• Sonuç bulunamadı

1.3. Bağlanma

1.3.2. Bağlanmanın Tarihçesi

Kuramın geliĢim öyküsü, 1930'larda Bowlby'nin anne kaybı ya da yoksunluğu ve sonrasındaki kiĢilik geliĢimi arasındaki iliĢkiye artan merakı ve Ainsworth‟ün güvenlik kuramına olan ilgisi ile baĢlar (Bretherton, 1992).

Bowlby, 1928 yılında, geliĢim psikolojisi alanında eğitimini tamamlayıp deneyim kazanmak için uyumsuz çocuklar için kurulmuĢ olan bir okulda gönüllü olarak çalıĢmaya baĢlar ve çalıĢmalarını olumsuz aile deneyimi yaĢayan iki çocuk üzerinde yoğunlaĢtırır. Daha önceden de erken çocukluk döneminde ebeveyn çocuk iliĢkisine ilgisi olan Bowlby bu okuldaki deneyimleri ile birlikte bağlanma kuramının temellerini atar. Bowlby bu okulda bulunduğu süre içerisindeçocuğun ebeveyni ile olan iliĢkisine ve günlük yaĢamına iliĢkin değiĢik bakıĢ açılarını nasıl iĢlettiğine dair çeĢitli araĢtırmalar yapar. Bu araĢtırmalardan biri olan “Kırkdört çocuk hırsız: KiĢilikleri ve yaĢamları” konulu çalıĢmada, 44 suçlu gencin gözlem sonuçlarıkontrol grubuyla karĢılaĢtırılır ve erkek çocukların annelerinden erken dönemde ayrılmalarıyla daha sonra suç iĢlemeleri arasında güçlü bir iliĢki olduğu sonucuna varılır. Bowlby‟nin bu konuda yapmıĢ olduğu araĢtırma makalesi yayınlandıktan sonra (1950) Dünya Sağlık Örgütü Bowlby‟den evsiz çocukların ruh sağlığı üzerine bir rapor hazırlamasını ister. Bu çalıĢma Bowlby„e çocuk psikiyatrisi

alanında önde gelen isimlerle tanıĢma ve bu konudaki literatürü okuma imkanı sağlar. Raporun ilk kısmında özellikle erken çocukluk döneminde anne- çocuk arasında tatmin edici, sıcak, yakın ve devamlı bir iliĢki deneyiminin olmasının ruh sağlığı için gerekli olduğuna, ikinci kısmında ise ailelerinden ayrılan çocukların ruh sağlıklarının korunması için alınması gereken önlemlere yer verilir. Raporda özellikle ilk üç yıldaki anne yoksunluğunun çocuklarda fiziksel ve ruhsal hastalıklara yakalanma riskini arttırdığına vurgu yapılmıĢtır. Bowlby oluĢturduğu bu rapor ile probleme herkesin dikkatini çekmeyi baĢarır ancak erken anne yoksunluğunun niçin ve nasıl böylesi kötüleĢtirici etkilere yol açtığını açıklamakta yetersiz kaldığı için baĢarısız olarak değerlendirilir (Hazan ve Shaver, 1994).

1948 yılında James Robertson erken çocukluk döneminde anne yoksunluğunun kiĢilik geliĢimi üzerindeki etkilerini araĢtırmak amacıyla Bowlby‟e katılır. Robertson II. Dünya SavaĢı (1948-1952) sırasında Anna Freud'un evsiz çocuklar için yapmıĢ olduğu „‟Hampstead Nurseries‟‟adlı merkezde çalıĢmaya baĢlar ve orada doğal gözlem ile ilgili tecrübe kazanır. Çoğunlukla yaĢları on sekiz ay ve dört yaĢ arasında değiĢen, annelerinden ayrılmıĢ ve haftalık ya da aylık olarak değiĢen bakıcı annelerin olduğu hastane, yuva gibi kurumlarda bakılan çocukların bir kısmını haftada bir iki defa, bir kısmını da uzun periyotlarla gözler. Çocukların sadece bağlanma figüründen ayrı kalma sürecini değil bu sürecin öncesini ve sonrasını da gözlemler.

