• Sonuç bulunamadı

Ayasofya Nâhiyesi (Nâhiye-i Cami-i Şerif-i Ayasofya)

2. İSTANBUL’ DA YEŞİL ALANLAR ÜZERİNE NOTLAR

5.1 Ayasofya Nâhiyesi (Nâhiye-i Cami-i Şerif-i Ayasofya)

Ayasofya Nâhiyesinin kurulduğu alan, kentin kuruluşundan beri ilk iskân alanıdır. İskân çalışmaları Prehistorik dönemden itibaren süregelmiştir. Yapılan kazı çalışmalarında M.Ö. 13. ve 18. yüzyıla ait buluntulara rastlanmıştır (Tezcan, 1989). Byzantios’a göre ise bölgeye ilk yerleşenler Traklardır, M.Ö. 660 yılına kadar alanda Mikenler ve Hellenler yaşamış, sonra Byzantion kurulmuştur (2010, s. 11-12).

85

Byzantion kent sınırları Topkapı Sarayı ve Ayasofya’nın yakın çevresini dolayısıyla Ayasofya Nâhiyesi’nin bulunduğu alanları kaplamıştır (Tezcan, 1989; Gyllius, 1997). Ne yazık ki o dönemden günümüze bir yapı ulaşmamıştır (Tezcan, 1989). Nâhiyenin merkezi olan Ayasofya bir başka deyişle St. Sophia Kilisesi 537 yılında (aynı konumda 360 yılında II. Konstantin zamanında yapılan kilise bir yangın ve bir ayaklanma sonucu tamamen yok olmuş ardından İmparator Jüstinyen tarafından 537 yılında günümüzde var olan mabet yaptırılmıştır) açılmıştır (Eyice, 1984, s. 4). Süssheim ve Taeschner, Ayasofya’nın Türklerin sürekli onarım ve özeni sayesinde bugün ayakta kalan en eski Avrupa mimari eseri olduğunu savunmaktadır (Öztuna, 2004, s. 200). Bizans öncesi dönemlerde kutsal merkez olarak kabul edilen Akropolis’de bu alandadır. Ayrıca bu dönemde nâhiye sınırlarında Gülhane Parkı’nın denize yakın kısmında tiyatro, stadyum ve Akropolis’in içinde bazı mabetler bulunmaktadır (Tezcan, 1989, s. 3-9-11). Kayra’ya göre Fetih’ten sonra Osmanlılar bu bölgenin karakterini çok fazla değiştirmemiştir. Hipodrom At Meydanına, St. Sophia Kilisesi Ayasofya Camii’ne dönüştürülmüş, Topkapı Sarayı Bizans Dönemi’ndeki saray alanının yerine, Haseki Hürrem Sultan Hamamı Zeuxippos Hamamı’nın yerine yapılmıştır (2010, s. 106). Böylelikle Osmanlı Dönemi’nin en önemli sarayı da bu nâhiye sınırlarında kurulmuştur. Bu durum tesadüfi değildir, alanın kentin en hâkim ve en güzel yeri olması ve savunmasının kolay olması dolayısıyla seçilmiştir (Tezcan, 1989, s. 3-9-11).

Gyllius’a göre nâhiyenin bulunduğu alan İstanbul’ un birinci tepesi üzerinde bulunmaktadır ve bu tepe rüzgârlardan korunmuş güvenli ve bol limanlı bir alandır. Bir kılıç veya hafifçe inişli düzlüğe uzanan bir dil, bir gaga gibidir (1997, s. 40). Sınırları içinde Ayasofya, Topkapı Sarayı, At Meydanı ve büyük sarnıç gibi yapıların bulunması dolayısıyla kentin merkezi olarak tanımlanabilir. Ayrıca Fetih’ten sonra çeşitli vakıflar ile Ayasofya’nın zengin gelir kaynakları oluşturulmuş dolayısıyla Ayasofya sağlam kalmış ve nâhiye hızla gelişmiştir (İnalcık, 2019, s. 134-135).

