• Sonuç bulunamadı

1.3. Bağlanma

1.3.6. Bağlanma Güvenliğini Etkileyen Faktörler

1.3.6.1. Tutarlı Bakım Veren Kişinin Yoksunluğu

Yoksunluk (mahrumiyet) kavramı ilk defa Sigmund Freud (1944) tarafından dile getirilir. Freud yoksunluk (mahrumiyet) kavramını, belli bir geliĢim aĢamasının tamamlanma safhasını durduran ve etkileri uzun süreli devam eden bir engelleme olayı olarak tanımlar. Freud‟a göre bir bebeğin oral hazdan yoksun kalması ya da fazla oral tatmin isteği içerisinde olması durumları sağlıksız bağlanma örüntülerine ve parmak emme, tırnak yeme, dudak emme, ağız Ģapırdatma vb. gibi tatmin olmayan içgüdüsel ihtiyaçların baĢka yöntemlerle tatmin edilmesi ve açgözlülük, sabırsızlık gibi kiĢilik özelliklerinin belirmesine neden olacaktır. Bowlby daha sonra Freud‟un yoksunluk kavramının içerik ve kapsamını değiĢtirip, geliĢtirerek erken çocukluk döneminde ve çocuklukta yaĢanan anne yoksunluğuna dönüĢtürür. Böylece anne yoksunluğu; çocuğun bağlanma figürünün bulunmaması ve bağlanma süreçlerini sekteye uğratacak bir kavram haline dönüĢtürülür(Yörükhan, 2011, s. 20)

Anne yoksunluğu kavramı, ilk defa Dünya Sağlık Örgütü (WHO) (1950) tarafından evsiz çocukların ruh sağlığı üzerine tavsiyede bulunması istenen Bowlby ile gündeme gelir. Bowlby, hazırlamıĢ olduğu Anne Bakım ve Ruh Sağlığı (1951) adlı monografide kurum bakımında bir grup kiĢi tarafından yetiĢtirilen çocukların ruh sağlığını değerlendirmek için yapmıĢ olduğu çalıĢmaların sonuçlarına yer verir. Elde edilen sonuçlara göre hem tatmin hem de haz kaynağı olan annenin bakımından uzun süreli yoksun kalmak çocuğun karakteri üzerinde olumsuz etkiler yaratabilir. Bağlanma figürü olan anne ile sıcak, yakın, devamlı bir iliĢki deneyiminin olması ruh sağlığı için gereklidir. Bu çalıĢma, bağlanma kuramının temelini oluĢturmuĢ ve günümüzde normal ve anormal geliĢim ile ilgili düĢünce ve algılara etkili bir biçimde rehberlik etmiĢtir.

Pek çok araĢtırmacı tarafından erken çocukluk döneminde yaĢanan süreçlerin hem kalıcı olduğu hem de kiĢilik geliĢimini etkilediği vurgulanmıĢtır. Rene Spitz (1946) 3-12 ay arasında sokağa bırakılmıĢ, kurum bakımevlerinde bakıma alınmıĢ bebekler ile zaman zaman anneleriyle temas kurmalarına izin verilen tutukevi kreĢlerinde ya da çocuk yuvalarında bakım görmüĢ olan bebeklerin davranıĢlarını gözlemler. Tutukevi kreĢlerindeki bebekler zaman zaman birkaç saat anne bakımına bırakılmaktadır. Bu bebekler bakımevindeki bebeklerin davranıĢları arasındaki farkın,bakımevindeki bebeklerin yanları yüksek olan karyolalardan her gün tavanı izlemek zorunda kalmalarından ve annelerinden yoksun olmalarından kaynaklandığı belirtilir.

William Goldfarb (1943) iki grup çocuk üzerinde araĢtırma yapmıĢtır. Bu çocukların yarısı yetimhanelerde büyütülmüĢ diğer yarısı ise 4 aylık olduklarında kendi ailelerinden alınıp baĢka ailelerin içinde büyütülmüĢlerdir. Yapılan araĢtırmanın sonucuna göre bu iki grup çocuğun zeka seviyeleri arasında farklar bulunur. Yapılan Stanford- Binet Zeka Testi‟ne göre evlatlık olarak büyümüĢ olan çocukların IQ‟su 96, yetimhanelerde büyütülmüĢ olanların ise 68 olarak saptanır. Aynı zamanda bu araĢtırmanın sonucunda yetimhanede bakım veren kiĢinin (bağlanma figürünün) tutarlı ilgi ve sevgisinden, sıcak aile ortamından uzak büyüyen bu çocukların dikkat dağınıklığının olduğu, maymun iĢtahlı, disiplinsiz ve zor çocuklar oldukları ortaya çıkmıĢtır