Robertson, Bowlby ile birlikte çalıĢtıkları bu proje ile ilgili verilerin toplanılmasından 2 yıl sonraaraĢtırma projesine dahil edilmeyen bir araĢtırmacı olarak devam edemeyeceğini bildirir ancak gözlemlediği çocuklarla ilgili bir Ģeyler yapma konusunda kendini vicdanen sorumlu hisseder. Bu nedenle 1952-1954 yılları arasında kısıtlı bir bütçe, elle tutulan kamerayla, günün belirli saatlerinde ve yapay ıĢık olmaksızın, birkaç günlük kısa bir ayrılığın neden olduğu sıkıntıyı anlatan “ Ġki YaĢındaki Çocuk Hastaneye Gider (A Two-Year-Old Goes to Hospital)” adlı filmi yapar. Bu film, batı kültüründe hastaneye yatırılması gereken, ebeveyninden veya ilk bakıcısından ayrı olan psikolojik sağlığı bozuk çocukların tedavisinde olumlu etkilere sahiptir (Bretherton, 1992).

Bu çalıĢmayı takip eden yıllarda (1954-1963) Bowlby kendi görüĢlerini destekler nitelikte olan Harlow ve arkadaĢlarının rhesus maymunları ile yapmıĢ oldukları çalıĢmalarla yakından ilgilenir. Freud ve bazı psikologlar anne çocuk bağlanmasını, onların temel fizyolojik ihtiyaçları olan beslenmelerinin anne babaları tarafından karĢılanıyor olmasına dayandırır. Ancak Harry F. Harlow ve arkadaĢları tarafından rhesus maymunları üzerinde

laboratuvar koĢullarında yapılan bazı kontrollü araĢtırmalar bu görüĢün eksik olduğunu ortaya koyar. Harlow bebek maymunları doğumlarında annelerinden ayırıp biri sadece tel örgü diğeri ise kumaĢla kaplı vekil annelerin bulunduğu bir kafese yerleĢtirir ve bu maymunlar 6 ay vekil anneler tarafından büyütülürler. Bebek maymunların tel ya da kumaĢ kaplı anne ile geçirdikleri vakitler düzenli olarak kaydedilir. Tel örgülü anne, bebek maymunların beslenme ihtiyaçlarını karĢılıyor olmasına rağmen kumaĢ kaplı anneyle daha fazla zaman geçirdikleri hatta ona sarıldıkları görülür. Bebek maymunlar bir korku unsuruyla karĢılaĢtıklarında kumaĢ kaplı anneyi kendilerini koruyacak bir figür olarak görüp ona sığınırlar. Bu araĢtırma sadece beslenme faktörünün bağlanma üzerinde önemli bir etkiye sahip olmadığını ortaya koyar. Harlow bu araĢtırmadan sonra maymunlarla pek çok araĢtırma yapar ve bu araĢtırmaların sonuçları bağlanma davranıĢının geliĢmesinde fizyolojik bir gereksinim olan beslenmeden ziyade içten, sıcak, samimi bir bedensel temasın gerekli olduğu, bağlanma figürünün olmadığı durumlarda bu eksikliğin bir bağlanma figürü olması için seçenek olabilecek akranlar aracılığıyla giderilebileceğini ortaya koyar. Harlow‟un yapmıĢ olduğu bu araĢtırmalar sonrası bağlanma ile ilgili öne sürdüğü teorisine göre bağlanma dokunma yani fiziksel temasın verdiği huzur ihtiyacından kaynaklanır. Harlow‟un kuramına göre bebekler yakın ilgiye ihtiyaç duyarlar (Yörükhan, 2011, s.66-67).