86

Şekil 5.1 : Ayasofya Nâhiyesinin konumu (İnalcık, 2001; Ayverdi, 1958; Ayverdi ve Barkan, 1976; Canatar, 2004’ ten yararlanılarak yazar tarafından düzenlenmiştir). Son yıllarda yapılan kazı çalışmaları neticesinde İstanbul’un fethinden önce Roma ve Bizans Dönemi’nde nâhiye sınırlarında 14’ten fazla kilise veya manastır, vaftiz binaları, üç ayazma, bir saray, tiyatro, kynegion (hayvan dövüşlerinin yapıldığı yer), tzykanisteron (sarayın eğlenceleri için ayrılmış spor sahası), düşkünler evi, yetimhane, mektep, 2 hamam olduğu kayıtlara geçmiştir (Kömürciyan,1952; İnciciyan,1956; Paspates,1893; Khitrowa,1880; Demengel-Mamboury,1939; Janin,1950; Millingen,1899; Janin,1953; Anna, 1969’dan aktaran Tezcan,1989; s. 53-140). Fetih’ten sonra nâhiye alanında bulunan Bizans Dönemi yapıları harap durumda olduğu halde Fatih Sultan Mehmed bu yapılara dokunulmamasını emretmiştir. Fetih’ten sonra mabetlerin kullanımı devam etmiş fakat zamanla kilise ve manastırlar mescid ve camilere dönüştürülmüştür (Tezcan, 1989, s. 16,413). Nâhiye sınırları içinde bulunan Ayasofya Camii, Güngörmez Mescidi, Acemi Ağa Mescidi, Küçük Ayasofya Camii ve Hayrüddin Bey Mescidi İstanbul’ un fethi ile kiliseden camiye dönüştürülmüş yapılardır (Kırımtayf, 2001). Bölgede bir manastırda derviş tekkesi olarak kullanılmıştır (Tezcan, 1989, s. 413). Aya İrini Kilisesi ise Topkapı Sarayına ait bir hizmet birimi olarak kabul edilmiş ve silah deposu olarak kullanılmaya başlanmıştır. Hükümdarlığın son dönemlerinde ise silah malzemelerinin sergilendiği müze şeklinde bir yapı olarak kullanılmıştır (Ar, 2013, s. 43,278,284).

Ayasofya’nın varlığı ve 1478 yılında Topkapı Sarayı’nın yapılmasıyla nâhiye hızla gelişmiştir. Topkapı Sarayı’nın Ayasofya Nâhiyesinin mahallelerindeki konut dokusuna ve mahalle özelliklerine olan etkisini belirlemek güçtür. Fakat sarayda ikamet etmeyip çeşitli kademelerde çalışan görevlilerin saraya yakın olması ve

87

ulaşımın kolay olması dolayısıyla bu mahallelerde yaşadıkları, sadrazam konaklarının varlığı bilinmektedir (Han, 2019, s. 88). Ayrıca Cerasi de 16. yüzyıldan itibaren divan üyeleri ve paşaların saraylarının bu nâhiyede yoğunlaştığını belirtmiştir (2014). Evliya Çelebi ise Seyahatnamesi’nde İbrahim Paşa, Rüstem Paşa, Mehmed Paşa, Koca Sinan Paşa, Koca Ali Paşa ve Güzel Ahmed Paşa saraylarının42 bu nâhiye sınırlarında olduğunu belirtmiştir (2003, s. 277). 1540 ve 1551 tarihli Haseki Hürrem Sultan vakfiyelerine göre Nöbethane Daye Hatun Mescidi Mahallesi’nde saray aşçısı Yahya Efendi’ye ait olan ve onun ölümüyle geliri Haseki Hürrem Sultan Külliyesi’ne tahsis edilen bir oda, bir ahır ve bir su kuyusu kaydedilmiştir. Nâhiye bu önemli yapıların bulunması dolayısıyla dönemin devlet yönetiminin kalbi niteliğindedir (Kartal, 2012, s. 328). 1546 ve 1600 tarihli İVTD’ lerine göre nâhiyenin 17 adet mahallesi vardır. Her mahallede de kayıtlı vakıflar bulunmaktadır. Kuban’a göre nâhiye içindeki vakıf sayıları ile o bölgenin zenginliği ölçülebilir niteliktedir (1996). Çizelge 5.2’deki vakıf sayılarına göre nâhiyenin gelişimi dikkat çekmektedir.

