebliğini ise, davet mektupları göndererek gerçekleĢtirmiĢtir. Yeni bir dine davet edilen ülke melikleri de yeni din ve yeni peygamber hakkında doğrudan doğruya bilgi edinmekten ziyade ikinci, üçüncü derecede kaynaklardan edindikleri duyumlar ile bir tutum içine girmiĢlerdir. Zamanla Ġslam coğrafyasının sınırları geniĢlemesi ve kimi müslümanların yeni dini tebliğ için, kimileri de ticaret, seyahat vb. baĢka nedenlerden dolayı baĢka diyarlara hicret etmeleriyle farklı dinlerin müntesipleri ile temasa geçilirmiĢ ve bu temasların sonucunda da karĢılıklı etkileĢimler yaĢanmıĢtır. Müslümanların farklı din müntesipleriyle doğrudan doğruya iletiĢim halinde bulunmaları yeni din hakkında bilgi ve izlenimlerin, bir duyum ve aktarımdan ziyade bizzat müĢahedeye yolu ile gerçekleĢmesini sağlamıĢtır. Bu durum birbirleriyle iletiĢim halinde bulunan farklı dinlerdeki bireylerin zihni ve felsefi tutumları üzerinde bir etki oluĢturmuĢtur. Bu etkileĢim sonucunda da Ġslam‟ın temel kaynağı olan Kuran ve Sünnetin yanı sıra bu iki kaynağı açıklayacak, yorumlayacak, zaman zaman diğer düĢünce ve akımlara karĢı koruyacak, savunacak bazı düĢüncelerin, ekollerin, bilimlerin ortaya çıkmasına yol açmıĢtır. Hz. Peygamber döneminde gerçekleĢtirilen iletiĢim ile daha sonralarında gerçekleĢen iletiĢim arasındaki farklılıklar kiĢilerin zihni ve ameli farklı bir tutum içerisine girmesine sebebiyet vermiĢtir.

Hegel‟in burjuvanın Ġncil‟i197

olarak tanımladığı, bilhassa XIX. yüzyılda baĢlayan ve halen günümüzün temel iletiĢim araçlarında biri olan gazetelerin birey ve toplumların zihnî ve amelî, ahlakî tutumları üzerine etkisi, kitap, dergi vb. diğer yazılı

196Yengin, a.g.e., s. 28. 197 Talu, a.g.e., s.8.

iletiĢim araçlarına göre daha farklı olmaktadır. Bir düĢüncenin, fikrin aktarılmasında, iletilmesinde, yayılmasında kitap daha ciddi bulunup bireye güven verirken, gazeteler okura kitap ve dergi kadar ciddi olmamakta, insana güven vermemektedir. Gazeteler güne birlik ve tüketim eksenli olması cihetiyle insanoğlunu bir olay ve konu hakkında bilgi sahibi kılmaktan ziyade yüzeysel bilgi vermekte, okuru haberdar etmektedirler. Bu durum kiĢilerin davranıĢları üzerine farklı etki etmektedir.

Yoğun haber ve ileti bombardımanı altında kalan bireyin tutum ve davranıĢlarında bir değiĢimin zamanla olmaması kaçınılmazdır. Basının amaçlarından biri de bireylerin ve toplumların zihnî, fikrî ve ameli davranıĢlarına etki etmek ve kendi isteği doğrultusunda bir felsefi tutum oluĢturmasını sağlamaktır. Basın yayın organları hedefleri doğrultusunda yayın politikaları belirlerler. Basının olaylara ilgisi çoğu zaman olayın bizzatihi kendisinden ziyade sağlayacağı reytin veya kendi yayın politikasına olan uygunluğu ile doğru orantılıdır. Böyle olunca da birçok olayda doğru analiz ve yorum yapıl(a)mamaktadır. ĠĢlenen bir cinayetle ilgili cinayeti iĢleyen zanlının yaĢı, rengi, ırkı, memleketi gibi ayrıntılar yazılsa da onu cinayete sevk eden etkenler üzerinde

