• Sonuç bulunamadı

EKREM KAHRAMAN VE ESERLERİ HAKKINDA YAZILAN YAZILAR 3.1 Ekrem Kahraman Hakkında Yazılan Yazılar

3.2. Ekrem Kahraman’ın Eserleri Üzerine Yazılan Yazılar

3.2.18. Bir Atlet Olarak Ressam

(Özdemir İnce, Kahraman, Bilim Sanat Galerisi Yayınları, İstanbul, 2002, II. Cilt, s. 195- 197)

Ekrem Kahraman’a bakıyorum: Bu uyuşmazlık ve kaygının yerinden oynattığı sakin öfke ile, yan yana gelmesi olanaksız nesneleri aynı mekana yerleştiriyor. Tıpkı şiirde, şiirsel imgede olduğu gibi. “Göğün mavi çarşafı” der gibi, “Göründü göğün arabası” der gibi. Tek tek nesnelerin yapısını bozmayan, nesneler arası ilişkiyi düzenleyen bir üst gerçekçi (sürrealist) rahatlama. Yan yana geldikleri zaman anlamlarını bir başka (yazılı ve çizili olmayan) anlam için yitiren iki sözcük gibi, yan yana gelen nesneler. Bunun sonucu olarak ortaya bir tür yazınsal resim çıkıyor: Görsel ve (ressam jargonuyla söyleyecek olursak) “plastik” imgenin yanı sıra ve bu imgenin ötesinde bir resimsel-yazınsal imge.

Picasso’cu resim yabancılaşan anlamı saptamak için tek tek nesnelerin yapısını bozar; Ekrem Kahraman ise, tıpkı yazınsal imge düzenler gibi, doğa da yan yana gelmeleri

olanaksız nesneleri yan yana getirerek... Bu bir görsel değil ama zihinsel, metafizik bir “metamorfoz”dur. Bozulan nesnelerin doğal yapıları değil, fakat nesnelerin içinde yer aldığı düzenin yapısı ya da yapının düzenidir. Comte de Lautreamont'un “Sözcüklerden düşüncelere geçmek, yalnızca bir adım” demesi gibi bir şey. Olağandan olağanüstüne geçmek yalnızca bir adım. Her şey öylesine doğal ki Gerçek ile Fantastik'in lehim yeri, kavşak noktaları belli değil. Kunduracılık deyimiyle “kapalı pençe, gizli dikiş”.

Şekil 2.10. 1998 Yağlı boya Tuval üzerine dijital baskı 50x50cm

(Kahraman, Bilim Sanat Galerisi Yayınları, İstanbul, 2002, II. Cilt, s. 195)

Ekrem Kahraman'ın işi ürünler ve modellerle ilgili değil. Onun işi Hegel ile Derrida'nın baba-oğula eriştiği, kağnı ile Formula 1 yarış arabasının “aynı”laştığı yerde. Bu nedenle, 1999 yapımı gökyüzünde Mona Lisa ile sırtı çerçeve dışına bakan uzun saçlı ressam kompozisyonunu çok klasik bir üst-gerçek (sürrealist) ilişki içinde görmeye çekinirim. Bu resme baktığım zaman Demiourgos iddiasını görüyorum. Henüz tanrıların ve Allah'ın keşfedilmediği zamanda, mağara duvarını resimleyen insanın doğayı düzenleme kaygısını. Ama bu kaygı betimsel bir kaygı değil, zihinsel (entelektüel) bir kaygı.

Belki betimlediği anda, resim bütün devingenliğini yitirecek ve “konfeksiyon”a dönüşecek. Ama hedef o değil, “yaratı” (creation) denen değişim ve bu değişimin ucundaki özgün üretim, tekrarı değişime yöneltecek bir katma değer. (s.195)

Ekrem Kahraman’ın resmindeki Doğu’yu dilsel açıdan şöyle açıklayabiliriz: Hind- Avrupa dillerinin sözdizimsel yapısı kolay kolay değişmez: Özne+ Fiil+ Nesne. Belli bir anlama gitmek istiyorsanız bu yapıyı değiştiremezsiniz. Oysa Türkçede bu üç öğenin yerini değiştirmeden vurguyla anlam değişikliği sağlayabilirsiniz, ya da bu üç öğenin yerini değiştirerek aynı ya da değişik anlamlara ulaşabilirsiniz. Anlamı yapı değil niyet üretiyor. Düzyazı şiire (poeme en prose’a) özgü esnek ve atletik bir yapı. Küçük bir değişimle, bir ekle, bir başka anlam kazanan ve “fabrikasyon”u tersine çeviren bir öz-biçim ilişkisi. Bir