Çizelge 5.2 : Ayasofya Nâhiyesi’nin mahalleleri ve vakıf sayıları.

Mahalle sayısı Vakıf sayısı

(1546)

Vakıf sayısı (1600)

Ayasofya Camii Şerif Mahallesi 26 27

İshak Paşa Mesc. Mahallesi 27 27

Sinan Ağa Mesc. Mahallesi 13 23

Akbıyık Mesc. Mahallesi 23 43

Güngörmez Mesc. Mahallesi 16 20

Nakılbend Hasan Mesc. Mahallesi 11 20

Hüseyin Ağa Camii Mahallesi 9 38

Uzun Şüca Mesc. Mahallesi 18 13

Binbirdirek Sinan Ağa Mesc. Mahallesi 4 4

Hace Rüstem Mesc. Mahallesi 9 10

Firuz Ağa Mesc. Mahallesi 8 9

Üsküblü Mesc. Mahallesi 17 26

Hayrüddin Bey Mesc. Mahallesi 6 13

Karakedi Hüseyin Çelebi Mesc. Mahallesi 15 19

Nöbethane Daye Hatun Mesc. Mahallesi 20 20

Elvanzade Hace Sinan Mesc. Mahallesi 22 20

Hace Üveys Mesc. Mahallesi 15 28

Toplam 259 360

42 Adı geçen saraylardan İbrahim Paşa Sarayı dışındaki saraylardan hiçbirinin konumlarına hiçbir kaynakta rastlanmadığı için İbrahim Paşa Sarayı dışındaki saraylar Şekil 5.3 ve Şekil 5.6’da verilen haritalarda bulunmamaktadır.

88

1546 ve 1600 tarihli İVTD’leri birlikte incelendiğinde nâhiyede yaklaşık olarak geçen elli yıllık sürede yeni bir mahalle açılmamış ve herhangi bir mahalle kaybolmamıştır (Mahallelerin konumları için bkz. Şekil 5.2). Fakat vakıf sayılarında artış görülmüştür. Böylelikle nâhiyede gelişimin büyük çoğunluğunun 15. yüzyılda tamamlandığını ve 16. yüzyılda mevcut alanlarda nüfusun ve yeni yerleşimlerin söz konusu olduğu söylenebilir.

Şekil 5.2 : Ayverdi’nin haritasına göre Ayasofya Nâhiyesi’nin konumu ve mahalleleri. (Ayverdi, 1985; yazar tarafından düzenlenmiştir.)

1546 Tarihli İstanbul Vakıfları Tahrir Defterine Göre Ayasofya Nâhiyesi’nde Yeşil Alanlar

Ayasofya Nâhiyesi’nde vakfiye sayısının diğer nâhiyelere göre fazla oluşu, vakfiyelerdeki menzillerin fazlalığı ve nâhiyenin kapladığı alanın büyük çoğunluğunun Topkapı Sarayı için ayrılmış olması (Şekil 5.3) ve bu alanda halktan yerleşimin söz konusu olmayışı göz önünde bulundurulduğunda nâhiyede yoğun bir yerleşimin hâkim olduğu sonucu çıkarılabilir.

89

Şekil 5.3 : 1546 Yılı Ayasofya Nâhiyesi’nin kent unsurlarını içeren harita. (Çoban Şahin, 2020)

Kurulan ilk nâhiyelerden olmasının ve İnalcık’a göre kentin merkezi konumunda yer almasının yoğun yerleşim sebeplerinden olması muhtemeldir. Ayrıca Ambraseys ve Finkel tarafından şiddeti 7,4 ten büyük olduğu tahmin edilen 1509 depreminden sonra 1546 yılına kadar oldukça fazla yapının vakfedilmesinden dolayı kentin hızlı bir kentleşme süreci geçirdiğini söylemek mümkündür.