Bowlby, Lorenz‟in (1935) kaz ve ördek yavrularının kopyalama (mühürleme) davranıĢlarını betimlemeleriyle ilgili etiyolojik çalıĢmalarından hareketle bağlanma kuramı çalıĢmalarına baĢlar (Bretherton, 1992). Lorenz (1958) yaptığı çalıĢmalarda, kritik bir dönem olan yumurtadan çıkıĢ sonrasında ördek ve kazların çevrede bulunan ve hareket eden ilk nesneye yakın kalma eğilimi göstererek bağlanma davranıĢı gösterdiklerini ve kendi baĢlarına yüzünceye dek bağlanma figürü olarak gördükleri o nesneyi izlediklerini gözlemler. Lorenz‟in teorisine göre bu kritik süreç, oldukça kısadır ve sadece doğumdan sonraki birkaç saate kadar sürer. Kopyalama terimi Lorenz‟in kaz ve ördek yavruları üzerine yaptığı bu öncü çalıĢmasından gelir. Lorenz kopyalamayı öğrenme olarak da tanımlar. Hareket eden bir nesneyi takip etme sırasında yavru kuĢta öğrenmenin meydana geldiğini savunur (Bowlby, 2013, s.221-222).

Bowlby‟nin öğrencisi olan Kanadalı Psikolog Mary Ainsworth‟un 1970‟lerdeki çalıĢmaları bağlanma kuramının geliĢiminde önemli rol oynar. Bowlby'nin araĢtırma birimine katılmak, Ainsworth‟un profesyonel kariyerinin yönünü değiĢtirmesine neden olur. Mary Ainsworth‟un yenilikçi metodolojisi sadece Bowlby'nin bazı fikirlerini deneysel olarak test

etmeyi mümkün kılmamıĢ aynı zamanda teorinin geniĢlemesine de yardımcı olmuĢtur (Bretherton, 1992). Ainsworth‟un bağlanmanın kuramına katkı sağladığı önemli 2 çalıĢması mevcuttur. Bunlar:

 Uganda çalıĢması (bağlanma davranıĢının ne Ģekilde, hangi durumlarda ve ne zaman ortaya çıktığının incelendiği çalıĢmadır).

 Baltimore Projesi (bebeğin ebeveyninden kısa süreli ayrılma ve onunla yeniden birleĢmesi Ģeklinde sürdürülen 8 aĢamadan meydana gelen yabancı ortam tekniği ile yapılmıĢ olan çalıĢmadır) (Wilcox‟dan aktaran Seven, 2006).

Ainsworth bebeğin bir bireyde yakınlığı arama ve sürdürme ihtiyacından ortaya çıkan bağlanma davranıĢı ve anne odadan ayrıldığında bebeğin ağlaması, ağlayarak onun peĢinden gitmesi Ģeklindeki yakınlığı koruma davranıĢından yola çıkarak bir çalıĢma yapar. Ainsworth bu konu ile ilgili Uganda da Ganda kabilesinde yirmi yedi bebek yirmi beĢ anne ve bebeğini yaklaĢık yedi aylık bir zaman diliminde iki haftalık aralıklarla gözlemleyerek yaptığı çalıĢmasında, Ganda çocuklarının hemen hepsinde bağlanma davranıĢının altı aylıkken çok açık bir Ģekilde var olduğunu ve çocuğun bu davranıĢı sadece anne odadan ayrıldığında ağlayarak değil aynı zamanda anne geri döndüğünde gülümseyerek, onun kollarına atlayarak, sevinç çığlığı atarak gösterdiğini ortaya koyar. Altıncı aydan dokuzuncu aya doğru bu bağlanma davranıĢlarının daha da pekiĢtiğini ve bu yaĢlardaki bebeklerin anneleri odadan çıktığında onları takip ettiklerini ve bir süre odada bulunmayan anneleri geri döndüğünde ona doğru emeklediklerini ve tüm bu davranıĢların iki yaĢın sonuna kadar devam ettiğini gözlemler. Ainsworth‟un çalıĢmasıyla paralel bir çalıĢma yapan Schaffer ve Emerson, Ġskoç çocuklarının yedi olası durumdaki ( odada yalnız kalma, gece karyolada kalma vb.) tepkilerini annelerinden elde ettiği bilgilere göre değerlendirir. Birbirine paralel olan bu iki çalıĢma ilk bağlanma davranıĢının dört aylıktan on iki aylığa kadar geniĢ bir yaĢ aralığında ortaya çıkabileceğini ve çocuğun geliĢiminde meydana gelen hızlı değiĢimlerin bağlanma davranıĢının yoğunluk ve sürekliliğinde değiĢimlere neden olduğunu ortaya koymuĢtur. Bunun yanı sıra kısa süreli değiĢimlere neden olan faktörlerin organizmal (açlık, yorgunluk, hastalık, mutsuzluk) ve çevresel (tehlike durumları) olduğunu belirtirler (Bowlby, 2013, s.257).