örnekleme yapayım: “Geliyorum, Gelmiyorum”, “Geliyor muyum?'”, “Gelmiyor muyum?” anlam yönelimi olarak ayrı doğrultuda yürüyor. Ama hepsini bağlayan ana gövde “Gelmek” fiili. Ekrem Kahraman işte bu değişimin peşinde. Onun resminde Gelmek filinin imlerini görmek çok kolay çünkü görsel imgenin halleri olarak orada duruyor. Ama önemli olan fiilin olumlu, olumsuz, soru ve olumsuz soru çekimlerini görebilmek. Ben görüyorum. Görmeyenler kendi kaderlerine yansın!

Öykücü değil, öykülü resimler! (s.197) 3.2.19.Gökyüzü Ayaklarımın Ucundan Başlıyor

(Turgay Gönenç, Aradığın Yerlerde Değilim Artık, Bilim Sanat Yayınları, İstanbul, 2002, s. 435-436-437-438)

Şekil 2.11. 146x114 cm, Yağlıboya, Tuval üzerine dijital baskı, 1999

(Aradığın Yerlerde Değilim Artık, Bilim Sanat Yayınları, İstanbul, 2002, s. 435) “ Aydın bir göğe düşüyoruz düştükçe

Düşmemiz getiriyor bizi gökle yüz yüze”

1967’ de yazdığım bu iki dizelik şiir eşliğinde, Ekrem Kahraman'ın son resimlerine bakıyorum. Özellikle kendi suretinin sırtüstü yattığı, topraktan gökyüzüne uzanan bakışlarına. Bir de, bu yatışın giderek topraktan gökyüzüne uzanan düşüşüne. Varoluşun geometrisi peşindeki, kimi zaman simetrik, kimi zaman üçlemeli yalnızlıklarına. Mutlu bir yalnızlık bu. Ülkü Tamer’in şiirindeki gibi: “Gökyüzü ayaklarımın ucundan başlıyor.” dercesine. Çukurova görüntülerinden bu güne uzanan resim serüveninde Ekrem Kahraman’ın resimlerinde her şey gökyüzü içindi sanki hatta toprak bile gökyüzünün bir parçasıydı. Tıpkı Miro’nun gökyüzüne merdiveni dayayışı gibi, Ekrem Kahraman da merdivenini gökyüzüne dayıyor “Nasılsın?” derken. Hep gökyüzüne tırmanmak ister gibi. Bir bakıma bu tırmanış, Ekrem Kahraman’ın şair kimliğinin bir parçası. Ekrem

Kahraman’ın şiirleri, resimleriyle birleşince sanatçı kimliği, sanat dünyası farklı bir boyut kazanıyor. (s.435-436)

“Gökyüzü ayaklarımın ucundan başlıyor.” Ekrem Kahraman’da. Kendi varlığının yanı sıra Rönesans ustalarının insanlarıyla birlikte. Bir bakıma gökyüzüne dünün penceresinden bakarcasına bakıyor. Giderek, bu gökyüzlerine düşüşte geçmiş, an ve gelecek aynı zaman kesitinde buluşuyor. Bu kesit Ekrem Kahraman’ın son dönem resimlerinin zaman boyutunu oluşturuyor. Bu ıssızlık içinde: kimi zaman simgeler, barkotlar, renk kuşakları, sözcükler yer alıyor. Tüm bunlar gizli bir olguyu sorguluyor sanki. Sorgular resmi kuşatıyor. Ve bunlar, bu ıssız büyük boşlukta yer alırken gökyü- zünün gerçekliği ile çelişmiyor; giderek gökyüzünün doğal parçalarına dönüşüyor.

“Gökyüzü ayaklarımın ucundan başlıyor.” Kendisinin doğrudan yeralmadığı mekânlarda da Ekrem Kahraman yarattığı piktural atmosferde gizlenmiş varlığını sürdürüyor, sürekli toprakla gökyüzü arasında yol alan bir derviş gibi. (s. 437-438)