Goldfarb (1955) kurumda büyüyen çocuklar ile aile ortamında bağlanma figürü ile büyüyen çocukların büyüme süreçleri arasındaki farkı 8 ana noktada toplar. Bunlar;

 Aile ortamında yetiĢkin baĢına düĢen çocuk sayısının, kurumlardaki orana göre daha düĢük olduğu,

 Aile ortamında yetiĢkin-çocuk etkileĢiminin sürekli olması söz konusu iken kurumlarda bu etkileĢimin çok yetersiz olduğu,

 Aile ortamında yetiĢkin- çocuk heyecan tepkisi yüksek iken kurumlarda bu duygu durumunun düĢük seviyede olduğu,

 YetiĢkin heyecan tepkisinin, aile ortamında daha belirgin, sıcak ve yoğun olmasına karĢın kurumlardaki yetiĢkinlerde daha düĢük seviyede olduğu,

 YetiĢkinin onaylama ve ödüllendirme gibi tutum ve davranıĢlarının aile ortamında daha yüksek, kurumlarda ise daha düĢük olduğu,

 Gerginliklerin giderilmesi veya tatmin edilmesi söz konusu olduğunda, aile ortamında çocuğun herhangi bir çaba göstermeden isteklerine anında cevap verilirken, kurum ortamında ise bu durumların önceden kestirilemeyecek Ģekilde düzensiz ve bakım veren kiĢi ya da kiĢilerin isteğine göre Ģekil alıyor olduğu,

 Uyaran zenginliğinin aile ortamında kurumlara göre daha yüksek olduğu,

 Uyaran durumunun stereotipleĢmesinin aile ortamında kurum ortamına göre daha düĢük seviyede olduğudur.

Golfrab‟ın yaptığı gözlemler ve çalıĢmalardan yola çıkarak elde ettiği bu bulgular, erken çocukluk döneminde tutarlı bakım verenin varlığını ve aile ortamının önemini ortaya koyar. Kurum ortamındaki bu eksiklikler sosyal iliĢki ve uyum sorunlarına neden olur. Tüm bu bulgular birlikte değerlendirildiğinde ise normal geliĢim üzerinde yaĢamın erken dönemlerinde bir bakıcıyla(bağlanma figürü) kurulan yakın bağın önemli rol oynadığı ortaya konulmuĢ ve güvenli ve güvensiz bağlanmayı etkileyen faktörlerin ipuçları belirlenmiĢtir(Goldfarb‟dan aktaran Yörükhan, 2011, s. 24).

1.3.6.2. Bakım Verenin Duyarlığı ve Bakımın Kalitesi

Annenin doğumdan sonra erken dönemde bebeği ile kuracağı iletiĢim, etkileĢim ne kadar sağlıklı ise anne bebek bağlanması o düzeyde kuvvetli olur. Bakım verenin bebeğin ihtiyaçlarına ve davranıĢlarına karĢı tutarlı ve ilgili olması, anında cevap vermesi, fiziksel teması, göz kontağı kurması, bebeğiyle konuĢması, onu sakinleĢtirmesi, uygun besleme tekniklerini kullanması ve adı ya da cinsiyetiyle seslenmesi, güvenli bağlanmanın geliĢimini arttıran unsurlardır (GüleĢen ve Yıldız, 2013).

Bağlanma güvenliğine dair geçmiĢ çalıĢmalar, bebeklerin yaĢamlarının ilk yılı boyunca tutarlı anne duyarlılığıyla ilgili ilk kanıtlardır. Ainsworth yaptığı çalıĢmalarda, yaĢamın ilk

bir yılında güvenli bağlanmanın gerçekleĢebilmesi için anne duyarlığının önemini ortaya koyar. Bebeklerin sinyallerine, davranıĢlarına karĢı bakım verenin duyarlılığının pek çok olumlu sonuçlar doğurduğunu ve bağlanma örüntülerini etkilediğini belirtir. Aynı zamanda öz-yeterlik, dil edinimi gibi, diğer geliĢim süreçleri de bu durumdan etkilenir. Bebeğin ihtiyaçlarına anında cevap verilmesi, fiziksel temas, göz kontağının kurulması, konuĢulması, sakinleĢtirilmesi, uygun besleme tekniklerinin kullanılması, adı ya da cinsiyetiyle seslenilmesi vb. bakım verenin duyarlığını gösterecek davranıĢlardır. Bu davranıĢlar bebeklerin sinyallerine çabuk, tutarlı yanıt vermek ile iliĢkili olan uygun sosyal davranıĢlar olarak adlandırılırlar. Anne duyarlılığının bireysel farklılıklar, yaĢam koĢullarındaki önemli değiĢiklikler, stres faktörleri, engellenme ve zaman gibi faktörlere göre değiĢkenlik gösterdiği varsayılır.