fazla durulmamaktadır.198

Bu durumda insan basının aktardığı kadar bilgiye sahip olmakta ve sözde ayrıntı olarak aktarılan bilgiler doğrultusunda birey basının ideolojisi, yayın politikası doğrultusunda zihni, duygusal, felsefi ve ameli bir tutum içine girmektedir. Sözde ayrıntı olarak verilen haberde dikkat çekilen bir ırka, bölgeye veya baĢka bir Ģeye karĢı okurda olumlu / olumsuz bir tepki kendiliğinden oluĢuvermektedir. Yine basında bilhassa Ģehit, kaza, cinayet vs. gibi haberlerde daha çok kazazedelerin, Ģehitlerin geride bırakmıĢ oldukları eĢinin, çocuklarının veya ailesine ait güzel bir fotoğrafı; duygu yüklü bir Ģiiri, bir sözü veya hüzün, duygusal içerikli bir mesaja yer verilmektedir. Bu Ģekilde sunulan haberlerin karĢısında okur veya dinleyicinin kendisine iletilen haber veya bilgiyi sağlıklı bir Ģekilde analiz ve değerlendirmede bulunması her zaman mümkün olmamakta ve çoğu zaman duyguların etkisiyle hareket edilmektedir.

Basın bireyi haberdar etmekle, bilgilendirmekle kalmaz, çoğu zaman okur adına düĢünerek okura, dinleyiciye düĢünmeye imkânı tanımaz. Talu, basının nasıl düĢüneceğimizi belirleyemese dahi, neler üstüne düĢüneceğimizin çerçevesini çizdiğini,

zihnimizi rehin aldığı199

fikrindedir. Olaylara ayna olmak yerine, yorum ve varsayımlar,

198 Aydın, Nurullah, İnsan Hakları Demokrasi ve Medya, Ġstanbul 2008, s.222. 199 Talu, a.g.e., s. 37.

53

niyet okumalar; düĢüncenin yerini ise daha çok magazin; görsellik almaktadır. XX. yüzyılın siyaset felsefecilerinde olan Hanna Arendt (ö. 1975) düĢünmeme halinin

zamanımızın en bariz özelliklerinden200

olduğunu ifade etmektedir. Basının etkisi sadece yetiĢkin bireylerin zihinlerini teslim almak, kiĢinin düĢünceleri üzerine etki yapmakla sınırlı değildir. Meselâ reklâmların etkisiyle, birey ve toplumlarda, bilhassa çocuklarda oluĢan bilinçsizce ve sağlıksız tüketim geleceğimizi, çocukların sağlığını tehdit etmektedir. Basının sağlımıza yönelik olan bu istenmeyen tutumu, basının genelde bireylerin, özel de ise çocukların zihinlerinde oluĢturduğu tutumun bir sonucudur.

Ġbni RüĢd (v. 1198) ve ondan önceki birçok filozof felsefeyi “gerçeği bilmek ve gerçeğe uygun davranıĢta bulunmak” olarak tanımlamıĢlardır.. Basın yayın organlarının en önemli misyonu hitap ettiği kitleyi doğru bilgilendirmek ve bu doğrultuda bir tutum sergilemesini sağlamaktır. Basın yayın organlarının edinmiĢ oldukları prensip ve yayın politikalarına göre haberin okura sunulması, değiĢkenlik arz edebilir. A gazetesi X bilgisini Y diye sunarken, B gazetesi X bilgisini tam zıttı bir Ģekilde Z diye sunabilir. Meselâ bir basın yayın organı nefsin hoĢuna giden Ģeyleri, okurun hayatını yaĢaması için olmazsa olmazlardan sunup onlara sahip olması yönünde gayret etmelerini isterken, bir diğer gazete nefsanî duyguları kiĢinin ebedi hayatı kazanma adına birer imtihan unsuru olduğunu, bundan dolayı da Ģiddetle kendisinde kaçınması gerekli unsurlar olarak haber yapıp okuru bunlardan sakınması gerektiği doğrultusunda haber yapabilmektedir. Kimi basın yayın organı okuruna “büyük adam” olmayı öğütlerken, kimisi “insan-ı kâmîl” olmayı öğütleyebilir, böyle bir tutum sergilemesi yönünde politikasını belirleyebilir. Bu farklı bilgilendirme sonucunda her basın yayın organının muhatap kitlelerinin davranıĢ ve tutumlarından farklılıkların olması kaçınılmazdır. Ġnsanın aldığı gıdalardaki vitaminler insanoğlunun sağlıklı bir Ģekilde yetiĢmesine, kalmasına yardımcı olduğu gibi insanın zihnî ve amelî bakımda olumlu bir tutum sergilemesi de kiĢinin öğrendiği bilgilere ve bu bilgiler ıĢığında takındığı fikri ve felsefi bir tutuma göre değiĢkenlik arz edeceği bir hakikattir.