90

Vakfiyeler incelendiğinde aynı mahallede birbiri ardına kaydedilen menzillerin benzer hatta çoğu zaman aynı özelliği göstermesi dikkat çekmektedir. Busbecq, Türklerin kentlerinde zarif binalar bulunmadığını belirtmiştir (2013, s. 102). Gyllius da dıştan sade görünüşlü konutlardan bahsetmiş, bakımsız ve gösterişsiz olduğunu eklemiş, daha fazla detaya değinmemiştir (Gyllius, 1986’dan aktaran Üçel Aybet, 2003, s. 484). Defterlerde de yapılar ile ilgili plan özelliklerine ve detaylı özelliklere dair bulgular elde etmek güçtür. Yalnızca genel özelliklere ilişkin bilgiler bulunmaktadır. Hâne ile ilgili çok çeşitli tarifler (hâne-i tâhtanî, hânehâ-i fevkânî vb) mevcuttur (Bkz: Çizelge A.1). Ayrıca hânelerin yanısıra çok sayıda höcre ve höcerât43 olarak belirtilen oda ve odacıklar vakfedilmiştir. Nâhiye genelinde i tâhtanî (alttaki hâneler), hânehâ-i fevkânî (üsttekhânehâ-i hâneler) ve höcerât (odacık) hânehâ-ibarelerhânehâ-iyle kaydedhânehâ-ilen yapılar yoğunluktadır. Bu yapıların nâhiyenin genel özelliği olduğunu söylemek muhtemeldir. Ayrıca ‘tâhtanî (alt/altta bulunan), fevkânî (üst/üstte bulunan), süfli (aşağıda bulunan) gibi tanımlamalardan konutların tek katlı veya iki katlı olduğu anlaşılmaktadır. Eyice’nin belirttiğine göre Türkler, Fatih, Süleymaniye gibi semtlerle birlikte bu nâhiyede yerleşmeyi ve yaşamayı tercih etmişler, dolayısıyla ileri gelenler bu nâhiyede oldukça güzel ahşap konaklar yaptırmışlardır (2006, s. 49). Nâhiye genelinde konut alanlarının yanı sıra ticari alanlarda mevcuttur. Birçok alanda dükkanlar ve mesken alanları içiçedir.

Dönemin konut mimarisi hakkında bilgi olmadığı için yerleşme dokusunun nitelikleri de belirsizdir. Yalnızca çevrede yeni gelişen mahalle alanlarının yoğunluklarının çok düşük olduğu söylenebilir. Bazı mahallelerde vakfiye sayılarının oldukça az olması durumu doğrular niteliktedir. Tanyeli’ye göre yerleşim alanları içinde tarımsal üretim yapılan geniş bahçeler içinde dağılmış konutlar olması ihtimali yüksektir (1986). Mahallelerde yerleşim alanlarının dışında kalan alanların tarım alanı olması muhtemeldir.

Vakfiyelerde yapılar ile birlikte bağçe, cüneyne gibi yeşil alanlara rastlanmaktadır. Yeşil alanlarda bulunan yapısal ve bitkisel çok az ipucu dışında plan ve genel özelliklere yönelik veriler elde etmek de imkansızdır. Sözü edilen yeşil alanların büyük bir çoğunluğu hane tipi yerleşim alanlarında bulunmaktadır. Sayı olarak az da olsa bazı

43İstanbul’un iş gücünü oluşturan çoğu kent dışından gelmiş hamal, işçi ve zanaatkârlardan oluşan; bir aile ve konut ile kent içerisinde bağı olmayan ‘bekâr’ sınıfının barındığı mekânlardır (Çokuğraş, 2013, s. 60)

91

vakfiyelerde ise yeşil alanlara, hane tipi ikamet yapılarının ve dükkanların birlikte bulunduğu menzillerde de rastlanması dikkat çekmektedir.