Bebeğin bakım verene dokunması, ağlaması ve yapıĢma davranıĢı bağlanmanın oluĢtuğuna dair göstergelerdir ancak emme davranıĢı bu göstergeler arasında en temel olanıdır. Beslenme süreci fizyolojik ihtiyacın giderilmesinden ziyade bakım veren-bebek etkileĢimi açısından büyük bir öneme sahiptir (ġener ve Karacan, 1999).

Bebekler 3-5 aylar arasında bebeklik dönemindeki sosyal zamanlar olarak adlandırılan bu süreçte, karĢılarındaki kiĢilerin yüz yüze etkileĢimleri ile ilgilenirler. Bebeklerin 6. aydan önceki dönemlerinde anne duyarlığı, yüz yüze iletiĢim ve bebeğin davranıĢlarına verilen uygun sosyal yanıtlar ile ölçülebilir. Cohn ve Tronick (1987), bakım veren kiĢi ve bebek arasındaki yüz yüze iliĢki ve etkileĢimin önemini vurgulamıĢlardır. Bakım verenin bebeğine gülümsemesi, "ce" türü oyunlar oynaması ve hayvan sesleri, yansıma sesleri çıkarması gibi olumlu duygu ifadeleri bebekte de olumlu duygular uyandıracak ve duruma uygun tepkiler vermesini sağlayacaktır. Erken dönemde kurulan anne bebek etkileĢimi ve iliĢki tarzı bebeğin gelecekte baĢkalarıyla olan etkileĢimini ve iliĢki örüntülerini etkileyecektir (Soysal vd., 2005).

Bebeklere yönelik duyarlığa bakıĢ açılarında kültürel farklılıklar mevcuttur. Farklı kültürlerden olan biyolojik ve evlatlık anne- bebek ikilileri üzerine yapılan pek çok araĢtırma, duyarlı bakımla güvenli bağlanma arasında orta düzeyde iliĢki olduğunu ve güvensiz bağlanan bebeklerin daha az fiziksel temas kuran, ihtiyaçlarına tutarsız veya reddedici yanıtlar veren, onları dikkatsizce kucaklayan annelere sahip olduklarını gösterir (McElwain ve Booth-LaForce, 2006). Kaçıngan bebekler aĢırı uyarıcı ve müdahale edici bir bakım alırlar ve bakım verenleri ulaĢılmaz ve reddedici olma eğilimindedirler. Genellikle bebeklerin sinyallerine karĢılık vermezler, nadiren fiziksel temas kurdukları gibi

bunu öfkeli ve rahatsız edici bir Ģekilde yaparlar. Aslında anneden kaçınan bu bebekler annenin aĢırı bunaltıcı etkileĢiminden kaçıyormuĢ gibi görünürler. Dirençli bebekler ise çoğunlukla tutarsız bakıma maruz kalırlar, anneleri bebeğin sinyallerine karĢı kayıtsızdır ve onlarla iletiĢim kurarken uyumlu davranmazlar.

Tüm bu faktörler göz önünde bulundurulduğunda bebeğe bakım veren kiĢinin duyarlılığı ve bakımın kalitesi, bakım veren-bebek etkileĢiminin bağlanma örüntülerini etkilediği ve bu durumun çocuğun sonraki yaĢantısına etki ettiği söylenebilir. Ancak bebeğin özelliklerinin de bebeğe bakım veren kiĢinin duyarlılığına etki edebileceği yadsınamaz bir gerçektir.