Gazali “El munkızu mine‟d Dalal” adlı eserinde akli melekesi, bilgisi az olan, düĢünmeyen, tahkiki değil, taklidi bir hayat yaĢayanlar üzerinde basın yayın organların nasıl bir etki ettiğini ve onları nasıl bir felsefi tutum edindiğini açıklamaktadır. Gazali insanların çoğu hakkı batıldan, doğru yolu eğri yoldan ayırt etmek hususunda

kendilerini maharetli ve çok akıllı sandıklarını ama bunun böyle olmadığını, bundan dolayı da mümkün olduğu kadar bu tür insanları sapıtmıĢ olanların eserlerini okumaktan

men etmek gerektiğinin vacip olduğunu söyler.201

Gazali kültür itibariyle belli ilimlerin mahiyetini kavrayamayacak seviyede olanların, kalp gözleri mezheplerin yüksek gayelerine doğru açılmamıĢ olanların kendilerinin din ilimlerin sırlarına dair yazdıklarının daha önceki bazı felsefecilerin sözlerinden alıntı olduklarını iddia ederek inkâra kalkıĢtıklarını söyler. Bu durum karĢısında Gazali Ģöyle der:

“Bazen bir at evvelce geçen bir atın izine basar” atasözünde anlatıldığı veçhile bizim hatırımıza gelmiĢ olan bir Ģey önce baĢkasının da hatırına gelmiĢ olabilir. Ġtiraz olunan sözlerin bazısı da Ģer‟i kitaplarda, birçoklarının manası da tasavvuf kitaplarında mevcuttur. Farz ederim ki o sözlerin hepsi ancak felsefecilerin kitaplarında vardır. Bundan ne çıkar? O sözler haddi zatında makul ve bürhan ile sabit ise, Kur‟an ve sünnete muhalif değilse niçin terk ve inkâr edilmek icap etsin? Bu kapıyı açarsak, bir hakikati evvelce bir ehli batılın hatırına gelmiĢ diye reddetmeğe kalkıĢırsak birçok hakikatleri reddetmemiz lazım gelir. Hatta Kur‟anın ayetlerinden, Peygamberlerin hadislerinden, geçmiĢteki büyüklerin hikâyelerinden, hükema ve mutasavvıfların sözlerinden bazılarını reddetmek iktiza eder. Böyle bir kanaat, ehl-i batılın hakikatleri, kitaplarında kendi sözlerine karıĢtırmak suretiyle elimizden almalarına sebep olur. Bir âlimin en aĢağı derecesi koyu cahil halktan farklı olmaktır. Baldan - hacamat ĢiĢesinde görse bile,- tiksinmez. DüĢünür ki ĢiĢe balın kendisini bozmaz. Nefsin ondan iğrenmesi cehilden ileri geliyor. Esasen ĢiĢe pis kan için yapılmıĢtır. Cahil zanneder ki kan ĢiĢe de olduğu için pis olmuĢtur. Bilmiyor ki kan kendinde mevcut bir sıfattan dolayı pistir, Baldan bu sıfat olmayınca mücerret o ĢiĢede olması ona o hali vermez ve pis olmasına sebep olmaz. Bu, batıl bir vehimdir, halkın birçoğuna galip gelmiĢtir. Bir sözü onların büyük tanıdığı bir adama isnat etsen batıl dahi olsa hemen kabul ederler. Fena, değersiz bildikleri bir kimseye isnat etsen doğru da olsa reddederler. Daima hakkı adamla

ölçerler. Adamı haktan tanımazlar. Bu çok büyük bir delalettir. 202

Birey basında gündelik bilgi, haber alırken farkında omadan onun dayattığı hayat felsefesini de edinmektedir. Zamanla farkında olmadan edindiği felsefe onun hayat felsefesi olmaktadır. Çünkü kiĢi ne yerse o olur. Günümüzde basın daha insanın aceleciliği, haz duygusu, nefsanî duygularının tatmini, merak gibi duygularını göz