Ainsworth ve arkadaĢları Baltimore, Maryland‟de beyaz orta sınıf ailelerden 83 anne bebek çiftinden yabancı ortam tekniği ile yaĢamın ilk on iki ayındaki bağlanma örüntüleri ile ilgili veriler toplarlar. Yabancı ortam tekniği küçük, rahat ve fazla sayıda oyuncağın bulunduğu yabancı bir oyun odasında bir yaĢındaki bir bebeğin önce annesinin oyun

odasında bulunduğu, sonra annesinin oyun odasında bulunmadığı ve ardından oyun odasına döndüğü durumlardaki tepkilerinin gözlenmesinden oluĢur. Bu teknik bir bebeğin keĢif için bağlanma figürünü güvenli bir üs olarak kullanması ve bir seri değiĢen durum (bir yabancıyla tanıĢma, ayrılık ve yeniden bir araya gelme) sırasında değiĢen bağlanma ve keĢfetme durumlarındaki bireysel farklılıkları inceleme fırsatı oluĢturan bir stres ortamı sunar. ÇalıĢma grubunda yer alan çocukların neredeyse tamamı anneleriyle birlikte yalnız oldukları yeni oyun ortamında annelerinden gözlerini ayırmadan orayı keĢfetmekle meĢgul olup hiç ağlamamıĢlardır. Yabancının oyun ortamına girmesiyle çocukların çoğunun ortamı keĢfetme durumu azalmıĢ olmasına rağmen yine de ağlamamıĢlardır. Anne yeni oyun ortamında çocuğunu yabancı ile yalnız bıraktığında çocuğun davranıĢlarının değiĢtiği ve farklı tepkilerin daha çok ön plana çıktığı görülür. Ainsworth bu deneyden yola çıkarak B, A, C olarak adlandırılan 3 çeĢit bağlanma örüntüsü tanımlar. Örüntü B; güvenli bağlanma örüntüsüne sahip olan bebekler, oyun esnasında aktif olup kısa bir ayrılıktan sonra üzüldüklerinde temas ararlar, kolaylıkla rahatlarlar ve kısa bir süre sonra oyunlarını sürdürürler. Örüntü A; annesine anksiyete ile bağlanan ve kaçınmacı olarak gruplandırılan bebekler, ikinci kısa ayrılıktan sonra yeniden anne ortama geldiğinde kaçınıp yabancıya annelerine göre daha dostça bir tavır sergilerler. Örüntü C; anneye kaygılı bağlanan ve dirençli olarak gruplandırılan bebekler, etkileĢim, yakınlık ve temas kurma konusunda kararsızdırlar, diğer bebeklere göre daha öfkeli ve pasiftirler. (Bowlby, 2013, s.406). AraĢtırmacılar son yıllarda dağınık/yönü belirsiz bağlanma adı verilen bir bağlanma sitili daha ortaya çıkarmıĢlardır. Bağlanmanın bu stili kaygıyı kontrol etmede sabit, tutarlı bir stratejinin olmaması ile belirginleĢir ve kaçınmacı, kararsız davranıĢların bir karıĢımı olarak meydana çıkar (Hazan ve Shaver, 1994).

Anne-çocuk iliĢki ve etkileĢimi üzerine yapılan araĢtırma ve incelemeler bağlanmanın sınıflandırılmasını sağlamıĢtır (Soysal vd., 2005) .