Nâhiye genelinde biri bağçe-i kebir olarak anılan bağçeler ve cüneyneler yoğunluktadır. Tanyeli’ye göre; birçok vakfiyede geçen bağçe ibareleri kentin tarımsal üretimle ilgilendiği hakkında fikir vermektedir. Ayrıca Tanyeli, Türk konutunda bahçenin bir süs öğesi olmaktan ziyade üretim etkinlikleriyle ilişkili mekân olduğunu belirtmiş, kentin geniş bahçelere sahip olduğunu eklemiştir. Bostan, çerak gibi yeşil alanların bahsi nâhiyedeki hiçbir kayıtta geçmemiştir. Bağçenin ve cüneynenin aralarındaki anlam farkı net değildir. Defter incelendikten sonra da herhangi bir genelleme veya özellik tespit edilememiştir. İshak Paşa Mescidi Mahallesi’nde ve Karakedi Hüseyin Çelebi Mescidi Mahallesi’nde bağçelere sıkça rastlanırken cüneyneler yalnızca İshak Paşa Mescidi Mahallesi’nde yoğun olarak bulunmaktadır. İshak Paşa Mescidi Mahallesi, nâhiyenin merkezi olarak kabul edilen Ayasofya Mahallesi’nin hemen yakınındadır. Ayasofya Mahallesi, dükkân-han-bedesten gibi ikametten ziyade ticari yapıların yoğun olduğu bir mahalledir (Bkz: Çizelge A.3). İkamet alanları ise bu mahallenin hemen yakınındaki mahallelerde yoğunlaşmıştır. İkametin yoğun olduğu mahallelerin topoğrafya özellikleri değerlendirildiğinde değişimin çok olmadığı, alanın düze yakın olduğu dikkat çekmektedir (Şekil 5.3). Bu durum yerleşimin düze yakın alanlarda yoğun olduğunu dolayısıyla nüfusun ve yeşil alanların fazla olduğunu düşündürmektedir. Ayrıca topoğrafya özelliklerine göre (Şekil 5.3) söz konusu tarihlerde küçük derelerin bulunma ihtimali söz konusudur. Dereler yeşil alanların gelişimi ile bağlantılı bulunabilir. Aralarındaki fark net anlaşılamamakla birlikte nâhiyede bağçelerin cüneynelerden daha yoğun olduğu dikkat çekmektedir. Yeşil alanlar ve yeşil alanlara dair unsurlar Ayasofya yakınlarında yoğunlaşırken uzaklaştıkça azalmaktadır. En fazla İshak Paşa Mescidi ve Hayrüddin Bey Mescidi Mahallesi’nde artış göstermiştir. Lorichs Panoraması’nın Ayasofya Nâhiyesinin tasvir edildiği bölümlerde İshak Paşa Mahallesi olması muhtemel (Ayasofya’nın hemen yakınında) alanda yerleşim alanı içinde yeşil alanlar tanımlanmıştır (Şekil 5.4). Dolayısıyla İVTD’lerindeki verilerine göre nâhiye genelinde yeşil alanların İshak Paşa Mescidi Mahallesi civarında yoğunlaştığını söylemek mümkündür. Ayrıca Melchior Lorichs tarafından hazırlanmış İstanbul tasviri de söz konusu veriyi destekler niteliktedir.

92

Şekil 5.4 : Melchior Lorichs Panoraması’nda Ayasofya Nâhiyesi olabilecek alanda yeşil alanlar (LÜA; yazar tarafından işaretlenmiştir).