1.3.6.3. Bebeğin Mizacı/Özellikleri

Yeni ebeveyn olanların pek çoğu ebeveynliğe dair stres yaĢadıklarını ve genellikle bu dönemlerde bebeklerinin daha zor bebekler olduklarını ifade ederler. Bu tür bir sıkıntı bebeğin yaĢamının birinci yılında hala devam ediyorsa ileriki dönemlerde çocuklar ve ebeveynleri arasında geliĢen iliĢkiye negatif etki edebilir. Yani bebeğin zorluğu ve annenin kaygısı birbirini besleyecek ve bu durum anne-bebek arasındaki bağlanma güvenliğine zarar verecektir. Belsky‟nin (1984) ebeveynlik modeline göre, yetiĢkinin kiĢilik özellikleri ve çocuğun davranıĢsal özellikleri ebeveynliğin iĢleyiĢi ve erken sosyal iliĢkilerin önemli belirleyicilerindendir. Yüksek düzeyde yaĢanan anksiyete ve zor bebek mizacı ebeveynlik iĢleyiĢini ve dolayısıyla bağlanma süreçlerini etkiler. YaĢamın ilk bir yılında, zor mizaçlı bebekler daha düĢük bağlanma skorları gösterir (Symons, 2001).

Bebeğin mizacı, uyku düzeni, ağlama davranıĢları, ebeveynlerin tepkilerine yanıt verme durumu, gereksinimlerini belli edecek sinyallerin açık olması gibi faktörler bağlanma sürecini etkileyen bebeğe özgü süreçlerdir (GüleĢen ve Yıldız 2013). Thomas ve Chess (1977) bir çocuğun geliĢimsel sürecinin ebeveynlik stilleri ve çocuğun mizacı arasındaki etkileĢimden etkilendiğini öne sürmüĢlerdir. Chess ve Thomas çocukların mizacı üzerine yaptıkları araĢtırmanın sonucunda çocukların %40‟ını kolay, %10‟unu zor, % 15‟ini ise yavaĢ harekete geçen çocuk olarak sınıflandırırlar. Zor mizaca sahip olan çocukların bakım kalitesi düĢük bir çocukluk süreci geçirdiklerinde kolay mizaca sahip olan çocuklara göre daha fazla problem davranıĢ sergiledikleri, bakım kalitesi iyi olan bir çocukluk süreci geçirdiklerinde ise daha az problem davranıĢ sergiledikleri bulunmuĢtur. Bazı araĢtırmacılar huzursuz ve korkulu bebeklerin ebeveynden kısa süreli ayrılıklara Ģiddetli

kaygı ile tepki verdiklerini gösterir. Bu bulgu duygusal açıdan tepkisel olan zor mizaçlı bu bebeklerin güvensiz bağlanma geliĢtirme eğiliminde olduklarını ortaya koyar (Pluess, Belsky, 2009).

Goldsmith, Bradshaw, ve Rieser-Danner (1986) çocuğun mizacının bağlanma stillerini 2 Ģekilde etkilediğini öne sürmüĢlerdir. Bunlar: 1) Çocuğun mizacı, bağlanma güvenliğini belirleyen anne-bebek etkileĢiminin sürecini etkiler. 2) Çocuğun mizacı, bağlanma sistemi organizasyonundaki farklılıklara daha bağımsız bir Ģekilde etki eder.

Bağlanma ve mizaç kuramcıları bebeğin mizacı ile anne- bebek bağlanması arasında bir iliĢki olup olmadığına dair farklı görüĢleri savunurlar (Susman-Stillman, Kalkoske, Egelandm ve Waldman, 1996). Bazı araĢtırmacılar, bağlanma güvenliğini etkileyen temel hususun bakım veren kiĢinin duyarlığı olduğunu vurgularlar. Bebeğin mizacı ne olursa olsun bakım veren kiĢiler davranıĢlarını bebeğin ihtiyaç ve sinyallerine duyarlı bir biçimde düzenlediklerinde çocukların pek çoğunun güvenli bağlanma eğiliminde olabileceklerini savunurlar. Zor mizaca sahip bebeğe kaliteli ve uygun bakım koĢulları sağlandığında güvenli bağlanma iliĢkisi kurabileceği, kolay mizaca sahip bebeklerin ise tutarsız, duyarsız veya olumsuz davranıldığında güvensiz bağlanma iliĢkisi kurabileceği öne sürülür (Seifer ve Schiller, 1995). Ancak bazı araĢtırmalara göre ise güvenli ve güvensiz bağlanma stillerinin aslında çocuğun mizaç özelliklerinden kaynaklandığı vurgulanır. Yabancı durum testinde annesiyle güvensiz ve kaçınan türde bağlanma iliĢkisi olduğu söylenen bir çocuğun, anne ile ayrılma sırasında çok fazla endiĢelenmemesi ve yeniden bir araya gelme sırasında kaçınma davranıĢları göstermesi, sakin mizacının sonucudur (Sroufe, 1985). Bunun yanı sıra bebeğin mizacının, bağlanma güvenliği ile iliĢkisiz olduğunu ve mizaç ile güvenli bağlanmanın birbirinden tamamen ayrı kavramlar olduğunu gösteren çalıĢmalar da mevcuttur (Kochanska, 1998). Ancak günümüzde yapılan araĢtırmalarda bebeğin mizaç özellikleri ile ebeveyn duyarlılığının bağlanma güvenliğini etkilediği, çocuğun mizaç özelliklerinin ebeveyn davranıĢlarıyla uyum içerisinde olmasının önemli olduğu vurgulanır (Paterson ve Sanson 1999).

