• Sonuç bulunamadı

Ekonomik olarak büyüme, belli bir dönemde Gayri Safi Milli Hasıla (GSMH)’daki artış anlamına gelmektedir. Tarihte birçok iktisatçı tarafından büyüme ile ilgili görüşler beyan edilmiş olmasına rağmen burada konunun ana hatlarına değinmekle yetineceğiz, örneğin:

Klasikler büyüme konusunda sistematik denilebilecek ilk düşünceleri ortaya atmışlar, kısmen de olsa büyümeye değinmişlerdir. Mahreçler Kanunu işlerken yani ekonomi dengede iken ve bütün kaynaklar kullanılırken büyüme ile ilgili sorun; bunun devamlılığını sağlamaktır. Klasikler’den Adam Smith, büyümenin uzmanlaşma düzeyi yani teknolojik, kurumsal, beşeri gelişme ve uzmanlaşmadaki artış ile kendiliğinden gerçekleşeceğini savunmuştur.

David Ricardo da doğrudan büyüme kavramı üzerinde durmamakla birlikte, var olan büyümenin nasıl bölüşüleceği üzerinde düşünceler geliştirmiştir. Burada bölüşüm toprak sahipleri, müteşebbis ve işgücü olarak dağılmaktadır. Uzun dönemde ücretler için uzun dönemde emek arzının doğal ücretten sonsuz esnek olduğu görüşü ileri sürülen Tunç Kanunu geçerlidir. Burada ise, ücretlerin toplam hasıla payı arttıkça ücret asgariye düşmesi ve uzun dönemde sabit kalması işçinin asgari ücretin altında hayatını idame ettirmesine sonuç olarak ölümüne neden olmaktadır. Ricardo’nun bir diğer görüşü de ekonominin iki aşamalı oluşudur. Bunlardan ilki, ekonominin durgun olduğu dönemlerdir, bu dönemlerde ekonomik büyüme azdır. Đkincisi de, ekonominin genişleme dönemleridir, bu dönemler de büyüme aşaması olarak değerlendirmeye alınmaktadır.

Bir diğer isim de R. Malthus’tur. Malthus’a göre, gelirle nüfus arasında doğrusal bir ilişki vardır. Bu bağıntıya göre öncelikle verimli topraklar kullanılmakta, nüfus arttıkça üretim yeterli gelmediğinden tarımsal ürünlere ihtiyaç duyulması itibariyle daha az verimli topraklar üretime geçirilmektedir. Ücretler açısından da işgücü arzı arttıkça rekabet artacak ve ücretler yeniden düşecektir.

Modern ekonomik büyümenin gündeme gelmesi ile gözlenen en önemli değişme, ülkelerin zenginleşmesi neticesinde tarım sektörünün toplam gelirdeki payının düşmesi ve buna paralel olarak sektörde çalışan nüfusun azalması olmuştur.

artışlar ile teknolojideki gelişmeler büyümenin kaynaklarını oluşturmaktadır37. Üretim faktörlerindeki artışın hasıladaki büyümeye etkisi incelenirken teknolojinin sabit olduğu varsayımı ile hareket edilmektedir. Hasıla (Y), sermaye (K) ve emek (L) miktarı ile ilişkilendirilerek üretim fonksiyonu şu şekilde

Y= F (K,L) oluşturulmuştur. Bu durumda hasıla yalnızca işgücünün ya da sermayenin miktarındaki değişmelere bağlı olarak değişmektedir. Burada yalnızca konumuzla ilişkisi olan işgücündeki değişmeyi incelersek;

Đşgücündeki L kadarlık bir değişme hasılada MPL x L miktarında bir atışa (Y) yol açacaktır:

Y = MPL x L

Buradaki MPL, emekteki bir birim değişmenin hasılada yol açtığı değişim miktarını göstermekte olup emeğin marjinal ürünü olarak adlandırılmaktadır.

Solow Büyüme Modeli’nde olduğu gibi iyi bir büyümenin olabilmesi için, sermaye ve emek de artış ile yeni kapasitelerin yaratılması gerekmektedir.

Harcamalar esasına göre Y = C/S ve Üretim esasına göre Y = C /I’dan

S = I yani tasarruf ve yatırımların eşitliği meydana gelmektedir. Tasarrufların artması, yatırımların artmasına, yatırımların artması da yeni kapasitelere bağlı olarak ekonominin büyümesine neden olmaktadır. Sanayi sektörü ekonomik büyümenin ilk aşamalarında hızlı bir gelişme gösterirken, ilerleyen dönemlerde hizmetler sektörü ön plana çıkmaktadır.

Teknolojik ilerlemenin var olduğu durağan durumda hasıla, sermaye ve emek hep birlikte aynı (n + Ө) oranında büyüdüğü için, bu ekonominin durağan durumu aynı zamanda defneli büyüme durumu olarak da isimlendirilir: Yani durağan durumda, hasıla ve iki girdi (sermaye ve etkin emek) dengeli olarak (aynı oranda) büyümektedir. Dengeli büyüme işgücüne büyüme oranı (n), sermayenin, hasılanın ve etkin işgücünün büyüme oranı (n + Ө), etkin emek başına sermayenin ve hasılanın büyüme oranı (0) ve işçi başına sermayenin ve hasılanın büyüme oranı (Ө) gibi özelliklere sahiptir.

Ekonomik büyüme ve istihdam arasındaki ilişki değerlendirildiğinde, ekonomik büyümenin ülkeden ülkeye farklılık gösterdiğini ve istihdama katkısının kimi ülkede daha yavaş olduğunu söylemek mümkündür38. Ekonominin ürettiği hasılanın uzun dönemde

37 Kemal Yıldırım, a.g.e., 2002, s. 528.

38 Ahmet Selamoğlu, “Gelişmiş Ülkelerde Đstihdam Politikaları, Esneklik Arayışı ve Etkileri”,

izlediği yolun en belirgin özelliği belli bir büyüme trendine sahip olmasıdır. Bazı ülkeler küçülürken bazılarında oldukça yüksek büyüme oranları göze çarpmaktadır. Büyüme oranlarındaki küçük farklar dahi uzun dönemde ülkelerin kişi başına gelir düzeylerinde önemli farklılıklara yol açabilmektedir39.

ILO’nun 15 Şubat 2005 tarihinde yayınlanan “Küresel Đstihdam Eğilimleri Raporu”nda Avrupa için gözlemlenen durumla kayıt dışı istihdamın boyutları hariç, büyüme, büyümeye bağlı olarak istihdamda hafif bir artış, verimlilik artışı ve gençlerde yüksek işsizlik paralellik göstermektedir40. Buradan da anlaşılacağı üzere;

Đstihdam yaratmadan gerçekleşen ekonomik büyüme, beraberinde artma eğilimi devam edecek olan işgücünün işsiz kalması sonucunu ortaya çıkaracaktır. Bu saptama, işsizlikle mücadelenin salt ekonomik büyüme ile çözümlenemeyeceğini, büyümenin aynı zamanda istihdam dostu bir büyüme olması gerektiğini göstermektedir. Bu noktada işsizliğin yapısal boyutu gündeme gelmektedir41. Öncelikle ekonominin genel yapısı ve işsizliğin oluşmasına ve artmasına neden olan değişkenler detaylı olarak incelenmeli ve istihdamı arttırmaya dolayısıyla işsizliği azaltmaya yönelik politikalar uygulamaya konulmalıdır.