• Sonuç bulunamadı

THE EARLY REPUBLIC ERA

3. ERKEN CUMHURİYET DÖNEMİ’NDE PLANLI KIRSAL YERLEME YAKLAIM

3.1. Birinci Dönem: Çağdaşlaşma Ülküsünde Köy Sorununun Devlet Tarafından Ele Alınışı

3.1.1. Atatürk’ün Yaklaşımı

Köy sorunu Cumhuriyet kurulmadan önce de TBMM hükumetinin öncelikleri konuları arasında yer almıştır. Atatürk, bu konudaki kapsamlı görüşlerini Meclis açılış konuşmalarında dile getirilmiştir. 1 Mart 1921 tarihli 1. dönem 2. yasama yılının açılışında, işgal altındaki ülkenin sorunları ve yeni yönetimin öngörülerini açıklayan konuşmasının son kısmında Meclis’in geçen bir yıl içindeki çalışmasını ve çıkardığı yasaları değerlendirirken, “köylünün mutluluk ve refahını sağlamak üzere Baltalık Kanunu’nun” çıkartılmış olduğunu belirtmiştir202.

Bir yıl sonra 1 Mart 1922’deki 1. dönem 3. yasama yılını açılış konuşması ise, Atatürk’ün köy sorununa bakış açısını kapsamlı bir biçimde ortaya koyması açısından özellikle önemlidir. Bu dönemde halen işgal sürmekte ve doğal olarak TBMM de bu konu üzerine yoğunlaşmış durumdadır. Atatürk, konuşmanın ilk kısmında ülkenin genel sorunları ve yeni yasal düzenlemeler üzerine görüşlerini belirttikten sonra, ekonomi konusunda önceliği köy sorununa vermiştir. Ülkenin bir çiftçi ülkesi olduğunu ve köylünün mutluluğunu sağlamanın esas olması gerektiğini belirttiği konuşmanın, ilgili kısmının burada aktarılması yararlı olacaktır:

“Efendiler203,

Adli politikamızdan sonra, milli yaşamımızın en çok ilgili bulunduğu ekonomik durumumuz hakkındaki düşüncelerimi de arz edeceğim. Bu konuya girmeden önce görüşümü açıklamak için yüze heyetinize ve bütün dünyaya bir soru sormama izin veriniz.

Türkiye’nin sahibi ve efendisi kimdir? (Köylüler sesi) Bunun cevabını derhal birlikte verelim: Türkiye’nin gerçek sahibi ve efendisi, gerçek üreticisi olan köylüdür. O halde herkesten çok bolluk, mutluluk ve varlığa hak kazanan ve buna layık olan köylüdür. Bundan dolayı, Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümetinin ekonomik politikası bu önemli amacının sağlanmasına yöneliktir.

Efendiler,

Diyebilirim ki, bugünkü felaket ve yoksulluğun tek nedeni bu gerçeği ihmal etmiş olmamızdır.

202Burada, TMBB’nin web sayfasında yer alan dili sadeleştirilmiş olan metin kullanılmıştır.

(www.tbmm.gov.tr/tarihce/1d2yy1.htm), Nisan 2006’da ziyaret edildi.

Doğrusu yedi yüzyıldan beri dünyanın çeşitli yörelerine gönderilerek kanlarını akıttığımız, kemiklerini topraklarında bıraktığımız ve yedi yüzyıldan beri emeklerini ellerinden alıp gereksiz yere harcadığımız ve buna karşılık daima onurunu kırdığımız ve hor gördüğümüz ve bunca özveri ve iyiliklerine karşılık nankörlük, küstahlık ve zorbalıkla uşak durumuna indirmek istediğimiz bu ülkenin gerçek sahibi huzurunda bugün büyük utanç ve saygı ile gerçek durumumuzu alalım.

Efendiler,

Milletimiz çiftçidir. Milletin çiftçilikteki çalışmasını çağın ekonomik tedbirleri ile en yüksek düzeye çıkartmalıyız. Köylünün işlerinin sonucu ve çalışmasının semeresini kendi yararına en yüksek düzeye çıkarmak ekonomik politikamızın ana prensibidir. Bundan dolayı bir yandan çiftçinin çalışmasını arttıracak ve verimli kılacak bilgi, araç ve fenni aletlerin tamamlanması ve sağlanmasına ve diğer yandan onun bu çalışmasının sonucundan en fazla yararlanmasını sağlayacak ekonomik tedbirlerin alınması için çalışmak gereklidir. imdiye kadar yolun olmaması, modern taşıma araçlarının bulunmaması, değişim usullerinin çiftçi aleyhine olması ve hükümet kanunlarının çiftçiyi korumaması gibi engellerin kaldırılması gereklidir…”