1.3.6.4. Kültürel Farklılıklar

Son zamanlarda bağlanma geliĢimi ile ilgili yapılan araĢtırmalar, bakım verme sistemleri ve kültürel farklılıklardaki ebeveyn kontrol stratejilerine odaklanırlar. Bağlanma ile ilgili temel varsayımlar, farklı kültürlerden olan bireyler için aynı değildir, aksi durumda ebeveyn-çocuk iliĢkileri ile ilgili yanlıĢ anlaĢılmalar kaçınılmazdır. Örneğin; Amerikalılar kendi çocuk yetiĢtirme tutumları ve beraberinde geliĢen bağlanma örüntülerinden yola çıkarlarsa Japonların çocuk bakım uygulamalarının daha farklı olduğunu düĢünmek yerine yanlıĢ olduğunu düĢünebilirler. Zira Japon ebeveynlerin uygulamaları çocuğun keĢif davranıĢlarını engelleyici niteliktedir. Benzer Ģekilde, Japonlar kendi çocuk yetiĢtirme tutumları ve beraberinde geliĢen bağlanma örüntülerinden yola çıkarlarsa Amerikalıların bireycilik anlayıĢına zarar verdiklerini düĢünebilirler.

Bağlanmanın farklı anlayıĢları ile ilgili farkındalık, farklı kültürlerdeki ebeveyn-çocuk iliĢki ve etkileĢimlerinin değersiz olmadığını, bunun yerine farklı koĢullara adaptasyonun olduğunu anlamayı sağlar. Japon anneler bebeklerinin durumsal ipuçlarına dayanarak ihtiyaçlarını önceden tahmin etmeyi tercih ederler, ancak bebeğin ihtiyacını tanımlama durumu bazen bu bebeklerin stres olmasına neden olabilir ve bu stresi en aza indirmek için ileriye yönelik tedbirler alınmalıdır. Amerika BirleĢik Devletlerindeki ebeveynler ise önce bebeklerinin ihtiyaçları doğrultusunda iletiĢim kurmalarını bekleyip sonrasında bu ihtiyaçları karĢılarlar. Bebeğin ihtiyaçlarına yanıt verme ve duyarlılık konusundaki bu farklı tutumlar Japon ebeveynlerin bebeğin ihtiyaçlarını daha duygusal yakınlık ile karĢıladıklarını ve bebeklerin duygu durumlarını düzenleme ile ilgili ebeveynlik rollerinin olduğunu, Amerikalı ebeveynlerin ise çocuğun özerklik çabalarından memnun olduklarını ve bunu saygı ile karĢıladıklarını gösterir. Japonların kültüründeki ebeveyn-çocuk etkileĢimi ve ebeveyn duyarlılık Ģekli Japon bebeklerin annelerine bağımlı olmalarına neden olabilirken, Amerikalı bebekler çevrelerini bağımsız bir Ģekilde keĢfederler. Bu durum Japon ve Amerikan annelerin bebekleriyle olan iletiĢim Ģekillerinden (Japon annelerin konuĢmaları duygular üzerine odaklanmıĢken, Amerikan annelerin konuĢmaları ise daha çok bilgilere odaklanmıĢtır), kurdukları temastan (Japonya'da uzun süreli fiziksel temas söz konusu iken, Amerika‟da uzak göz teması mevcuttur) ve çocuklarının dikkatini yönlendirme tutumlarından (Japonya'da anneler, çocuğun dikkatini kendileri yerine direk sosyal alanlara yönlendirirken, Amerikada fiziksel nesnelere yönlendirme ön plandadır) kaynaklanır (Rothbaum, Weisz,, Pott, Miyake ve Morelli, 2000).