Hace Üveys, Daye Hatun ve Elvanzade Hace Sinan Mescidi Mahallesi yeşil alanlardan ziyade yeşil alan bileşenlerinin bulunduğu mahallelerdir. Cezar’a göre sözü edilen mahalleler 1539 yılında Zindankapı civarında çıkan yangında ağır zarar görmüştür (1963, s.330. Tahribatlı yangınların olduğu mahallelerde yeşil alanların daha az olması dikkat çekmektedir. Yangınlardan sonra yapılan yapılarda yeşil alanlar için ayrılan alanların azaldığı söylenebilir. Yeşil alanların az olması sebebiyle yangınların hızlı yayılması muhtemeldir. Dolayısıyla yeşil alanların az olduğu mahallelerde çıkan yangınların tahribatının fazla olduğu söylenebilir. Ayrıca sözü edilen mahallelerde yeşil alanlar olmamasına rağmen bir-i ma ve zulle vakfedilmesi, yeşil alan oluşturulamasa bile üretim faaliyetlerine ve dinlenme ihtiyaçlarına olanak sağlayan alanların oluşturulmaya çalışıldığını düşündürmektedir. Bu durum Tanyeli’nin belirttiği gibi yeşil alanlarda tarım yapılıyor olması ihtimalini kuvvetlendirmektedir. 1546 tarihli deftere göre nâhiyedeki 83 adet bir-i manın (su kuyusu) 33 adedi bir başka deyişle yalnızca yaklaşık %40’ ı yeşil alanların sınırları içindedir. Çardak/çartak, gibi birimlere bu defterde rastlanmazken zullelerin yoğunluğu göze çarpmaktadır.

1546 tarihli deftere göre nâhiyede Nakılbend Hasan Mescidi Mahallesi’ndeki iki vakfiyede geçen ‘eşcar-ı müsmire’ (meyve veren ağaçlar) dışında bitkisel özellik anlamında ipucuna rastlamak mümkün değildir (Çizelge A.2). Meyve veren ağaçların özellikle vakfedilmesinin sebebi meyveleri satılarak ağaçların gelir getirmesi olmalıdır. Ağaçların Nakılbend Hasan Mescidi Mahallesi’nde vakfedilmelerinin sebebi, mahallede ticari alanların bulunduğu Ayasofya Mahallesi’ne iki ayrı yol bağlantısı olması (Bkz: Şekil 5.3 (Toronto Üniversitesi tarafından hazırlanmış interaktif harita ve Ayverdi (1958)’nin mahalle haritası üst üste düşürüldüğünde

93

anlaşılmaktadır) dolayısıyla satışı yapılacak ürünün kolaylıkla satış alanlarına ulaştırılabilmesi olabilir. Ayrıca mahallenin liman alanına da yakın olması deniz yolu vasıtasıyla ürünlerin ticaretinin yapılması ihtimalini güçlendirmektedir.

Şekil 5.5 : Vavassore tasvirinde saray alanları dışında çok nadir yer alan bitkisel elemanların bulunduğu Nakılbend Hasan Mescidi ve/veya Hüseyin Ağa Camii

mahalleleri olabilecek alanlar (HÜA; yazar tarafından işaretlenmiştir).

Nâhiye genelinde bağçeli; bir bir-i ma ve muhavvata ile birlikte vakfedilmiş bir kısmında zulle bulunan menziller yoğunluktadır. Nâhiyenin en genel yeşil alan tipinin bu bağçeler olduğunu söylemek mümkündür.

1600 Tarihli İstanbul Vakıfları Tahrir Defterine Göre Ayasofya Nâhiyesi’nde Yeşil Alanlar

1600 tarihli nâhiye haritası incelendiğinde mahallelerin sınırlarının değişmediği fakat yeni su yolarının ve çeşmelerin açıldığı, yeni dini ve sosyal yapıların yapıldığı görülmektedir (Şekil 5.6). 1600 tarihli İstanbul Vakıfları Tahrir Defteri incelendiğinde ise vakfiye sayısının 1546 tarihli deftere göre artışı, nâhiyenin 16. yüzyılın ikinci yarısında yoğun iskân faaliyetleri geçirdiğini düşündürmektedir.

94

Şekil 5.6 : 1600 Yılı Ayasofya Nâhiyesi’nin kent unsurlarını içeren harita (Çoban Şahin, 2020).