Konuşmanın eğitim bölümünde de hükümetin en önemli görevinin eğitim olduğunu belirterek, köylünün eğitimini temel görev olarak tanımlamıştır. Bu bölümü de burada aktarmak yararlı olacaktır:

“Efendiler, yüzyıllardan beri milletimizi yöneten hükümetler eğitimi genelleştirme dileğini belirtmişlerdir. Ancak bu dileklerine ulaşmak için Doğu ve Batıyı taklit etmekten kurtulamadıklarından, sonuç milletin cahillikten kurtulamamasına neden olmuştur. Bu hazin gerçek karşısında bizim uygulamak zorunda olduğumuz eğitim politikamızın ana hatları şöyle olmalıdır: Demiştim ki, bu ülkenin gerçek sahibi ve sosyal yapımızın gerçek unsuru köylüdür. İşte bu köylüdür ki, bugüne kadar eğitim nurundan yoksun bırakılmıştır. Bundan dolayı, bizim uygulayacağımız eğitim politikasının temeli ilk önce var olan cehaleti yok etmektir. Ayrıntıya girmekten çekinerek bu düşüncemi birkaç kelime ile açıklamak için diyebilirim ki, genel olarak bütün köylüye okumak, yazmak ve vatanını, dinini, dünyasını tanıtacak kadar coğrafya tarih, din ve ahlak ile ilgili bilgiler vermek ve dört işlemi öğretmek eğitim programımızın ilk amacıdır.”

4 ubat 1923’te Lozan görüşmelerinin kesilmesinin ardından 17 ubat’ta başlayan İzmir İktisat Kongresi’nin açılış konuşmasında ise, sultanların bireysel çıkarları çerçevesinde Osmanlı Devleti’ni yönettiklerini, akılcı ekonomi politikaları geliştirmediklerini ve ülkenin temel unsuru olan milletin erinç düzeyini göz ardı

ettiklerini belirterek, yeni Türk Devleti’nin ulusal iradeye dayalı bir “halk devri” başlattığını ve bunun aynı zamanda bir “iktisat devri” olduğunu açıklamıştır204.

“Öyle bir iktisat devri ki, artık milletimiz insanca yaşamasını bilsin ve o esbabı bilerek ona göre lazım olan tedabire tevessül etsin”.

Tam bağımsızlığın ancak ulusal ve ekonomik egemenlik ile sağlanabileceğini belirtmiştir. Buna göre ülkenin mamur, ulusun rahat ve zengin olabilmesi için devlet ekonomik temelli bir kalkınma gerçekleştirecektir. Türk ekonomisinin temelinin tarım ve hayvancılığa dayandığını, ülke kalkınmasında en büyük gücü çiftçi ve çobanın oluşturacağını vurgulamıştır. Bu çerçevede her şeyin programlı olarak gerçekleştirilmesi ve temel programın da iktisat programı olması gerektiğini belirtmiştir.

Atatürk’ün bu konuşmasında dikkat çekici bir bölüm de, Osmanlı yönetimini eleştirerek savaşa değil, tarımsal üretime dayalı yönetimlerin uzun ömürlü olacağını öngörmesidir.

“… Alelacele fütuhat yapanlar, sapanla fütuhat yapanlara binnetice terk-i mevki etmeğe mahkûmdur. Bu bir hakikattir ki, tarihin her devrinde aynen vakidir. Mesela Fransızlar Kanada’da kılıç sallarken oraya İngiliz çiftçisi girmiştir. Bir müddet kılıçla sapan yekdiğeriyle mücadele etti. Ve nihayet sapan galebe çalarak İngilizler Kanada’ya sahip oldu.

Efendiler; Kılıç kullanan kol yorulur, fakat sapan kullanan kol her gün daha çok kuvvetlenir ve her gün toprağa daha çok sahip olur.”

Bu konuşmanın hemen ardından 1 Mart 1923’de TBMM’nin 1. dönem 4. yasama yılının açılış konuşmasında205, henüz tam bir barış ortamı sağlanamadığının vurgusuyla, iç kalkınmayla ilgili çalışmalar için öngörülen geniş planları konuşmaktan sakınacağını belirterek kısaca devletin hedeflerini:

• Milletin ve ülkenin kalkınması ve zenginleşmesi; • Halkın eğitilmesi ve modernleştirilmesi;

• Sağlık sorunlarının çözülmesi için kesin ve ciddi bir program oluşturarak, bütün ulusun uyum içinde çalışmasını sağlamak olarak tanımlamıştır.