Japon bebekler ile ilgili yapılan bir çalıĢmada, çoğunlukla anneleri tarafından bakılan Japon bebeklerin yabancılara karĢı aĢırı tepkiler gösterdikleri ve annelerine karĢı aĢırı duyarlı oldukları, yabancılarla iletiĢim, etkileĢim kurma konusunda çok isteksiz oldukları, anneleriyle birlikteyken ya da yalnız bırakıldıklarında hiçbir oyuncakla oynamak istemedikleri ortaya çıkmıĢtır. Japon bebekler arasında“KeĢif eksikliği” davranıĢ kalıbı olarak gözlenir (Takahashi, 1990).

Yapılan baĢka bir araĢtırmada Ġsrail kibbutizm sistemi incelenir. Bu sistemde çocuklar hem gece hem de gündüz özel olarak seçilmiĢ bakıcıların bakımına bırakılırlar. Özellikle bebeklerin geceleri belli zamanlarda değiĢen gece nöbetçileri, bebeklerin ihtiyaçlarını karĢılamada gecikmelere ve tutarsız yanıt vermelere neden olur. Bunun yanı sıra kibbutizm toplumundaki ebeveynler gündüz çocuklarıyla zaman zaman iletiĢime geçiyor olmalarına rağmen gece ulaĢılmazdırlar ve bu nedenle bebekler annelerinin sürekli tutarsız bakım vermelerine maruz kalırlar. Ġsrail kibbutizm sisteminde fazla sayıda bakım veren kiĢinin olması ve bağlanma sinyallerine tutarsız yanıt verilmesi bebeklerde güvensiz-kaçınan bağlanmanın oluĢmasına neden olur (Donnell, Sagi, Ijzendoorn, Aviezer ve Mayseles, 1994).

Bağlanmada kültürler arası farklılıklar olabileceği gibi aynı ülkenin değiĢik bölgelerinde de farklı bağlanma örüntüleri görülebilir ve kültürel yapı bağlanmayı etkileyebilir.

1.3.6.5. Ebeveyn Çatışması ve Boşanma

Anne-baba iliĢkisinin kalitesi, anne-bebek iliĢkisi dıĢındaki faktörlerdendir. Bu faktör, annenin duyarlığı ve ebeveyn-çocuk arasındaki iliĢki ve etkileĢim, bakımın kalitesini etkilediği için bebeğin bağlanma stilini de etkiler. Örneğin, destekleyici olmayan ve içinde stres faktörlerini barındıran anne-baba iliĢkisi, annenin çocuğun ihtiyaçlarına tutarlı ve duyarlı yanıt verme kapasitesini etkiler. Anne-baba çatıĢması ve annenin ebeveynlik problemleri arasında bir iliĢki mevcuttur. ÇatıĢmalı anne-baba iliĢkileri, sorunlu anne davranıĢı, düĢük anne hassasiyeti, bebeğin güvensiz ve dağınık/yönü belirsiz bağlanmasına neden olur (Finger, Hans, Bernstein ve Cox, 2009). Belsky, evliliğin kalitesinin bebek-ebeveyn bağlanma iliĢkileri kalitesini destekleyen önemli unsurlardan biri olduğunu savunur (Lundy, 2002).

Bir arada yaĢayan ya da boĢanmıĢ ailelerin çocuklarını karĢılaĢtıran araĢtırmalar, çocuğun refahı için ebeveynle iliĢkili olan kaynakların önemini ortaya koyar. Bir ebeveynin

yokluğu, az izleme ve denetim anlamına gelir ve çocuğun bakımı, ekonomik destek ile ilgili konularda ebeveyn çatıĢmasına neden olabilir. Tek ebeveynlik stresi, hem ebeveynin psikolojik iyilik halini hem de ebeveynlik etkinliğini sarsar ve tutarsız ebeveyn tutumuna neden olur (Brown, 2004).

Solomon ve George (1999a) ebeveynleri boĢanmıĢ ya da ayrı yaĢayan ve babalarıyla belli dönemlerde bir araya gelebilen bebeklerin, ebeveynleri evli ve bir arada olan bebeklere göre dağınık/yönü belirsiz bağlanma türüne sahip olduklarını belirtirler. Yetersiz ebeveyn iletiĢimi ve Ģiddetli ebeveyn tartıĢması ile ilgili anne raporları bebeğin dağınık/sınıflandırılamayan durumu gibi önemli belirleyicilerin bu durumlardan etkilendiğini ortaya koyar. Çocuğun bakımı sırasındaki ebeveyn kavgalarının, çocuğun bağlanma süreçlerine en çok zarar veren durum olduğu belirlenir (Solomon ve George, 1999a).