201 Gazali, El-Munkızu Min Ad Dalâl, Çev: Hilmi Güngör , Ġstanbul 1989, s. 39. 202 Gazali, a.g.e., s. 39.

55

önünde bulundurarak yayın politikalarını belirlemektedir. Ġbni Hazm (v. 1064), insanlarda kaygıyı artıran ve nefsi hastalandırıp kaygının daha da derinleĢmesine sebep olan nedenler üzerinde dururken, “dünyevi arzular peĢinden koĢmak bunlardan biridir” der. DüĢünür dünyevi arzuların anlamsızlığıyla ilgili olarak Ģöyle bir açıklama getirir: Ġnsanın gerçek hissesi, yalnızca Ģu an veya hali hazırdaki zamandır. Fakat “Ģimdi” (an) gerçek anlamda var olmayıp, geçmiĢ ile gelecek arasında ayırım çizgisinden baĢka bir Ģey değildir. Öyleyse “ebedi ve baki olan ahireti, göz açıp kapamadan daha az olan bir Ģeye satandan daha aptal/ĢaĢkın kim olabilir? Hâlbuki günümüz basını daha çok insanların dikkatlerini hali hazırdaki pembe hayatlara çevirmektedir. Ġnsana lâyemut olduğunun düĢüncesi vermektedir. Sonsuz istekler karĢısında insanoğlunun elinde mevcut olanla yetinmeyip onu daha çoğa sahip olması için bir yarıĢa sokmaktadır. Ġnsanların önem verdiği, peĢinden gittiği, modayı hep canlı tutmakta ve böylece kendi olarak değil “baĢkası” olarak yaĢaması teĢvik etmektedir.

Basının önemli görevlerinden biri de kiĢileri sosyalleĢtirmektir. Kitle ve kalabalıklar içinde yalnızlaĢan insanın sosyalleĢmesini sağlayan en önemli araç basındır. Basının sosyalleĢme aracı olması bireye sunduğu haber, bilgi, popüler kültür, eğlence kültürü, kullandığı dil ile yakın alakalıdır. Burada bireye rehberlik, yönlendirme, etkileme söz konusudur. Birey yolda, evde, okulda, çarĢı pazarda vs. bireysel ve toplumsal karĢılaĢtığı birçok problemi ve bu problemlerin hallini basın yoluyla öğrenmektedir. Böylece bireyde basın aracılığıyla felsefi bir tutum, davranıĢ zamanla oluĢmaktadır. Ġnsanların çoğu, hiç karĢılaĢmadıkları ve karĢılaĢmayacakları, kendilerini alakadar etmeyen Ģeylere, insanların özel hayatlarına dair bilgilere, basın ile ulaĢır. Birçok insan her sabah okuduğu gazetenin kendisine belirlediği bakıĢ doğrultusunda hayatını tanzim etmektedir. Birey çoğu zaman basın ile nefretler, muhabbetler, üzüntüler, sevgiler, düĢmanlıklar, dostluklar edinmektedir. Basının birey ve toplum üzerine etkisi bu kadar bariz bir Ģekilde ortada iken yine de çoğu okuyucu, gazetenin kendisinin kontrolünde olduğunu düĢünür. Okur gazeteyle olan alıĢ-veriĢini farklı bir kavramsal çerçevede anlamlandırır veya anlamlandırdığını zanneder. Kimileri gazeteyi, “dünyaya etkin bir biçimde katılmanın” icaplarından, kimileri “ezilivermemek için bazı Ģeylerden haberdar olmanın olmazsa olmazlarından”; kimileri bir “eğlence”,

kimileri de “eĢ dost toplantılarında, toplumda belli bir kullanım değeri taĢıyan bilgiler

edinmenin aracı203

olarak görürler.

Avrupa Konseyi Parlamenterler Assamblesi‟nde “Gazeteciliğin Etiği” baĢlıklı raporda “Medyanın, vatandaĢlara ve topluma karĢı ahlâkî sorumluluğu vardır, çünkü iletiĢim, vatandaĢların kiĢisel davranıĢların oluĢmasında, toplumun ve demokratik

yaĢamın geliĢiminden büyük rol oynar”204

diyerek basının birey ve toplum üzerindeki felsefi tutum etkisine dikkatleri çeker. Doğu ile Batı toplum yapısını değerlendirirken, Batı toplumunun egoist ahlâk temeli üzerine kurulduğunu; buna karĢılık Batı dıĢındaki toplumların, altrüist (baĢkalarının iyiliğini; çıkar, karĢılık, menfaat gözetmeden istemek, diğergâmlık) ahlâka dayandığını, egoist ahlâka dayalı toplumun teknoloji ile birlikte var olduğunu, Japonya dıĢında teknolojide ileri gitmiĢ toplumların çıkar ahlâkına dayalı toplumlar olduğunu fakat altürist ahlâka dayalı toplumlarda kiĢi birinci planda- kendisini, kendi çıkarlarını düĢünmediğini; toplumun çıkarlarını düĢündüğünü belirten Bozdağ, altürist ahlâk toplumlarında kiĢinin değil, toplumun önemli olduğunu Batıda bütün eğitim, toplum örgütlenmeleri, ferdiyetçilik üzerine düzenlenirken Batı dıĢındaki toplumlarda eğitimin ve toplum örgütlenmelerin, -genellikle- toplumculuk üstünde