Nâhiyenin merkezinden daha uzakta bulunan mahallelerde vakfiye sayıları ve menzil sayılarında artış gözlemlenmektedir. Bu mahallelerde nüfusun ve iskân faaliyetlerinin

95

daha fazla arttığını söylemek mümkündür. 1557 yılında gerçekleşen deprem44 ve 1600 tarihli kayıtlar arasında yaklaşık kırk yıllık zaman diliminde vakıf kayıtları oldukça artış göstermiştir. Bu durum depremin şiddetinin çok fazla olmayışının veya iskân faaliyetlerinin çok yoğun olmasının sonucu olmalıdır.

Nâhiye genelinde ‘hânehâ-i tâhtanî (alçak/alttaki hâneler), hânehâ-i fevkânî (üst/üstteki hâneler), beyt-i suflî (alçak/alttaki hâne), beyt-i ulvî (üst/üstteki hâneler) ve höcerât(odalar/hücreler) olarak tarif edilen yapı türlerine sık rastlanmaktadır. Nâhiye genelinde bağımsız birimden oluşan çoklu konutların yanı sıra tek bir konuttan oluşan alanlarda mevcuttur. Bu yapıların devlet ileri gelenlerinin konakları olması muhtemeldir. Ayrıca konut alanlarının yanısıra hücre olarak da adlandırılan küçük birimlerin de sıklıkla kullanıldığı anlaşılmaktadır. Nâhiye genelinde konut alanlarının yanısıra ticari alanlarda mevcuttur. Diğer mahallelerde önemli bir artış gözlemlenmemişse de özellikle Hüseyin Ağa Mescidi Mahallesi, Elvanzade Hace Sinan Mescidi Mahallesi ve Hace Üveys Mescidi mahallelerinde ‘dükkân-dekakin’ sayıları artmıştır (Çizelge A.3). Yeni dükkân alanları cami, hamam gibi önemli yapılara yakın konut alanlarına uzaktır ve yeşil alanlarla birlikte vakfedilmemiştir. Söz konusu verilere göre 16. yüzyılın ikinci yarısında hane tipi yapıların bulunduğu alanlar ile ticari alanların birbirinden ayrılma yönünde eğilim gösterdiği söylenebilir.

1546 tarihli defterde olduğu gibi aynı mahallede birbiri ardına kaydedilen menzillerin benzer hatta çoğu zaman aynı özelliği gösterdiği dikkat çekmektedir. 1546 tarihli defterde olduğu gibi yeşil Ayasofya Nâhiyesi’nde bulunan yapısal ve bitkisel özelliklere dair çok az ipucu dışında plan ve genel özelliklere yönelik veriler elde edilememektedir.

Defter kayıtlarına göre nâhiye genelinde 1 çerak, 43 bağçe ve 59 cüneyne bulunmaktadır. Çerak Üsküblü Mescidi Mahallesi’nde bulunurken; cüneyne’lerin sayısı bağçelere göre fazladır. Her ikisinin de bulunduğu vakfiyeler arasında benzerlik veya farklılık gözlemlemek zordur. Nakılbend Hasan ve Hüseyin Ağa Mescidi mahallelerinde bağçelere daha sık rastlanırken Hace Üveys, İshak Paşa ve Nakılbend Hasan Mescidi mahallelerinde cüneyne sayıları fazladır. Yeşil alanlar ve yeşil alanlara

441557 Depremi’nde İstanbul’da bulunan Busbeq depremde uykusundan uyandığını, yanmakta olan gece kandilinin ışığıyla gördüğü kitabın bir tarafa, kupanın diğer tarafa devrildiğini, bulunduğu evin yıkılacak sandığını ama yıkılamadığını belirtmiş depremden sonra kayda değer yıkıntı olmadığını fakat önemli yapılarda bile çatlakların olduğunu eklemiştir (2013, s. 102).

96

dair unsurlar Küçük Ayasofya Camii civarındaki alanı kaplayan Nakılbend Hasan Mescidi Mahallesi’nde yoğun olarak görülmektedir. 16. yüzyılın başında Küçük Ayasofya Camii’nin kiliseden camiye dönüştürülmesi dolayısıyla bölgede yerleşimin ve nüfusun yoğunlaşması yeşil alanların yoğunlaşmasının da sebebi olabilir. Hace Sinan Mescidi Mahallesi’nde yeşil alanlar sayıca azdır bu durum mahallenin 1569 yılında Yahudi Mahallesi’nde çıkan yangından da etkilenmiş olabileceğini düşündürmektedir.