Ayrıntılı planların dile getirilmeyeceği belirtilmişse de, yine de oldukça uzun olan bu konuşmanın içinde köy sorununun çözümüne ilişkin görüşler, yapılmış ve yapılması

204Atatürk’ün İzmir İktisat Kongresi’ndeki konuşmasının metni için bkz: (Afetinan, 1989:57–69). 205(www.tbmm.gov.tr/tarihce/1d4yy.htm), Nisan 2006’da ziyaret edildi.

planlanan işler genel hatlarıyla açıklanmıştır. Tarımın ve buna bağlı ekonominin geliştirilmesi için:

• Örnek fidanlık ve bahçe uygulamaları, damızlık hayvan ve tarım aleti alımı gibi fenni tarıma ilişkin uygulamalar başlatılmıştır;

• Barışın kesin olarak sağlanmasından sonra bataklık kurutma ve arazi ıslah çalışmaları başlatılacaktır;

• Tarımda çalışanlara yardım etmekle görevli Ziraat Bankası’nın şube ve sandık sayısı son dört ay içinde 110’dan 300’den fazla sayıya çıkartılmıştır; • Köylüye bir kredi kurumu kazandırmak üzere Köy Bankaları Kanunu

yapılarak meclise sunulmuştur;

• Ülkenin genişliğine göre nüfus az olduğundan, tarımda makine ve modern aletler kullanılması, diğer ülkelerde olduğundan daha fazla gereklidir. Gerekli araç gereci sağlamak için İktisat Bakanlığı tarafından yabancı bir kuruluşla sözleşme imzalanmıştır;

• İhtiyaç içinde bulunulmasına karşın, ülkenin üretimini sağlayan köylü ve çiftçiyi korumak için alınmakta olan koyun vergisi üç kat indirilmiştir;

• Orman Kanunu meclise sunulmuştur.

Yukarıda da belirtildiği gibi Cumhuriyet’in kuruluş sürecinde köy sorununa ilişkin görüşler ağırlıklı olarak Atatürk tarafından dile getirilmekle birlikte, dönemin bazı bürokratlarının konuşmalarında da bu konuya dikkat çekildiği görülmektedir. Dönemin İktisat Vekili Mahmut Esat Bey İzmir İktisat Kongresi’ndeki konuşmasında yeni Türkiye’yi “çalışanları efendi yapan, köylüyü mes’ut kılan” bir ülke olarak tanımlamış ve örgütlülüğün önemine dikkat çekerek çiftçi derneklerinin kurulmasını, kooperatifleşmenin sağlanmasını ve köy bankasının kurulmasına yönelik çabaları dile getirmiştir (Afetinan, 1989:71–79).

Aynı kongrede Manisa sanayi murahhası Kazım Karabekir Paşa da, Türkiye ekonomisi açısından üç temel madde olduğunu belirterek, öncelikli olarak kırsal alanın sağlıklılaştırılması gereğine dikkat çekmiştir:

“İnsanlarımızı, hayvanlarımızı, istihsalâtımızı hüsn-i muhafaza etmeliyiz. Köylerin, evlerin, çeşmelerin, bataklıkların tesiratiyle sıhhatimizi muhafaza edemez, bin türlü hastalıklar içerisinde çırpınırsak hayvanlarımızı veba-yi bakari, şarbon gibi hastalıklar silip, süpürür ise, mahsullerimizi böcükletir, çürütür isek yapılan bütün iktisadi tedbirler, kanunlar hiçe müncer olur. İste bunun için sarfedeceğimiz mesaiye yardım etmesini hükümetimizden taleb ve temenni etmeliyiz. Memleketimizi gezip bilen

tabiblerimiz, baytarlarımız burada yaptığımız iktisat kongresine müşabih kongreler yapmalıdır ki, hıfz’üs-sıhha, istisadın temelini korusun206.”

Özetle:

Cumhuriyet’in kuruluş döneminde Atatürk tarafından yeni devletin tanımlaması ve yaşaması için gerekli düzenlemeler ortaya konurken,

• Ülkenin varlığını sürdürebilmesi için toprağa sahip çıkan ve ondan artı gelir elde eden bir ulus modelinin öngörülmüş;

• Bunun için köylünün “çiftçi207” olarak çağdaşlaştırılması;

• Tarımın fennileştirmesi ve köylünün eğitilmesi amaçlanmıştır208.

Bu çerçevede “çağdaşlaşma” yalnız tarımın gelişmesi ve ülke ekonomisinin iyileşmesine yönelik bir teknolojik gelişme olarak algılanmamış; halkoyuna dayalı yönetim modelinin sağlıklı işleyebilmesi için, ülke nüfusunun çoğunluğunu oluşturan köylünün “aydınlanması” önemsenmiştir.