yoğunlaĢtığını205

belirtir. Gazetelerin altrüist ahlâka dayalı iman toplumlarında değil de, egoist ahlâka dayalı akıl toplumlarında ortaya çıktığını belirten Bozdağ, ilk olarak Amerika, Fransa, Ġngiltere, Ġtalya… gibi Batı ülkelerinden gazetelerin ortaya çıktığını, çünkü aklın bencil olduğunu, kendi çıkarına çalıĢtığını oysa devletin iman toplumu

günlerinden kaldığını206

belirtmektedir. Oysa iman toplumunda durum baĢkadır. Okuyucu, sabahleyin, eline aldığı gazete, eleĢtirici mantıkla yanaĢmadığı; sadece olup biteni bilmek ve doğru bir Ģey öğrenmek için yaklaĢtığından, ne bulursa kabul etmekte, hatta kendi düĢüncesine aykırı düĢüne fikirleri karĢısında da biraz direndikten sonra teslim olmaktadır. Çünkü bu güne dek eğitim, iman motifi üzerine oturmuĢtur. Gazeteyi çıkaranlar da, o toplumun eğitiminden geçtiği için, onlar da kendilerine belletilen fikirleri, toplumun fikirleri imiĢ gibi, sürekli yazıp çizmekte beis görmezler. Ġman toplumlarının entelektüelleri de rastladıkları ilk fikre gönül verirler; sonra bu fikrin,

203 Avcı, Nabi, Kitle kültürü Enformatik Cehalet, Ankara 1990, s. 97. 204 Talu, a.g.e., s. 140.

205 Bozdağ, a.g.e., s. 139. 206 Bozdağ, a.g.e., s. 249.

57

gerçekleri yansıtmadığı anlaĢılsa da, eksikliği, gözden düĢtüğü bilinse de, onlar hiçbir

Ģey değiĢmemiĢ gibi, iman tefekkürü içinde bildiklerini tekrarlamaktan bıkmazlar207

Batı, Ortaçağ‟ın skolâstik düĢüncesinden ve doğmalardan aklı kendine rehber edinmeyle kurtulmuĢtur. Aklın ön plana çıkması ve skolastik düĢünceden, doğmalardan kurtulan Batı böylece rönesansı gerçekleĢtirmiĢ ve reformlar yapmıĢtır. Reform ve rönesans, aklı ön planda tutan liberal düĢünce sayesinde olmuĢtur. Ortaçağ Avrupa‟sında bu dönüĢüm yaĢanırken, Ġslam dünyasında böyle bir problem o zamanlar mevcut değildir. Çünkü Ġslam insanoğlunu aklını kullanmaya ve düĢünmeye davet eden, “aklı olmayanın dini de yoktur” prensibini vazeden bir dindir. Liberal bir yaklaĢım içine giren Batı‟dan ortaya çıkan basının da bu düĢünceden etkilenmemesi ve böyle bir felsefi tutum içine girmemesi elbette düĢünülemez. Neticede basın da içinde bulunduğu felsefi düĢünceye, zihniyete göre bir tutum sergiler. Liberalizm denilen düĢünce biçiminde, insanın akıllı kararlar alabileceğine güvenilir ve doğrunun var olması, özgür bir toplumda özgürce çalıĢarak, yeterli bilgiyi üreten basının bulunması koĢullarına bağlıdır. Liberalizmle ortaya konulan düĢünceye göre, hükümet ya da bir baĢka kurum tarafından, habere sansür uygulanması ya da basın özgürlüğünün kısıtlanması kabul edilmez. Bu anlayıĢa göre, kamuya karĢı olan sorumluluk da yok sayılmıĢtır. Liberal basın kendisi için kazanç elde ederken, siyasal ve ekonomik sisteme hizmet eden bilgi ve eğlence (daha sonraları reklâm da buna dâhil olmuĢtur) sağlayan bir araç olarak

olmuĢtur.208

Basın alanında liberalizm akımı, basın ve diğer medya kurumlarının özel bir mülkiyet alanı olarak hükümetten olabildiğince bağımsız olması gerektiğini ve böylece doğruların ve hükümetin daha iyi izleyip denetlenebileceğini savunan, John Milton (ö. 1674), John Erskine (ö. 1743), Thomas Jefferson (ö. 1826). ve John Stuart

Mill (ö. 1873) gibi düĢünürlerin fikirlerinin birleĢiminden ortaya çıkmıĢtır.209

Basının görevi toplumun sözcüsü olmaktır. Ancak bu çoğu zaman böyle olmaz. Genellikle basın kendi düĢüncesini toplumun düĢüncesi diye dillendirir; sonra da