İshak Paşa Mescidi, Daye Hatun Mescidi, Hüseyin Çelebi Mescidi mahallelerinde birer vakfiyede, Akbıyık ve Üsküblü Mescidi mahallelerinde iki ayrı vakfiyede eşcar-i müsmeşcar-ire vakfedeşcar-ilmeşcar-işteşcar-ir. Nakılbend Hasan Mesceşcar-ideşcar-i Mahalleseşcar-i en çok ağaç vakfedeşcar-ilen, dolayısıyla bitkisel özelliğe dair en fazla ipucu barındıran mahalledir. Dört ayrı vakfiyede eşcar-i müsmire vakfedilmiş, iki ayrı vakfiyede zate eşcar ibaresiyle ağaçlar vakfedilmiştir. Ayrıca aynı mahallede vakfiyenin birinde geçen eşcar-tut (dut ağaçları) mahallede satışı yapılabilecek bollukta ve kalitede dut yetiştirildiği ihtimalini yükseltmektedir. Bitki örtüsünün yoğunluğunun sebeplerinden biri diğer mahallelere göre mahallenin daha güneyde bulunması ve iklim koşullarının güneyde daha sıcak olması olarak düşünülebilir. Fakat bu durumun sebebi yön olabileceği gibi mahalleden ticari alanların yoğun bulunduğu Ayasofya Mahallesi’ne iki ayrı yol bağlantısının olması (Bkz: Şekil 5.645) dolayısıyla ürünlerin satış alanlarına ulaştırılması kolaylığı ve limana yakın olması dolayısıyla deniz yoluyla ürünlerin satışı olmalıdır. Ayrıca Şimşek ve diğ’e göre nâhiye sınırları dahilinde günümüzde halen mevcut Topkapı Sarayı’nın Bab-ı Hümayun kapısına yakın bir alanda -Hacı Hayrüddin Mescidi Mahallesi’nde- söz konusu yüzyılda dikildiği bilinen bir çınar ağacı (Platanus orientalis) bulunmaktadır. Taşlı Çınar46 adıyla anılan ağaç anıtlar ve sitler kurulu tarafından anıt ağaç statüsünde değerlendirilmektedir (Şekil 5.7). Sultan I. Ahmed tarafından 1590-1617 yılları arasında diktirildiği rivayet edilmektedir (2014, s. 271).

45 Toronto Üniversitesi tarafından hazırlanmış interaktif harita ve Ayverdi (1958)’nin mahalle haritası üst üste düşürüldüğünde anlaşılmaktadır.

46 Ağacın Taşlı Çınar adıyla adlandırılmasının sebebi ise bir rivayete göre ağacın yanından geçerken padişahın atından seken taşın ağaçta takılı kalması ve ağacın bu taş ile büyümesidir. Cemil

Topuzlu’ya göre ise sözü edilen bu taş ağacın yakınında bulunan bir mezarlık kalıntısının bir parçasıdır.

97

Şekil 5.7 : Taşlı Çınar’ın günümüzdeki görüntüsü (Çoban Şahin, 2020a). Nâhiyede vakfedilen 165 adet bir-i manın yaklaşık %32’ si (53 adedi) yeşil alanların sınırları içindedir. Çardak/çartak ve zulle gibi birimlere sıklıkla rastlanmaktadır. Akbıyık Mescidi Mahallesi’nde zulleler yoğunluktayken ve Sinan Ağa Mescidi Mahallesi’nde zulleler, çartaklar yoğun olarak görülmektedir. Sebebi tespit edilememiştir. Nâhiye genelinde menzillerin birçoğunda muhavvata geçmektedir. Nadiren de olsa muhavvata-i dahiliyye47 ve muhavvata-i hariciyye48 olarak da anılmıştır. Doksan sekiz adet yeşil alanın altmışı bir başka deyişle yaklaşık %61’i